feyenoord maçları ve şu son soma turnuvası gösterdi ki, 90'lı yıllarda türk futbol takımlarına nice kabuslar yaşatan tipik avrupa takımı hüviyetine bürünmüştür bu sezon itibariyle. bütün maç boyu saldıran, gol kovalayan takımlarımız ani bir kontra ya da duran toptan golü yeyip ülkenin yolunu tutardı hatırlanacak olursa. üst düzey takım savunması, patlayıcılık ve dribblinge dayalı hızlı ataklar, savunma arkasına atılan uzun toplar, gol getiren duran top organizasyonları, belalı forvet falan ne ararsan mevcut.
bilic'in oyuna müdahele özelliğini, taktisyenliğini, takım planlamasını eleştirdik durduk geçen sezon boyunca ama hakkını vermek gerekir ki bu takım kompakt oyuna bütünüyle adapte olmuş ve seviye atlamış durumda şu an. orta alandaki yaratıcılık sorununu da çözebilirsek, bu sezon bu takım herşeyi yapabilecek seviyeye gelebilir; tabi ki sakatlık belası tekrar musallat olmazsa başımıza.
ilk 4 haftanın yenilmez takımının anahtar oyuncusudur, maksat futbol dersi vermekse.
"neden şampiyonluğu kaçırdık?" sorusunun cevabıdır, maksat beşiktaşlılık dersi vermekse.
ama maksat bunlar değil, maksat polemik yaratmak. onun da cevabı aşağıda;
(bkz: yav he he)
"neden şampiyonluğu kaçırdık?" sorusunun cevabıdır, maksat beşiktaşlılık dersi vermekse.
ama maksat bunlar değil, maksat polemik yaratmak. onun da cevabı aşağıda;
(bkz: yav he he)
(bkz: gekas effect)
maliyetinden değil ancak bilic'in kompakt ve dengeli oyun yapısıyla uyuşmayacağından ötürü transfer edilmesine karşı olduğum futbolcu. bu oyun yapısında net attacking midfielder lazım bize (bkz: ivan rakitic), midfield playmaker değil. yalnız işin şurası da var, bilic'in seneye takımda kalırsa takımın felsefesinde değişim yapması muhtemel, kendi açıklamalarından anlaşıldığı üzere. öyle olursa işin rengi elbette değişir, ya da bakarsın bilic postalanır bir gece ansızın, kazanı gayet kurnazca kaynatılmakta şu sıralar çünkü.
#283992
kavgasız, gürültüsüz, dertsiz, tasasız bir hayat geçirmek isteyen insanların şarkısı. [ybkz]swh[/ybkz]
http://www.youtube.com/watch?v=Ex78wq32BP4
(bkz: kramp)
http://www.youtube.com/watch?v=Ex78wq32BP4
(bkz: kramp)
bunun olumsuzu günümüzün hastalığıdır, lanet olsundur.
bazen ülkedeki hakim kafa yapısının onca yıldır hiç değişmediğini gösterebilen tokattır;
http://www.youtube.com/watch?v=Pk_FrvL2904
http://www.youtube.com/watch?v=Pk_FrvL2904
championship manager serilerinin efsane scout'larından. yanlış hatırlamıyorsam cambridge takımında görev yapmaktaydı kendisi.
(bkz: indigo prophecy)
şeker gibi bir nes oyunu.
standart tetris'ten farklı olarak, renk eşlemesine dayalı bir mantığı vardır bu oyunun. ancak kaanatimce en can alıcı noktası müzikleridir ki, ilerleyen bölümlerde nino rota'ya şöyle bir selam çakmışlığı da mevcuttur;
http://www.youtube.com/watch?v=XxobeqmxMQc
standart tetris'ten farklı olarak, renk eşlemesine dayalı bir mantığı vardır bu oyunun. ancak kaanatimce en can alıcı noktası müzikleridir ki, ilerleyen bölümlerde nino rota'ya şöyle bir selam çakmışlığı da mevcuttur;
http://www.youtube.com/watch?v=XxobeqmxMQc
crash bandicoot'un mirasyediciliğini yapan 2000 çıkışlı psone oyunu.
aslında multiplayer tabanlı eğlenceli bir oyundur crash bash. yalnız oynadığınız her oyunun %100'ünü bitirmek gibi bir takıntınıız varsa zıvanadan çıkmanız işten değildir. yanlış hatırlamıyorsam 25 civarı oyun barındırır içinde ama bunlar genellikle birbirinin kopyasıdır ve bu nedenle oyun sıklıkla kendini tekrar eder. tadında bırakabilenler için bol eğlenceli, takıntılı bünyeler ise için bol stresli vakitler vaad eder.
aslında multiplayer tabanlı eğlenceli bir oyundur crash bash. yalnız oynadığınız her oyunun %100'ünü bitirmek gibi bir takıntınıız varsa zıvanadan çıkmanız işten değildir. yanlış hatırlamıyorsam 25 civarı oyun barındırır içinde ama bunlar genellikle birbirinin kopyasıdır ve bu nedenle oyun sıklıkla kendini tekrar eder. tadında bırakabilenler için bol eğlenceli, takıntılı bünyeler ise için bol stresli vakitler vaad eder.
crash bandicoot karakterlerinin yarıştığı über eğlenceli bir karting oyunu.
psone'ın en eğlenceli oyunlarından biridir ctr. biri sizi mi geçiyor, basarsınız güdümlü füzeyi ya da hemen kıçınızın dibinde süren karakter mi var, bırakırsınız tnt-nitro ikilisini keyfinize bakarsınız. hayatın her anında özlenen bir oyun olup en komik multiplayer anılarına da ev sahipliği yapmıştır kendisi.
yine de belirtmeden geçmeyeyim, oyun snes'e çıkarılan super mario kart ve n64'e çıkarılann mario kart 64'ten bariz bir şekilde esinlenmiş, hatta işin gerçeğini söylemek gerekirse kopya edilmiştir.
psone'ın en eğlenceli oyunlarından biridir ctr. biri sizi mi geçiyor, basarsınız güdümlü füzeyi ya da hemen kıçınızın dibinde süren karakter mi var, bırakırsınız tnt-nitro ikilisini keyfinize bakarsınız. hayatın her anında özlenen bir oyun olup en komik multiplayer anılarına da ev sahipliği yapmıştır kendisi.
yine de belirtmeden geçmeyeyim, oyun snes'e çıkarılan super mario kart ve n64'e çıkarılann mario kart 64'ten bariz bir şekilde esinlenmiş, hatta işin gerçeğini söylemek gerekirse kopya edilmiştir.
(bkz: fahrenheit)
avrupa'da fahrenheit adıyla da bilinen bol gerilimli bir adventure oyunu.
oyundan çok bir sinema filmi gibidir aslında indigo prophecy. lukas kane karanlık güçlerin etkisinde kaldığı esnada bir kafenin tuvaletinde cinayet işler, ardından bunu soruşturan polisler olaya müdahil olur. birbiri ardına hem lukas kane'i oynadığınız hem de polis memurlarını oynadığınız bölümler vardır ki, bu da oyunu farklı kılan temel öğelerden biridir (bkz: çapraz kurgu). lukas kane'in bilinçsizce işlediği cinayetten sıyrılmaya çalışırken yaşadığınız panik duygusu enfestir. bunun yanı sıra özellikle de kane'in ruhsal durumunu da düzeltmekle uğraşırsınız oyun boyunca. the sims'deki sim'leriniz gibi eleman depresyona girebilmekte ve akabinde mücadeleyi bırakabilmektedir çünkü. oynanış itibariyle çok eski bir psone oyunu olan clock tower'i andırır aslında hafiften. her kesimin sevebileceği bir oyun değildir ama başyapıttır, gönüllerin birincisidir, şampiyonudur.
oyundan çok bir sinema filmi gibidir aslında indigo prophecy. lukas kane karanlık güçlerin etkisinde kaldığı esnada bir kafenin tuvaletinde cinayet işler, ardından bunu soruşturan polisler olaya müdahil olur. birbiri ardına hem lukas kane'i oynadığınız hem de polis memurlarını oynadığınız bölümler vardır ki, bu da oyunu farklı kılan temel öğelerden biridir (bkz: çapraz kurgu). lukas kane'in bilinçsizce işlediği cinayetten sıyrılmaya çalışırken yaşadığınız panik duygusu enfestir. bunun yanı sıra özellikle de kane'in ruhsal durumunu da düzeltmekle uğraşırsınız oyun boyunca. the sims'deki sim'leriniz gibi eleman depresyona girebilmekte ve akabinde mücadeleyi bırakabilmektedir çünkü. oynanış itibariyle çok eski bir psone oyunu olan clock tower'i andırır aslında hafiften. her kesimin sevebileceği bir oyun değildir ama başyapıttır, gönüllerin birincisidir, şampiyonudur.
pirates of the caribbean evreninde yer alan, son filmde ve filmin oyununda korsan konseyinin toplandığı fantastik mekândır. keşke gerçekte de var olsa dedirtendir, şahanedir;
http://tinyurl.com/nzuq7m4
http://tinyurl.com/nzuq7m4
konami tarafından 2004 yılında piyasaya sürülmüş gerilimi bol ps2 oyunu.
henry townshend kaldığı apartman dairesinde sakin ve huzurlu bir yaşam sürerken, birden bire gördüğü kabuslarla hayatı alt üst olur. bir sabah yataktan kalkıp dışarı çıkmak istediğinde kapının zincirlerle bağlanmış kilitlerle farklı yerlerden kilitlenmiş olduğunu görür. bir daha dışarı çıkamayacaktır. kapı deliğinden kapı önünü gözler, onu merak eden komşuları ona ulaşmaya çalışıyorsa da kendisi sesini karşı tarafa ulaştıramaz. banyosunun kapısını açar, duvarda kocaman esrarengiz bir delik görür. ne yapacağını şaşıran henry ani bir kararla delikten içeri dalar ve bambaşka bir dünyayla tanış olur.
konu hakkında daha fazla detay, spoiler'a dahil olacağı için vermiyorum ama zaten silent hill ismini bir kere bile duymuş insan konunun aşağı yukarı ne olduğunu biliyordur. [ybkz]swh[/ybkz] bu oyun serinin diğer 3 oyununa oranla daha az beğenilir ama benim kendi fikrimce serideki en orjinal iştir kendisi. demonic dünyadan her dönüşte evi demonların (cin) basması (sürekli çarpan pencereler, duvardan içeri girmeye çalışan adam, bağıran bebek silüetleri, çalışmayan tv vs.), verdiği çaresizlik hissiyle duvardaki delikten yan komşuyu dikizleme olayının yanına bilindik sh evreninin de atmosferini ekleyince lokum gibi oyun çıkmıştır ortaya.
evde tek başınayken ve gece oynanması durumunda ultra zevk alacağınızı, eğer hassas bir bünyeye sahipseniz tıpkı henry townshend gibi kabuslarla uyanacağınızı şirketimiz garanti eder efenim. [ybkz]swh[/ybkz]
henry townshend kaldığı apartman dairesinde sakin ve huzurlu bir yaşam sürerken, birden bire gördüğü kabuslarla hayatı alt üst olur. bir sabah yataktan kalkıp dışarı çıkmak istediğinde kapının zincirlerle bağlanmış kilitlerle farklı yerlerden kilitlenmiş olduğunu görür. bir daha dışarı çıkamayacaktır. kapı deliğinden kapı önünü gözler, onu merak eden komşuları ona ulaşmaya çalışıyorsa da kendisi sesini karşı tarafa ulaştıramaz. banyosunun kapısını açar, duvarda kocaman esrarengiz bir delik görür. ne yapacağını şaşıran henry ani bir kararla delikten içeri dalar ve bambaşka bir dünyayla tanış olur.
konu hakkında daha fazla detay, spoiler'a dahil olacağı için vermiyorum ama zaten silent hill ismini bir kere bile duymuş insan konunun aşağı yukarı ne olduğunu biliyordur. [ybkz]swh[/ybkz] bu oyun serinin diğer 3 oyununa oranla daha az beğenilir ama benim kendi fikrimce serideki en orjinal iştir kendisi. demonic dünyadan her dönüşte evi demonların (cin) basması (sürekli çarpan pencereler, duvardan içeri girmeye çalışan adam, bağıran bebek silüetleri, çalışmayan tv vs.), verdiği çaresizlik hissiyle duvardaki delikten yan komşuyu dikizleme olayının yanına bilindik sh evreninin de atmosferini ekleyince lokum gibi oyun çıkmıştır ortaya.
evde tek başınayken ve gece oynanması durumunda ultra zevk alacağınızı, eğer hassas bir bünyeye sahipseniz tıpkı henry townshend gibi kabuslarla uyanacağınızı şirketimiz garanti eder efenim. [ybkz]swh[/ybkz]
kötünün iyisidir. özellikleri itibariyle almeida ile çok farklı olsalar da gomis net bir golcü değildir. istediği söylenen maaşın+imza parasının karşılığı gomis midir, bundan emin değilim. istatistikle açıklamak gerekirse;
almeida;
http://www.transfermarkt.com.tr/tr/hugo-almeida/leistungsdaten/spieler_9824_gesamt.html
gomis;
http://www.transfermarkt.com.tr/tr/bafetimbi-gomis/leistungsdaten/spieler_22388_gesamt.html
bu seneki performansları da aşağı yukarı aynı ikisinin, ligde her ikisi de 12 gol ve avrupa kupalarında 2-3 gol atmışlar. gomis yerel kupalarda ilerleyen takımda attığı gollerle 20'yi görmüş sadece. almeida'nın sayılmayan iki golünü hesaba katarsak aralarında 4 gollük bir fark var.
golcülüğü net olmayan biri için, takımında olcay için 11 planın varsa servisçiliğine de bakman gerekir. gomis bu konuda almeida'nın bir tık gerisinde görünüyor. istatistikler soru işareti veriyor.
istatistik dışında gomis'in orta karar dribling ve pozisyonunu yaratma yetisiyle almeida'nın önünde olduğu söylenebilir. yani profil itibariyle gomis komple santrafora daha yatkınken, almeida hepimizin bildiği üzere pivot santrafor. yine sow, niang, herve tum gibi örneklerden fransa liginden gelen oyuncuların türkiyeye sağladığı uyum konusunda hem fikir olabiliriz. ama dediğim gibi 4 milyon €'luk bir oyuncu değil bence. almeida gibi kendisinin de motivasyon problemi var üstelik. ben şahsen kötünün iyisini almak yerine, büyük maçlarda farkını ortaya koyabilecek, chelsea'nin pres manyağı takımında sırıtmayan winner ruhlu samuel eto'o'yu tercih ederim. eto'o ismini basında konuşulduğu için söylüyorum ancak sıfır bonservis, 2 senelik primlerle 4 milyonu bulacak bir anlaşma şampiyonlar liginde ilerleyip prestij kazanmak isteyen bir kulüp için hiç de risk olmayan rakamlar bence ki; bize raul'un schalke'ye, drogba'nın da gs'ye verdiği katkıyı versin kendi adıma yeterli.
almeida;
http://www.transfermarkt.com.tr/tr/hugo-almeida/leistungsdaten/spieler_9824_gesamt.html
gomis;
http://www.transfermarkt.com.tr/tr/bafetimbi-gomis/leistungsdaten/spieler_22388_gesamt.html
bu seneki performansları da aşağı yukarı aynı ikisinin, ligde her ikisi de 12 gol ve avrupa kupalarında 2-3 gol atmışlar. gomis yerel kupalarda ilerleyen takımda attığı gollerle 20'yi görmüş sadece. almeida'nın sayılmayan iki golünü hesaba katarsak aralarında 4 gollük bir fark var.
golcülüğü net olmayan biri için, takımında olcay için 11 planın varsa servisçiliğine de bakman gerekir. gomis bu konuda almeida'nın bir tık gerisinde görünüyor. istatistikler soru işareti veriyor.
istatistik dışında gomis'in orta karar dribling ve pozisyonunu yaratma yetisiyle almeida'nın önünde olduğu söylenebilir. yani profil itibariyle gomis komple santrafora daha yatkınken, almeida hepimizin bildiği üzere pivot santrafor. yine sow, niang, herve tum gibi örneklerden fransa liginden gelen oyuncuların türkiyeye sağladığı uyum konusunda hem fikir olabiliriz. ama dediğim gibi 4 milyon €'luk bir oyuncu değil bence. almeida gibi kendisinin de motivasyon problemi var üstelik. ben şahsen kötünün iyisini almak yerine, büyük maçlarda farkını ortaya koyabilecek, chelsea'nin pres manyağı takımında sırıtmayan winner ruhlu samuel eto'o'yu tercih ederim. eto'o ismini basında konuşulduğu için söylüyorum ancak sıfır bonservis, 2 senelik primlerle 4 milyonu bulacak bir anlaşma şampiyonlar liginde ilerleyip prestij kazanmak isteyen bir kulüp için hiç de risk olmayan rakamlar bence ki; bize raul'un schalke'ye, drogba'nın da gs'ye verdiği katkıyı versin kendi adıma yeterli.
ilk olarak eski fm'lerdeki alt lig kariyerimde gustave bebbe'nin profiline bakarken karşılaşmıştım bu tanımlamayla. şimdilerin tsl'sinde ise karşılığı şüphesiz theofanis gekas'tır.
taraftarın geneline yayılmış ikiliği bitirip artık takımın menfaati uğruna barışması, en azından "ittifak" yapması gereken taraftar.
bir tarafta romantikliğin bokunu çıkarıp, her şeyi sineye çeken "sevinmek için sevmedik" kitlesi var, diğer tarafta da realiteden ve sağduyudan uzaklaşıp beşiktaş'ı başarılı görmek isteyen ancak bilhassa takım kötüye gittiğinde ortaya çıkıp ortalığı velveleye vermeleriyle takıma verdikleri zararın sevgisinin önüne geçtiği bir kitle var. her iki tarafta da birbirlerine karşı inanılmaz bir kin birikmiş durumda ve artık bu sıkıcı bir hâl almaya başladı.
romantik kesmin iddiası seba dönemini temsil eden (bkz: gerçek beşiktaşlılık) olduğu yönünde fazlaca. diğer kesimin iddiası da türkiye'de şartların çirkinleştiği ve kulübün büyüklüğünün devamı için şartlara uyması gerektiği yönünde ki, alakasız şekilde evrim teorisine uygun bir düşünce aslında. onların da iddiası sıklıkla doğru beşiktaşlılık, bunu bire bir şekilde dile getiremeseler de alt metindeki ifade aynen bu.
gerçek beşiktaşlı olduğu iddiasında olanlar, bir anlatın bakalım şu gerçek beşiktaşlılık neymiş? ya da diğer taraftakiler, en büyük beşiktaş gayesi uğruna her daim övündüğümüz ve giderek erozyona uğrayan değerlerimizi tümden kaybedersek vicdan azabı hissedecek misiniz yoksa bugün her şartta sövdüğünüz, başarı için her yolu mübah gören (bkz: galatasaray taraftarı)ndan farkınız mı olacak? doğru beşiktaşlılık bu mudur?
kendi fikirlerimi belirtmeyeceğim ama başarının camianın bütünleşmesinden geldiğini ne zaman anlayacağız acaba? son iki senenin şampiyonu olan takımın terim fanboyları ve aysal fanboyları olarak ikiye ayrıldığından beri başı boktan kurtulmuyor bilmem farkında mısınız? ya da fenerbahçe taraftarı ve aziz yıldırım desem? terim'den, aysal'dan ve aziz'den tartışmasız tiksiniyorum ama camiadaki bütünleşmenin olduğu ve olmadığı zamanları ayrı ayrı gözden geçirmek gerekmiyor sizce de?
beşiktaş'ın temel sorunu seba sonrası büyüyen pastanın cazibesi midir ya da anlamsız siyasi kavramlar olan sağ-sol çatışmasının izdüşümü müdür? dünyanın en kötü başkanlarından biri olduğu dünyaca tescillenmiş yd kulübü mahvetti diye her zengin iş adamını aynı kefeye koymak doğru mudur? adalı ve şürekasının şike yaptığına inanıyor muyuz? inanıyorsak tertemiz olduğumuz iddiasında nasıl bulunabiliyoruz? eğer kişiler kurumlardan bağımsızsa fenerbahçe sütten çıkmış ak kaşık değil midir? ya da geçmişin galatasaray şerefsizlikleri aklanmıyor mu?
orman'ı doğru işler yaparken alkışladığımız gibi bariz kötü ve hatta durumu bok ettiği şeyler yaparken aynı kararlılıkla eleştirebiliyor muyuz? ya da stad yapıyor diye sineye mi çekiyoruz? yd'nin aziz yalamasına öfkeyle yaklaşırken, orman'a sempati besliyebiliyor muyuz? hâlâ içten içe masaya yumruğunu vuracak başkan istemiyor muyuz? bilic'in siyasi eğilimleri beşiktaşın menfaatlerini görmezden gelmemize engel oluyor mu olmuyor mu? istisnasız her sezon en önemli oyuncularımızın takımla ilişiğinin kesilmesi sizce tamamen rastlantısal ve karaktersizlikten mi sebepleniyor? ırkçılığa nefret söylemleriniz dany gs'den transfer olduğu gün rafa kalktı mı? özen görev süresinin 1/3'ünü tüketmişken ve beklentileri elleriyle yükseltip vaat ettiklerini başaramazken gerektiği kadar eleştirdiğinizi düşünüyor musunuz? ya da sevmediğimiz aybaba'nın imkânlar doğrultusunda başarılı olduğunu içten içe düşünüyor da susuyor musunuz? yıldız modeli tarihin en kötü yönetimi zamanında denk geldi diye ve akabinde takımın en önemli zamanında görevi bırakmaları nedeniyle tü kaka mıdır? aynı takımın başına tayfur-carvalhal gibi ne idüğü belirsiz hocaları getiren aynı yönetim değil midir? alt yapı romantizmine ve genç oyuncu transferine nasıl yaklaşıyorsunuz? necip uysal örneği üzerinden alt yapı bitmiş mi diyorsunuz yoksa yasin sülün gibilerini de hatırlıyor musunuz en parlak zamanlarda?
sorularla boğulmuş karmaşık bir entry oldu farkındayım, bu nedenle kusuruma bakmayın. aslında başlarken bu tarz bir entry kafamda yoktu ama o kadar doluydum ki anlatmak istediklerimi daha etkili ve kısa şekilde aktaracak başka yol bulamadım. ve sizleri ne kadar alâkâdar eder bilemem ben fazlasıyla bunaldım bu ikilikten. kulübe 10 milyondan fazla gönül veren insan var ve görüş ayrılıkları olması elbette doğal. doğal olmayan şey, pastadan nemalanmak uğruna birbirini ötekileştirenler ve bunların yalakalığını yapan tipler. en romantiğinde de var bunlardan, en holiganında da.
durmadan kavga ediyorlar ve içten içe aslında kulübün başarısızlığını istiyorlar muhalefette oldukları vakit. bir zamanların türkiye'si gibi değil mi? herkes ülkenin menfaatine göreve talip, herkes kendini gerçek ve doğru vatansever addetmekte, sonrasını biliyorsunuz kaos. gerçek beşiktaşlı imiş, doğru beşiktaşlı imiş, hadde bak hadde. insanları manipüle ettiğiniz yetmedi mi? seba kimsenin adamı olmayın demedi mi? optik başkan'ın menfaatçilere söylediği sözler kulaklarınızı hiç çınlatmıyor mu?
bırakın artık bu kavgayı, yeter. "doğru" olmadığınız gibi kavganız da "gerçek" değil, itiraf edin. sorular yukarıda, daha da çoğaltabilirsiniz onları, cevaplayın ve yüzleşin artık. sonra da hâlâ "önce beşiktaş" iddiasındaysanız barışın. hevesleri kırmayın, yıkıcı olmayın, kıskanmayın, küçümsemeyin, ötekileştirmeyin.
lütfen.
bir tarafta romantikliğin bokunu çıkarıp, her şeyi sineye çeken "sevinmek için sevmedik" kitlesi var, diğer tarafta da realiteden ve sağduyudan uzaklaşıp beşiktaş'ı başarılı görmek isteyen ancak bilhassa takım kötüye gittiğinde ortaya çıkıp ortalığı velveleye vermeleriyle takıma verdikleri zararın sevgisinin önüne geçtiği bir kitle var. her iki tarafta da birbirlerine karşı inanılmaz bir kin birikmiş durumda ve artık bu sıkıcı bir hâl almaya başladı.
romantik kesmin iddiası seba dönemini temsil eden (bkz: gerçek beşiktaşlılık) olduğu yönünde fazlaca. diğer kesimin iddiası da türkiye'de şartların çirkinleştiği ve kulübün büyüklüğünün devamı için şartlara uyması gerektiği yönünde ki, alakasız şekilde evrim teorisine uygun bir düşünce aslında. onların da iddiası sıklıkla doğru beşiktaşlılık, bunu bire bir şekilde dile getiremeseler de alt metindeki ifade aynen bu.
gerçek beşiktaşlı olduğu iddiasında olanlar, bir anlatın bakalım şu gerçek beşiktaşlılık neymiş? ya da diğer taraftakiler, en büyük beşiktaş gayesi uğruna her daim övündüğümüz ve giderek erozyona uğrayan değerlerimizi tümden kaybedersek vicdan azabı hissedecek misiniz yoksa bugün her şartta sövdüğünüz, başarı için her yolu mübah gören (bkz: galatasaray taraftarı)ndan farkınız mı olacak? doğru beşiktaşlılık bu mudur?
kendi fikirlerimi belirtmeyeceğim ama başarının camianın bütünleşmesinden geldiğini ne zaman anlayacağız acaba? son iki senenin şampiyonu olan takımın terim fanboyları ve aysal fanboyları olarak ikiye ayrıldığından beri başı boktan kurtulmuyor bilmem farkında mısınız? ya da fenerbahçe taraftarı ve aziz yıldırım desem? terim'den, aysal'dan ve aziz'den tartışmasız tiksiniyorum ama camiadaki bütünleşmenin olduğu ve olmadığı zamanları ayrı ayrı gözden geçirmek gerekmiyor sizce de?
beşiktaş'ın temel sorunu seba sonrası büyüyen pastanın cazibesi midir ya da anlamsız siyasi kavramlar olan sağ-sol çatışmasının izdüşümü müdür? dünyanın en kötü başkanlarından biri olduğu dünyaca tescillenmiş yd kulübü mahvetti diye her zengin iş adamını aynı kefeye koymak doğru mudur? adalı ve şürekasının şike yaptığına inanıyor muyuz? inanıyorsak tertemiz olduğumuz iddiasında nasıl bulunabiliyoruz? eğer kişiler kurumlardan bağımsızsa fenerbahçe sütten çıkmış ak kaşık değil midir? ya da geçmişin galatasaray şerefsizlikleri aklanmıyor mu?
orman'ı doğru işler yaparken alkışladığımız gibi bariz kötü ve hatta durumu bok ettiği şeyler yaparken aynı kararlılıkla eleştirebiliyor muyuz? ya da stad yapıyor diye sineye mi çekiyoruz? yd'nin aziz yalamasına öfkeyle yaklaşırken, orman'a sempati besliyebiliyor muyuz? hâlâ içten içe masaya yumruğunu vuracak başkan istemiyor muyuz? bilic'in siyasi eğilimleri beşiktaşın menfaatlerini görmezden gelmemize engel oluyor mu olmuyor mu? istisnasız her sezon en önemli oyuncularımızın takımla ilişiğinin kesilmesi sizce tamamen rastlantısal ve karaktersizlikten mi sebepleniyor? ırkçılığa nefret söylemleriniz dany gs'den transfer olduğu gün rafa kalktı mı? özen görev süresinin 1/3'ünü tüketmişken ve beklentileri elleriyle yükseltip vaat ettiklerini başaramazken gerektiği kadar eleştirdiğinizi düşünüyor musunuz? ya da sevmediğimiz aybaba'nın imkânlar doğrultusunda başarılı olduğunu içten içe düşünüyor da susuyor musunuz? yıldız modeli tarihin en kötü yönetimi zamanında denk geldi diye ve akabinde takımın en önemli zamanında görevi bırakmaları nedeniyle tü kaka mıdır? aynı takımın başına tayfur-carvalhal gibi ne idüğü belirsiz hocaları getiren aynı yönetim değil midir? alt yapı romantizmine ve genç oyuncu transferine nasıl yaklaşıyorsunuz? necip uysal örneği üzerinden alt yapı bitmiş mi diyorsunuz yoksa yasin sülün gibilerini de hatırlıyor musunuz en parlak zamanlarda?
sorularla boğulmuş karmaşık bir entry oldu farkındayım, bu nedenle kusuruma bakmayın. aslında başlarken bu tarz bir entry kafamda yoktu ama o kadar doluydum ki anlatmak istediklerimi daha etkili ve kısa şekilde aktaracak başka yol bulamadım. ve sizleri ne kadar alâkâdar eder bilemem ben fazlasıyla bunaldım bu ikilikten. kulübe 10 milyondan fazla gönül veren insan var ve görüş ayrılıkları olması elbette doğal. doğal olmayan şey, pastadan nemalanmak uğruna birbirini ötekileştirenler ve bunların yalakalığını yapan tipler. en romantiğinde de var bunlardan, en holiganında da.
durmadan kavga ediyorlar ve içten içe aslında kulübün başarısızlığını istiyorlar muhalefette oldukları vakit. bir zamanların türkiye'si gibi değil mi? herkes ülkenin menfaatine göreve talip, herkes kendini gerçek ve doğru vatansever addetmekte, sonrasını biliyorsunuz kaos. gerçek beşiktaşlı imiş, doğru beşiktaşlı imiş, hadde bak hadde. insanları manipüle ettiğiniz yetmedi mi? seba kimsenin adamı olmayın demedi mi? optik başkan'ın menfaatçilere söylediği sözler kulaklarınızı hiç çınlatmıyor mu?
bırakın artık bu kavgayı, yeter. "doğru" olmadığınız gibi kavganız da "gerçek" değil, itiraf edin. sorular yukarıda, daha da çoğaltabilirsiniz onları, cevaplayın ve yüzleşin artık. sonra da hâlâ "önce beşiktaş" iddiasındaysanız barışın. hevesleri kırmayın, yıkıcı olmayın, kıskanmayın, küçümsemeyin, ötekileştirmeyin.
lütfen.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?