kaptan'dan yazılar

0 /
forzanarchy
okuyup da kendinen bişeyler bulamayan kimsenın olamayacağını düşünüyorum, gerçekten bizi bizden alan oldu, alkışlıyorum.
kaptan
-ezan sesi bir hristiyan için ne ifade eder-


bilir misiniz..? bu ülkede doğup büyümüş olup da, ezan sesiyle duygulanmayan bir tek hıristiyan bile yoktur. hıristiyansanız bilirsiniz tabi, ama müslümansanız bunu tahmin etmeniz mümkün değil.

defalarca, uykusuz geçen gecelerin sabahlarına yakın, uzaklardan gelen ezan sesiyle, ruhumdaki fırtına dinmiş ve huzur içinde uykuya dalmışımdır. en umutsuz anlarımızda, tanrının yanımızda olduğunu hatırlatan bir sestir o. ve de güzeldir. arada bir kulağına çalındığında ruhu yıkanmış gibi gelir insana.

Çocukluğumda, ezan sesini her duyduğumda haçımı çıkarıp, -tanrım beni de koru- diye fısıldardım. anneannem öğretmişti. ve eğer yakınındaysam caminin, kısıp gözlerimi, dikkatle izlerdim şerefesinden elini yanağına dayayarak, yanık yanık okuyan o zamanlar genelde nur yüzlü olan, müezzini. -benim için de dua et- diye seslenirdim kafamın içinden.

sevilen bir insanın cenazesindeyken, cenaze duasına bir ezan sesi karışırsa bazen, tesadüfen, garip bir teselli verir bu bana, çifte duayla uğurlanıyor diye o sevilen. böyle hisseden bir tek ben değilim hem. sorun, müslümansanız ve hıristiyan dostlarınız varsa şayet. hele de dindarsalar. ben pek sayılmam. ama dünyadaki her varlıkla birlikte tanrının bir parçası olduğuma inanırım. ve en çok bunu hatırlatır bana ezan sesi.

uzun yıllar yurt dışında kalanlar, nasıl hasretle ve gözleri dolarak dinlerler ezanı. kaç kez tanık oldum. Özellikle bir süre öncesine kadar. bir süre öncesine kadar dedim tahmini, çünkü ben ne zamandan beri, teknoloji mucizelerinden biri olan o sahte, mekanik sesi duymakta olduğumu hatırlamıyorum. ve ne zamandan beri minareye doğru baktığımda dört yöne bakan hoparlörlerden başka bir şey görmediğimi. dolayısı ile ne zamandan beri -benim için de dua et- diye iç sesimle seslenemediğimi, şerefedeki nur yüzlü müezzine.

şimdiki gençler hiç şerefede ezan okuyan bir müezzin görmüşler midir acaba? birden takıldı aklıma şu anda.

ilk kez bir kaç yıl önce, aynı zamanda taksi şoförlüğü de yapan bir müezzinle tanıştığımda yıkılmıştı hayallerim. arada bir okula geç kaldığımda, onun arabasına binerdim. o bana -hocam- derdi ben ona.

-ekmek parası hocam, ne yaparsın. uzun zaman oldu, artık ezan vakti geldi miydi basıyorum teyibe, çıkıyorum işe- demişti ilk gün, pişkin bir yüz ifadesiyle, altın dişini göstere göstere. hiç nur yüzlü değildi. Çocukluğumda tanıdığım müezzin ile ilgisi bile yoktu. daha çok sinsi bir tüccara benzerdi. -teypteki ses senin mi bari?- diye sorduğumda, -yok, bir arkadaş var, güzel okur, ona okuttuydum geçen yıl, parasıynan tabi, ama kaset eskidi biraz yalpalıyor dönerken, yenisini çekmek lazım- demişti.

-peki korkmuyor musun bırakıp çıkmaya, ya sen yokken kaset filan takılırsa, veya elektrik kesilirse..?- -aman hocam, ağzından yel alsın, hem allah yardım eder sen merak etme-


eh demek ki artık müezzin olmak için güzel sesli olmak da gerekmiyor. bu durumda zaten müezzin de gerekmiyor. her hangi bir görevli saati geldiğinde basıyordur birkaç düğmeye, işte o kadar. takılmıyor kimse artık eskisi gibi, hangi caminin müezzini daha duygulu okuyor diye- hepsinden de gümbür gümbür ekolu, mekanik bir ses yayılıyor nasılsa. ne doğru ezgi endişesi var ne yorum.

bir de yüksek ses zaafı var ya insanlığın son zamanlarda her türlü ezgiye hükmeden. işte o zaaf ezanları da etkiledi bence. altüst etti olayın duygusal boyutunu. ben zaten yapı olarak pek bir barışığımdır teknolojiyle ama, bu kadar da duyguların üstüne çıkması hazmedilir gibi değil.

gürültülü bir şehirde yaşıyoruz, evet. gittikçe de artıyor bir süredir takıldığım ses kirliliği. mesela şu anda kapımın önünde asfalt makinesi çalışıyor. belki de koca şehirde, bunca gürültü arasında kaynamasın diye, yetkililer çaresiz, arttırdıkça arttırıyorlar ezanların da volümünü, bunu anlıyorum. ki bazen birkaçı birden yükselince göklere, martılar panik içinde çığlık atmaya başlıyorlar. bildiğiniz gibi onlar da artık şehirde yaşıyorlar ya.

mesela bir avuççuk toprak olan, ve vapurun iskeleye sürtünme sesinin bile her yerinden duyulduğu istanbulumda, güzelim ezan sesinin ne amaçla bu derece dejenere edilip, patlama haline getirildiğini bir türlü anlayamıyorum. ve acaba diyorum, sokaklarda şortla gezen kızların bacaklarına tükürülmesiyle bir ilgisi var mı..?

yaşamak güzel bu şehirde. ama eskisi gibi. anneannemin anlattığı. benim zor bela hatırladığım gibi.
erosramazotti
kardeşi tanımıyorum ama ezanla ilgili yazısı içime oturdu düşünceye daldık buralarda, anayı babayı özlemişiz zaten, hasret bastı allaha sığınmak gerek yine. vay be ağladık gündüz gündüz iyimi.
mefetzeger
4. de yazan yazı beni daha önce de mahvetmişti ki şuan 05:02 ve ezan okunmakta . okunası yazılar doğrusu.
stefo yazar tayfa okur
o söyler millet düşünür durur.
her dediğinde bir keramet
ne de güzel bir maharet
buraların en büyüğü o bir başka bugs bunny bugs bunny çok yaşa [ybkz]swh[/ybkz]
besiktaskli
sözlükte turlarken karşıma çıkan ve yaklaşık 45 dakikamı alan [ybkz]swh[/ybkz] ve özellikle son yazılmış mektupla gözlerimin dolmasına sebep olan yazılardır.

hissetmek başka şey üstad...
ssm
daha bugün farkına vardığım heleki ilk entrysiyle gözlerimi nemlendirmiş yazılardır taktire şayandır
burakaydin
gözlerdeki damlaların sebebidir. an itibari ile farkettiğim yazıları bir çok kişiye hitap edendir.
ilk yazısında adeta geçmişi yaşattı bana.
kaptan
17 Ağustos 1999... 03:02... Film değildi yaşananlar...

Bir an oturup düşünürken fark ettim...
Fark ettiğim, fark etmekle kalmadı tabi..!
Unutmamanın benim için aslında ne kadar önemli olduğunu fark ettim...
Önemli ve acı olduğunu...
Önemli ve unutulmuş olduğunu...
Unutmamanın...

Unutulmuştu bir şeyler?
Ve bir yerlerde can çekişiyordu tüm iyi niyetler...
Belki de kolonlar arasında sıkışmaya başlamıştı yürekler...
Kırık yarık betonlar arsında kalmıştı
Hem kalanlar?
Hem gidenler...

Hatırlanmalıydılar..!
Cesetleri haber bültenlerine çıktığı zamanlarda değil sadece?
Her yüreğiniz sızladığında?

Sahip çıkılmalıydılar..!
Unutulmamalı ve unutturulmamalıydılar..!
Onlar yaz mevsiminin savrulan yapraklarıydılar?
Ve sonbaharda solmuşçasına düşmüşlerdi yüreklerimize acıları...
Onlar karda açan bir buket çiçektiler aslında...
Karanlıklar arsında bir umut ışığı aradılar...
Kimileri buldular...
Çoğu ise kavuşamadılar ışığa...
Sessiz sedasız devrildiler bir fidan gibi...
Gariplerim son nefeslerini verirken bile yük olmadılar...

Kimin ne zaman bir küçük ışık süzmesine?
Muhtaç olacağının belirsiz olduğu?
Bir ekmeğin on kardeşle paylaşıldığı?
Yatak çarşaflarından yapılmış derme çatma çadırcıklarda?
Üzerimize çiğlerin düştüğü?
Yüreklerin yanıp?
Minik bedenlerin soğuduğu bir tarihti?
17 AĞUSTOS 1999..! 03:02?

'Sesimi duyan var mıııı?'

Nice anneler kaybettik betonlar arasında?
Ve o annelerin?
Bedenini yavrusunu korumak amacıyla?
Duvarlara siper etmesi ile?
Nice bebekler kurtardık...
Mızıkçı Mustafa'yı?
Çekirge Gökhan'ı?
Bahçesinden dut yürüttüğümüz hacı amcayı kaybettik...
45 saniyede...
Yalova, Çınarcık, Avcılar, Sakarya, Gölcük...
Onlar depremde bizse vefasızlıkta çöktük..!

Gök ağladı kıpkırmızı...
Yıldızlar selama durdu kırk beş binine birden..!
Bir saymaya başlayın görün kayıp ne büyük..!

Felaketin 11. Yılında?
Unutmayın da;

Bir mum yakın onlar için sadece...
Yavrularıyla doya doya koklaşamamış anneler?
Oğluna bisiklet parasını denkleştirdiği akşamın?
Sabahına uyanamamış babalar?
Yatağında melek gibi uyurken?
Melek oluveren bebeklere...

Bir mum yakın...
Hani bir umut aramışlardı ya betonlar arasında?
Hani '?buradan bir çıkalım??la başlayan hayaller kurmuşlardı ya?
Hani kirişin altında oradan oraya savrulurken yaprak gibi?
Bir baba oğullarına korkmamalarını söylemişti ya?

Hani öldü diye kaldırılan bir annenin altından?
Korumak uğruna ölümü buyur ettiği bebişi sağ çıkmıştı ya?
İşte onlar için bir mum yakın...

Umutlarına gitsin...
Yarım kalan ömürlerine...
Hayatımızı alt üst eden o lanet olası 45 saniyeye gitsin...
Kundağında uyuyan meleklere gitsin...

Ne olur unutmayın...
Her güneş çıktığında gölgeye kaçar...
Her yağmur yağdığında şemsiye açarsak...
O zaman VELİ GÖÇER TABİ..!

Depremsiz?
Sağlık ve huzur dolu...
Ayrıca vefa borcumuzu ödeyeceğimizi umduğum bir ömür diliyorum...
Umut ışığınız hep yansın...
Öyle ki;
Işığı yanmayanlara bile umut olsun...

Ben ettim ya doğup büyüdüğüm yerlerden giderken...
Siz de helal edin hakkınızı...
Ölümün kenti Avcılar sokaklarında...
Hani bir umut enkaz altında sizi ararken parçalanan ellerimden akan?
Her damla kanım?
Helal olsun?

Ama helal etmiyorum umursamayanlara...
Sizi sahipsiz?
Bizleri savunmasız bırakan?
10 yıl geçmiş?
Ve Dünyanın en tehlikeli fay hattının üzerinde yaşarken?
Önlem adı altında?
Bol bol ceset torbası alan?
Fazla fazla mezar kazdıranlara?

Neden 3 çocuk isteniyor belli oldu bu arada?

Saygılarımla...


Stefo Seyisoğlu
huzur tribünde
an itibariyle stefo tarafından yazılan Ulusalpost.com aracılığıyla okuma imkanı bulduğum yazı.

-----alıntı-----

şehitler ölmez mi..! Nah ölmez..






23 yaşımdayım...


Gökhan?ın? Mustafa?nın? Fahrettin?in yaşında?


Davut?un ve Ramazan?ın?


Mehmet?n? Emrah?ın ve Necmettin?in?


çağlar?ın ve Mehmet?in?


Ve Ufuk?un?


Ve Aykut?ın?


Hasn?ın.. Egemen?in? Ozan?ın? Rasim?in? Cahit?in?


Selçuk ve Murat?ın?


Barış?ın?


Abdulkerim?in ve Yakup?un?


Ve Ethem?in?


Yakup?un?


Selim?in?


Gökhan, Aydın ve önder?in?


Abdurrahman?ın?


Murat?ın ve Barış?ın?


Ali?nin?


Naci?nin?


Noyan?ın


Kızıyorum sizlere. Bana bu yazı için vereceğiniz tepkiler umurumda bile değil. Başlık için belki dava açarlar. Açmayan şahsiyetsizdir..! Hangi şehit ölmedi bu zamana kadar sorarım size. Ailelerinin haricinde kim hatırladı verilen şehitleri. Temmuz ayında 35 şehit verdi bu millet. Tek tük giderken hayat devam ediyor da topluca gittiği zaman mı bayraklar sandıklardan çıkıyor. Marşlar yükseliyor. Müzik sesi kısılıyor. Yas veriliyor.


Bu nasıl bir cahillik. Nasıl saçma bir düzen. Vatana elbette canımız feda. Bu topraklar bizi ziyadesiyle doyurdu bugüne dek. Atamızdan emanet. Namusumuz elbet. Ama bu kadar basit olamaz arkadaş. çüş derim. Yuh derim. Oha derim. Hadi lan oradan derim ben. Her zaman hırsız mı kabahatli. Camı açık bırakanın, malı ortada bırakanın hiç mi kabahati yok. Askeri kökenli bir devlet, bir belayı 30 yıl boyunca nasıl bitiremez. Aklım almıyor. Sabah uyanıyorum, kahvemi alıp internet gazetelerini şöyle bir talan ediyorum. Bakıyorum her internet sitesinin flaş haber kısmında ?? Türk Silahlı Kuvvetleri Jetleri Orayı Burayı Bombaladı. ?? Oraya kıytırıktan da iki tane resim. Aha da burayı bombaladık. Tarumar ettik. Falan filan? Masal masal matitas? Kaynanamın kıçı tas..


Altına da yorumlar geliyor; ?? dağıtın geçin? hadi aslanlarım? ezicez geçicez? dalağını çırpıcaz? kafasını yarıcaz? kazığa oturtucaz? tütsülüycez alayını? ??Oldu canlarım. Oldu yavrularım. Yazın siz yazın. Anca yorum yazın. Yazı yazın. Yazın. Klavye delikanlılığından başka bir şey yapmayın siz.


Tepki verin tepki..!!! Uyumayın..!!!


Sokağa çıkıp Kürt kardeşlerimize vermeyin tepkiyi..!


Bu şerefsizlere bu kadar selayet verenlere verin..!


Onları meclise sokanlara..!


Sınırda davulla zurnayla karşılatanlara..!


içeri ala ala savaşacak komutan bırakmayanlara..!


Mehmetçiklerimize ölüm yağdıran silahları PKK denen illete satan Amerika?nın yandaşı olma çabası içine girmiş şerefsizlere tepki verin..!!! 20 günde 35 şehit veriliyor. Daha biz öğrenmeden, Amerika üzüntüsünü bildiriyor..! Ana..! Biz kendi sınırımızdaki olaydan bihaberken, Beyaz Gecekondu aman saray, deklarasyon yayınlıyor taziye için. Neden; çünkü ilk vurduran arar..! Onu da geçtim, sizler fark ettiniz mi bilmiyorum ama, Amerika?da şu an büyük bir kriz var. Amerika bu krizden nasıl kurtulur? En büyük gelirini harekete geçirerek. Peki nedir bunların en büyük geliri? Silah..! Birilerine silah satmak zorunda oldukları bir dönemde bu baskınların olmasına tesadüf diyenlerin aklına şaşarım ben.



O karakol daha önce 5 kez basılmış ve şehit verdirilmiş olmasına rağmen, 350 tane it oğlu itin oraya ağır makineli silahlarla geliyor oluşunu göremeyenlere kim olursa olsun tepki verin..! Ayrıca o 100 tane it oğlu itin köylerden geçtiğini gören ve haber vermeyenlere de tepki verin..! Uçmadı ya bunlar..! Bir yerlerden geçtiler elbet..!


Devleti dışarıdan yönetmeye kalkan, tepki aldığında da kafasını camdan dışarı çıkarıp, mahalle kabadayısı gibi kim olduğunu arayanlara tepki verin..!


Hem yan gelip yatmıyor askerlerimiz bakın. Boylu boyuna uzanmış. Gözleri uykudan değil. ölümden kapalı... Karanlık?


Ankara?dan ötesi sanki bu devletin değilmiş gibi hareket eden. Eğitim, iş, sağlık bakımından oradaki insanları çaresizliğiyle baş başa bırakan devlet adamlarına tepki verin..! istanbul Ankara ve izmir?de içmeye su bulamıyoruz diye yırtınıyor ya ülke gündemi kaç yıldır..! Orada şehidin üzerine dökülecek su yok onu tartışın..! Ancak ve ancak oy zamanı kömür dağıtmayı bilirsiniz zaten. çırayı da Kongragel?liller getiriyor. Yansın doğu halkı..! Kimin umurunda..!


Türk - Kürt ? Rum ? Ermeni ? Doğulu ? Batılı ayırımını başlatanlara, her Kürt?ü PKK?lı, her Rum?u Yunanlı, her Ermeni?yi Asala, her Türk?ü barbar gibi gösterenlere, bu nifakları aramıza sokan dış güçlere ve içeride destekçisi olan hainlere tepki verin. Halk olarak ambargo koyun..!


Bu ülkede demokrasi yağlı kazığını halka giydirenlere..!


Bizim evlatlarımıza kıyan şerefsizlere terör örgütü demeyenlere, cezaevinden çıkarıp meclise sokanlara tepki verin..! Terör meclisin içinde siyaset yapıyor siyaset..! Terör örgütünün elebaşısının eski karısı makam aracıyla terörist ziyaret ediyor..! Biz de salak gibi besliyoruz..!


Sen bayrak assan ne olur..! Onlar eskiden fişti? As Ali as? Ali bayrak as?


Silahlar Amerikan yapımı diye çıkıp televizyonlarda bağırıyorsunuz. Sonra tıss..! öyle olunca bu işte imam ? cemaat olayına dönüyor haliyle. Baştakiler susunca haliyle benim tepki vermeyi ?? şehitler ölmeeeez vatan bölünmeeezzz ?? diye bağırmak zanneden insanım da susuyor. Acı ailelerin yüreğini paramparça ederken. Herkes işine gücüne, sevdiğinin kucağına dönüyor.


Unutuluyor ulan işte..! Unutuluyor..! ölüyor o çocuklar orada..! Bayraklar asılıyor. Bağırılıyor. En fazla bir hafta. ölüyorlar. Terör yüzünden değil hem de. Senin benim yüzümden ölüyorlar. Bizi korurken ölüyorlar. Biz bu yukarıda saydıklarıma sessiz kalıyoruz diye ölüyorlar. Biz de geceleri etrafımızdaki pirelerle yasak aşk yaşıyoruz.


Kara? Kapkara? Bildiğin zindan...!!!


Bu yazı da şehitler gibi bir süre sonra unutulur? Yeni şehitler verilir? Yenileri yazılırsa eğer? Ve bu bir kısır döngüye dönüşürse?


YAZIKLAR OLSUN? Her üstüne alınana? En çok bana da..!


ölüyorlar?


NOT: çok sevdiğim bir kardeşim olan Ulusalpost.com Sitemizin Yayın Yönetmeni Serdar Sadık şimşek kardeşim; ?? ağabeyim? askerlikten soğutma suçundan dava açmasınlar sakın? ?? diye küçücük uyardı. Bu yazıdan bu sonucu çıkaracaklarsa tekrar yazık. Böyle düşündürdüysem. Söyleyin bir hücre. Gireyim oraya. Hemen. Birilerini de göndermeyin. Bana adres verin.


Kafidir.


Elim ayağım tutuyor çok şükür.


Kendim giderim.


Yan gelip yatmıyorlar..!


Yan yana yatıyorlar..!


Saygılarımla efendim?

-----alıntı-----
kaptan
sezonun ilk maçından önce yazdığım yazıdır


babam siyah derdi ben beyaz böyle başladı büyük aşk

nasıl heyecanlanırdım
çubuklu formalarımı giyip, annem elime ekmek arasını sıkıştırdığında
babam elimden tutup
bir eliyle de bayrağımızı salladığında
minik yüreğim yerinden çıkacak gibi olurdu
henüz 2 yaşındaydım seninle tanıştığımda

bu sevgi, sonradan gelmiş olamazdı
ibadet etmek gibi bir şeydi
öyle sessiz
öyle sadakatli
bir mabet inşa etmiştim minik yüreğime
derme çatma bir inönü gibi
her gün ziyaret ederdim seni

misket ve legolardan yaptığım maçlarda
tezahüratlarını söyler
gol olunca, sanki ali pas vermiş de
metin atmışçasına
evin bir köşesinden
diğer köşesine
delilik miydi bu
aşk mıydı adı
çocukluk muydu
yoksa zaten her beşiktaşlının içinde
biraz çocukluk var mıydı
çözemedim yıllardır

babam
bana beşiktaşı sevdiren
onu torununa miras bırakmamı isteyen adam
büyük bir iflasın ardından
her şeye sıfırdan başlayan adam

elim kaybolurdu elini tutarken
hatırlarım
nasırlı elleri, benim körpe ellerimi acıtır mı diye bakarken
hatırlarım
samsun ikinci golü atıp da maçı önde bitirince
üzülmeyeyim diye
cebindeki son parasıyla bana forma alırken
hatırlarım
benle maçlara gelemediği için
içten içe ağlarken

soruyorlar bana neden bu kadar önemli diye
biliyorlar ki bir tercih yapmam istenirse
hiç şansı yok tercih isteyenin
bilmiyorlar



beşiktaş benim babasızlığım
o çok çalışmak zorunda olduğu için gelemedi benimle maçlara
ama ben okullardan kaçıp
işlerden çıkıp gittim büyük sevdama
kaç kişiyi sildim
kaç kişiye çizgi çektim
alayına isyan
inadına beşiktaş

ne zaman yoluna düşsem ikinci evimin
babamı da koydum heybeme beraber
her gol olduğunda ona sarılıp
her yenildiğimizde omzunda ağladım onun
bana sormayın neden bu kadar önemli diye
hayata dair eksikliklerim benim o
babasızlığım bir parça
depremde kaybettiğim arkadaşlarım

ben gülüyorum onunlayken
ona giderken
onu düşünürken
nefret ettiğim sigaranın dumanı bile
cennet kokusu geliyor deplasman otobüsündeyken
hani dolmabahçeye inerken
hani fenerbahçeye
beşiktaşlılar bilir de neyse

bana sormayın neden bu kadar önemli diye
delilik mi bu?
çocukluk mu?
ama zaten söylemiştim üst satırlarda
her beşiktaşlının içinde vardır bir parça çocukluk
ama baba yüreğidir de aynı zamanda
sever de
döver de
ama kalbidir

bana sormayın ya bir şey olursa sana diye
olmaz
kardeşlerim oradakiler benim
aynı anadan, aynı babadan olmak değildir derim
doğrudur
ben ne acılarımı paylaştım orada
yine bir ben bilirim
ayhan ağbinin bir lafı var ya hani
anlatıyor her şeyi aslında
ben beşiktaş yenildiğinde bile keyif alıyorum
öyle ki küçük bir çocuk gibi sarılmak, korumak istiyorum onu
başkalarının ki gibi değil bu
onların ki orta oyunu




sen benim babasızlığımsın kara kartalım
sen, elleri nasır tutan babamın
çalışmak zorunda olduğu için oğluyla geçiremediği zamanlarısın
ufak bir çocuğun umut dolu ekmek arasısın
munzurluğumsun bir parça
ama umudumsun

bugün tarih 07.08.2009 cuma
günlerdir gazeteler 123456789 bir araya gelecek
kaçırmayın diyor
oysa gazeteler de bilmiyor
şampiyon bugün sahaya iniyor
ve ben
babacığımla birlikte
en büyük aşkımızı
en büyük tutkumuzu
en büyük sevdamızı
hayata dair en önemli ortaklığımızı
ufak bir duble rakı ile
merak ile
özlem ile bekliyorum

ve yıllardır yeni açığın üzerinde duran o güzel pankartla bitiriyorum

edirne köprüsü taştan var mı büyük beşiktaştan?
var mı? duyamıyorum

tüm beşiktaşlı kardeşlerime selam olsun
ama en çok babama

eyvallah
kaptan
(b: Sevmenin de Doğrusu Vardır Elbet & Ve Merhaba)

Allah’a inanmayanlara şaşıyorum…
Böylesine muhteşem bir zincir, iki atomun birbirine vurması, böylesine kusursuz bir varlık maymunların akıllanması ile oluşmuş olamaz…
Allah’a, hangi yoldan olursa olsun iman edenleri sığ olmak kategorisinde değerlendirenlerin, esasında ne kadar yalnız ve ne kadar acınası olduğunu görüp, öylesine üzülüyorum ki…

Yürek…
Hep merak etmişimdir, insanda bu dürtüleri uyandıran şey yürek midir?
Aşk, kin, nefret, riyakârlık, yalancılık, tutku, ihtiras, merhamet…
Yürekte mi şekillenir bu hissiyatların hamuru?

Onca yıldız dolanırken etrafta, hepsini görmek, hepsine görünmek bir erdem midir?
Yoksa bir elzem midir?
Ya da milyarlarca yıldız arasından, sadece birinin yörüngesinde kalabilmek…

Yoksa birinin kuyruğuna bağlayıp ipini, salınmak o kara delikte…
Aydınlanmak ve aydınlatmak bir bilinmezlikte…
Hangisi doğrudur?

Tanrının gönderdiği peygamberler…
Peygamberlere gelen nameler…
Namelerin tınısındaki merhemlerin özü sevgi iken…

Dünyanın en küçük yapı taşı…
En küçük parçacığı atom mudur?
Sevgi midir?

önce seni yaratanı seversin…
Sonra kullarını, ondan ötürü…
Sonra sana can vereni…
Sonra elinden tutanı ya da seyredeni…
Arkadaşlarını seversin, öğretmenini…
Ya da nefret edersin işte ne bileyim…
Sonra bir takım tutar, onu seversin…
Ya da her gün saçlarını özenle taradığın bebeğini…
Hayallerini…
Her gece ev sessizliğe çekildiğinde, seni ziyarete gelen o çocukluk kahramanını…
Bir patlıcan yemeğini…
Kerevizi sevmediğin gibi…
Seversin…

Birileri aşk diye fısıldar kulağına…
Hadi len der, güler geçersin…
Bildiğin gezegenleri sayar, geyiğe vurursun…
Aşk diye fısıldar biri, Mevlana’yı…
şems-i hatırlarsın…
Aşk der biri kulağına…
Aşk der, aşk…
Amen dersin, bismillah dersin, hü çeker gidersin…


Aşk fısıldar kulağına…
Kalmamıştır der, tozlu rafları işaret edersin…
Yollara düşersin…
Yıllara düşersin…
Yerlere düşersin…
Alır başını gidersin…
Aşk der biri…
Sıcak bir sestir o…
Annen gibi…
De değil…
Sanki baban gibi…
De o da olabilir…
Rabbin gibi…
De tövbe hâşâ…
Güneş gibi…
De yakar diye korkma…
Yağmur gibi…
De ıslanmaktan yorulma…
Yol gibi…
De uzar, aldırma…
çocuk gibi…
De büyüt onu, bırakma…

inandın işte bak gördün mü?
Okurken, yaşarken, düşlerken inandın…
Kalanı koca bir yalan…

insanları sev…
Sokak köşesinde selpak satanın derdini dinledin mi hiç?
Sana cam silmek için el uzatana nasılsın diye sor bir…
Dinle…
Ve sev, ait olduğun şehrin o her yerine küfrettiğin sokaklarını…
Bindiğin otobüsün, kendi nefesine yazı yazma imkânı veren o ucube camını…
Eğil, kaçacağını bilsen de bir kediyi yanına çağır…
Görürsen bir cenaze arabası, dur, gerçek hayata uğurlanana sessiz bir dua haykır…

Yalan söyleme ey dost…
öleceğini bilsen söyleme…
Nefret etme kimseden…
Bu tohumun bahçende büyümesine izin verme…

Tanrı ekti bahçene bu sevgi denen çiçeği…
Sen onun hediyesine, başka gözlerde ihanet etme…
Ne varsa sev sana gelen, rüzgâr olsa da bilinçsiz…

Velhasıl sevgiye, aşka hürmetimiz sonsuzdur…
Ama beyazına…

Sadece doğru, dosdoğru ol…
Kaybedeceğin en fazla hayattır, unutma…

Beyaz kalasınız…
Ki erdem olan budur…
besiktaskli
hiçbir zaman ardı arkası kesilmemesi gereken yazılardır...

Bazen doğru söylemek yetmez.
Doğru da düşünmek gerekir bunun yanı sıra,
Güzel bakmak, güzel görmek...
Güzeli görmek...

Sen...
Bütün bunların hepsini harmanlayıp zihninin içinde
Beyninden komutlar vererek "yap" diye kendine...
Yapıyorsun ya,
Bir kere daha "şanslısın vesselam" diyorum kendime.
şanslısın, çünkü bunu yapan kişi senin hayatında.
öyle bir yerinde değil hem de her yerinde.

iyi ki varsın güzel dostum,
iyi ki yazıyorsun bu satırları.
Ve iyi ki yüreğinin süzgecinden de geçiriyorsun
Yazdığın her bir satırı...
dingoc
şaşırdığım yazılardır. ulan daha dün gece aşure yiyip, göbeğimizi kaşıdık karşıklıklı. şimdi nerden çıakrıyorsun bu yazıları dedirtir
kaptan
şu meşhur "Futbolda şike Soruşturması & Temiz Kramponlar" denen operasyon ile ile ilgili yeni yazım;

"Gözler Farklı Renk Olsa da Gözyaşları Aynıdır"

Her takımın taraftarının kendinden bir şeyler bulacağına inanıyorum...
Olumlu olumsuz eleştirileriniz her zamanki gibi değerli ve önemli...

http://www.diplomathaber.com/?page=Articles&YazarID=98&ID=2340
kaptan
GöZLER FARKLI RENK OLSA DA GöZYAşLARI AYNIDIR
çok küçük yaşta öğretmişlerdi...
iki rengin, diğer tüm renklerden daha önemli olduğunu...
Tüm renkleri sevenlere de...
Sadece kırmızı beyazı seçenlere de saygım sonsuz...
Ama açık konuşmak gerekirse iki rengi diğerlerinden kayıranlara saygım...
Daha bir sonsuz...

Bizler onlarız...
Hani hep tercih yapmak zorunda kalıp, renklerini seçenler...
Siyah & Beyaz...
Sarı Lacivert...
Bordo & Mavi...
Sarı & Kırmızı...
Kırmızı & Mavi...
Turuncu Beyaz...
özünde beyaz, bembeyaz...

Hepimize uzun yolları, parasız günleri, aşk yaralarını hatta ölümleri unutturan, acısını hafifleten, merhem olan, basit, zararsız bir sevdamız var...
Takımlarımızı, koşulsuz, şartsız ve en önemlisi karşılıksız sevmek...

Beni bilen bilir, naçizane, kendime göre Beşiktaş'lıyımdır...
iyisini kötüsünü tartışmak bana düşmez, tribün bilir, eş dost bilir...
Susarım, saygı duyarım...

inkar edemem, annem hastayken ameliyat parası toplayan dostlarım var benim...
Paketindeki çekirdek, taaki adam başı bire tane düşene kadar payşalan dostlarım...
Deplasman otobüsünde uyuyup da, başım omzuna düştüğünde...
Sırf uyanmayayım diye kıpırdamadığı için kaskatı kesilip...
3 gün baston yutmuş gibi dolaşan dostlarım...
Ayrılığımda koşan, kavuşmamda koşan, düştüğümde koşan, adımı duysa koşan dostlarım...
Renklerine sarılıp, hayata meydan okuyan..
Hayata tutunan...
Hayata dönen...
Hayatın ta kendisi olan dostlarım var...

Kavgada omuz omuza...
Sofrada yan yana...
Hayatta dip dibe...
Ama hep destek tam destek...

Bir de sevdamız var...
Hepimizin sevdası...
Tünelin sonundaki ışığı...
Denizin bitimindeki ufku görmeden inandığımız...
Sevdiğimiz sevdalarımız...
Fenerbahçe'miz...
Galatasaray'ımız...
Trabzonspor'umuz...
Karabük...
Bursa...
Tavşanlı...
Say say bitmez...

Hissiyatlar farklı olmadı ki asla...
Takımı için, 1 hafta okula yürüyerek gitmiş...
1 hafta kahvaltı etmemiş...
1 hafta aç gezmiş bizlerin, hissiyatları nasıl farklı olabilir ki...

Ben, bugün tribünde yeri belli, yurdu belli olan ben...
Babamın cebindeki son parasıyla...
Beşiktaş'ın mağlup olduğu bir maçın sonrasında...
Bana forma aldığını...
Cebimde 3 kuruş paramla, sadece o havayı içime çekebilmek uğruna...
Annemin, okulda yemem için elime tutuşturduğu ekmeği cebime koyup...
Köyiçi'nde maça gideceklerle eğlenip...
Birinin beni içeri sokması umudu, tedirginiliği ve mahsunluğu ile yürüdüğüm...
Sonu mabedime...
Sonu ikinci evime...
Sonu anneme, babama, kardeşime çıkan o çınarlı yollarda...
üşüyüp, ıslanıp yine de dibine kadar mutlu olduğum günleri nasıl unuturum...

Ben, nasıl ihanet ederim ki bana bunları hissettiren sana Beşiktaş..

Ya da sen ihanet edebilir misin Bercan, Bahadır, ismail, Gökhan...
Gözde, Pınar, Didemim, Servet Babam, Dayım Niko...
Fenerbahçe'ye ihanet edebilir misiniz...

Yusuf, Yaşar, Utku, Gökhan, Alper Sena, Burcu, Gamze...
Annem...
Galatasaray'a ihanet edebilir misiniz...

Meşale dumanıyla...
Uzun yolların soğuğuyla...
Yağmur'un...
Karın ıslaklığıyla...
iyi günle, kötü günle...
Hastalık ve sağlıkla yoğrulmuş sevdanıza, ihanet eder misiniz...

En karşılıksız aşklardan biri, hatta belki de teki değil mi bu...
Hangimiz farklı hissediyor ki...

Saldırıyorlar sebebini bilmediğim bir şekilde anılarıma, çocukluğuma, yalnızlığıma ya da kalabalığıma saldırıyorlar...
Sebebi ihaledir...
Sebebi 3 kişinin bir araya geldiğinde konuşacağı kadar büyük olan bu gücü ele geçirmektir..
Sebebi, anlatılanlardır ya da anlatılmayanlar, orası şerefinize kalmış...
O zaman ben sorayım kimsenin sormadığını...
Aklına gelmeyeni...

Bizler, aşklarımıza rest çektik...
Yol verdik yeri geldi ailemize bile...
Köpekler gibi mesailere kaldık, yollara düştük, yerlere düştük...
Aşımızdan kestik, yolumuzdan kestik...
Varlığımızdan, hayallerimizden, sesimizden, sağlığımızdan geçtik...
Bizler sadece sevdik...
Neyin ne olduğunu bilmeden...
çocuğumuzu omzumuza aldık...
Tuttuk elinden sevdiğimizi...
Kimi zaman da yalnız...
Sevdamıza geldik...

Söyleyin..!
Bizim günahımız neydi ki...
Hayatta en çok sevdiğimiz şeylere ihanet ettiniz...
Onlara zarar verdiniz...
şampiyonluklar mı bekledik...
Başarıdan başarıya koşmak mı...
Altyapımdan yetişme tek topçumu değişmem en kralına...
Ne bekledik peki transfer mi...
Yalan olan sizsiniz...

Bugün haklarında tutuksuz yargılama kararı verilen Adalı, Havutçu ve Ateş elbette ki söylemlerin dışındadır…
Yarın aklanarak dönecek olanlar da öyle, sonuna kadar…
Ama bu oyuna sebep olan, alet olan, başlamasına katkısı olan, bunu bize oynayanlara…
Ne hakkımı helal ediyorum...
Ne affediyorum hiçbirinizi...
Başta Beşiktaş tribünlerindeki büyüklerim, dostlarım ve kardeşlerim olmak üzere...
Diğer tüm tribün büyüklerim, dostlarım ve kardeşlerime...
Yolumuz deplasmanda, tribünde, kora kor kavgada kesişmiş tüm tribüncülere selamlar olsun...

Sokaktan oyna..!
Kaldırımdan desteklemeyen namerttir..!!!
kaptan
Canım FEDA olsun sana...

Anlayamazlar dostum, anlatma…
Onu nasıl sevdiğimizi, bilemezler, anlayamazlar…
Siyahına hangi acılarımızı, eksikliklerimizi…
Beyazına hangi umutlarımızı, hayallerimizi bağladık…
Anlayamazlar…

Deplasman yollarında, sana gelirken ölümüne…
Aslında nelerden kaçtığımızı, sana sığındığımızı anlayamazlar…
Babasız geçen yıllarını, onu, tıpkı benim gibi…
Nasıl her maç yüreğinde, yanında taşıdığını bilemezler…
Bir top, ve peşinde koşan adamlar…
Onlar, bilemezler dostum…
Annen ameliyat olacakken, üç kuruş rızkından, “az diye utana sıkıla” sana destek olmalarını anlayamazlar…
ölüne gelirler, dirine gelirler, düğününe gelirler…
Gerdeğe bestelerle gider mi insan…
Gider…
ölüme gülerek gider mi…
Son aldığı haber manitasının Beşiktaşlı olduğuysa, gider…
Anlayamazlar onlar, bilemezler…

Son nefesini verirsin…
Açar atkılarını, göğe kaldırır…
Cenazene gelirler…
Anlayamazlar…

Dostum, sığdıramadın değil mi büyük sevdanı yüreğine…
Hayatlar da kilometreler gibi geçip giderken…
Daldın hayaline değil mi, benim gibi…
Yeşil sahaya çıkan çubuklunun…
Nasıl güzel göründü değil mi gözüne…
Azrail bile korkup sana uzatma vermediyse şerefsizim…

Babanı da düşündün değil mi…
Erken gidişini, sol yanından, sol yanına yol yaptın…
Beşiktaş sokağı koydun yolun adını…
Her gün yürüdün o yoldan…
Babana kavuştun değil mi…
Bilemezler dostum…

Babamın bana cebindeki son parayla forma alıp…
Bir mağlubiyet sonrası…
Düşen gözyaşlarım, toprağa değil, armama düşsün diye…
Bir hafta işe yürüyerek gittiğini, ama beni kendine…
Beni Beşiktaş’a…
Beşiktaş’ı karşılıksız, menfaatsiz sevmeye inandırdığını…
Bir dine inanır gibi…
Anlayamazlar dostum…

Siyahına gömdüğümüz ayrılıkları, ölümleri…
Terkediliş, gidişleri ardına bakmadan…
Ve beyazına bağladığımız umutlarımızı…
Beyaz gelinliğiyle bana gelen sevdamı mesela…
Omzuma alıp maça götüreceğim kızımı…
Ya da yalnız, yaşlı, huysuz bir adam olup…
Hani rakip takım yüklenirken…
Kapalı’da horoz totemi yapan babamız gibi…

Kirletmediğimiz hayallerimiz, ağrıyan bacaklarımız, bembeyaz saçlarımız…
Sana koştuğumuz anlarımızı…
Anlayamazlar dostum…

Dostum, sığdıramadın değil mi büyük sevdanı yüreğine…
Abilerinin, kardeşlerine destek vermeye gitmek istedin belki de…
Belki de babanı özledin…
Varsa, nefes almasına rağmen kaybettiğin yarini özledin…
Siyaha gömdün acılarını…
Beşiktaş sokağından…
Son kez yürüdün…
Seni biz anlarız…
Onlar…
Anlayamazlar…

Yolu Beşiktaş’tan, yolu hayatımdan geçmiş…
Büyük, küçük, daha doğmayanı da dahil…
Kavga ettiğim, sarıldığım, ağladığım…
Acımı, sevincimi, ayrılığımı, yalnızlığımı…
Güzel günlerimi, gülüşümü, bir bardak rakımı…
Umutlarımı, umutsuzluklarımı paylaşan herkese…
Hakkım dibine kadar, gittiği yere kadar, sonun kadar helaldir…
Hakkımız sana helaldir dostum…

Teşekkür ederim…
Varlığına Beşiktaş..!
Varlığına..!

Optik Başkan…
Pembe Hasan…
Cüce Ayhan…
11 yaşında kaybettiğimiz küçük şifo’muz Mehmet Uzun…
Ferdi Arslan…
Barış Akarsu…
Kazım Kanat…
Daha niceleri…

Ve Emre Kuş…
öLüMSüZDüR..!

Canım “FEDA” olsun sana…
Anlamazlar…
kaptan
4 Yıl önce yazdığım, o günlerde Zonguldak'ta, bugün Soma'da şehit olanların anısına...
Siyasetten, hasetten, sağır olmuş vicdanlardan uzak...
Büyük bir acı, yas ve;
Saygıyla...

YÜREĞİNİZ BEYAZDI YÜZÜNÜZÜN SİYAHINA İNAT..! HAYAT MI ULAN BU..!

İsimsizdir çoğu…
Zira unutulur bir süre sonra nasıl olsa…
Ateş hep düştüğü yeri yakar bizim ülkemizde…
Hele ekmek parası uğruna ölümler normal karşılanabiliyorsa…

Oysa ne çok severdi karısını Ramazan usta…
Çıkmadan hasretle öpmüştü güzel yanağından…
Kim bilir kaçırmıştı belki de sevdası uğruna…
Ölümü göze almıştı sevdiği için…
Dağ taş dolaşmışlardı bir yuvaları olsun diye…
Başlarını sokacakları bir damları…

Çorbanın buğusunda ısıtırdı ellerini İbrahim usta…
Çıkmadan hasretle öpmüştü minik ellerinden kızının…
O da çok severdi…
Göğsünde uyurdu…
Onsuz yatmaz…
Cam da beklerdi babacığını…
Kömürden kararmış yüzünü ilk kızı silerdi…
Severdi babasının ellerini…
Öperken onun da yüzü simsiyah olurdu…
Beraber gülerlerdi…
Sarılırdı minik kızına nasırlı eller…
Emek kokardı avuç içleri…

Memleketini düşünürdü Dursun usta hep…
Çıkmadan hasretle bakmıştı duvardaki resmine derelerinin…
Zonguldak’ta Karadeniz’di bir parça ama…
Hep içinden geçirirdi bir kez görsem şu Ordu’yu diye…
Fındık toplasam…
Damda uyusam…
Anacığıma sarılsam…
Çocukken bahçeye çekirdeğini attığım kayısı ağacı büyümüş müdür…
Gölgesinde uzansam…
Anam su getirse buruşmuş elleriyle…
Göğsüne yatıp korktuğumdaki gibi çocukluğumda…
Uyusam belki…

Beşiktaş’ı, Fener’i ya da Cimbom’u…
Trabzon’u ya da belki Bursa’yı…
Diğerleri ya da ne fark eder ayrım olmasın…
Siz seçin hayal ederken her bir hayatı…
En çok minik oğlunu severdi Hasan usta…
Çıkmadan toparlak ayacıklarını ısırıvermişti…
Maaş merasimiydi madenden çıkış saati…
Forma istemişti oğulcağızı babasından…
Ayırıyordu parasını küçük küçük her ay...
Yüreği…
Cesareti kadar zengin değildi ki cebi…
Her sabah yarım saat erken kalkıp yürüyerek gitmişti ocağına…
Üç aydır…
Ağrıyan ayaklarının hatırıydı…
Akşam oğulcağızına alacağı forma…
Hatta kirletmesin diye elleri…
Sardırmayı bile düşünmüştü bir beyaz kağıda…

Mesleğini çok severdi Veli usta…
Çıkmadan cüzdanındaki resmini öperdi babasının…
Baretinin içine iliştirirdi…
Rahmetlinin koluna girip asansörde…
Korkusuna siper olduğunu hatırlamıştı ocağa inerken…
Alın teriyle yoğrulmuş şerefli bir hayat bırakmıştı babası Veli’ye…
Yıllar önce birlikte çalıştıkları o yerde…
Büyük bir sadakatle yapardı işini…
Babasının öğrettiği gibi…
Çocuklarının kursağından geçen her lokma için…
Dua ederdi…

Çocukluktan beri birliktelerdi İlker ve İsmail…
İlker düşüp dizi kanadığında…
İsmail sarardı yaralarını…
Gençken aynı kıza sevdalanmış…
Ama vazgeçmişti ikisi birden aynı anda…
Aynı takımda oynamışlar…
Aynı sırayı paylaşmışlar…
Bazen bir ekmeğin buğusunda…
Bazen bir biberin acısında paylaşmışlardı anılarını…
İlker sabahları İsmail’in evinin önüne gelir…
Camın önünde şarkı söyler öyle uyandırırdı kan kardeşini…

‘’bu devran bu devran zalim bu devran…
taşımaz yükümü bu zalim kervan…
harap eyledi beni eyledi veran…

Göçükte yaralanan başını dizine dayadığında İsmail…
Usulca söylemişti bu şarkıyı yine İlker…
Git kardeşim, bu karanlıktan aydınlığa git…
Ve beni de bekle…
Hiç ayrılmamışlardı…
Ayrılmadılar gene…

Hayat bunlar a insanlar…
Hepsi birer hayat…
Ayrı ayrı ama bir aslında…
Her birinin ayrı bir sevdası…
Ayrı bir hikâyesi…
Yerin 540 metre altında…
Biraz oksijen yahu biraz…
Kader mi bu şimdi…
Ölüme göndermek o insanları…
O yörenin doğallığından mı…
Bunu küçük bir kız çocuğuna nasıl anlatabilirsiniz…
Baban öldü ama doğal bu beklenen bir şey…
Nasıl söyleyebilirsiniz…
Uğruna ölümü göze aldığı yavuklusuna kaçan bir eşe…
Bu yörenin, bu işin kaderinde var…
Nasıl dile getirirsiniz…
O insanların umutları…
Sevdaları…
Özlemleri…
Güneşi yerin 540 metre altında kaldı da…
Sizin insanlığınız nerede kaldı…
Ölçüsü var mı…

Adem Çengel, Ahmet Karabektaşoğlu, Dursun Kartal, Erdem Ayçin, Ekrem Akkaya, Engin Düzcük, Erkan Taşdemir, Erman Çaylıoğlu, Hasan Akbaba, Hasan Ersin, Hüseyin Arslan, İlker Bebek, İsmail Fidan, Kadir Ötgüç, Koray Kebapçı, Murat Özbay, Mustafa Zoroğlu, Ramazan Bakıroğlu, Ramazan Yavuz, Sabri Özdal, Sadık Kocakaya, Samet Aydın, Serkan Yılmaz, Şahin Ataman, Şahin Tavukçu, Şeref Akdoğan, Tarık Candemir, Veli Akyüz, Volkan Candemir, Yunus Ekmekçi ve İbrahim Cötdel…

Affedin bizi…
Yüreğiniz beyazdı yüzünüzün siyahına inat…

Ve kirli olan bizlerdik…

Affedin…
0 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol