kaptan'dan yazılar

kaptan
4 Yıl önce yazdığım, o günlerde Zonguldak'ta, bugün Soma'da şehit olanların anısına...
Siyasetten, hasetten, sağır olmuş vicdanlardan uzak...
Büyük bir acı, yas ve;
Saygıyla...

YÜREĞİNİZ BEYAZDI YÜZÜNÜZÜN SİYAHINA İNAT..! HAYAT MI ULAN BU..!

İsimsizdir çoğu…
Zira unutulur bir süre sonra nasıl olsa…
Ateş hep düştüğü yeri yakar bizim ülkemizde…
Hele ekmek parası uğruna ölümler normal karşılanabiliyorsa…

Oysa ne çok severdi karısını Ramazan usta…
Çıkmadan hasretle öpmüştü güzel yanağından…
Kim bilir kaçırmıştı belki de sevdası uğruna…
Ölümü göze almıştı sevdiği için…
Dağ taş dolaşmışlardı bir yuvaları olsun diye…
Başlarını sokacakları bir damları…

Çorbanın buğusunda ısıtırdı ellerini İbrahim usta…
Çıkmadan hasretle öpmüştü minik ellerinden kızının…
O da çok severdi…
Göğsünde uyurdu…
Onsuz yatmaz…
Cam da beklerdi babacığını…
Kömürden kararmış yüzünü ilk kızı silerdi…
Severdi babasının ellerini…
Öperken onun da yüzü simsiyah olurdu…
Beraber gülerlerdi…
Sarılırdı minik kızına nasırlı eller…
Emek kokardı avuç içleri…

Memleketini düşünürdü Dursun usta hep…
Çıkmadan hasretle bakmıştı duvardaki resmine derelerinin…
Zonguldak’ta Karadeniz’di bir parça ama…
Hep içinden geçirirdi bir kez görsem şu Ordu’yu diye…
Fındık toplasam…
Damda uyusam…
Anacığıma sarılsam…
Çocukken bahçeye çekirdeğini attığım kayısı ağacı büyümüş müdür…
Gölgesinde uzansam…
Anam su getirse buruşmuş elleriyle…
Göğsüne yatıp korktuğumdaki gibi çocukluğumda…
Uyusam belki…

Beşiktaş’ı, Fener’i ya da Cimbom’u…
Trabzon’u ya da belki Bursa’yı…
Diğerleri ya da ne fark eder ayrım olmasın…
Siz seçin hayal ederken her bir hayatı…
En çok minik oğlunu severdi Hasan usta…
Çıkmadan toparlak ayacıklarını ısırıvermişti…
Maaş merasimiydi madenden çıkış saati…
Forma istemişti oğulcağızı babasından…
Ayırıyordu parasını küçük küçük her ay...
Yüreği…
Cesareti kadar zengin değildi ki cebi…
Her sabah yarım saat erken kalkıp yürüyerek gitmişti ocağına…
Üç aydır…
Ağrıyan ayaklarının hatırıydı…
Akşam oğulcağızına alacağı forma…
Hatta kirletmesin diye elleri…
Sardırmayı bile düşünmüştü bir beyaz kağıda…

Mesleğini çok severdi Veli usta…
Çıkmadan cüzdanındaki resmini öperdi babasının…
Baretinin içine iliştirirdi…
Rahmetlinin koluna girip asansörde…
Korkusuna siper olduğunu hatırlamıştı ocağa inerken…
Alın teriyle yoğrulmuş şerefli bir hayat bırakmıştı babası Veli’ye…
Yıllar önce birlikte çalıştıkları o yerde…
Büyük bir sadakatle yapardı işini…
Babasının öğrettiği gibi…
Çocuklarının kursağından geçen her lokma için…
Dua ederdi…

Çocukluktan beri birliktelerdi İlker ve İsmail…
İlker düşüp dizi kanadığında…
İsmail sarardı yaralarını…
Gençken aynı kıza sevdalanmış…
Ama vazgeçmişti ikisi birden aynı anda…
Aynı takımda oynamışlar…
Aynı sırayı paylaşmışlar…
Bazen bir ekmeğin buğusunda…
Bazen bir biberin acısında paylaşmışlardı anılarını…
İlker sabahları İsmail’in evinin önüne gelir…
Camın önünde şarkı söyler öyle uyandırırdı kan kardeşini…

‘’bu devran bu devran zalim bu devran…
taşımaz yükümü bu zalim kervan…
harap eyledi beni eyledi veran…

Göçükte yaralanan başını dizine dayadığında İsmail…
Usulca söylemişti bu şarkıyı yine İlker…
Git kardeşim, bu karanlıktan aydınlığa git…
Ve beni de bekle…
Hiç ayrılmamışlardı…
Ayrılmadılar gene…

Hayat bunlar a insanlar…
Hepsi birer hayat…
Ayrı ayrı ama bir aslında…
Her birinin ayrı bir sevdası…
Ayrı bir hikâyesi…
Yerin 540 metre altında…
Biraz oksijen yahu biraz…
Kader mi bu şimdi…
Ölüme göndermek o insanları…
O yörenin doğallığından mı…
Bunu küçük bir kız çocuğuna nasıl anlatabilirsiniz…
Baban öldü ama doğal bu beklenen bir şey…
Nasıl söyleyebilirsiniz…
Uğruna ölümü göze aldığı yavuklusuna kaçan bir eşe…
Bu yörenin, bu işin kaderinde var…
Nasıl dile getirirsiniz…
O insanların umutları…
Sevdaları…
Özlemleri…
Güneşi yerin 540 metre altında kaldı da…
Sizin insanlığınız nerede kaldı…
Ölçüsü var mı…

Adem Çengel, Ahmet Karabektaşoğlu, Dursun Kartal, Erdem Ayçin, Ekrem Akkaya, Engin Düzcük, Erkan Taşdemir, Erman Çaylıoğlu, Hasan Akbaba, Hasan Ersin, Hüseyin Arslan, İlker Bebek, İsmail Fidan, Kadir Ötgüç, Koray Kebapçı, Murat Özbay, Mustafa Zoroğlu, Ramazan Bakıroğlu, Ramazan Yavuz, Sabri Özdal, Sadık Kocakaya, Samet Aydın, Serkan Yılmaz, Şahin Ataman, Şahin Tavukçu, Şeref Akdoğan, Tarık Candemir, Veli Akyüz, Volkan Candemir, Yunus Ekmekçi ve İbrahim Cötdel…

Affedin bizi…
Yüreğiniz beyazdı yüzünüzün siyahına inat…

Ve kirli olan bizlerdik…

Affedin…
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol