(bkz: daft punk)
her ne kadar adı ukteciye, soyadı postacıya, namı şarapçıya yürümüşse de ukte vermeyi entry girmeye tercih etmeyen yazardır aslında. karambol butonuyla arası yoktur mesela; bakar günün başlıklarına yazacak birşey bulamaz, yazacağı varsa da kendini tekrar etmek istemez, hevesi kaçar yazmaz. varlığıyla yokluğu arasında fark olmayan iki arada bir derede entry girmek istemez, hevesi kaçar yazmaz. tabi böyle yazınca, çok kendimi nimetten sayıyor gibi gözüktü farkındayım ama şu sözlükte hangimiz yaşamadık ki bu durumları?
o değil de;
ulan develer![ybkz]swh[/ybkz] hatrı sayılır sayıda entry'nin üzerine bir kalemde süngeri çekip, beni ukte bölümüyle özdeleştirenlerinize çok pis tirad öncesi al pacino bakışları atmaktayım, haberler ola. [ybkz]swh[/ybkz]
o değil de;
ulan develer![ybkz]swh[/ybkz] hatrı sayılır sayıda entry'nin üzerine bir kalemde süngeri çekip, beni ukte bölümüyle özdeleştirenlerinize çok pis tirad öncesi al pacino bakışları atmaktayım, haberler ola. [ybkz]swh[/ybkz]
roberto carlos'un istifası üzerine transfer haberlerinin gündemi meşgul edeceğini düşündüğüm brezilyalı sağ bek. sivasspor, temmuz 2016'ya kadar kontrat yapmış kendisiyle, bu nedenle 6 aylık + 1 sene uzatma opsiyonlu bir kontratla transferi mümkün olabilir gibime geliyor. en yüksek seviyeleri görmüş, tozunu yutmuş bir futbolcu kendisi. proje transferinin maliyeti yükselecekse (linnes-kaderebek gibi), stad tamamlanana kadar ertelenmesinde sakınca yok bence. başkanları uçmasa bari.
(bkz: malena scordia)
(bkz: monica bellucci)
dünyanın en güzel kadınını tam da karşılamıyor aslında, hani böyle ideal(!) kadın mı desem, düşsel kadın mı desem, yoksa en kadın kadın mı desem bilemedim doğrusu.
(bkz: monica bellucci)
dünyanın en güzel kadınını tam da karşılamıyor aslında, hani böyle ideal(!) kadın mı desem, düşsel kadın mı desem, yoksa en kadın kadın mı desem bilemedim doğrusu.
eisenstein'in 3 filmlik seri şeklinde çekmeyi arzu ettiği, ancak ömrünün buna yetmediği sinema şaheseri. 44'te gösterime giren ilk film, stalin tarafından tutulup teşvik edilince, yönetmen ikinci filmin çekimlerini 45'te tamamlar. ne var ki aynı stalin'i bu sefer satranç tahtasının karşısında bulur ve film ancak 13 yıl sonra, 58'de gösterime girebilir.
film, toy ivan'ın tahta geçiş töreniyle açılır -ki bugün bile çok görkemli bir anlatımdır- ivan coşkuyla ideallerini haykırırken, saray içinde dönecek entrikalara dair net ipuçları verilir. yakın gelecekte boyarlara kök söktürecek ivan'ı korkunç yapacak olaylar aktarılır ayrıntısıyla.
yavaş akan bir film olduğu su götürmez bir gerçek, ancak sinema zevkinde sinematografi'yi ön plana koymuş herhangi biri için leziz sahneler barındırdığını belirtmekte fayda var;
http://imgim.com/2772incie5504542.jpg
http://imgim.com/ivangroznyy.jpg
gibi.
film, toy ivan'ın tahta geçiş töreniyle açılır -ki bugün bile çok görkemli bir anlatımdır- ivan coşkuyla ideallerini haykırırken, saray içinde dönecek entrikalara dair net ipuçları verilir. yakın gelecekte boyarlara kök söktürecek ivan'ı korkunç yapacak olaylar aktarılır ayrıntısıyla.
yavaş akan bir film olduğu su götürmez bir gerçek, ancak sinema zevkinde sinematografi'yi ön plana koymuş herhangi biri için leziz sahneler barındırdığını belirtmekte fayda var;
http://imgim.com/2772incie5504542.jpg
http://imgim.com/ivangroznyy.jpg
gibi.
ünlü bateristlerin davul setup'larını ve tonlarını da içeren, sanal bir bateri çalma sitesi. saatlerdir başından ayrılamıyorum sözlük, pek güzel, pek şahane. aynı zamanda açıklamalı, uygulamalı dersler de mevcut sitede, en temelden gelişmişe doğru. çalma mantığı o kadar isabetli oturtulmuş ki, saatlerdir joey jordison'un setup'uyla o konser senin bu konser benim dolaşıyorum. süper bir olay;
http://www.virtualdrumming.com/
http://www.virtualdrumming.com/
sakatlık eğilimin bu kadar yüksek olacak ve herşeyden evvel sen kendini sakınmayacaksın. sakatlandığı pozisyon evet talihsizdi ama kendisi ne zaman talihsiz olmayan bir pozisyonda sakatlandı ki? profesyonellik, takım sevgisi, canını dişine takma vs. kendisi adını ne koyuyor ya da sizler ne koyuyorsunuz bilmiyorum ama azim ya da cesaretle bağdaştırabileceğim epik bir hikâyeden söz edemeyeceğim ben kendi adıma. sahadaki takım 2-0'lık skor üstünlüğüne sahip, oyun olarak da rakibi domine ediyor, söz konusu maç ucunda kupa olan bir final maçı değil, sözleşmenin son senesinde olsan da satılık listesinde değilsin, gözden çıkarılmamışsın. neyin peşindesin afedersin? senin bu kendini sakatlarcasına oyun karakterin ne takım sevgisiyle, ne profesyonellikle bağdaşıyor pektemek. takım sevgisi, sırf öngöremediğin aptallığın yüzünden 3 ay takımdan ayrı kalmak mıdır? ya da adına profesyonellik dediğin şey, paranı tıkır tıkır alacağını bilmek midir? mali krizde, sakat oyuncularının ödemesini yapamayan bir kulüpte olsaydın zekân bir tutam yükselir miydi? sorular, sorular.
geleneği bozmadın ve bu seneye de bir tane uzun dönem sakatlık sıkıştırmayı başardın. nisan sonu gibi döner, 2-3 gol atar sözleşmeni de kaparsın artık senelik 2-3 milyon liradan. hayalin ve sorunun bu zaten. iyi bir işe, iyi bir eşe kapağı atmaktan başka bir gâyesi olmayan tipik bu toprakların insanısın sen. ve işin kötüsü ne biliyor musun? yarın öbür gün kariyerin sona erdiğinde, senin için "sakatlıklar olmasaydı, yerli thomas müller olacaktı" diyecekler ve sen de buruk bir gururla, çokça sahte tevazuyla onaylayacaksın bunları. çünkü ekmeğini buradan çıkarmaya alıştın, çünkü istisnasız her milli takım hocası yeteneğinden övgüyle bahsetti (form tut forma senin), çünkü kulübün her sakatlıktan sonra arkandaydı, çünkü sen hiç kapı önü soğuğunu hissetmedin.
4 senedir takım planlamasındaki ikinci santraforsun, attığın toplam gol sayısı 20'yi bulmamış, paşam cebine 3 milyonu koyarken taraftar hiç sormamış? "beşiktaş mücadeledir, bu forma için akıtılan kan kutsaldır" diye üstüne twitter goygoyu yapmış. he yav he, çok dokunaklı.
ya biz gerizekâlıyız ya mustafa. ben bu tablodan başka bir mana çıkaramıyorum doğrusu.
geleneği bozmadın ve bu seneye de bir tane uzun dönem sakatlık sıkıştırmayı başardın. nisan sonu gibi döner, 2-3 gol atar sözleşmeni de kaparsın artık senelik 2-3 milyon liradan. hayalin ve sorunun bu zaten. iyi bir işe, iyi bir eşe kapağı atmaktan başka bir gâyesi olmayan tipik bu toprakların insanısın sen. ve işin kötüsü ne biliyor musun? yarın öbür gün kariyerin sona erdiğinde, senin için "sakatlıklar olmasaydı, yerli thomas müller olacaktı" diyecekler ve sen de buruk bir gururla, çokça sahte tevazuyla onaylayacaksın bunları. çünkü ekmeğini buradan çıkarmaya alıştın, çünkü istisnasız her milli takım hocası yeteneğinden övgüyle bahsetti (form tut forma senin), çünkü kulübün her sakatlıktan sonra arkandaydı, çünkü sen hiç kapı önü soğuğunu hissetmedin.
4 senedir takım planlamasındaki ikinci santraforsun, attığın toplam gol sayısı 20'yi bulmamış, paşam cebine 3 milyonu koyarken taraftar hiç sormamış? "beşiktaş mücadeledir, bu forma için akıtılan kan kutsaldır" diye üstüne twitter goygoyu yapmış. he yav he, çok dokunaklı.
ya biz gerizekâlıyız ya mustafa. ben bu tablodan başka bir mana çıkaramıyorum doğrusu.
türk metal müziğinde yeri yadsınamaz gruplardan biri akbaba. 90'da çıkardıkları moonlight albümü onların ne yazık ki altıpatlarındaki tek kurşunları oldu. devil ve after all gibi kaliteli işler vardı bu albümde.
alman progressive rock grubu aynı zamanda. progresif icra eden çoğu grup gibi yaptıkları müzik fazlaca deneysel, alışılmışın dışında parça düzenlemeleri, orkestrasyonlara sahip. yüksek müzikalite, dinlendirici bir sound. salt eloy'la geçirilmiş iki müzik saatinin insanın ruhunu doyuma ulaştırmaması mümkün değil bence, denemesi bedava. [ybkz]swh[/ybkz]
en büyük eksikliği -bacaklarının uzunluğundan olsa gerek- topla driblinge çıkarken yaşadığı denge problemi olan oyuncu. sanki sendeleye sendeleye top sürüyormuş gibi geliyor izlerken, topu ayağından fazla açıyor da yetişmeye çalışıyor gibi. sanıyorum aynı problemden dolayı, first touch'u da rezalet ismail'in. motta zaman zaman savunma disiplinini kaybetse de, ismail'den daha fazla "büyük takım beki" gibi oynuyor. sorumluluk alıyor, hücum genişliği sağlıyor, gerektiği zaman içe katediyor ve bir tutam ruh koyuyor oynadığı futbola. ismail ise cılız şutlar, bindirmesine güvenemediği için açtığı erken ortalar ve pas hatalarından ibaret.
sakatlıktan önce neyse aynı maalesef kendisi, ne eksik ne fazla.
sakatlıktan önce neyse aynı maalesef kendisi, ne eksik ne fazla.
soru-cevap şeklinde yapılan ve bu yönüyle röportajdan ayrılan haber şeysi.
sözlük moderasyonuyla yapmak istediğimdir, hem sözlüğün tanıtımı adına hem de gazete projesi için. fikre olumlu bakan yönetici arkadaşların [ybkz]swh[/ybkz] yeşillendirmesi rica olunur. [ybkz]swh[/ybkz]
sözlük moderasyonuyla yapmak istediğimdir, hem sözlüğün tanıtımı adına hem de gazete projesi için. fikre olumlu bakan yönetici arkadaşların [ybkz]swh[/ybkz] yeşillendirmesi rica olunur. [ybkz]swh[/ybkz]
geçen sezonun devre arasında, kendisi hakkında fredrik ljungberg benzetmesi yapmıştım ofansif mevkilerin herbirini kotarabilmesi açısından. dünkü maçta ortaya koyduğu oyunla içten içe gurur duydum bu sebepten. kerim'in "saf" yeteneğini görmek için ne "tillah" olmaya, ne de şakşakçılığını yapmaya gerek yok zira.
takımda topu ayağına yapıştırıp, bu kadar seri delici dribbling yapabilen başka futbolcu yok ve bu bir hücum oyuncusu için başlı başına saf yetenek. ama bu yeterli mi, elbette değil. benzeri serdar özkan'da da vardı ancak kendisi berbat bir profesyonel ve üstüne büyük bir hadsiz olduğu için tutunamamıştı bu kulüpte.
oyun aklı konusunda eksikliği var, ama sanıldığının aksine en büyük eksikliği bu değil, "baskıyı kaldırma" meselesi. az zamanda çok şey yapması gerektiğini hissediyor bu adam, çünkü biliyor ki beşiktaş taraftarının balon futbolcu algısı çok çabuk şişebiliyor. oyun aklı konusundaki eksikliği de oğuzhan-sosa ikilisinden birinin sahada olmadığı anlarda aslında bütün beşiktaş takımının hissettiği bir olay ama az evvel bahsini ettiğim mevzudan dolayı kabak bu adama patlıyor. çünkü ön alanda top çevirip, doldur-boşalttan başka çare üretemeyen bu takımın, ileri 3'lünün gerisinde adam markajıyla (sivas maçı-toraman) oynayan bu çocuğa topu vermekten başka çaresi kalmıyor.
maliyeti eleştirilmeyecek şey değil ama 20sinden evvel premier lig ve a milli görmüş bir oyuncuya inatla c sınıfı demek, akılla bağdaşmayan şey. fenerbahçe maçında tüm taraftarın gözü üstünde olacak, umarım kafasında hedef maçı olarak seçip büyütmez kendisi bu maçı. çok şey yapmak isteyip, hiçbir şey de yapamayabilir zira.
takımda topu ayağına yapıştırıp, bu kadar seri delici dribbling yapabilen başka futbolcu yok ve bu bir hücum oyuncusu için başlı başına saf yetenek. ama bu yeterli mi, elbette değil. benzeri serdar özkan'da da vardı ancak kendisi berbat bir profesyonel ve üstüne büyük bir hadsiz olduğu için tutunamamıştı bu kulüpte.
oyun aklı konusunda eksikliği var, ama sanıldığının aksine en büyük eksikliği bu değil, "baskıyı kaldırma" meselesi. az zamanda çok şey yapması gerektiğini hissediyor bu adam, çünkü biliyor ki beşiktaş taraftarının balon futbolcu algısı çok çabuk şişebiliyor. oyun aklı konusundaki eksikliği de oğuzhan-sosa ikilisinden birinin sahada olmadığı anlarda aslında bütün beşiktaş takımının hissettiği bir olay ama az evvel bahsini ettiğim mevzudan dolayı kabak bu adama patlıyor. çünkü ön alanda top çevirip, doldur-boşalttan başka çare üretemeyen bu takımın, ileri 3'lünün gerisinde adam markajıyla (sivas maçı-toraman) oynayan bu çocuğa topu vermekten başka çaresi kalmıyor.
maliyeti eleştirilmeyecek şey değil ama 20sinden evvel premier lig ve a milli görmüş bir oyuncuya inatla c sınıfı demek, akılla bağdaşmayan şey. fenerbahçe maçında tüm taraftarın gözü üstünde olacak, umarım kafasında hedef maçı olarak seçip büyütmez kendisi bu maçı. çok şey yapmak isteyip, hiçbir şey de yapamayabilir zira.
2013-14 sezonunun başında transfer listemizdeydi kendisi. trabzon-beşiktaş-cavcav üçgeninde uzun süre gidip gelmişti, ardından çakal trabzon'un "aykut'u alırsanız, tolga'yı satmayız" şantajının etkisiyle trabzon'a imza atmıştı. saha içini lig seviyesinde çok beğenirim ama kafa olarak tam bir magandaymış aykut, trabzon günlerinde bunu öğrendik maalesef. fenerbahçe kadrosuna aziz'in melekleri (!) kontejyanından dahil olabilir belki sonraki kariyerinde ya da şenol güneş'in yokluğunda bursa, plase de cavcav'ın kürkçü dükkânı deyip bitirelim.
kendisi kırk yıllık beşiktaşlı değildir, hoş zaten beşiktaşlı da değildir. işin teknik adamlık boyutuna hiç girmeden söylüyorum ki kendisi bir proje ürünüdür. regular beşiktaş taraftarıyla kulüp arasında bir bütünleşme sağlanması açısından yönetimin olcay ile birlikte baş köşeye koyduğu bir adamdır. tıpkı vodafone anlaşması gibi, beşiktaş'ın imajını toparlamak açısından yönetimin seçtiği güzel pr çalışmalarıdır bunlar. bu pr çalışmalarının kapsamına amatör branşları desteklemek de girer, sosyal yardım kampanyaları da, diğer ıvır zıvırlar da. çünkü karizmatik bir adam bilic, kültürlü bir adam, aykırı bir adam herşeyden evvel. deyim yerindeyse proje yüzü olmak için doğmuş bir adam.
bunları neden mi yazıyorum? birazcık sözlük sayfalarını karıştırmaya üşenen biri tarafından bilic fanboyu olarak nitelenmeyelim diye, hocalığını pek beğenen biri değilim zira. fenerbahçe-spurs maçına gitmesine içerleyenler olmuş, hak verdiğim noktalar elbet var, ama taraftarın (kişisel değil genel konuşuyorum) amatör branşlara olan ilgisizliğinin faturasını bilic maçlara gitmiyor'a kesmesi doğru mudur diye soruyorum kendime öte yandan? gidiyorum bu ve newcastle'ın da üzerinde durduğu beklenti olgusunu yaratan ilk paragrafta sözünü ettiğim yönetim çalışmasıdır çünkü, başka birşey değil. ha şu var, bilic'in kişiliği buna yatkın olmasa hiç söz konusu bile olmayacaktı belki bu, zira aynı şeyleri aynı yönetimin idaresinde aybaba döneminde görememiştik.
ben hocalığını ofsayt bulan biri olarak, kulübün imaj toparlamasına verdiği destekten ötürü memnunum. senede bir kere olan ve bütün sene reklamı yapılan bir maça gidip tim duncan'ı parkede görmek istemesini de doğal buluyorum. ha bunu aynı gün beşiktaş'ın maçı olup olmamasına bakmaksızın, rakibin nba etiketini taşımadığı herhangi bir ezeli rakip maçında tekrarlarsa olabilecek en sert şekilde de eleştiririm. ama inanarak söylüyorum ki dostlar, bu olayda bu adam masumdur. hele ki geçen sene gs maçlarını defalarca tt arena'da izleyen aynı adamı sempatik bulup laf etmemişsek, iki kat masumdur.
bence.
bunları neden mi yazıyorum? birazcık sözlük sayfalarını karıştırmaya üşenen biri tarafından bilic fanboyu olarak nitelenmeyelim diye, hocalığını pek beğenen biri değilim zira. fenerbahçe-spurs maçına gitmesine içerleyenler olmuş, hak verdiğim noktalar elbet var, ama taraftarın (kişisel değil genel konuşuyorum) amatör branşlara olan ilgisizliğinin faturasını bilic maçlara gitmiyor'a kesmesi doğru mudur diye soruyorum kendime öte yandan? gidiyorum bu ve newcastle'ın da üzerinde durduğu beklenti olgusunu yaratan ilk paragrafta sözünü ettiğim yönetim çalışmasıdır çünkü, başka birşey değil. ha şu var, bilic'in kişiliği buna yatkın olmasa hiç söz konusu bile olmayacaktı belki bu, zira aynı şeyleri aynı yönetimin idaresinde aybaba döneminde görememiştik.
ben hocalığını ofsayt bulan biri olarak, kulübün imaj toparlamasına verdiği destekten ötürü memnunum. senede bir kere olan ve bütün sene reklamı yapılan bir maça gidip tim duncan'ı parkede görmek istemesini de doğal buluyorum. ha bunu aynı gün beşiktaş'ın maçı olup olmamasına bakmaksızın, rakibin nba etiketini taşımadığı herhangi bir ezeli rakip maçında tekrarlarsa olabilecek en sert şekilde de eleştiririm. ama inanarak söylüyorum ki dostlar, bu olayda bu adam masumdur. hele ki geçen sene gs maçlarını defalarca tt arena'da izleyen aynı adamı sempatik bulup laf etmemişsek, iki kat masumdur.
bence.
fenerbahçe maçına değil, san antonio spurs maçına gitmiştir. nba global games kapsamında yılda bir ülkeye uğradığı düşünülürüse, son şampiyon spurs'ün, rengi ve özlenen beşiktaş zihniyetini basketbolda uygulamaya koyarak ligi domine eden bir takımı izlemesinin ne gibi abes bir durum oluşturduğunu sorgulamak lazım. ha (bkz: beşiktaş futbol takımı) kadrosunun veya herhangi bir personelinin, sözümona amatör branşlarda tribün doldurma gibi bir sorumluluğu veya altına imzasını attığı bir sözleşme var diyorsanız durum değişir elbette.
eski konsolculara hitap eden, dergi tadında, küçük bir blog;
http://baytaskafa.blogspot.com.tr/
bunun dışında salt beşiktaş üzerine de blog açma düşüncem var ama vakit ayırmak mesele bu işe. fekat ekşi beşiktaş tarzı çoklu yazar olayıyla gündemi yakalayan, güncel bir beşiktaş blogu açılabilir gibi. belki sözlükle eş zamanlı ve güdümlü olarak çalışan bir mecra da olabilir. bilmem ne dersiniz bu işe?
http://baytaskafa.blogspot.com.tr/
bunun dışında salt beşiktaş üzerine de blog açma düşüncem var ama vakit ayırmak mesele bu işe. fekat ekşi beşiktaş tarzı çoklu yazar olayıyla gündemi yakalayan, güncel bir beşiktaş blogu açılabilir gibi. belki sözlükle eş zamanlı ve güdümlü olarak çalışan bir mecra da olabilir. bilmem ne dersiniz bu işe?
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?