bir oldu o zamanla başlayan diyalogun, yerine göre monologun final cümlesi olabilir de, olmayabilir de.
(vurgula: özet:) bilic'i yerden yere vurmuş deyyus, uzun uzadıya yazmış çünkü gizliden gizliye hayranmış bilic'e.
-----
sezon sonunu görmeli. 2 yıldır oyun şablonuna bu kadar bağımlı hâle gelen kadro, son raddede hoca değişikliğinin üstesinden gelemez çünkü. sezon sonunu görsün, derbi kazanamaması da mühim değil, sezon sonunu görsün, şampiyon yapsın; kendisinden istediğim budur.
kupayı, avrupa için feda etti, mühim değil; ligi koyalım ligi dedik. avrupa'dan fiyasko şekilde elendi, hadi yine mühim değil, ligi koysun bir zahmet. haftada tek maçlık fikstürle geçecek 10 haftası var, belini büken sakatlıklara hızır gibi yetişen milli maç arası var, ligi koysun bir zahmet.
anlıyorum, özellikle demiören döneminde yaşanan cadı avında kellesi giden kaliteli teknik adamlar, yerine gelen vasat hocalar bir korku oluşturdu taraftarda. anlıyorum, lucescu'nun da benzer şekillerde mezarı kazıldı; hatta iş öyle bir raddeye geldi ki, luce gibi bir karakter bile sonunda zıvanadan çıktı, çavuşesku'dan girdi, tv'ye bağlanıp medyanın topuna saydırdı. del bosque'ye yeniköy kasabı dendi, tigana'nın kürdânına laf edildi, schuster zaten topyekün fazla geldi. ama bu teknik adamların hepsi birşeyler ortaya koydular; luce mükemmel bir şampiyonluk, tigana yaş ortalaması 24 olan bir takımla ikincilik getirdi; schuster bugün bile özlemini çektiğimiz müthiş ofansif oyun karakteri kazandırmıştı. derbilerde hâla son 5 senenin en başarılı beşiktaş'ı schuster'in. eldeki oyuncu grubunun özelliklerini göz ardı eden cesur bir teknik adamlık anlayışı vardı ama camianın başarı açlığı, yönetimin beklentileri, maliyetli kadro yüzünden yanlış zamanda yanlış yerdeydi.
bilic? umutluydum, daha hazırlık maçlarından itibaren. ne yapmak istediği belliydi, disiplinli alan savunmasını yerleştirmek istiyordu. bu konuyu takıntı hâline getirerek mükemmelleştirmeye çalıştı, başardı da. birşeyler ortaya koymadı değil, hakkını yememek gerek yani. fakat bu takıntısı -ki dünya futbolundan bihaber taraftar bunu başarıya giden tek kazanma formülü olarak görüyor- takımın hücum varyasyonlarını günden güne tahmin daha fazla tahmin edilebilir yaptı, rakipler önlem almaya başladı. b formülüne ihtiyacı vardı; bunu ali ece'den tutun güntekin onay'a kadar -ki yine kendisi bizzat doğruları söylediği için deyim yerindeyse vurulmadı, öldürüldü- taraftar nezdinde yorumlarına saygı duyulan herkes dile getirdi, geliştiremedi. bu defa maç içi ufak dokunuşlar beklendi, bunu başardığı sayılı maçlarda oyun cidden döndü; ama geri kalan çoğunlukta o da taraftar gibi yalnızca izledi, izledi, izledi.
ilk sezonunda kadro içi disiplini sağlama konusunda ciddi problemler yaşadı. geniş kadroya belki ümraniye'de tek başına yetemedi, belki milli takım hocası kafasını hâlâ üzerinden atamadı. kavalcı gitti, deyim yerindeyse başkanın adamı, ahmet nur çebi a takımdan sorumlu yönetici olunca bu problemler aşıldı. peki bunu hangimiz dillendirdi? beşiktaş'a çeşitli zamanlarda gelen hocalar tarafından sağlanan takım ruhunda, bu defa tek pay bilic'e mi aitti? belki aslan payı onundu, belki değildi, niyetim çebi'yi yüceltmek falan değil; yalnızca hafızaları tazelemek.
bilic'in ortaya koyduğu şeyler var; bence yeterli umut vaadetmiyor, kimisine göre ediyor olabilir, saygı duyarım. ama şunu da sorarım; bilic'i tapacak kadar seven bunca taraftar, beşiktaş'ın büyüklüğünün ayırdında mı?
-rezalet derbi performansına sahip bilic, kazanabileceği kaçıncı derbiyi göz göre vermiştir? geçen sezon kadıköy'de 10 kişi kalan rakibe, bu akşam taraftarı emenike'yle meşgul fenerbahçe'nin vasıfsız hocasına kaybetmemiş midir? euro 2008 çeyrek finalinde son dakikada kaybeden bilic, benzer zaafiyeti bu akşam da göstermemiş midir?
-bilic'in özellikle premier lig takımlarına karşı maç öncesi gösterdiği ilgi alaka ve maç sırasındaki motivasyonu, brugge ya da nispeten daha zayıf takımlara karşı yapılan maçlarda da sürmüş müdür? brugge'un yalnızca bir kere izlendiği bilgisi var hatırı sayılır kaynaklardan arkadaşlar, o nasıl olacak?
-söylendiği gibi takım kalitesiz midir yoksa bilic'i savunmak pahasına takım gömülüyor mudur? (bunu söylerken bilic'in oyuncularına öyle veya böyle seviye atlattığını da göz ardı etmeyelim, şapka çıkaralım) demba ba kalitesinde bir santrafora, cardozo'ya sahip trabzon dışında hangi kulüp sahiptir? gökhan töre bu ligin en kreatif winger'i değil midir? sosa geçen sezon atletico madrid forması giymemiş miydi? şahsen beğenmediğim pedro kolombiya milli takım defender'i, yine beğenmediğim veli avusturya'nın orta sahası değil midir? ersan, tolga, cenk brothers, tolgay, olcay, oğuzhan, frei, serdar milli takım havuzunda değil midir? rakiplerin her mevkisinde dünya klasında futbolcular mı vardır? fenerbahçe'nin yaş ortalaması kaçtır? bursaspor şampiyonluğa ulaşırken takımın starları volkan-sercan değil miydi?
-yalnızca bilic mi beşiktaş'a avrupa'da başarı yakalatmıştır? liverpool'u tek mağlup eden bilic'in beşiktaş'ı mıdır? uefa'da takımı gruplardan çıkaran ilk hoca bilic midir? veya beşiktaş gibi önemli futbolculara sahip bir takımın başarı kriteri asteras ve mali krizdeki partizan'lı gruptan çıkmak mıdır? beşiktaş'ı uefa grubunda lider çıkaran ilk hoca bilic midir? gruplarda premier lig takımını altına alan ilk teknik adam bilic midir? uefa'da ciddi bir rakibi saf dışı eden ilk beşiktaş bilic'in midir? kupa finalisti braga'yı eleyen kimdir? (ki hoca bile değildir, o ayrı) yine uefa'da 3.turu ilk gören hoca bilic midir?
-yarıştan erken kopulan sezonları göstererek bilic ilahlaştırmak doğru mudur? yd döneminde dâhi, ikinci sezonunu gören teknik adamlar yarışa ortak olmamışlar mıydı? (tigana, istifa etmeseydi ertuğrul) beşiktaş'ın normal standardı yarışta olmak değil midir? kötüyü örnek gösterip vasatı iyi yapmak doğru mudur?
abi nedir yani olay? evet biliyorum, şimdi yine stadımız yok diyeceksiniz. dezavantaj kabul ediyorum, fakat olimpiyatta sezonda 10+ maç oynayan takım stadın dezavantajlarını sezonda 1 kere gelen rakiplerine karşı kullanamaz mı? olimpiyatın rüzgarı sadece beşiktaş ataklarında mı ters yönde esiyor arkadaşlar, olay nedir?
vallahi tiksindim artık sözlük ya, bir adamı savunmak uğruna, beşiktaş'ı kafadan üçüncü büyük yapan aynı renklere gönül verdiğim insanları görünce tiksindim. seversin, sevmezsin ayrı olaylar bunlar, ki severim bilic'i. fakat şurada bilic'e eleştiri gelince anasına sövülmüş gibi tepki gösteren, modern futboldan giren, müge anlı'dan falan çıkan adamlar var?? yani hakikaten var, oha!
bitirmeden, bilic yerine sergen'i isteyen kafaya da birşeyler söylemek isterdim ama hâli hazırda çok uzattım zaten. işte bunlar hep zaman içinde birikenlerin dışavurumu sözlük. bilic takımı şampiyon yapsın, sezon sonu helalleşmek bence en iyisi olacak. taraftar dimyat'a pirince giderken eldeki bulgurdan olmaktan korkuyor ama daha iyisi var. sabredilecek hoca olarak da iyisi var, başaracak hoca olarak da. tuchel var en basitinden kafa tatilinde olan, olmasa neyse.
-----
sezon sonunu görmeli. 2 yıldır oyun şablonuna bu kadar bağımlı hâle gelen kadro, son raddede hoca değişikliğinin üstesinden gelemez çünkü. sezon sonunu görsün, derbi kazanamaması da mühim değil, sezon sonunu görsün, şampiyon yapsın; kendisinden istediğim budur.
kupayı, avrupa için feda etti, mühim değil; ligi koyalım ligi dedik. avrupa'dan fiyasko şekilde elendi, hadi yine mühim değil, ligi koysun bir zahmet. haftada tek maçlık fikstürle geçecek 10 haftası var, belini büken sakatlıklara hızır gibi yetişen milli maç arası var, ligi koysun bir zahmet.
anlıyorum, özellikle demiören döneminde yaşanan cadı avında kellesi giden kaliteli teknik adamlar, yerine gelen vasat hocalar bir korku oluşturdu taraftarda. anlıyorum, lucescu'nun da benzer şekillerde mezarı kazıldı; hatta iş öyle bir raddeye geldi ki, luce gibi bir karakter bile sonunda zıvanadan çıktı, çavuşesku'dan girdi, tv'ye bağlanıp medyanın topuna saydırdı. del bosque'ye yeniköy kasabı dendi, tigana'nın kürdânına laf edildi, schuster zaten topyekün fazla geldi. ama bu teknik adamların hepsi birşeyler ortaya koydular; luce mükemmel bir şampiyonluk, tigana yaş ortalaması 24 olan bir takımla ikincilik getirdi; schuster bugün bile özlemini çektiğimiz müthiş ofansif oyun karakteri kazandırmıştı. derbilerde hâla son 5 senenin en başarılı beşiktaş'ı schuster'in. eldeki oyuncu grubunun özelliklerini göz ardı eden cesur bir teknik adamlık anlayışı vardı ama camianın başarı açlığı, yönetimin beklentileri, maliyetli kadro yüzünden yanlış zamanda yanlış yerdeydi.
bilic? umutluydum, daha hazırlık maçlarından itibaren. ne yapmak istediği belliydi, disiplinli alan savunmasını yerleştirmek istiyordu. bu konuyu takıntı hâline getirerek mükemmelleştirmeye çalıştı, başardı da. birşeyler ortaya koymadı değil, hakkını yememek gerek yani. fakat bu takıntısı -ki dünya futbolundan bihaber taraftar bunu başarıya giden tek kazanma formülü olarak görüyor- takımın hücum varyasyonlarını günden güne tahmin daha fazla tahmin edilebilir yaptı, rakipler önlem almaya başladı. b formülüne ihtiyacı vardı; bunu ali ece'den tutun güntekin onay'a kadar -ki yine kendisi bizzat doğruları söylediği için deyim yerindeyse vurulmadı, öldürüldü- taraftar nezdinde yorumlarına saygı duyulan herkes dile getirdi, geliştiremedi. bu defa maç içi ufak dokunuşlar beklendi, bunu başardığı sayılı maçlarda oyun cidden döndü; ama geri kalan çoğunlukta o da taraftar gibi yalnızca izledi, izledi, izledi.
ilk sezonunda kadro içi disiplini sağlama konusunda ciddi problemler yaşadı. geniş kadroya belki ümraniye'de tek başına yetemedi, belki milli takım hocası kafasını hâlâ üzerinden atamadı. kavalcı gitti, deyim yerindeyse başkanın adamı, ahmet nur çebi a takımdan sorumlu yönetici olunca bu problemler aşıldı. peki bunu hangimiz dillendirdi? beşiktaş'a çeşitli zamanlarda gelen hocalar tarafından sağlanan takım ruhunda, bu defa tek pay bilic'e mi aitti? belki aslan payı onundu, belki değildi, niyetim çebi'yi yüceltmek falan değil; yalnızca hafızaları tazelemek.
bilic'in ortaya koyduğu şeyler var; bence yeterli umut vaadetmiyor, kimisine göre ediyor olabilir, saygı duyarım. ama şunu da sorarım; bilic'i tapacak kadar seven bunca taraftar, beşiktaş'ın büyüklüğünün ayırdında mı?
-rezalet derbi performansına sahip bilic, kazanabileceği kaçıncı derbiyi göz göre vermiştir? geçen sezon kadıköy'de 10 kişi kalan rakibe, bu akşam taraftarı emenike'yle meşgul fenerbahçe'nin vasıfsız hocasına kaybetmemiş midir? euro 2008 çeyrek finalinde son dakikada kaybeden bilic, benzer zaafiyeti bu akşam da göstermemiş midir?
-bilic'in özellikle premier lig takımlarına karşı maç öncesi gösterdiği ilgi alaka ve maç sırasındaki motivasyonu, brugge ya da nispeten daha zayıf takımlara karşı yapılan maçlarda da sürmüş müdür? brugge'un yalnızca bir kere izlendiği bilgisi var hatırı sayılır kaynaklardan arkadaşlar, o nasıl olacak?
-söylendiği gibi takım kalitesiz midir yoksa bilic'i savunmak pahasına takım gömülüyor mudur? (bunu söylerken bilic'in oyuncularına öyle veya böyle seviye atlattığını da göz ardı etmeyelim, şapka çıkaralım) demba ba kalitesinde bir santrafora, cardozo'ya sahip trabzon dışında hangi kulüp sahiptir? gökhan töre bu ligin en kreatif winger'i değil midir? sosa geçen sezon atletico madrid forması giymemiş miydi? şahsen beğenmediğim pedro kolombiya milli takım defender'i, yine beğenmediğim veli avusturya'nın orta sahası değil midir? ersan, tolga, cenk brothers, tolgay, olcay, oğuzhan, frei, serdar milli takım havuzunda değil midir? rakiplerin her mevkisinde dünya klasında futbolcular mı vardır? fenerbahçe'nin yaş ortalaması kaçtır? bursaspor şampiyonluğa ulaşırken takımın starları volkan-sercan değil miydi?
-yalnızca bilic mi beşiktaş'a avrupa'da başarı yakalatmıştır? liverpool'u tek mağlup eden bilic'in beşiktaş'ı mıdır? uefa'da takımı gruplardan çıkaran ilk hoca bilic midir? veya beşiktaş gibi önemli futbolculara sahip bir takımın başarı kriteri asteras ve mali krizdeki partizan'lı gruptan çıkmak mıdır? beşiktaş'ı uefa grubunda lider çıkaran ilk hoca bilic midir? gruplarda premier lig takımını altına alan ilk teknik adam bilic midir? uefa'da ciddi bir rakibi saf dışı eden ilk beşiktaş bilic'in midir? kupa finalisti braga'yı eleyen kimdir? (ki hoca bile değildir, o ayrı) yine uefa'da 3.turu ilk gören hoca bilic midir?
-yarıştan erken kopulan sezonları göstererek bilic ilahlaştırmak doğru mudur? yd döneminde dâhi, ikinci sezonunu gören teknik adamlar yarışa ortak olmamışlar mıydı? (tigana, istifa etmeseydi ertuğrul) beşiktaş'ın normal standardı yarışta olmak değil midir? kötüyü örnek gösterip vasatı iyi yapmak doğru mudur?
abi nedir yani olay? evet biliyorum, şimdi yine stadımız yok diyeceksiniz. dezavantaj kabul ediyorum, fakat olimpiyatta sezonda 10+ maç oynayan takım stadın dezavantajlarını sezonda 1 kere gelen rakiplerine karşı kullanamaz mı? olimpiyatın rüzgarı sadece beşiktaş ataklarında mı ters yönde esiyor arkadaşlar, olay nedir?
vallahi tiksindim artık sözlük ya, bir adamı savunmak uğruna, beşiktaş'ı kafadan üçüncü büyük yapan aynı renklere gönül verdiğim insanları görünce tiksindim. seversin, sevmezsin ayrı olaylar bunlar, ki severim bilic'i. fakat şurada bilic'e eleştiri gelince anasına sövülmüş gibi tepki gösteren, modern futboldan giren, müge anlı'dan falan çıkan adamlar var?? yani hakikaten var, oha!
bitirmeden, bilic yerine sergen'i isteyen kafaya da birşeyler söylemek isterdim ama hâli hazırda çok uzattım zaten. işte bunlar hep zaman içinde birikenlerin dışavurumu sözlük. bilic takımı şampiyon yapsın, sezon sonu helalleşmek bence en iyisi olacak. taraftar dimyat'a pirince giderken eldeki bulgurdan olmaktan korkuyor ama daha iyisi var. sabredilecek hoca olarak da iyisi var, başaracak hoca olarak da. tuchel var en basitinden kafa tatilinde olan, olmasa neyse.
(bkz: andrei tarkovsky)
bir arabesk kültür tezahürü.
dinlendirilmiyor, belki dinlendirilemiyor. daha evvel de yazdım, natural fitness kusuru olan bir futbolcu sakatlık dönüşlerinde ritm bulmakta çok fazla zorlanır. sakatlıklar bilic'in alternatiflerini azaltmış olabilir doğrudur, ama hâli hazırda koparılan bir erciyes maçında 80 dk. sahada durması yanlıştır mesela.
ha form durumunu değil de, futbolculuğunu masaya yatırıyorsak, kendisinden amokachi oyun tarzı-pascal ruhu bekleyenler rahatlıkla başka kapıya yönelebilirler. şayet demba ba o profilde bir oyuncu olmadığını kendi ifadesiyle çok güzel özetlemişti 1,5-2 ay evvel;
"Büyük bir oyuncu olmak istiyorsan bu niteliği taşıman lazım. Makelele ve Vieira sürekli şunu anlatırdı: 'Bazen Zidane gelip bizi çok fena fırçalardı. Bize topu ona çok geç attığımızı söylerdi. Aslında topu ona doğru düşündüğümüz anda atıyorduk ama Zidane bizden hızlı düşünebildiği için fırça yememiz kaçınılmaz oluyordu.' İşte böyle büyük oyuncu olunuyor. Mesela Lampard’ın da bu özelliği müthiştir. Sahada olup bitecek her konuda öngörüsü vardır. Her pozisyon için stratejisi çoktan hazırdır. Bu konuşmayla, tartışmayla gelişecek bir şey değil. Bunun üzerine bütün futbolcuların çok ciddi bir şekilde çalışması gerek. Ben de bu özelliğe sahip değildim ama 17 yaşıma geldiğimde şunu fark ettim: İyi bir oyuncuyla çok iyi bir oyuncu arasındaki fark sadece bu. Bunu geliştirebilmenin tek yolu da antrenmanda tek dokunuşla oynayabilmen. Başka yolu yok. Tek dokunuşla oynamadığın zamanlarda biliyorsun ki belli bir zamanın var ve topla geçireceğin sınırlıdır. Ancak tek vuruşlar seni otomatik hale getirir."
röportajın tam metni de şurada hatta;
http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/28105236.asp
ha form durumunu değil de, futbolculuğunu masaya yatırıyorsak, kendisinden amokachi oyun tarzı-pascal ruhu bekleyenler rahatlıkla başka kapıya yönelebilirler. şayet demba ba o profilde bir oyuncu olmadığını kendi ifadesiyle çok güzel özetlemişti 1,5-2 ay evvel;
"Büyük bir oyuncu olmak istiyorsan bu niteliği taşıman lazım. Makelele ve Vieira sürekli şunu anlatırdı: 'Bazen Zidane gelip bizi çok fena fırçalardı. Bize topu ona çok geç attığımızı söylerdi. Aslında topu ona doğru düşündüğümüz anda atıyorduk ama Zidane bizden hızlı düşünebildiği için fırça yememiz kaçınılmaz oluyordu.' İşte böyle büyük oyuncu olunuyor. Mesela Lampard’ın da bu özelliği müthiştir. Sahada olup bitecek her konuda öngörüsü vardır. Her pozisyon için stratejisi çoktan hazırdır. Bu konuşmayla, tartışmayla gelişecek bir şey değil. Bunun üzerine bütün futbolcuların çok ciddi bir şekilde çalışması gerek. Ben de bu özelliğe sahip değildim ama 17 yaşıma geldiğimde şunu fark ettim: İyi bir oyuncuyla çok iyi bir oyuncu arasındaki fark sadece bu. Bunu geliştirebilmenin tek yolu da antrenmanda tek dokunuşla oynayabilmen. Başka yolu yok. Tek dokunuşla oynamadığın zamanlarda biliyorsun ki belli bir zamanın var ve topla geçireceğin sınırlıdır. Ancak tek vuruşlar seni otomatik hale getirir."
röportajın tam metni de şurada hatta;
http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/28105236.asp
alan hakimiyeti, yan toplar, pozisyon alma gibi konularda faydalı olduğu net bir şekilde görüldü son iki sezon içinde bence. beşiktaş ve türk futbolunun yıllardır kanayan yarası yan toplar bildiğimiz üzere. fernandes sonrası dönemde net bir şekilde yan ve duran toplardan gol atma yetisini kaybetti beşiktaş ama benzer şekilde boşa çıkan ve timing hatası yapan kalecilerden, alan hakimiyetinden bihaber kalecileriden de kurtulmuş oldu. verdiğimiz bazı pozisyonlara bakın misal, ceza sahasında boşta kalan birçok top, tolga ve cenk'in topla kale arasında en doğru yerde durmasıyla savuşturulmakta ki bu da pozisyon alma konusunda kalecilerimizin kaydettiği aşamaya güzel bir örnek.
sambade öncesi dönemde cenk, sadece refleksten ibaret bir kaleciyken, mevcut zaaflarındaki iyileşme sayesinde yavaştan iyi kaleci sınıfına yükselmekte. tolga'nın durumu apayrı. yaşadığı sakatlıklar yüzünden vücudu doğru zamanda tepki vermemeye başlamış gibi görüyorum ben. holosko'nun sakatlık öncesi ferrari hızında yaptığı, sonrasında ona koca bir casper lakabı bahşeden yetenek kaybının bir benzeri gibi düşünmeli bunu. tolga'nın kafa olarak profesyonellikten uzak oluşunun getirdiği mental zaaflar da taraftar tepkisiyle onun güvenini zedeleyebilir ki bu da kariyerinin düşüşe geçiş trendinin başlama ihtimalini doğuruyor ne yazık ki.
benim cordoba sonrası takımın kalecilerinde gördüğüm en büyük zaafiyet, iletişim yetilerinin noksanlığı. refleksler ve sezgiler kaleci hamurunun en temel mayaları olduğu ve bu nedenle genç yaşta aşama kaydedilebildiği için ben sambade'nin bu alanlarda yapabileceği şeylerin sınırlı olduğunu düşünüyorum fakat savunmayla iletişim geliştirilebilecek bir özellik. olimpiyattaki brugge maçında yenilen ilk golu ele alalım örneğin, herkes faturayı pedro'nun ağırlığına ve tolga'nın hantallığına kesti ancak bence o gole sebebiyet veren en temel şey, iletişim noksanlığı ki pedro'nun son dakikaya kadar rakibi kovalaması, tolga'nın daha öne hamle yapmasına engel olurken gol sonrası ikilinin çarpışması da bu noksanlığı gün ışığına net bir şekilde çıkardı. pedro'nun dil problemi bir sıkıntı mı? evet, ama ana meselenin en fazla %10'u çünkü oyunun kuralları her yerde aynı. beşiktaş'ın idmanlarını sıklıkla takip eden biri olmamakla birlikte, bildiğim kadarıyla takım ve kaleciler çift kale ve şut çalışmaları dışında tamamen bağımsız çalışma programlarına sahipler. iletişim sıkıntısı pat diye çözülecek bir olay mı? namümkün fakat, takım ve kalecilerin, sambade ve bilic'in koordineli çalışmalarıyla zaman içinde iyileştirilebileceği de "bence" gâyet mümkün.
(bkz: we want commanding goalkeeper)
sambade öncesi dönemde cenk, sadece refleksten ibaret bir kaleciyken, mevcut zaaflarındaki iyileşme sayesinde yavaştan iyi kaleci sınıfına yükselmekte. tolga'nın durumu apayrı. yaşadığı sakatlıklar yüzünden vücudu doğru zamanda tepki vermemeye başlamış gibi görüyorum ben. holosko'nun sakatlık öncesi ferrari hızında yaptığı, sonrasında ona koca bir casper lakabı bahşeden yetenek kaybının bir benzeri gibi düşünmeli bunu. tolga'nın kafa olarak profesyonellikten uzak oluşunun getirdiği mental zaaflar da taraftar tepkisiyle onun güvenini zedeleyebilir ki bu da kariyerinin düşüşe geçiş trendinin başlama ihtimalini doğuruyor ne yazık ki.
benim cordoba sonrası takımın kalecilerinde gördüğüm en büyük zaafiyet, iletişim yetilerinin noksanlığı. refleksler ve sezgiler kaleci hamurunun en temel mayaları olduğu ve bu nedenle genç yaşta aşama kaydedilebildiği için ben sambade'nin bu alanlarda yapabileceği şeylerin sınırlı olduğunu düşünüyorum fakat savunmayla iletişim geliştirilebilecek bir özellik. olimpiyattaki brugge maçında yenilen ilk golu ele alalım örneğin, herkes faturayı pedro'nun ağırlığına ve tolga'nın hantallığına kesti ancak bence o gole sebebiyet veren en temel şey, iletişim noksanlığı ki pedro'nun son dakikaya kadar rakibi kovalaması, tolga'nın daha öne hamle yapmasına engel olurken gol sonrası ikilinin çarpışması da bu noksanlığı gün ışığına net bir şekilde çıkardı. pedro'nun dil problemi bir sıkıntı mı? evet, ama ana meselenin en fazla %10'u çünkü oyunun kuralları her yerde aynı. beşiktaş'ın idmanlarını sıklıkla takip eden biri olmamakla birlikte, bildiğim kadarıyla takım ve kaleciler çift kale ve şut çalışmaları dışında tamamen bağımsız çalışma programlarına sahipler. iletişim sıkıntısı pat diye çözülecek bir olay mı? namümkün fakat, takım ve kalecilerin, sambade ve bilic'in koordineli çalışmalarıyla zaman içinde iyileştirilebileceği de "bence" gâyet mümkün.
(bkz: we want commanding goalkeeper)
teknik adam aciziyeti yüzünden kaybedilen müsabaka. sakatlık ve cezalılar bu maç özelinde takımın belini hayli büktü doğrudur da, rakip teknik adam gedoz ve oulare hamlesiyle baskı merkezini öne alıp, oyunu rakip sahaya yıkma konusunda doğru hamleler yaparken, bilic necip-ersan ve hatta cenk üçlüsünün inanılmaz saçmalıdığı, takımın savunma hattına total paniğin hakim olduğu dakikalarda (ki gol gelene kadar 15 dk. sürdü!) hiçbirşey yapmayıp kenardan alkış tutarak brugge oyuncularına cesaret verdi resmen. halbuki, daha önce de değinildiği gibi franco'yu oyuna alıp necip'i de veli'nin yanına kaydırıp rakibe top yapma şansı vermemesi işten bile değildi. olcay inadına ve kerim frei'yi hâlâ son 15 dk oyuncusu olarak görmesine değinmiyorum bile.
turu geçeceğimize inancım tam amma, atiba'sız takımın 2 level düşmesi ve bilic'in ve takımın liverpool maçının ardından yaşadığı konsantrasyon kaybı hiç iç açıcı şeyler değil.
turu geçeceğimize inancım tam amma, atiba'sız takımın 2 level düşmesi ve bilic'in ve takımın liverpool maçının ardından yaşadığı konsantrasyon kaybı hiç iç açıcı şeyler değil.
yanlış hatırlamıyorsam, grafi2000 comedy isminde bir dönem kanal d'nin haftasonu gündüz kuşağında yer alan tv programı da vardı bu siteyle bağlantılı. ömürcek adam vb. gibi yaratıcılıktan zerre naspilenmemiş rezalet parodi karakterlerleri yöresel ağızlarla konuştururlar, şahin ve çetesi eşliğinde sümük yapıştırırlardı.
fm tabiriyle natural fitness kusuru olan futbolcu. sakatlık dönüşlerinde form tutması zaman alıyor, tek kusuru da bu. sıkışık fikstürde dinlenme şansı bulamadı cenk tosun'un illallah dedirten sakatlığı sebebiyle. uzayan liverpool maçı kendisini inanılmaz yıprattı, o maçtan sonra eksik maç kondüsyonuyla sahada ve potansiyelinin %50'siyle oynuyor.
taraftarın goygoyculuğu ve mesih arayışı doğrudur da, formsuzluğundan hemen bir overrated çıkarımı yapmak veya yatış muhabbeti döndürmek de aynı oranda yanlış değil midir?
edit: imlâ.
taraftarın goygoyculuğu ve mesih arayışı doğrudur da, formsuzluğundan hemen bir overrated çıkarımı yapmak veya yatış muhabbeti döndürmek de aynı oranda yanlış değil midir?
edit: imlâ.
aronofsky'nin black swan'i tadında muhteşem film. tabi güzel film kıstasını mindfuck yaşatma ihtimali olarak belirleyenlerin beğeneceği türden değil. black swan gibi metafor bombardımanı yapmıyor, anlattığı şeyi netçe veriyor. finalde bateri vuruşlarına eşlik eden yakın planlarla verilen gerilim duygusu izleyeni büyülüyor. j.k. simmons devleşmiş, sinemaya yeni bir jön karakter kazandırdı büyüleyici oyunculuğuyla. güzel müzik, güzel kurgu, güzel görüntü yönetmenliği. süresi de olması gerektiği gibi.
spoiler--
erken yaşta kaybedilen bir anne, baba kimliğinin otoriter duruşunu sarsıyor. fletcher'i idealindeki baba prototipi yerine koyan gencin kabullenilme ve saygı duyma ihtiyacına paralel olarak sergilediği uçlardaki eylemler de böyle düşününce mantıklı bir kalıba oturuyor. yemek masasında, sinemada, evde tv başında ve bilhassa finalde babanın tutumuna dikkat etmek yeter.
spoiler--
izleyin, izlettirin efenim.
spoiler--
erken yaşta kaybedilen bir anne, baba kimliğinin otoriter duruşunu sarsıyor. fletcher'i idealindeki baba prototipi yerine koyan gencin kabullenilme ve saygı duyma ihtiyacına paralel olarak sergilediği uçlardaki eylemler de böyle düşününce mantıklı bir kalıba oturuyor. yemek masasında, sinemada, evde tv başında ve bilhassa finalde babanın tutumuna dikkat etmek yeter.
spoiler--
izleyin, izlettirin efenim.
the fifth element'in soundtrack'inde şöyle bir çalışması bulunur bu abinin yanılmıyorsam;
http://www.youtube.com/watch?v=vmNpwBGyiwU
http://www.youtube.com/watch?v=vmNpwBGyiwU
middle earth'e yakışmayan yavanlıktaki peter jackson filmi. net bir şekilde, üçlemenin en kötüsü.
spoiler--
leydi galadriel vs. sauron'a görsel olarak tanıklık etme şansı filmin tek iyi yanı, öyle diyeyim.
spoiler--
spoiler--
leydi galadriel vs. sauron'a görsel olarak tanıklık etme şansı filmin tek iyi yanı, öyle diyeyim.
spoiler--
sarsıcı filmlerin yönetmeni. dancer in the dark'da sinyallerini verdiği, bu fazlasıyla kötümser sarsıcılığı milenyum sonrası çektiği filmlerde "amaç" hâline getirerek tarzını oturttu kendisi.
dogville birçoklarına göre yönetmenin en iyi filmi olarak kabul edilmesiyle filmografisinde önemlidir ama bu filmi esas önemli yapan şey, yönetmenin söz konusu kötümser tarzının manifestosunu çekmek uğruna kurallarını kendinin de koyduğu dogma95'i çiğnemesidir. anti-christ ile başlattığı ve nymphomaniac filmleriyle zirveye çıkarttığı şiddet ve cinselliği birleştiren sahneleri nedeniyle günümüzde sıkça eleştirilir. herkese göre değildir filmleri, hoş o da herkese göre yapmaz zaten filmlerini.
dogville birçoklarına göre yönetmenin en iyi filmi olarak kabul edilmesiyle filmografisinde önemlidir ama bu filmi esas önemli yapan şey, yönetmenin söz konusu kötümser tarzının manifestosunu çekmek uğruna kurallarını kendinin de koyduğu dogma95'i çiğnemesidir. anti-christ ile başlattığı ve nymphomaniac filmleriyle zirveye çıkarttığı şiddet ve cinselliği birleştiren sahneleri nedeniyle günümüzde sıkça eleştirilir. herkese göre değildir filmleri, hoş o da herkese göre yapmaz zaten filmlerini.
en baba aksiyon filmine taş çıkartacak oyun içi müziklerine sahiptir bu oyun serisi.
motive olma ihtiyacı hisseden insana capcom'un armağınıdır özellikle şu ikisi;
http://www.youtube.com/watch?v=SxNqTCeWv4U
http://www.youtube.com/watch?v=B-qVh7rJOrM
motive olma ihtiyacı hisseden insana capcom'un armağınıdır özellikle şu ikisi;
http://www.youtube.com/watch?v=SxNqTCeWv4U
http://www.youtube.com/watch?v=B-qVh7rJOrM
çizgi filmi, sanat eseri tadındadır. olabildiğine sade ve gösterişsiz çizimlerle yakalanan sıcak atmosfer, yeni nesil cartoon network çizgi filmlerinin yapımcılarına ders niyetine okutulsa yeridir. snoopy ve woodstock arasındaki sözsüz diyaloglar [ybkz]swh[/ybkz] her zaman gülümsetmeyi başarır. snoopy hayalperest, dünya yansa umrunda olmayacak, nihilist bir köpektir, ama onun nihilistliği değerli gibi yalnızca kıskıs gülmekten ibaret değildir. rahatını maksimum seviyede tutacak her türlü çakallığı yapmaktan geri durmaz, ama kerata o kadar sevimlidir ki sempatik bulursunuz izlerken.
abim ve kuzenimle birlikte farklı bir boyut kazandırdığımız uygulama. efenim şöyle ki, 14-15 yaşlarına gelip eşşek kadar adam olduğumuz günlere dek, evin içinde kısa mesafe koşu yarışmaları ve güreş gibi olmipik sporlardan tutun, futbol ve basketbol olmak üzere envai çeşit toplu spor dallarında faaliyet göstermişliğimiz var. hatta basketbol konusunda işi abartıp smaç ve üçlük yarışmaları bile düzenlemişliğimiz var. [ybkz]swh[/ybkz] ne yazıktır ki bu üç katlı binanın en tepesindeki bu spor aşkı, bu dev potansiyel, alt kat komşumuz olan eli maşalı yenge ve gözleri kan çanağı olmuş amca dışında gereken dikkati çekememiş, ziyadesiyle bizleri hüzünlere gark etmiştir zamanında. halı üzerinde havası inik plastik topu sektire sektire iverson seviyesinde crossover yeteneğine ulaşmış, dönemin nba live smaç yarışmalarındaki imkansız smaçları basmışızdır oysa fileli demir potamıza. [ybkz]swh[/ybkz]
(bkz: jalen rose)
ligde 7 maç sonra gelen mağlubiyetle, kendisinin yeterliliğine dair tartışmaları tekrar alevlendiren teknik adam.
öncelikle şuradan başlamak gerekiyor, 16 maçta 35 puan toplayan, avrupadan takımı grup lideri olarak çıkaran teknik adam başarısız mıdır? bu önemli bir done, çünkü yakın geçmişten tanıdık bir senaryoya işaret ediyor; carlos carvalhal. buna özellikle dikkat çekiyorum çünkü taraftara ve medyaya oynama konusunda tarzları farklı olsa da şaşılacak derecede benzerliğe sahip bu iki adama taraftarın bakış açısı çok farklı görünüyor. bilic saha içinden bağımsız her yaptığıyle commandante sınıfına yükselirken, carvalhal iyi yürekli, gariban adamlıktan bir milim öteye geçememişti. yakışıklılık, karizmatiklik gibi fiziksel melakeler tek başına açıklamıyor, siyasi ya da hümanist fikirler de oldukça sığ kalıyor bence. farkı yaratan, vodafone anlaşması sonrası kulübün çehresini bütünüyle değiştiren nitelikli pr çalışmalarından başkası değil net bir şekilde. evvelki entry'lerimde belirttiğim gibi, bilic proje yüzü doğmak için doğmuş bir adam, bu da metalaştırabileceği yeni değerler üretme peşindeki bir kulüp için kendisini biçilmiş kaftan yapmakta.
x'in metalaşma süreci falan diye girdik reklamcılık 2. sınıf okuyan öğrenciler gibi ama bir nedeni var elbette. bilic, net bir şekilde ortalama bir teknik adam. mükemmel bir a planına sahip olan, ama kadrosunu bu mükemmel a planının eksiksiz devamı için planlayamamış olan, planlayamadığı gibi de tek maçlık b ve c planları hazırlamayan, oyun içi hamleleri default fm cpu'sundan hâllice yorgun oyuncuyu çıkarttan ibaret olan bir adam ki, bu bakımdan newcastle'a katılmamak elde değil, öyle tahmin edilebilir bir yönü var kendisinin. mükemmel a planını gerçekten takdir etmemek mümkün değil bu arada, öyle ki o plan takımın form durumundan ve rakibin kuvvetinden bağımsız olarak her maçtan 3 puan alabilecek rasyonellikte dizayn edilmiş, nitelikli bir taktisyenin elinden çıktığı her hâlinden belli olan bir plan. ama pamuk ipliğine bağlı gibi işte, arsene wenger'in de dikkat çektiği üzere atiba, o planın saha içi uygulamasında en önemli dişli konumundayken alternatifsiz olması o kadar bariz bir bir aptallık ki, tüm olumlu doneleri anında olumsuza çeviriyor. a planının bu pamuk ipliğine bağlı durumu, bilic'in alternatif planlar üretmesini zorunlu kere zorunlu kılarken, bilic'in baskı merkezini değiştirmekten bile aciz, ne şablona, ne maç içi planlara dokunan ezberci yönü kendisini ortalama bir teknik adam sınıfına koymama yetiyor da artıyor.
not: olimpiyat stadı mağlubiyete ilişkin bir etmendir ama tek etmen değildir bu arada. beşiktaş, son 2 sezondur bu stadı en çok deneyimleyen kulüp ve sadece paf takımla hazırlık maçları oynamadı burada. stad beşiktaş'a olduğu kadar, rakibe de bir dezavantaj ve bu stadın her hâlini 1.5 sezondur ciğerlerine tenefüz eden takım bunu avantaja çeviremiyorsa, orada oturup düşünmek gerekiyor. yapılamayacak şey değil, ibb yıllarında başakşehir büyük takımlara kök söktürmüyor muydu bu stadda?
---
ne dedik, bilic ortalama bir teknik adam. bu nedenle, beşiktaş teknik direktörlüğüne çıtayı slaven bilic olarak belirleyen insan, ki aynı insan kendisini futbol entelektüeli olarak addediyorsa, muhatap almaya bile gerek olmayan adam listesinde başı çekiyor bende. çünkü ya beşiktaş'ın büyüklüğünün ayırdında değil ya da portföyü 20 teknik adamdan ötesine geçmiyordur. ne var ki tüm bu karalama kampanyasından hâllice yazının yazarı bilic'i teknik adam olarak beğenmiyorsa da, slaven bilic portresine bütüncül şekilde baktığı zaman gördüğü bilic projesini harika buluyor. çünkü bir daha benzeri şekilde taraftarda karşılık bulabilecek bir proje yüzü bulunamayabileceğini biliyor, ilklerin büyüsü gibi düşünmek lazım işte. ve beklentilerini olabilecek en rasyonel şekilde minimize ettikten sonra elde kalan şampiyonluk kupası ve apoletini istiyor, hiçbir şekilde bahane de kabul etmiyor. yabancı sınırlaması konusundaki yerli avantajımız madem ki bu sene son buluyor, o zaman o sene bu sene olmak zorunda arkadaşlar, lamı cimi yok.
öncelikle şuradan başlamak gerekiyor, 16 maçta 35 puan toplayan, avrupadan takımı grup lideri olarak çıkaran teknik adam başarısız mıdır? bu önemli bir done, çünkü yakın geçmişten tanıdık bir senaryoya işaret ediyor; carlos carvalhal. buna özellikle dikkat çekiyorum çünkü taraftara ve medyaya oynama konusunda tarzları farklı olsa da şaşılacak derecede benzerliğe sahip bu iki adama taraftarın bakış açısı çok farklı görünüyor. bilic saha içinden bağımsız her yaptığıyle commandante sınıfına yükselirken, carvalhal iyi yürekli, gariban adamlıktan bir milim öteye geçememişti. yakışıklılık, karizmatiklik gibi fiziksel melakeler tek başına açıklamıyor, siyasi ya da hümanist fikirler de oldukça sığ kalıyor bence. farkı yaratan, vodafone anlaşması sonrası kulübün çehresini bütünüyle değiştiren nitelikli pr çalışmalarından başkası değil net bir şekilde. evvelki entry'lerimde belirttiğim gibi, bilic proje yüzü doğmak için doğmuş bir adam, bu da metalaştırabileceği yeni değerler üretme peşindeki bir kulüp için kendisini biçilmiş kaftan yapmakta.
x'in metalaşma süreci falan diye girdik reklamcılık 2. sınıf okuyan öğrenciler gibi ama bir nedeni var elbette. bilic, net bir şekilde ortalama bir teknik adam. mükemmel bir a planına sahip olan, ama kadrosunu bu mükemmel a planının eksiksiz devamı için planlayamamış olan, planlayamadığı gibi de tek maçlık b ve c planları hazırlamayan, oyun içi hamleleri default fm cpu'sundan hâllice yorgun oyuncuyu çıkarttan ibaret olan bir adam ki, bu bakımdan newcastle'a katılmamak elde değil, öyle tahmin edilebilir bir yönü var kendisinin. mükemmel a planını gerçekten takdir etmemek mümkün değil bu arada, öyle ki o plan takımın form durumundan ve rakibin kuvvetinden bağımsız olarak her maçtan 3 puan alabilecek rasyonellikte dizayn edilmiş, nitelikli bir taktisyenin elinden çıktığı her hâlinden belli olan bir plan. ama pamuk ipliğine bağlı gibi işte, arsene wenger'in de dikkat çektiği üzere atiba, o planın saha içi uygulamasında en önemli dişli konumundayken alternatifsiz olması o kadar bariz bir bir aptallık ki, tüm olumlu doneleri anında olumsuza çeviriyor. a planının bu pamuk ipliğine bağlı durumu, bilic'in alternatif planlar üretmesini zorunlu kere zorunlu kılarken, bilic'in baskı merkezini değiştirmekten bile aciz, ne şablona, ne maç içi planlara dokunan ezberci yönü kendisini ortalama bir teknik adam sınıfına koymama yetiyor da artıyor.
not: olimpiyat stadı mağlubiyete ilişkin bir etmendir ama tek etmen değildir bu arada. beşiktaş, son 2 sezondur bu stadı en çok deneyimleyen kulüp ve sadece paf takımla hazırlık maçları oynamadı burada. stad beşiktaş'a olduğu kadar, rakibe de bir dezavantaj ve bu stadın her hâlini 1.5 sezondur ciğerlerine tenefüz eden takım bunu avantaja çeviremiyorsa, orada oturup düşünmek gerekiyor. yapılamayacak şey değil, ibb yıllarında başakşehir büyük takımlara kök söktürmüyor muydu bu stadda?
---
ne dedik, bilic ortalama bir teknik adam. bu nedenle, beşiktaş teknik direktörlüğüne çıtayı slaven bilic olarak belirleyen insan, ki aynı insan kendisini futbol entelektüeli olarak addediyorsa, muhatap almaya bile gerek olmayan adam listesinde başı çekiyor bende. çünkü ya beşiktaş'ın büyüklüğünün ayırdında değil ya da portföyü 20 teknik adamdan ötesine geçmiyordur. ne var ki tüm bu karalama kampanyasından hâllice yazının yazarı bilic'i teknik adam olarak beğenmiyorsa da, slaven bilic portresine bütüncül şekilde baktığı zaman gördüğü bilic projesini harika buluyor. çünkü bir daha benzeri şekilde taraftarda karşılık bulabilecek bir proje yüzü bulunamayabileceğini biliyor, ilklerin büyüsü gibi düşünmek lazım işte. ve beklentilerini olabilecek en rasyonel şekilde minimize ettikten sonra elde kalan şampiyonluk kupası ve apoletini istiyor, hiçbir şekilde bahane de kabul etmiyor. yabancı sınırlaması konusundaki yerli avantajımız madem ki bu sene son buluyor, o zaman o sene bu sene olmak zorunda arkadaşlar, lamı cimi yok.
aynı zamanda fifa 2003'ün official soundtrack'inde de yer alan şarkı.
futbolda iyi bir kariyerin anahtarının iyi menajerden geçtiğini kanıtlamakta son yaptığı-yapacağı transferlerle. mendes-gestifute'yle bağlarını kopardı koparalı işler kendisi için iyi gitmiyor, önce bütün yaz bol sıfırlı sözleşme aradı, şimdi de yıldız olarak pazarlanabileceği tek ülkeye geri dönme planları yapmakta sanırım. urfaya düşer mi düşmez fakat son ameobi-antep bld. transferinden sonra düşerse de şaşırtıcı olmaz doğrusu.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?