##197282
senin ben ananı sikeyim.
doğru oyuncularla oynanmaz ise futbolu katlediyor. dünyada bu sistemi adam gibi oynayabilen 2 takım vardır; birincisi zamanın chelsea'si ikincisi günümüzün barcelona'sı.
bu sistemi oynamak için;
- çok sağlam ve maç içerisinde sürekli ileri geri çalışabilecek atletik bekleriniz olmalı.
- hava toplarına da hakim kesici 1 orta saha oyuncunuz olmalı.
- 2 adet birbiriyle çok iyi anlaşabilen pas manyağı ve dripling yapabilen hücumcu orta sahanız olmalı.
- forvetin kenarlarında oynayan 2 oyuncunuzun içeriye katetmesi gerekiyor. kesinlikle kanada açılıp, klasik kenar oyuncusu modunda takılmamaları gerekiyor. zira sıfıra inip orta yaparlarsa ceza sahasında 4 defansın içerisinde 1 forvet olmuş oluyor.
- forvet oyuncunuzun takımın pas alışverişine katkısı olması gerekiyor. forvetiniz alacak verecek, devamlı aktif olacak. çapraz koşu yapacak, araya kaçacak öyle kendisine en yakın oyuncuya 40 metre mesafede takılıp elini kaldırıp top beklemeyecek. böyle olursa kendisine atılan hava topunu her defasında rakip defansa indirmiş olacak.
şimdi bakıyoruz barça'nın dünya futboluna kanırttığı bu sistemi barça nasıl oynuyor?
bekler; dani alves, eric abidal.
orta saha; xavi, iniesta(fabregas), keita*
forvet kanatları; messi, sanchez(pedro, tello)
forvet; villa(sakatlanana kadar)
bekler 90 dakika ileri geri çalışıyor, orta saha hem muhteşem pas yapıyor hemde 6 saniye kuralıyla inanılmaz bir pres. forvet kenarları skora inanılmaz bir katkı sağlıyor. forvet oyuncusu genelde asist yapıyor, 1 sezonda 35 gol atan adamdan 1 sezonda 20-25 asist yapan bir adama dönüştü villa barçaya geldikten sonra.
şimdi bu sistemin beklerle beraber en önemli tarafı forvet kenarlarıdır. as forvetiniz asist yapacağından forvet kenarları genelde skoru üreten taraf olacak. bakıyoruz barçada bu duruma;
(b: messi): 69 gol.
(b: sanchez): 14 gol.
(b: pedro): 11 gol.
(b: tello): 7 gol.
toplamda 101 gol atmış bu oyuncular. henüz sezon bitmiş de değil.
süper ligde hemen hemen tüm takımlar bu sistemi oynuyor galatasaray hariç. neden galatasaray hariç? çünkü terim bu ligin nabzını biliyor.
bu sistemi başarıyla uygulayan tek takım ligde trabzonspor. o da ne kadar başarılı tartışır ama sistem tercihi tartışılamaz. elinde olcan, volkan gibi kenar forvetler varsa bunları halil'e tercih etmen doğal. burak da tek golcü olarak üzerine düşeni yapıyor. rakamlar böyle.
ancak beşiktaş mesela bu sistemi dünya üzerinde en kötü uygulayan takım. bek yok zaten. bu sistemde bekin yoksa sen eksik oynuyorsun demektir. orta sahaya bakıyoruz kesici ernst tamam hücumcu fernandes tamam diğer hücumcu veli.
üstelik carlos bu sistemde orta sahayı 2 savunmacı 1 hücumcu şeklinde kullanıyor yani fernandes ve ernst savunmacı veli hücumcu... bu zaten ölüm gibi bir şey.
beşiktaş birçok maçı "gol atamadığı" için kaybediyor.
sistemin bir diğer kilit noktasına bakıyoruz; forvet kanatları. işte burası büyük problem. quaresma klasik bir kenar oyuncusu. özellikleri onu üstün yapsa da tarz olarak klasik. yani topu aldığında çizgiye iner ve orta yapar. keza simao aktif bir futbolcu değil. emekli oldu kendisi sezon başı.
forvete bakmak istemiyorum.
olay şu; beksiz, hücum yapamayan orta sahayla ve skor üretemeyen -üretmeye tarzı müsait olmayan- kenar forvetlerle bu sistem oynanmaz.
kimse quaresma ile simao 78 gol atsın demiyor. topu aldığında içeri girsin diyor. sezonda ortalama 10-12 gol atsın diyor. ama yok, kenar forvetlerin sezonda adam başı 3 golle oynuyorsa, forvetin pas yapamıyor, top bekliyor ve gol atamıyorsa, beklerin bek değilse bu sistem sana göre değil.
iyi teknik direktör içinde bulunduğu şartlara göre takımı şekillendirendir. luce 3'lü defansla oynadı ve tarih yazdı keza denizli 4-3-3 oynattı ve çifte kupa aldı, terim sezon başında çift forvete döndü ve şampiyon oldu sayılır.
beşiktaş ise ritmine hiç uygun olmayan bu sistemde diretti ve şuan her oyuncusu bireysel olarak eleştiriliyor. çünkü bu oyuncular bu sistemi oynayamaz. basit.
100. yılda 4'lü defans oynasaydık o efsane olan ronaldo muhtemelen "ağır kalıyor" diye eleştirilecekti. ibrahim üzülmez bek oynasaydı "defansta hata yapıyor" denilecekti. "sergen koşmuyor, ahmet yıldırım'dan forvet kenarı mı olur?, kaan dobra içe katetmiyor, ilhan tek forvet oynayamıyor vsvs." denilecekti.
çünkü bu oyunculara uygun olmayacaktı sistem. keza bakıyoruz denizli dönemine 4-3-3 oynayan takımın o iğrenç kadroya rağmen forvet 3'lüsü ve kanat oyuncuları tolamda; 48 gol atmış.
kim bunlar? bobo, holosko, nobre.
delgado ve tello da hücumcu orta saha olarak 8'er gol atmış.
gol atması gereken adamların 64 gol atmış 1 sezonda.
bu sezon tabloya bakıyoruz; forvet üçlün almeida, simao, quaresma toplam 26 gol atmış. üstelik 3 kulvarda tonla maça çıkmış bu kadro diğer kadroya oranla.
hücumcu orta sahan veli; 1 gol atmış, fernandes 7.
yani; almeida, simao, quaresma, fernandes ve veli toplam: 33 gol atmış. ama bu sisteme daha uygun olan ve oyuncu kalitesi olarak son derece vasat olan holosko, bobo, nobre, tello, delgado: 64 gol atmış.
arada 30 gol var. 30 gol eksik atarak bırak şampiyon olmayı küme dahi düşebilirsin.
geçtim rakamları da, eziyet bir futbol var sahada. birçok maçta topu ayağına alan adam ya fernandes'i arıyor ya quaresma'yı onlar da gününde değilse zaten olay bitiyor.
bekler çıkmıyor. nasıl çıksın amına koyayım toramandan bahsediyoruz. forvetin gerizekalı zaten orta sahanın 40 metre önünde top bekliyor... duran toplarda olmasa bu sezon beşiktaş gol atamayacaktı.
özet geçersek; 4-3-3 öyle bir sistemdir ki; ligin averaj takımı konumundaki ankaragücü'ne karşı pozisyona girmeden maç tamamlatır size.
doğru oyuncularla oynanmaz ise futbolu katlediyor. dünyada bu sistemi adam gibi oynayabilen 2 takım vardır; birincisi zamanın chelsea'si ikincisi günümüzün barcelona'sı.
bu sistemi oynamak için;
- çok sağlam ve maç içerisinde sürekli ileri geri çalışabilecek atletik bekleriniz olmalı.
- hava toplarına da hakim kesici 1 orta saha oyuncunuz olmalı.
- 2 adet birbiriyle çok iyi anlaşabilen pas manyağı ve dripling yapabilen hücumcu orta sahanız olmalı.
- forvetin kenarlarında oynayan 2 oyuncunuzun içeriye katetmesi gerekiyor. kesinlikle kanada açılıp, klasik kenar oyuncusu modunda takılmamaları gerekiyor. zira sıfıra inip orta yaparlarsa ceza sahasında 4 defansın içerisinde 1 forvet olmuş oluyor.
- forvet oyuncunuzun takımın pas alışverişine katkısı olması gerekiyor. forvetiniz alacak verecek, devamlı aktif olacak. çapraz koşu yapacak, araya kaçacak öyle kendisine en yakın oyuncuya 40 metre mesafede takılıp elini kaldırıp top beklemeyecek. böyle olursa kendisine atılan hava topunu her defasında rakip defansa indirmiş olacak.
şimdi bakıyoruz barça'nın dünya futboluna kanırttığı bu sistemi barça nasıl oynuyor?
bekler; dani alves, eric abidal.
orta saha; xavi, iniesta(fabregas), keita*
forvet kanatları; messi, sanchez(pedro, tello)
forvet; villa(sakatlanana kadar)
bekler 90 dakika ileri geri çalışıyor, orta saha hem muhteşem pas yapıyor hemde 6 saniye kuralıyla inanılmaz bir pres. forvet kenarları skora inanılmaz bir katkı sağlıyor. forvet oyuncusu genelde asist yapıyor, 1 sezonda 35 gol atan adamdan 1 sezonda 20-25 asist yapan bir adama dönüştü villa barçaya geldikten sonra.
şimdi bu sistemin beklerle beraber en önemli tarafı forvet kenarlarıdır. as forvetiniz asist yapacağından forvet kenarları genelde skoru üreten taraf olacak. bakıyoruz barçada bu duruma;
(b: messi): 69 gol.
(b: sanchez): 14 gol.
(b: pedro): 11 gol.
(b: tello): 7 gol.
toplamda 101 gol atmış bu oyuncular. henüz sezon bitmiş de değil.
süper ligde hemen hemen tüm takımlar bu sistemi oynuyor galatasaray hariç. neden galatasaray hariç? çünkü terim bu ligin nabzını biliyor.
bu sistemi başarıyla uygulayan tek takım ligde trabzonspor. o da ne kadar başarılı tartışır ama sistem tercihi tartışılamaz. elinde olcan, volkan gibi kenar forvetler varsa bunları halil'e tercih etmen doğal. burak da tek golcü olarak üzerine düşeni yapıyor. rakamlar böyle.
ancak beşiktaş mesela bu sistemi dünya üzerinde en kötü uygulayan takım. bek yok zaten. bu sistemde bekin yoksa sen eksik oynuyorsun demektir. orta sahaya bakıyoruz kesici ernst tamam hücumcu fernandes tamam diğer hücumcu veli.
üstelik carlos bu sistemde orta sahayı 2 savunmacı 1 hücumcu şeklinde kullanıyor yani fernandes ve ernst savunmacı veli hücumcu... bu zaten ölüm gibi bir şey.
beşiktaş birçok maçı "gol atamadığı" için kaybediyor.
sistemin bir diğer kilit noktasına bakıyoruz; forvet kanatları. işte burası büyük problem. quaresma klasik bir kenar oyuncusu. özellikleri onu üstün yapsa da tarz olarak klasik. yani topu aldığında çizgiye iner ve orta yapar. keza simao aktif bir futbolcu değil. emekli oldu kendisi sezon başı.
forvete bakmak istemiyorum.
olay şu; beksiz, hücum yapamayan orta sahayla ve skor üretemeyen -üretmeye tarzı müsait olmayan- kenar forvetlerle bu sistem oynanmaz.
kimse quaresma ile simao 78 gol atsın demiyor. topu aldığında içeri girsin diyor. sezonda ortalama 10-12 gol atsın diyor. ama yok, kenar forvetlerin sezonda adam başı 3 golle oynuyorsa, forvetin pas yapamıyor, top bekliyor ve gol atamıyorsa, beklerin bek değilse bu sistem sana göre değil.
iyi teknik direktör içinde bulunduğu şartlara göre takımı şekillendirendir. luce 3'lü defansla oynadı ve tarih yazdı keza denizli 4-3-3 oynattı ve çifte kupa aldı, terim sezon başında çift forvete döndü ve şampiyon oldu sayılır.
beşiktaş ise ritmine hiç uygun olmayan bu sistemde diretti ve şuan her oyuncusu bireysel olarak eleştiriliyor. çünkü bu oyuncular bu sistemi oynayamaz. basit.
100. yılda 4'lü defans oynasaydık o efsane olan ronaldo muhtemelen "ağır kalıyor" diye eleştirilecekti. ibrahim üzülmez bek oynasaydı "defansta hata yapıyor" denilecekti. "sergen koşmuyor, ahmet yıldırım'dan forvet kenarı mı olur?, kaan dobra içe katetmiyor, ilhan tek forvet oynayamıyor vsvs." denilecekti.
çünkü bu oyunculara uygun olmayacaktı sistem. keza bakıyoruz denizli dönemine 4-3-3 oynayan takımın o iğrenç kadroya rağmen forvet 3'lüsü ve kanat oyuncuları tolamda; 48 gol atmış.
kim bunlar? bobo, holosko, nobre.
delgado ve tello da hücumcu orta saha olarak 8'er gol atmış.
gol atması gereken adamların 64 gol atmış 1 sezonda.
bu sezon tabloya bakıyoruz; forvet üçlün almeida, simao, quaresma toplam 26 gol atmış. üstelik 3 kulvarda tonla maça çıkmış bu kadro diğer kadroya oranla.
hücumcu orta sahan veli; 1 gol atmış, fernandes 7.
yani; almeida, simao, quaresma, fernandes ve veli toplam: 33 gol atmış. ama bu sisteme daha uygun olan ve oyuncu kalitesi olarak son derece vasat olan holosko, bobo, nobre, tello, delgado: 64 gol atmış.
arada 30 gol var. 30 gol eksik atarak bırak şampiyon olmayı küme dahi düşebilirsin.
geçtim rakamları da, eziyet bir futbol var sahada. birçok maçta topu ayağına alan adam ya fernandes'i arıyor ya quaresma'yı onlar da gününde değilse zaten olay bitiyor.
bekler çıkmıyor. nasıl çıksın amına koyayım toramandan bahsediyoruz. forvetin gerizekalı zaten orta sahanın 40 metre önünde top bekliyor... duran toplarda olmasa bu sezon beşiktaş gol atamayacaktı.
özet geçersek; 4-3-3 öyle bir sistemdir ki; ligin averaj takımı konumundaki ankaragücü'ne karşı pozisyona girmeden maç tamamlatır size.
beşiktaşa şikeyle şaibeyle kupalar kazandırmasa da, oynadığı hiçbir sezon tek bir başarı elde edemeyecek olsak da, asla unutulmayacak bir adamdır. iddianame usulü gol atan, avea reklamlarına benzer maçlar oynayan istatistik krallarının yanında gerçek bir kahramandır.
karaktersiz bir adam. işin kötü yanı, her daim olmayan karakterine methiyeler düzülen bir adam olması.
bu beni rahatsız ediyor şahsen. kendisini futbolculuk döneminden çok severdim. hatta hayatımda aldığım ilk forma onun formasıydı. ancak, oyunculuğunun dışında elde tutulabilir tek bir yanının olmadığını defalarca gösterdi.
kendisinin teknik direktörlüğünü beğenmem. futbolcu transfer ederken; "enee bu kıçını göstermiş, bize yakışmaz bu" deyip, aynı takımdan rastgele bir başka oyuncu alan, öne geçtiği her maçta oyunu kilitlemeye çalışan, yıldız futbolcularla anlaşamayan, neresinden bakarsan bak her maç sonu aynı demeçleri veren kaderine razı, çoğu zaman yenilme korkusu kazanma tutkusunun önüne geçen, tipik aciz türk teknik direktörüdür.
kendisinin döneminde;
- beşiktaş 6 yıldır yenilmediği kadıköy de yenilmiştir.
-avrupa kupaları ve hatta tüm tarihi boyunca aldığı en farklı mağlubiyeti almıştır.
ancak kendisi eleştirdiğim nokta bu değil. adamlığı...
iyi hatırlıyorum, futbolculuğu döneminde beşiktaş'tan nasıl koparıldığını. hava alanında öğrenmişti transferi, hüngür hüngür ağlıyordu. yapılan bu yanlışı eleştiriyordu.
peki bunları yaşayan bir insan olarak kendisi ne yaptı?
-1 yıl kiralık olarak değerlendirdiği, ümit milli takım oyuncusu fahri tatan'ı her konuşmasında "gelecek sene en güvendiğim" oyuncu şeklinde lanse etti. akabinde kampa aldı, tüm hazırlık maçlarında oynattı ve yine her konuşmasında hazırlık kampının yıldızı olarak nitelendirdi. sonra mı? fahri tatan birkaç gün sonra, takımla beraber istanbula dönerken uçakta cep telefonuna gelen mesajdan öğrendi gönderildiğini.
-bir fenerbahçe maçından sonra yıldırım demirören isimli tüp'ün yaptığı "bundan sonra paf takımla çıkacağız maçlara" açıklamasında, başkanının arkasında ellerini birleştirmiş, susmuş, sinmiş bir şekilde dinliyordu. bunun nasıl bir saçmalık olduğunu söyleyecek cesareti yoktu.
-yine özel olarak alınması için kıçını yırttığı "boğaz'ın maradonası" şeklinde lanse ettiği higuain'i toplamda 3 maç oynatmadan yolladı.
-sinan engin gibi bir adamın yalakalığını itina ile yaptı.
-dünyanın her yerinde başarısız olmuş insanlar sessiz sedasız istifa ederken, ertuğrul yandaş medyayı da yanına alarak tamamen beşiktaş camiasına posta koyarak, neredeyse bir tören edasıyla istifa etti. gerçi tüm teknik direktörlük kariyeri boyunca bu tarzdan vazgeçmedi. her daim bir rolün adamı oldu. o bu suni tavrı sayesinde bugün hala "iyi yerlerdedir". sorduğunuzda insanlara; ertuğrul iyi bir taktisyen midir? veya iyi bir lider midir? yahut vizyon sahibi bir insan mıdır? diye eminim ezici bir çoğunluk "hayır ama adam gibi adamdır" şeklinde bir cevap verecektir. ne adamlıkmış amına koyayım.
-bugün bakıyoruz kendisine, yıllarca ekmeğini yediği, onu ertuğrul yapan camiaya alakasız bir şekilde 90 dakika küfür eden insanlara teşekkür ediyor. yetmiyor bir daha ediyor, yalıyor, yalıyor, yalıyor.
aslında bu politik tavrı çok istisnai bir durum değil. bunu bir başka teknik adam yapsa dikkatimi dahi çekmez. üzerinde dahi durulmaz. ancak her daim "adamlığıyla" gündeme gelen bu kişi yapınca insana hayatı sorgulatıyor.
teknik direktörlük adına, göz alıcı, takdir edilecek hiçbir meziyeti olmamasına rağmen bu adam siyasi bağlantıları gereği yakın bir zamanda milli takım teknik direktörü olacak. aslında bursaspor şampiyon olmasa idi, fatih terimden sonra direkt olarak geçecekti takımın başına. ama bu beklenmedik durum, organize işleri biraz geciktirdi.
bu beni rahatsız ediyor şahsen. kendisini futbolculuk döneminden çok severdim. hatta hayatımda aldığım ilk forma onun formasıydı. ancak, oyunculuğunun dışında elde tutulabilir tek bir yanının olmadığını defalarca gösterdi.
kendisinin teknik direktörlüğünü beğenmem. futbolcu transfer ederken; "enee bu kıçını göstermiş, bize yakışmaz bu" deyip, aynı takımdan rastgele bir başka oyuncu alan, öne geçtiği her maçta oyunu kilitlemeye çalışan, yıldız futbolcularla anlaşamayan, neresinden bakarsan bak her maç sonu aynı demeçleri veren kaderine razı, çoğu zaman yenilme korkusu kazanma tutkusunun önüne geçen, tipik aciz türk teknik direktörüdür.
kendisinin döneminde;
- beşiktaş 6 yıldır yenilmediği kadıköy de yenilmiştir.
-avrupa kupaları ve hatta tüm tarihi boyunca aldığı en farklı mağlubiyeti almıştır.
ancak kendisi eleştirdiğim nokta bu değil. adamlığı...
iyi hatırlıyorum, futbolculuğu döneminde beşiktaş'tan nasıl koparıldığını. hava alanında öğrenmişti transferi, hüngür hüngür ağlıyordu. yapılan bu yanlışı eleştiriyordu.
peki bunları yaşayan bir insan olarak kendisi ne yaptı?
-1 yıl kiralık olarak değerlendirdiği, ümit milli takım oyuncusu fahri tatan'ı her konuşmasında "gelecek sene en güvendiğim" oyuncu şeklinde lanse etti. akabinde kampa aldı, tüm hazırlık maçlarında oynattı ve yine her konuşmasında hazırlık kampının yıldızı olarak nitelendirdi. sonra mı? fahri tatan birkaç gün sonra, takımla beraber istanbula dönerken uçakta cep telefonuna gelen mesajdan öğrendi gönderildiğini.
-bir fenerbahçe maçından sonra yıldırım demirören isimli tüp'ün yaptığı "bundan sonra paf takımla çıkacağız maçlara" açıklamasında, başkanının arkasında ellerini birleştirmiş, susmuş, sinmiş bir şekilde dinliyordu. bunun nasıl bir saçmalık olduğunu söyleyecek cesareti yoktu.
-yine özel olarak alınması için kıçını yırttığı "boğaz'ın maradonası" şeklinde lanse ettiği higuain'i toplamda 3 maç oynatmadan yolladı.
-sinan engin gibi bir adamın yalakalığını itina ile yaptı.
-dünyanın her yerinde başarısız olmuş insanlar sessiz sedasız istifa ederken, ertuğrul yandaş medyayı da yanına alarak tamamen beşiktaş camiasına posta koyarak, neredeyse bir tören edasıyla istifa etti. gerçi tüm teknik direktörlük kariyeri boyunca bu tarzdan vazgeçmedi. her daim bir rolün adamı oldu. o bu suni tavrı sayesinde bugün hala "iyi yerlerdedir". sorduğunuzda insanlara; ertuğrul iyi bir taktisyen midir? veya iyi bir lider midir? yahut vizyon sahibi bir insan mıdır? diye eminim ezici bir çoğunluk "hayır ama adam gibi adamdır" şeklinde bir cevap verecektir. ne adamlıkmış amına koyayım.
-bugün bakıyoruz kendisine, yıllarca ekmeğini yediği, onu ertuğrul yapan camiaya alakasız bir şekilde 90 dakika küfür eden insanlara teşekkür ediyor. yetmiyor bir daha ediyor, yalıyor, yalıyor, yalıyor.
aslında bu politik tavrı çok istisnai bir durum değil. bunu bir başka teknik adam yapsa dikkatimi dahi çekmez. üzerinde dahi durulmaz. ancak her daim "adamlığıyla" gündeme gelen bu kişi yapınca insana hayatı sorgulatıyor.
teknik direktörlük adına, göz alıcı, takdir edilecek hiçbir meziyeti olmamasına rağmen bu adam siyasi bağlantıları gereği yakın bir zamanda milli takım teknik direktörü olacak. aslında bursaspor şampiyon olmasa idi, fatih terimden sonra direkt olarak geçecekti takımın başına. ama bu beklenmedik durum, organize işleri biraz geciktirdi.
quaresma'nın 3, necip'in 3, ismail köybaşı'nın 4, sivok'un 2, toraman'ın 2, guti'nin, fernandes'in, ekrem'in ve daha birçok beşiktaşlı oyuncunun kırmızı kart gördüğü ligde aynı dönemde -2 senedir- tek bir defa kırmızı kart görmemiş oyuncu.
beşiktaş, fener, galatasaray vsvs. her şey konuşulur, tartışılır ancak şu adamın şu anasını siktiğimin liginde korunmadığını söyleyen adamla aynı galakside nefes alınmaz.
necip diyorum 3 kırmızı kart diyorum. vay anasını sikeyim.
(bkz: emre belözoğlu dokunulmazlığı)
beşiktaş, fener, galatasaray vsvs. her şey konuşulur, tartışılır ancak şu adamın şu anasını siktiğimin liginde korunmadığını söyleyen adamla aynı galakside nefes alınmaz.
necip diyorum 3 kırmızı kart diyorum. vay anasını sikeyim.
(bkz: emre belözoğlu dokunulmazlığı)
şöyle bir baktım da, kendisinden nasıl nefret etmişsem artık, fena yardırmışım zamanında...
başka interaktif platformlarda hakkında yazdığım bir kaç yazı;
-- spoiler --
hiçbir şeydir.
benim için tam tanımı budur.
kariyeri falan sikimde değil. benim için ve öyle sanıyorum ki beyni olan tüm beşiktaşlılar için burada yaptıkları önemlidir.
peki ne yapmıştır burada? kocaman bir hiçbir şey...
tabii hiçbir şey yapmadı derken işin teknik kısmından bahsediyorum. bunun dışında bol bol konuşmuştur, hiç durmadan, tamamen saçma sapan.
kendi bütçesinin onda biri takımlara kendi seyircisinin önünde domalıp; "ama onlar hep defans yapıyor üzülüyoruz biz" tadında akla mantığa sığmayacak, yarak kürek demeçler... merak ediyorum kendi bütçesinin 3-5 katı değerindeki takımlarla oynama şansı olsaydı, misal bir liverpool yada ne bileyim bir arsenal, bu takımlara karşı es kaza öne geçse idi beşiktaş ne yapacaktı? ne yapmalıydı? saldırmalı mı? güldürmeyin adamı amına koyayım.
futbol budur, basit. kendinden çok daha kaliteli bir takıma karşı öne geçersen savunma yaparsın, zamandan çalarsan vs. tuhaf mantıklar yürütüp her olaya bir kılıf bulmak falan gerek yok.
şuan beşiktaş'ın elinde belkide yakın tarihin en sağlam kadrosu var...
sonuç...?
ha doğru defans yapıyorlar, bugün kiev de defans yaptı değil mi? beynini sikeyim senin.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
sabredilmemesi gereken beşiktaş teknik direktörü.
ki bu noktada bir çok fikir ayrılıklarına neden olduğu gerçeği mevcut. bu anlaşılabilir bir şey.
bir çok beşiktaş taraftarı, özellikle yıldırım demirören dönemindeki "harcanan" teknik direktörlerin fazlalığından dem vurup, bernd schuster'ide bu gruba katmak istemiyor buda anlaşılabilir bir şey.
şimdi yıldırım demirören dönemindeki teknik direktörlere ve karşılaştıkları manzaraya bir bakalım;
vicente del bosque neler yapmış ufak bir gözlem yapalım;
sene 2004, yıldırım demirören başkanlık seçimini kazanır ve uzun süre bir başkası düşünülürken ani bir kararla takımın başına del bosque getirilir.
seçimlerden dolayı hazırlık kampının ilk dönemi antrenörler eşliğinde yapılır vs. sonra del bosque takımın başına geçer...
bir sene önce tarihinin en skandal şampiyonluk mücadelesini vermiş, başkanından masörüne tüm camiası demoralize olmuş bir beşiktaş vardır önünde... ligde 11 puan önde giderken, ince ince doğranmış, adeta kupası elinden alınmış, olaylı samsun maçından sonra bir daha asla toparlanamamış ve o maçtan sonraki hemen hemen tüm maçlarını kaybetmiş, çökmüş bir takım... tabii tüm bunlar olurken başkanı ve genel menajeri tuhaf mafyatik bağlantılardan dolayı apar topar istifa etmiş veya ettirilmiş durumda kısacası tam bir kaos...
bu şekilde görevine başlayan del bosque'nin elinde aşağı yukarı şu şekilde bir kadro vardır; iki kaleci, murat şahin ve ramazan kurşunlu, futbollarının son demlerini yaşayan hatta yaşamayan ahmet yıldırım, kaan dobra, emre aşık, sergen yalçın, okan buruk gibi oyuncular(hepsinin beşiktaşta ki son senesidir, bir çoğunun süper ligdeki son senedir), veysel cihan, ali güneş, mustafa doğan gibi vasat oyuncular ve yeni transferler yani elle tutulabilecek iki oyuncu diyebileceğimiz carew ile juanfran(ki kendisi normal şartlarda beğendiğim bir oyuncu olmasına rağmen ülke değişimi tabiri caiz ise amına koymuştur ve sıfır performans ile oynamıştır)
bu vasat kadro ile sezona başlayan beşiktaş oldukça kötü bir giriş yapmıştır. ancak oynanılan futbol umut vermektedir, özellikle del bosque'nin takımı gençleştirme çabası, açık futbol anlayışı ve oynattığı kaos futbolundan uzak, sistem bazında yerli yerinde futbol sonuç vermiş, takım devre arasına yani, del bosque gidene kadar 9 maçta 7 galibiyet 2 beraberlik almış(aralarında derbilerde var) gayet başarılı bir seri yakalamıştır.
ardından yıldırım demirören gibi tüm futbol tarihinin en gerizekalı yöneticisi tarafından apar topar yollanmıştır. beşiktaş'ın "gerçek taraftarları"nın boğazında bir yumru olmuştur bu gidiş...
sonrasında takımın başına del bosque gibi bir futbol değeriyle asla kıyaslanamayacak ancak "beşiktaşın çocuğu" kontenjanı ile bu takımı çalıştırma şansına erişebilecek rıza çalımbay gibi 2. sınıf bir teknik direktör getirilmiştir.
bu sezon yani 2004-2005 sezonu düşe kalka bir şekilde devam etmiş ve başladığı gibi bitmiştir.
beşiktaş 69 puanla, şampiyon fenerbahçe(80), ikinci trabzonspor(77) ve üçüncü galatasarayın(76) ardından ligi 4. sırada bitirmiştir. tabii şundan da bahsetmek gerekiyor, o dönem ki rakipleri ciddi anlamda önemli kadrolara sahiptir...
başlıca;
fenerbahçe de; alex de souza, nicolas anelka, mehmet aurelio, tuncay şanlı, pierre van hooijdonk gibi daha sonra şampiyonlar liginde çeyrek finali getirecek bir kadronun iskeleti kabul edilen oyuncular vardır.(pierre hariç)
galatasaray da ise; efsane jenerasyonun son demlerini yaşayan, hakan şükür, hasan şaş, arif erdem, ergün pembe, hakan ünsal ve ek olarak mondragon, necati ateş vs. vardır.
baktığımız zaman bırakın yönetimsel sıkıntıları, camiada ki kaosu, sadece kadrolara bakarak bile beşiktaşın şampiyon olamayacağı ön görülebilir...
------------------------------------
ardından rıza çalımbay dönemi geliyor;
aslında rıza çalımbay'ın vizyonuna, kariyerine baktığımda ve onun beşiktaş kariyerinin bernd schuster'e bir referans olamayacağını düşündüğümden bu dönemi değerlendirmeye gerek görmüyorum...
tabii ne olursa olsun şunu da söylemek lazım; kendisinin ne amaçla getirildiği yada gelecek adına düşünülüp, düşünülmemesinden bağımsız olarak, gönderiliş şekli çok yanlıştır ve kendisine yıldırım demirören tarafından büyük ayıp edilmiştir. burada konudan bağımsız olarak tüpçünün nasıl bir göt olduğuyla alakalı fikir sahibi olabiliriz.
------------------------------------
gelelim jean tigana'ya;
şahsi kanaatim, en zor koşullarda çalışmış hoca olduğudur...
tigana'nın çalışma şartlarını zorlaştıran neden ise, kulübün amına koyan mafyatik skandalların akabinde tekrar yönetime dönmüş, yıldırım demirören'in pampası sinan engindir.
çok uzatmaya gerek yok o döneme vakıf olan herkes bilir, ten renginden, ağzındaki kürdana kadar eleştirilmiş bir adamdır tigana, sinan enginle sık sık problemler yaşamış 1.5 sezon takımda kalmasına rağmen üstüne basa basa istediğim transferler yapılmadı diyen, sinan enginin devamlı olarak basın bağlantılarını kullanarak taraftarın önüne attığı bir adamdır.
tüm bunlara rağmen tigana yönetimindeki beşiktaş, adem dursunlu, youlalı, ali tandoğanlı, baki mercimekli, ailtonlu kadrosuyla fenerbahçenin ardından ligi ikinci bitirmiş, yani şampiyonlar ligine katılma şansı yakalamış, toplamda 3 kupa almıştır.
ve yine yıldırım demirören ve pampası sinan engin tarafından başarısız bulunarak gönderilmesi kararı verilmiştir...
tabii del bosque'ye ödenen tazminattan ağzı yanan bu yavşaklar tigana'ya başta da söylediğim gibi tüm görev süresince yaptıkları kötü muameleyi aynı şekilde sonlandırmışlardır. takımdan kendi isteğiyle gitmesi için baskı yapılmış hatta gözünü korkutmak için basının önüne atmayı bırakın arabasının camları dahi kırdırılmıştır. hesapta taraftar tepkisi, göz dağı vs. zihniyetini siktiklerim...
------------------------------------
neyse.
ardından takımın başına ertuğrul sağlam getirilmiştir.
yerli bir teknik direktör olduğundan ve sonrasında bursa ile yaptıkları ortada olduğundan çok fazla değinmeyeceğim, ancak bir kaç cümleyi esirgememek lazım.
ertuğrul sağlam yönetimindeki beşiktaş ilk ve son sezonunda ligi ikinci fenerbahçe ile aynı puanla(73) bitirmesine rağmen averaj hesabıyla 3. olmuştur. fenada oynamamıştır ancak gerek fenerbahçenin gerek galatasarayın o dönem ki kadrosu ciddi anlamda beşiktaşa oranla üst düzeydir.
ki zaten ertuğrul sağlam kovulduktan sonra yaptıklarıyla yıldırım demirören'e gerekli ayarı vermiştir. üstüne konuşmaya dahi gerek bırakmamıştır.
------------------------------------
daha sonra takımın başına mustafa denizli getirilmiştir.
ki benim görüşüm, lucescu gibi bir efsaneden sonra yapılan en iyi tercihtir, gönül isterdi ki sağlık problemleri olmasın daha uzun yıllar çalıştırsın takımı ancak olmadı.
çifte kupa almıştır, mustafa denizli. bu türkiye sınırlarında yaşanabilecek en ileri başarıdır, üzerine konuşmaya gerek yok zaten.
------------------------------------
şimdi kısaca özetlersek; vicente del bosque yukarıda ayrıntılı belirttiğim sebeplerden dolayı "harcanan" bir teknik direktördür.(bir sıralama yaparsak, bence gönderilmesi en can sıkan teknik direktördür) jean tigana yine aynı şekilde, 3 kupa almasına rağmen tek kuruş tazminat verilmeden, rezalet biçimde kovulmuştur. bir çok otoriteye göre başarılıdır. rızayı geçelim, ertuğrul sağlam yukarıda da belirttiğim gibi gittikten sonra tarihi bir ayar vererek konuşulacak bir şey bırakmamıştır. ve tabii ki "harcanan" teknik direktörler listesine, liste başından giriş yapmıştır. mustafa denizli ile anlaşılarak ayrılındığından onuda geçelim.
aynı zamanda yukarıda ismi geçen teknik direktörler; türkiyede bulundukları süre içerisinde 1960'lardan bahsetmemiş, "amanda rakiplerimiz kapanıyor, gol atamıyoruz yazık bize" dememiş, "ben şöyle efsaneyim, böyle süperim , siz kimsiniz ulan" triplerine girmemiş. avrupa kupalarında mücadele eden rakiplerinden trabzon karşısında alınan yenilginin akabinde "onlar avrupada yok ondan kafaları rahat" gibi tuhaf laflar etmemiştir...
ve tüm bunlardan önemlisi asla ve asla, taraftara saygısızlık yapmamışlardır.(buraya özellikle dikkat)
bernd schuster'e verilen kredi kimseye verilmemiştir. beşiktaşın önemli değerlerinden tayfuru bir çırpıda silmiştir. yıllardır süregelen "kamp" kültürünü tek hamleyle yok etmiştir. bobo gibi bana göre futbol kariyeri beşiktaşla şekillenmiş, 100 yıllık beşiktaş tarihinde "en golcü yabancı" ünvanını henüz 25 yaşında ele geçirmiş ve seneye türk olacak önemli bir değeri harcamakta. kişisel olarak çok önemsediğim bir oyuncu olan ferrari'ye yaptıkları(#207528)...
istediği tüm transferler yapılmıştır. en azından bize gözüken bu...
peki sonuç?
"ligde ilk 5'e girebilecek miyiz?" endişesi yaşayan, bir taraftar. hani şu stad dan kovulan taraftar...
iyi futbol? bırak iyi futbolu tamamen kaos futbolu.
umut veren bir durum? ne saha içinde ne saha dışında böyle bir şey göremiyorum. necip-aurelio tercihi veya hakan-cenk tercihi bu noktada en somut örneklerdir.(hakan-cenk tercihinden kasıt sezon başında hakanda ısrar edilmesi ve kaybedilen puanlardır, akabinde sakatlık gibi bir zorunlu tercihle cenk kaleye geçmiştir)
peki tüm bunlara rağmen neden taraftar bernd schuster konusunda fikir ayrılığı yaşıyor diye düşünecek olursak; özellikle bu sezon yapılan yıldız oyuncu transferlerinin akabinde bir beşiktaş taraftarı olarak beni dahi utandıran "açgözlü taraftar profili" dir derim sebep...
evet bazıları erken rüya gördü uefa kupası vs. hayalleri, ve evet basın her dönem olduğu gibi schuster'in yani beşiktaş teknik direktörünün üzerine oynuyor ve evet kanı kaynayan ergenler gibi her başarısızlık durumunda hoca gitsin diyenler yine piyasadalar. ancak tüm bu insanlara muhalefet olayım derken olayın büyüsüne kapılıp gerçekleri görmemek en kötüsü.
uefa kupası veya illada lig şampiyonluğu istemiyor aklı başında taraftarlar. en azından takımın umut vermesini, en azından iyi futbol görmeyi umut ediyor... en azından staddan kovulmayı hak etmiyor...
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
tanım: alman pornocusu kılıklı adam.
beşiktaş yakın tarihinin en büyük hüsranı olma yolunda emin adımlarla gitmekte.
beşiktaş için sezonun en önemli maçları diyebileceğimiz son 2 maçta, kendi seyircisi önünde 4'er gol yemeyi başarmış takımın teknik direktörü... öyle sanıyorum ki son iki maçta takımın başına bırak 7-8 ay beraber bu takımla yatan kalkan adamı, süper lig'ten seçmece bir teknik direktör koysan bundan kötü bir sonuç alamazsın...
20 şubat itibariyle yine fantastik kararlara imza atmıştır; aylardır forma görmeyen rüştü kalede, ferrari yine aynı şekilde, beşiktaş forması ile mevcut takımın içindeki hem bu sezona hem genel gol ortalamasına bakarsak en golcü, derbiler de en çok gol atan, fenerbahçeye karşı en çok gol atan adam olma ünvanını taşıyan bobo ilk 18 de yok, sezonun ilk yarısında kaybedilen her maçtan sonra, defans hataları gündeme geldiğinde, ısrarla söylenen; "ikinci yarı sivok gelecek, sorun kalmayacak" cümlesin öznesi 18'de yok, herkesin net şekilde gördüğü aurelio-necip rotasyonu uygulanmış, aylardır ortada olmayan necip bugün birden sahaya atılıyor, maç eksiği vs. kimsenin sikinde değil...
takım tüm sezon oynadığı ve bariz şekilde hata olduğu düşünülen ancak ısrarla sürdürülen ve alışıla geldik sistemden bu maç itibariyle kopuyor ve yeni sistemi denemek için ilk maç olarak fenerbahçe maçı düşünülüyor.
şimdi araştırıp uğraşamayacağım ancak aşağı yukarı şu şekilde;
-rüştü 5-6 aydır piyasada yok.
-ekrem sakatlığının da etkisiyle tüm sezon 6 aydır 3 maç oynamamış
-ferrari yine aynı şekilde; önce "sistemime uymuyor" denilerek, sonra sakatlık vs gibi sebeplerden tüm sezon yok sanırım bu sezon oynadığı 2 veya 3. maçı.
-necip aylardır yok.
-sivok hep var, ancak bu maç yok.(futbolu biraz bilenler savunma kurgusunun ne demek olduğunu bilirler, bundandır ki en az rotasyon bu bölgede yapılır)
-nobre hep var, bu maç yok.
-takımın en golcü oyuncusu bobo 3 gün önce 11'de bu maç 18'de dahi değil.(bileti kesiliyor, içim acıyor amına koyayım)
-aurelio hep var, ancak bu maçta yok.
-son şampiyonlukta kilit adam olan, en çok süre alan ve beşiktaşın en sevilen yabancı oyuncularından ernst bir var bir yok, bu maçta var.(aynı bobo gibi harcanmakta)
tablo bu.
iki dakika dürüst olalım, bir türk teknik direktör yapsa bunları?
siktir edin türk'ü falan kimseye bu kadar büyük bir özgürlük verilmedi.
ki zaten beni en çok şaşırtan da bu olay. bu adamı frank rijkaard'la falan kıyaslıyorlar. ikisine verilen kadrolara, ikisinden de oluşan beklentilere(beşiktaş taraftarı şampiyonluk beklemiyor) ve ikisine sunulan, seçim ve çalışma özgürlüğüne bakalım.(ki bu noktada adnan sezgin desek yeterli olur)
tüm bunların dışında bu adamın ön görülen en büyük özelliği yıldız futbolcularla çalışma konusundaki başarısıdır !
bir bakalım ne yapmış;
-beşiktaşın en pahalı en kariyerli ve en sevilen defans oyuncusu olan ferrari'yi tam olarak silmiş.(kendisi dün gece bir tür intikam denedi, ki bu bernd schuster'in ona yaptığından daha kahpece bir hareket)
-yıllardır en sevilen futbolculardan olan ve seneye türk vatandaşı olabilecek olan bobo'yu sildi.(yazık)
-ibrahim üzülmez gibi beşiktaş camiası için bernd schuster'den çok daha önemli olan bir ismi sildi.(ayıp)
-sezon başında her beşiktaşlıyı gururlandıran necip uysalı bu sezon için sildi.
-sanırım çanlar sivok için çalıyor...
bunlar işin tartışılamayacak kadar net olan kısmı. birde "oyuncu-sistem" tercihleri var ki, kedi canını senin.
öncelikle bu konuda eleştiri getirmeden önce şunu belirtmeliyim, "adam röööyööll mööddrüüüdd hooocaassuuu seaan dahaa müü iyyüü büülüüceeean" gibi bir mantığa futbol dünyasında yer yok.
misal dünkü maç, fenerbahçede "yıldız futbolcu" konumundaki adamlara bakalım;
-alex(16 gol bir o kadar da asist)
-niang(12 gol)
-lugano(5 gol, takımın bankosu halinde)
ve bu yıldız sayılan futbolcuların "gol" istatistiklerinden çok daha önemlisi, takım bütünlüğü içinde oluşları ve ortaya koydukları performans.
geçelim beşiktaşa;
-bobo(7 gol, henüz ekim ayında bu sayıya ulaşıp avrupa gol krallığında hulk'ın ardından ikinci sıradayken üstü çizilmiş bir adam)
-guti(6 gol, 5'i penaltı zaten)
-enrst(şu aşamada yedek, 1 gol)
-quaresma(1 gol)
-ferrari(4 maç)
aynı zamanda bu futbolcuların, gol istatistiklerinin dışında vasat bir performans gösterdikleri de zaten ortada. ki öyle olmasa bu beşiktaş siker atar ortalığı.
oyuncuların hepsini değerlendirmeye gerek yok, sadece birini değerlendirdiğimizde ortaya çıkan tablo zaten olayı özetliyor.
bu sezon itibariyle beşiktaş'ın forvet arkası(10 numara) oyuncusu; mert nobre, ön liberosu ise guti. bu noktada "guti zaten ön libero idi real madrid'de" gibi bir mantık peydah olmasın. bir çoğumuz bilir ki guti denilen adam futbola amc başlamıştır, real madrid'in hayvani transferlerinin ardından, pasör özelliğinden yararlanmak amacıyla ön libero mevkine çekilmiştir.
yani önünde zidane ve figo olan takımın ön liberosudur, guti. önünde nobre olan takımın değil. ki zaten artık 34 yaşında olan bir adamın ön libero mevkinde koşmasını, top çalmasını beklemek aynı adamın 60.dk da oyundan düşmesini beklemekle eş değerdir.
serbest stilde forvet arkası bir guti yine yaşıtı alex gibi performansını 90 dkya yayabilir.
mevcut kadroya bakıyoruz;
manuel fernandes, fabian ernst, necip uysal, mehmet aurelio gibi oyuncuların üçü, nobre forvet arkası oynayabilsin diye yedek bekliyor... guti o mevkide oynasa hem guti'nin performansı artacak hem bu adamlar hayata küsmeyecek... takıma katkı açısından bakarsak; erns-fernandes ön liberosu ve amc pozisyonundaki guti/ guti-aurelio ön liberosu ve amc pozisyonundaki nobre/ seçiminden çok daha akla yakın...
ve tablo ortada.
ha birde; boy ortalaması bu kadar uzun olup, bu kadar kötü duran top organizasyonu yapan başka bir takım var mıdır? merak ediyorum amına koyayım...
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
özel bir adamdır.
bir hikayeyle pekiştireyim;
dakika 66 takımın 1-0 önde, rakip uzun süredir 10 kişi, kendi sahanda oynuyorsun, azımsanmayacak bir destek var... şampiyonluk yarışını yakından ilgilendiren bir maç. rakip takım kadro kalitesi ve bütçe olarak senden kat be kat düşük.(ki bu durumu ayrıntılarsak, burak yılmaz demek yeterli olacaktır hani şu kıçına tenekeler bağlanarak beşiktaştan kovulan burak yılmaz)
ve sen büyük bir çaba göstererek kucağındaki bu maçı rakibe veriyorsun, zor iş.
keşke bu senaryo, tek maçla sınırlı kalsa. bir çoklarına göre beşiktaş yakın tarihinin en iyi kadrosu var elinde ve son 15 yılın en kötü sezonu yaşanıyor, tuhaf.
hücum futbol zırvalarıyla savunuluyor birde bu adam, şaşırıyorum.
beşiktaş lider trabzonspor'dan 14, fenerbahçe'den 17, bursaspor'dan 4 gol az atmış ki yediği gollere veya averaj hesabına hiç girmiyorum. ligin çaylak takımı, 10. sıradaki kardemir karabük ile gol sayısı eşit beşiktaş'ın.
hücum futbol anlayışı 10 kişi kalmış rakibine karşı, ortasahanın en dinamik ve dünkü maça göre söylüyorum en başarılı adamı olan fernandes'i çıkarıp yerine nobre'yi sokmak olan bir teknik direktör, komik.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
bu sezon beşiktaş'ın başında olsaydı muhtemelen; zaten iflasın eşiğinde, yönetimsel bir krizin içinde olan takımda tonla benzer arıza çıkar iyice dağılırdık. geçen sezon toplamda 8-1 domaldığımız kiev'in altında kalır ve uefa gruplarından çıkamazdık... şuanda ligde 9. sırada avrupa grubuna kalmak için orduspor'la yarışıyor olurduk...
devre arası pahalı transferler isteyip, 17'de 17 parolasıyla ikinci yarıya başlar, maddi ve sportif açından iyice çökerdik.
belki sövecek bir edu'muz olmazdı ancak; milyon dolarlık transferlerimizi twitter'dan takip edip mutlu olurduk.*
hedefsiz, darmadağın, yıkılmış bir beşiktaş ortaya çıkardı ama suç 1960'ların futbolu oynanan türkiye liginin olurdu. asla toz konduramazdık şusterimize...
çünkü o; egemen'in yerine atınç'ı, fernandes'in yerine muhammed'i, ernst'in yerine burak kaplan'ı oynatırdı... bizlerde cm'de takım yönetiyorcasına mutlu olurduk. sanki 2 yıl sonra bu adamlar 500 milyon papele satılacakmış ve kulüp kazanacakmış gibi.
sonra carvalhal kötü teknik direktör. adam transfer yapamadı, transfer. var mı avrupada bir tane transfer yapamayan teknik direktör.
bu arada şuster'in kariyerini övüp övüp bitiremeyen sığırlar carlos'un kariyerine sövüyor. onu "bilmemekle" suçluyor.
aha arkadaşın kariyeri;
doğum tarihi : 22.12.1959
doğum yeri : augsburg
uyruğu : (almanya)
kariyeri:
2010-2011 beşiktaş
2007-2008 real madrid
2005-2007 getafe
2004-2005 levante
2003-2004 shakhtar donetsk
2001-2003 xerez
1998-1999 köln
1997-1998 fortuna köln
1 yıldan fazla çalıştırdığı kaç takım var? kaç sene boşta kalmış? şuan hangi takımı çalıştırıyor?
bu arada getafe hariç tüm takımlardan kovulmuştur kendisi.
diğer takımlar hakkında da bilgi vereyim;
fortuna köln: şuanda almanyanın 4 alt liginde.
köln: ikinci ligdeyken takımın başındaydı.
xerez: bu takımı üst üste 2 defa 1. lige çıkarmaya çalıştı başaramadı ve kovuldu.
shakhtar donetsk: bu takımdan sezonu tamamlayamadan kovuldu. bitime 5 hafta kala kendisinin yerine luce getirildi ve takım son 5 maçını kazanarak ligde ikinci oldu, şampiyonlar ligine gitti. ki bir sonraki sezon luce yönetiminde hem avrupada başarılı oldu hemde ligde şampiyon oldu.
levante: bu takımı küme düşürdü. ve yine sezonun bitmesine 3 hafta kala kovuldu.
getafe: 2 sezon takımın başında kaldı ikisinde de ligi 9. sırada bitirdi.
real madrid: gelelim herkesin "başarı" sandığı real deneyimine... takımın başına geldiğinde önce ispanya süper kupasında sevilla'ya 1-0 ve 5-3 yenildi, haliyle kupayı kaybetti. ki bu yenildi real tarihinde kendi sahasında aldığı en sağlam hezimetlerden biridir.
daha sonra ispanya kral kupası ikinci turunda mallorca'ya hem içeride hem dışarıda yenilerek henüz 2. turda elendi.
şampiyonlar liginde; werder bremen, lazio, olympiakos takımlarından oluşan real standartına göre gayet sikik bir grupta sadece 3 maç kazanabildi ve grubu olympiakos ile aynı puanda bitirip göt zoruyla ikinci tura çıktı. ikinci turda roma'ya içeride dışarıda yenilerek elendi. hatırlatırım; real madrid'ten bahsediyoruz.
veeeeeeeee ligde şampiyon oldu. işte tüm olay bu. 2007-2008 sezonuna baktığımızda ispanya ligi o kadar aciz ki, hiç abartmıyorum aklınıza hangi teknik direktör geliyorsa onu koyun real'in başına rahatlıkla şampiyon olur.
zira o dönemde barça efsanesi başlamamıştı henüz. ligi şampiyon real'in ardından ikinci bitiren takım bu sezon küme düşecek olan villarreal. ve barça'nın lig ikincisiyle arasında 10 puan var. perişan durumda yani.
ki zaten ispanya liginde barça şampiyon olamazsa real olur. veya tam tersi. anca 10 yılda bir valencia dikiş tutturmuş olacak ki zorlasın. oda o sezona denk gelmemiş ve valencia ligi 10. sırada bitirmiş.
yani bu adamın über başarısını türkiye ligine uyarlarsak; beşiktaş'ın ligi 10. bitirdiği, galatasaray'ın 8. bitirdiği ve orduspor'un ikinci bitirip 3. ye 10 puan fark attığı ortamda fenerbahçe'nin şampiyon olması gibi bir şey.
son olarak beşiktaş kariyeri; yakın tarihin en görkemli kadrosu kurulmuş, paralar tıkır tıkır ödenmiş tek beklenti başarı. ve bu takım şuster döneminde ligde 25 maçta 9 mağlubiyet, 6 beraberlik ve 10 galibiyet almış ligi 9. sırada götürürken birde üstüne şampiyon olacağız dediği uefa kupası ikinci turunda toplamda 8-1 gibi dramatik bir skorla kiev gibi pek de efsane olmayan bir takıma elenmiştir.
sonra ne mi olmuş? tabii ki şuster ligin sonunu kariyeri boyunca olduğu gibi görememiş bitime 9 hafta kala kaçmıştır. o 9 haftada takım sadece 1 maç kaybetmiş ve türkiye kupasını almıştır. üstelik tayfur gibi vasat bir teknik direktörle yapmıştır bunu...
hala real madrid kariyerini argüman olarak sunup "yazık oldu şuster'e :(" gibi laflar eden ve bu sığır üzerinden carvalhal'e sövenler var.
hasta mısınız lan?
-- spoiler --
başka interaktif platformlarda hakkında yazdığım bir kaç yazı;
-- spoiler --
hiçbir şeydir.
benim için tam tanımı budur.
kariyeri falan sikimde değil. benim için ve öyle sanıyorum ki beyni olan tüm beşiktaşlılar için burada yaptıkları önemlidir.
peki ne yapmıştır burada? kocaman bir hiçbir şey...
tabii hiçbir şey yapmadı derken işin teknik kısmından bahsediyorum. bunun dışında bol bol konuşmuştur, hiç durmadan, tamamen saçma sapan.
kendi bütçesinin onda biri takımlara kendi seyircisinin önünde domalıp; "ama onlar hep defans yapıyor üzülüyoruz biz" tadında akla mantığa sığmayacak, yarak kürek demeçler... merak ediyorum kendi bütçesinin 3-5 katı değerindeki takımlarla oynama şansı olsaydı, misal bir liverpool yada ne bileyim bir arsenal, bu takımlara karşı es kaza öne geçse idi beşiktaş ne yapacaktı? ne yapmalıydı? saldırmalı mı? güldürmeyin adamı amına koyayım.
futbol budur, basit. kendinden çok daha kaliteli bir takıma karşı öne geçersen savunma yaparsın, zamandan çalarsan vs. tuhaf mantıklar yürütüp her olaya bir kılıf bulmak falan gerek yok.
şuan beşiktaş'ın elinde belkide yakın tarihin en sağlam kadrosu var...
sonuç...?
ha doğru defans yapıyorlar, bugün kiev de defans yaptı değil mi? beynini sikeyim senin.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
sabredilmemesi gereken beşiktaş teknik direktörü.
ki bu noktada bir çok fikir ayrılıklarına neden olduğu gerçeği mevcut. bu anlaşılabilir bir şey.
bir çok beşiktaş taraftarı, özellikle yıldırım demirören dönemindeki "harcanan" teknik direktörlerin fazlalığından dem vurup, bernd schuster'ide bu gruba katmak istemiyor buda anlaşılabilir bir şey.
şimdi yıldırım demirören dönemindeki teknik direktörlere ve karşılaştıkları manzaraya bir bakalım;
vicente del bosque neler yapmış ufak bir gözlem yapalım;
sene 2004, yıldırım demirören başkanlık seçimini kazanır ve uzun süre bir başkası düşünülürken ani bir kararla takımın başına del bosque getirilir.
seçimlerden dolayı hazırlık kampının ilk dönemi antrenörler eşliğinde yapılır vs. sonra del bosque takımın başına geçer...
bir sene önce tarihinin en skandal şampiyonluk mücadelesini vermiş, başkanından masörüne tüm camiası demoralize olmuş bir beşiktaş vardır önünde... ligde 11 puan önde giderken, ince ince doğranmış, adeta kupası elinden alınmış, olaylı samsun maçından sonra bir daha asla toparlanamamış ve o maçtan sonraki hemen hemen tüm maçlarını kaybetmiş, çökmüş bir takım... tabii tüm bunlar olurken başkanı ve genel menajeri tuhaf mafyatik bağlantılardan dolayı apar topar istifa etmiş veya ettirilmiş durumda kısacası tam bir kaos...
bu şekilde görevine başlayan del bosque'nin elinde aşağı yukarı şu şekilde bir kadro vardır; iki kaleci, murat şahin ve ramazan kurşunlu, futbollarının son demlerini yaşayan hatta yaşamayan ahmet yıldırım, kaan dobra, emre aşık, sergen yalçın, okan buruk gibi oyuncular(hepsinin beşiktaşta ki son senesidir, bir çoğunun süper ligdeki son senedir), veysel cihan, ali güneş, mustafa doğan gibi vasat oyuncular ve yeni transferler yani elle tutulabilecek iki oyuncu diyebileceğimiz carew ile juanfran(ki kendisi normal şartlarda beğendiğim bir oyuncu olmasına rağmen ülke değişimi tabiri caiz ise amına koymuştur ve sıfır performans ile oynamıştır)
bu vasat kadro ile sezona başlayan beşiktaş oldukça kötü bir giriş yapmıştır. ancak oynanılan futbol umut vermektedir, özellikle del bosque'nin takımı gençleştirme çabası, açık futbol anlayışı ve oynattığı kaos futbolundan uzak, sistem bazında yerli yerinde futbol sonuç vermiş, takım devre arasına yani, del bosque gidene kadar 9 maçta 7 galibiyet 2 beraberlik almış(aralarında derbilerde var) gayet başarılı bir seri yakalamıştır.
ardından yıldırım demirören gibi tüm futbol tarihinin en gerizekalı yöneticisi tarafından apar topar yollanmıştır. beşiktaş'ın "gerçek taraftarları"nın boğazında bir yumru olmuştur bu gidiş...
sonrasında takımın başına del bosque gibi bir futbol değeriyle asla kıyaslanamayacak ancak "beşiktaşın çocuğu" kontenjanı ile bu takımı çalıştırma şansına erişebilecek rıza çalımbay gibi 2. sınıf bir teknik direktör getirilmiştir.
bu sezon yani 2004-2005 sezonu düşe kalka bir şekilde devam etmiş ve başladığı gibi bitmiştir.
beşiktaş 69 puanla, şampiyon fenerbahçe(80), ikinci trabzonspor(77) ve üçüncü galatasarayın(76) ardından ligi 4. sırada bitirmiştir. tabii şundan da bahsetmek gerekiyor, o dönem ki rakipleri ciddi anlamda önemli kadrolara sahiptir...
başlıca;
fenerbahçe de; alex de souza, nicolas anelka, mehmet aurelio, tuncay şanlı, pierre van hooijdonk gibi daha sonra şampiyonlar liginde çeyrek finali getirecek bir kadronun iskeleti kabul edilen oyuncular vardır.(pierre hariç)
galatasaray da ise; efsane jenerasyonun son demlerini yaşayan, hakan şükür, hasan şaş, arif erdem, ergün pembe, hakan ünsal ve ek olarak mondragon, necati ateş vs. vardır.
baktığımız zaman bırakın yönetimsel sıkıntıları, camiada ki kaosu, sadece kadrolara bakarak bile beşiktaşın şampiyon olamayacağı ön görülebilir...
------------------------------------
ardından rıza çalımbay dönemi geliyor;
aslında rıza çalımbay'ın vizyonuna, kariyerine baktığımda ve onun beşiktaş kariyerinin bernd schuster'e bir referans olamayacağını düşündüğümden bu dönemi değerlendirmeye gerek görmüyorum...
tabii ne olursa olsun şunu da söylemek lazım; kendisinin ne amaçla getirildiği yada gelecek adına düşünülüp, düşünülmemesinden bağımsız olarak, gönderiliş şekli çok yanlıştır ve kendisine yıldırım demirören tarafından büyük ayıp edilmiştir. burada konudan bağımsız olarak tüpçünün nasıl bir göt olduğuyla alakalı fikir sahibi olabiliriz.
------------------------------------
gelelim jean tigana'ya;
şahsi kanaatim, en zor koşullarda çalışmış hoca olduğudur...
tigana'nın çalışma şartlarını zorlaştıran neden ise, kulübün amına koyan mafyatik skandalların akabinde tekrar yönetime dönmüş, yıldırım demirören'in pampası sinan engindir.
çok uzatmaya gerek yok o döneme vakıf olan herkes bilir, ten renginden, ağzındaki kürdana kadar eleştirilmiş bir adamdır tigana, sinan enginle sık sık problemler yaşamış 1.5 sezon takımda kalmasına rağmen üstüne basa basa istediğim transferler yapılmadı diyen, sinan enginin devamlı olarak basın bağlantılarını kullanarak taraftarın önüne attığı bir adamdır.
tüm bunlara rağmen tigana yönetimindeki beşiktaş, adem dursunlu, youlalı, ali tandoğanlı, baki mercimekli, ailtonlu kadrosuyla fenerbahçenin ardından ligi ikinci bitirmiş, yani şampiyonlar ligine katılma şansı yakalamış, toplamda 3 kupa almıştır.
ve yine yıldırım demirören ve pampası sinan engin tarafından başarısız bulunarak gönderilmesi kararı verilmiştir...
tabii del bosque'ye ödenen tazminattan ağzı yanan bu yavşaklar tigana'ya başta da söylediğim gibi tüm görev süresince yaptıkları kötü muameleyi aynı şekilde sonlandırmışlardır. takımdan kendi isteğiyle gitmesi için baskı yapılmış hatta gözünü korkutmak için basının önüne atmayı bırakın arabasının camları dahi kırdırılmıştır. hesapta taraftar tepkisi, göz dağı vs. zihniyetini siktiklerim...
------------------------------------
neyse.
ardından takımın başına ertuğrul sağlam getirilmiştir.
yerli bir teknik direktör olduğundan ve sonrasında bursa ile yaptıkları ortada olduğundan çok fazla değinmeyeceğim, ancak bir kaç cümleyi esirgememek lazım.
ertuğrul sağlam yönetimindeki beşiktaş ilk ve son sezonunda ligi ikinci fenerbahçe ile aynı puanla(73) bitirmesine rağmen averaj hesabıyla 3. olmuştur. fenada oynamamıştır ancak gerek fenerbahçenin gerek galatasarayın o dönem ki kadrosu ciddi anlamda beşiktaşa oranla üst düzeydir.
ki zaten ertuğrul sağlam kovulduktan sonra yaptıklarıyla yıldırım demirören'e gerekli ayarı vermiştir. üstüne konuşmaya dahi gerek bırakmamıştır.
------------------------------------
daha sonra takımın başına mustafa denizli getirilmiştir.
ki benim görüşüm, lucescu gibi bir efsaneden sonra yapılan en iyi tercihtir, gönül isterdi ki sağlık problemleri olmasın daha uzun yıllar çalıştırsın takımı ancak olmadı.
çifte kupa almıştır, mustafa denizli. bu türkiye sınırlarında yaşanabilecek en ileri başarıdır, üzerine konuşmaya gerek yok zaten.
------------------------------------
şimdi kısaca özetlersek; vicente del bosque yukarıda ayrıntılı belirttiğim sebeplerden dolayı "harcanan" bir teknik direktördür.(bir sıralama yaparsak, bence gönderilmesi en can sıkan teknik direktördür) jean tigana yine aynı şekilde, 3 kupa almasına rağmen tek kuruş tazminat verilmeden, rezalet biçimde kovulmuştur. bir çok otoriteye göre başarılıdır. rızayı geçelim, ertuğrul sağlam yukarıda da belirttiğim gibi gittikten sonra tarihi bir ayar vererek konuşulacak bir şey bırakmamıştır. ve tabii ki "harcanan" teknik direktörler listesine, liste başından giriş yapmıştır. mustafa denizli ile anlaşılarak ayrılındığından onuda geçelim.
aynı zamanda yukarıda ismi geçen teknik direktörler; türkiyede bulundukları süre içerisinde 1960'lardan bahsetmemiş, "amanda rakiplerimiz kapanıyor, gol atamıyoruz yazık bize" dememiş, "ben şöyle efsaneyim, böyle süperim , siz kimsiniz ulan" triplerine girmemiş. avrupa kupalarında mücadele eden rakiplerinden trabzon karşısında alınan yenilginin akabinde "onlar avrupada yok ondan kafaları rahat" gibi tuhaf laflar etmemiştir...
ve tüm bunlardan önemlisi asla ve asla, taraftara saygısızlık yapmamışlardır.(buraya özellikle dikkat)
bernd schuster'e verilen kredi kimseye verilmemiştir. beşiktaşın önemli değerlerinden tayfuru bir çırpıda silmiştir. yıllardır süregelen "kamp" kültürünü tek hamleyle yok etmiştir. bobo gibi bana göre futbol kariyeri beşiktaşla şekillenmiş, 100 yıllık beşiktaş tarihinde "en golcü yabancı" ünvanını henüz 25 yaşında ele geçirmiş ve seneye türk olacak önemli bir değeri harcamakta. kişisel olarak çok önemsediğim bir oyuncu olan ferrari'ye yaptıkları(#207528)...
istediği tüm transferler yapılmıştır. en azından bize gözüken bu...
peki sonuç?
"ligde ilk 5'e girebilecek miyiz?" endişesi yaşayan, bir taraftar. hani şu stad dan kovulan taraftar...
iyi futbol? bırak iyi futbolu tamamen kaos futbolu.
umut veren bir durum? ne saha içinde ne saha dışında böyle bir şey göremiyorum. necip-aurelio tercihi veya hakan-cenk tercihi bu noktada en somut örneklerdir.(hakan-cenk tercihinden kasıt sezon başında hakanda ısrar edilmesi ve kaybedilen puanlardır, akabinde sakatlık gibi bir zorunlu tercihle cenk kaleye geçmiştir)
peki tüm bunlara rağmen neden taraftar bernd schuster konusunda fikir ayrılığı yaşıyor diye düşünecek olursak; özellikle bu sezon yapılan yıldız oyuncu transferlerinin akabinde bir beşiktaş taraftarı olarak beni dahi utandıran "açgözlü taraftar profili" dir derim sebep...
evet bazıları erken rüya gördü uefa kupası vs. hayalleri, ve evet basın her dönem olduğu gibi schuster'in yani beşiktaş teknik direktörünün üzerine oynuyor ve evet kanı kaynayan ergenler gibi her başarısızlık durumunda hoca gitsin diyenler yine piyasadalar. ancak tüm bu insanlara muhalefet olayım derken olayın büyüsüne kapılıp gerçekleri görmemek en kötüsü.
uefa kupası veya illada lig şampiyonluğu istemiyor aklı başında taraftarlar. en azından takımın umut vermesini, en azından iyi futbol görmeyi umut ediyor... en azından staddan kovulmayı hak etmiyor...
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
tanım: alman pornocusu kılıklı adam.
beşiktaş yakın tarihinin en büyük hüsranı olma yolunda emin adımlarla gitmekte.
beşiktaş için sezonun en önemli maçları diyebileceğimiz son 2 maçta, kendi seyircisi önünde 4'er gol yemeyi başarmış takımın teknik direktörü... öyle sanıyorum ki son iki maçta takımın başına bırak 7-8 ay beraber bu takımla yatan kalkan adamı, süper lig'ten seçmece bir teknik direktör koysan bundan kötü bir sonuç alamazsın...
20 şubat itibariyle yine fantastik kararlara imza atmıştır; aylardır forma görmeyen rüştü kalede, ferrari yine aynı şekilde, beşiktaş forması ile mevcut takımın içindeki hem bu sezona hem genel gol ortalamasına bakarsak en golcü, derbiler de en çok gol atan, fenerbahçeye karşı en çok gol atan adam olma ünvanını taşıyan bobo ilk 18 de yok, sezonun ilk yarısında kaybedilen her maçtan sonra, defans hataları gündeme geldiğinde, ısrarla söylenen; "ikinci yarı sivok gelecek, sorun kalmayacak" cümlesin öznesi 18'de yok, herkesin net şekilde gördüğü aurelio-necip rotasyonu uygulanmış, aylardır ortada olmayan necip bugün birden sahaya atılıyor, maç eksiği vs. kimsenin sikinde değil...
takım tüm sezon oynadığı ve bariz şekilde hata olduğu düşünülen ancak ısrarla sürdürülen ve alışıla geldik sistemden bu maç itibariyle kopuyor ve yeni sistemi denemek için ilk maç olarak fenerbahçe maçı düşünülüyor.
şimdi araştırıp uğraşamayacağım ancak aşağı yukarı şu şekilde;
-rüştü 5-6 aydır piyasada yok.
-ekrem sakatlığının da etkisiyle tüm sezon 6 aydır 3 maç oynamamış
-ferrari yine aynı şekilde; önce "sistemime uymuyor" denilerek, sonra sakatlık vs gibi sebeplerden tüm sezon yok sanırım bu sezon oynadığı 2 veya 3. maçı.
-necip aylardır yok.
-sivok hep var, ancak bu maç yok.(futbolu biraz bilenler savunma kurgusunun ne demek olduğunu bilirler, bundandır ki en az rotasyon bu bölgede yapılır)
-nobre hep var, bu maç yok.
-takımın en golcü oyuncusu bobo 3 gün önce 11'de bu maç 18'de dahi değil.(bileti kesiliyor, içim acıyor amına koyayım)
-aurelio hep var, ancak bu maçta yok.
-son şampiyonlukta kilit adam olan, en çok süre alan ve beşiktaşın en sevilen yabancı oyuncularından ernst bir var bir yok, bu maçta var.(aynı bobo gibi harcanmakta)
tablo bu.
iki dakika dürüst olalım, bir türk teknik direktör yapsa bunları?
siktir edin türk'ü falan kimseye bu kadar büyük bir özgürlük verilmedi.
ki zaten beni en çok şaşırtan da bu olay. bu adamı frank rijkaard'la falan kıyaslıyorlar. ikisine verilen kadrolara, ikisinden de oluşan beklentilere(beşiktaş taraftarı şampiyonluk beklemiyor) ve ikisine sunulan, seçim ve çalışma özgürlüğüne bakalım.(ki bu noktada adnan sezgin desek yeterli olur)
tüm bunların dışında bu adamın ön görülen en büyük özelliği yıldız futbolcularla çalışma konusundaki başarısıdır !
bir bakalım ne yapmış;
-beşiktaşın en pahalı en kariyerli ve en sevilen defans oyuncusu olan ferrari'yi tam olarak silmiş.(kendisi dün gece bir tür intikam denedi, ki bu bernd schuster'in ona yaptığından daha kahpece bir hareket)
-yıllardır en sevilen futbolculardan olan ve seneye türk vatandaşı olabilecek olan bobo'yu sildi.(yazık)
-ibrahim üzülmez gibi beşiktaş camiası için bernd schuster'den çok daha önemli olan bir ismi sildi.(ayıp)
-sezon başında her beşiktaşlıyı gururlandıran necip uysalı bu sezon için sildi.
-sanırım çanlar sivok için çalıyor...
bunlar işin tartışılamayacak kadar net olan kısmı. birde "oyuncu-sistem" tercihleri var ki, kedi canını senin.
öncelikle bu konuda eleştiri getirmeden önce şunu belirtmeliyim, "adam röööyööll mööddrüüüdd hooocaassuuu seaan dahaa müü iyyüü büülüüceeean" gibi bir mantığa futbol dünyasında yer yok.
misal dünkü maç, fenerbahçede "yıldız futbolcu" konumundaki adamlara bakalım;
-alex(16 gol bir o kadar da asist)
-niang(12 gol)
-lugano(5 gol, takımın bankosu halinde)
ve bu yıldız sayılan futbolcuların "gol" istatistiklerinden çok daha önemlisi, takım bütünlüğü içinde oluşları ve ortaya koydukları performans.
geçelim beşiktaşa;
-bobo(7 gol, henüz ekim ayında bu sayıya ulaşıp avrupa gol krallığında hulk'ın ardından ikinci sıradayken üstü çizilmiş bir adam)
-guti(6 gol, 5'i penaltı zaten)
-enrst(şu aşamada yedek, 1 gol)
-quaresma(1 gol)
-ferrari(4 maç)
aynı zamanda bu futbolcuların, gol istatistiklerinin dışında vasat bir performans gösterdikleri de zaten ortada. ki öyle olmasa bu beşiktaş siker atar ortalığı.
oyuncuların hepsini değerlendirmeye gerek yok, sadece birini değerlendirdiğimizde ortaya çıkan tablo zaten olayı özetliyor.
bu sezon itibariyle beşiktaş'ın forvet arkası(10 numara) oyuncusu; mert nobre, ön liberosu ise guti. bu noktada "guti zaten ön libero idi real madrid'de" gibi bir mantık peydah olmasın. bir çoğumuz bilir ki guti denilen adam futbola amc başlamıştır, real madrid'in hayvani transferlerinin ardından, pasör özelliğinden yararlanmak amacıyla ön libero mevkine çekilmiştir.
yani önünde zidane ve figo olan takımın ön liberosudur, guti. önünde nobre olan takımın değil. ki zaten artık 34 yaşında olan bir adamın ön libero mevkinde koşmasını, top çalmasını beklemek aynı adamın 60.dk da oyundan düşmesini beklemekle eş değerdir.
serbest stilde forvet arkası bir guti yine yaşıtı alex gibi performansını 90 dkya yayabilir.
mevcut kadroya bakıyoruz;
manuel fernandes, fabian ernst, necip uysal, mehmet aurelio gibi oyuncuların üçü, nobre forvet arkası oynayabilsin diye yedek bekliyor... guti o mevkide oynasa hem guti'nin performansı artacak hem bu adamlar hayata küsmeyecek... takıma katkı açısından bakarsak; erns-fernandes ön liberosu ve amc pozisyonundaki guti/ guti-aurelio ön liberosu ve amc pozisyonundaki nobre/ seçiminden çok daha akla yakın...
ve tablo ortada.
ha birde; boy ortalaması bu kadar uzun olup, bu kadar kötü duran top organizasyonu yapan başka bir takım var mıdır? merak ediyorum amına koyayım...
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
özel bir adamdır.
bir hikayeyle pekiştireyim;
dakika 66 takımın 1-0 önde, rakip uzun süredir 10 kişi, kendi sahanda oynuyorsun, azımsanmayacak bir destek var... şampiyonluk yarışını yakından ilgilendiren bir maç. rakip takım kadro kalitesi ve bütçe olarak senden kat be kat düşük.(ki bu durumu ayrıntılarsak, burak yılmaz demek yeterli olacaktır hani şu kıçına tenekeler bağlanarak beşiktaştan kovulan burak yılmaz)
ve sen büyük bir çaba göstererek kucağındaki bu maçı rakibe veriyorsun, zor iş.
keşke bu senaryo, tek maçla sınırlı kalsa. bir çoklarına göre beşiktaş yakın tarihinin en iyi kadrosu var elinde ve son 15 yılın en kötü sezonu yaşanıyor, tuhaf.
hücum futbol zırvalarıyla savunuluyor birde bu adam, şaşırıyorum.
beşiktaş lider trabzonspor'dan 14, fenerbahçe'den 17, bursaspor'dan 4 gol az atmış ki yediği gollere veya averaj hesabına hiç girmiyorum. ligin çaylak takımı, 10. sıradaki kardemir karabük ile gol sayısı eşit beşiktaş'ın.
hücum futbol anlayışı 10 kişi kalmış rakibine karşı, ortasahanın en dinamik ve dünkü maça göre söylüyorum en başarılı adamı olan fernandes'i çıkarıp yerine nobre'yi sokmak olan bir teknik direktör, komik.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
bu sezon beşiktaş'ın başında olsaydı muhtemelen; zaten iflasın eşiğinde, yönetimsel bir krizin içinde olan takımda tonla benzer arıza çıkar iyice dağılırdık. geçen sezon toplamda 8-1 domaldığımız kiev'in altında kalır ve uefa gruplarından çıkamazdık... şuanda ligde 9. sırada avrupa grubuna kalmak için orduspor'la yarışıyor olurduk...
devre arası pahalı transferler isteyip, 17'de 17 parolasıyla ikinci yarıya başlar, maddi ve sportif açından iyice çökerdik.
belki sövecek bir edu'muz olmazdı ancak; milyon dolarlık transferlerimizi twitter'dan takip edip mutlu olurduk.*
hedefsiz, darmadağın, yıkılmış bir beşiktaş ortaya çıkardı ama suç 1960'ların futbolu oynanan türkiye liginin olurdu. asla toz konduramazdık şusterimize...
çünkü o; egemen'in yerine atınç'ı, fernandes'in yerine muhammed'i, ernst'in yerine burak kaplan'ı oynatırdı... bizlerde cm'de takım yönetiyorcasına mutlu olurduk. sanki 2 yıl sonra bu adamlar 500 milyon papele satılacakmış ve kulüp kazanacakmış gibi.
sonra carvalhal kötü teknik direktör. adam transfer yapamadı, transfer. var mı avrupada bir tane transfer yapamayan teknik direktör.
bu arada şuster'in kariyerini övüp övüp bitiremeyen sığırlar carlos'un kariyerine sövüyor. onu "bilmemekle" suçluyor.
aha arkadaşın kariyeri;
doğum tarihi : 22.12.1959
doğum yeri : augsburg
uyruğu : (almanya)
kariyeri:
2010-2011 beşiktaş
2007-2008 real madrid
2005-2007 getafe
2004-2005 levante
2003-2004 shakhtar donetsk
2001-2003 xerez
1998-1999 köln
1997-1998 fortuna köln
1 yıldan fazla çalıştırdığı kaç takım var? kaç sene boşta kalmış? şuan hangi takımı çalıştırıyor?
bu arada getafe hariç tüm takımlardan kovulmuştur kendisi.
diğer takımlar hakkında da bilgi vereyim;
fortuna köln: şuanda almanyanın 4 alt liginde.
köln: ikinci ligdeyken takımın başındaydı.
xerez: bu takımı üst üste 2 defa 1. lige çıkarmaya çalıştı başaramadı ve kovuldu.
shakhtar donetsk: bu takımdan sezonu tamamlayamadan kovuldu. bitime 5 hafta kala kendisinin yerine luce getirildi ve takım son 5 maçını kazanarak ligde ikinci oldu, şampiyonlar ligine gitti. ki bir sonraki sezon luce yönetiminde hem avrupada başarılı oldu hemde ligde şampiyon oldu.
levante: bu takımı küme düşürdü. ve yine sezonun bitmesine 3 hafta kala kovuldu.
getafe: 2 sezon takımın başında kaldı ikisinde de ligi 9. sırada bitirdi.
real madrid: gelelim herkesin "başarı" sandığı real deneyimine... takımın başına geldiğinde önce ispanya süper kupasında sevilla'ya 1-0 ve 5-3 yenildi, haliyle kupayı kaybetti. ki bu yenildi real tarihinde kendi sahasında aldığı en sağlam hezimetlerden biridir.
daha sonra ispanya kral kupası ikinci turunda mallorca'ya hem içeride hem dışarıda yenilerek henüz 2. turda elendi.
şampiyonlar liginde; werder bremen, lazio, olympiakos takımlarından oluşan real standartına göre gayet sikik bir grupta sadece 3 maç kazanabildi ve grubu olympiakos ile aynı puanda bitirip göt zoruyla ikinci tura çıktı. ikinci turda roma'ya içeride dışarıda yenilerek elendi. hatırlatırım; real madrid'ten bahsediyoruz.
veeeeeeeee ligde şampiyon oldu. işte tüm olay bu. 2007-2008 sezonuna baktığımızda ispanya ligi o kadar aciz ki, hiç abartmıyorum aklınıza hangi teknik direktör geliyorsa onu koyun real'in başına rahatlıkla şampiyon olur.
zira o dönemde barça efsanesi başlamamıştı henüz. ligi şampiyon real'in ardından ikinci bitiren takım bu sezon küme düşecek olan villarreal. ve barça'nın lig ikincisiyle arasında 10 puan var. perişan durumda yani.
ki zaten ispanya liginde barça şampiyon olamazsa real olur. veya tam tersi. anca 10 yılda bir valencia dikiş tutturmuş olacak ki zorlasın. oda o sezona denk gelmemiş ve valencia ligi 10. sırada bitirmiş.
yani bu adamın über başarısını türkiye ligine uyarlarsak; beşiktaş'ın ligi 10. bitirdiği, galatasaray'ın 8. bitirdiği ve orduspor'un ikinci bitirip 3. ye 10 puan fark attığı ortamda fenerbahçe'nin şampiyon olması gibi bir şey.
son olarak beşiktaş kariyeri; yakın tarihin en görkemli kadrosu kurulmuş, paralar tıkır tıkır ödenmiş tek beklenti başarı. ve bu takım şuster döneminde ligde 25 maçta 9 mağlubiyet, 6 beraberlik ve 10 galibiyet almış ligi 9. sırada götürürken birde üstüne şampiyon olacağız dediği uefa kupası ikinci turunda toplamda 8-1 gibi dramatik bir skorla kiev gibi pek de efsane olmayan bir takıma elenmiştir.
sonra ne mi olmuş? tabii ki şuster ligin sonunu kariyeri boyunca olduğu gibi görememiş bitime 9 hafta kala kaçmıştır. o 9 haftada takım sadece 1 maç kaybetmiş ve türkiye kupasını almıştır. üstelik tayfur gibi vasat bir teknik direktörle yapmıştır bunu...
hala real madrid kariyerini argüman olarak sunup "yazık oldu şuster'e :(" gibi laflar eden ve bu sığır üzerinden carvalhal'e sövenler var.
hasta mısınız lan?
-- spoiler --
3 senedir rakipleri[ybkz]swh[/ybkz][ybkz]swh[/ybkz] karpaty lviv'lere, paok'lara young boys'lara daha ilk turda elenip götlerine baka baka analarının liglerine dönerken bu takım her salı, çarşamba, perşembe manchester united'larla, cska moskova'larla, wolfsburg'larla, porto'larla, dinamo kiev'lerle, stoke city'lerle, braga'larla, atletico madrid'lerle ve daha pek çoğuyla oynuyor...
ezeli rakipleri tamamen şike ve şaibeden oluşan türkiye ligi komedisinde aldıkları bir galibiyetin ardından sayfalarca övgüye boğuluyorken bu takımın taraftarları deplasmanda son uefa finalistini 2 farkla yendikleri maçın ardından gazeteyi açıp baktıklarında (b: aziz yıldırım'ın kocaman bir fotoğrafı)nı görüyorlar... ne savunma yapmış, yine kimi tehdit etmiş... türkiyede futbolun ve hatta sporun gündemi bu...
avrupada yoluna dolu dizgin devam eden takım ligde göz göre göre doğranırken basının sikinde değil. ama iş beşiktaş'ın mağlup olduğu bir maça geldiğinde sürmanşet sövgüler... konu kulübün borçları olduğunda sayfa sayfa analizler...
istisnasız kaybedilen her maçın ardından ya teknik direktörü ya futbolcusu asılıyor medya tarafından. zaten ismini hatırlamakta zorlanan halk önüne hedef diye konulan bu isimlere sövüyor, sövüyor, sövüyor...
beyler hiç düşündünüz mü; (b: beşiktaşta kriz neden hiç bitmiyor?)
çünkü medya bunu istiyor. en az taraftar bu takımda var. (b: galatasaray - fenerbahçe rekabetine) yönelik bir lig hem galatasaray camiasının hem fenerbahçe camiasının işine gelir. neticede bir sezon biri kazanır diğer sezon diğeri. ne yöneticileri ne teknik direktörleri ne taraftarları ne de medya patronları başarısız/mutsuz olur. kısaca çok büyük bir çoğunluğun işine gelir bu durum.
(b: beşiktaş ise, türk futbolunun kaos dinamiği). galatasaray veya fenerbahçe'nin başarısızlığı durumunda gündemi değiştirmek için kullanılan bir araç. popüler ancak yarışçı olmayan, rekabetin içine dahil edilmeyen üvey evlat.
(b: basın şunu istiyor); beşiktaş en gösterişli transferleri yapsın, beşiktaş en tuhaf olaylarla anılsın, beşiktaş en favori çıktığı maçı kaybetsin ve beşiktaş en alakasız durumda kazansın...
o en gösterişli transferleri yapsın ve bizler o transferleri eleştirelim, gündeme taşıyalım... beşiktaş en tuhaf olaylarla gündeme gelsin, gelsin ki başarılardan uzak dursun... en favori maçını kaybetsin ve en alakasız maçı kazansın çünkü normal bir durumda 1 gazete satıyorsak bu anormal durumlarda 5 gazete satarız, 5 haber yapacakken 500 haber yaparız...
oysaki fenerbahçe'si, galatasaray'ı öyle mi? onların rutin halleri, kazandıkları sıradan bir maç ya da ufak bir başarıları ekstra hiçbir çaba sarf etmeden tek başlarına reyting...
hepimiz 30-40 kişilik sınıflarda okuduk yıllarca, mahallelerde yaşadık, toplumun her kesiminde bulunduk dönem dönem peki kaç beşiktaşlı gördük? 40 kişilik bir sınıfta ya 3 ya 5 beşiktaşlı vardır. birbirimizi kandırmaya gerek yok.
"(b: 10 senede bir defa şampiyon yapalım şu takımı, ağızlarına bir parmak bal çalalım, çalalım ki hala umutlanabilsinler)..." değil mi orospu çocukları?
şu takımın üzerine oynanan oyunları ilk okul çocuğuna izletseniz anlar. ancak fanatizm böyle bir şey, fanatizmin amacı bu zaten. görülmüyor, görülse de siklenmiyor...
her sezon her şey yolunda giderken futbol gibi kırılgan bir oyunda ve 3 puanlı sistemde 2 haftada kazandığımız her şeyi elimizden alıyorlar. baktılar ki çok güçlüyüz, bir maçta 5 kırmızı kart çıkarıyor, başkanı istifaya zorluyor, takımın sembol oyuncusuna 8 ay ceza verebiliyorlar...
rakip takıma* bir medya patronu çıkıp toplam maliyeti 60 trilyon olan bir adamı "(b: hediye)" edebiliyor ancak bu kulübün yıldırım demirören'e olan 120-130 trilyonluk borcu 8 aydır aynı medya patronları tarafından gündemden düşürülmüyor... beşiktaş batıyor gibi sansasyonel haberler yapılıyor...
ve tüm bu kurguyu bizler görmüyoruz, öyle mi? hassiktirin ordan.
beyler, bu ülkede ister (b: kürt) olun ister (b: alevi) ister (b: ermeni) ister yahudi dilerseniz (b: budist)... hiçbiriniz "(b: beşiktaşlı olmak)" kadar "(b: azınlık muamelesi)" göremezsiniz.
ezeli rakipleri tamamen şike ve şaibeden oluşan türkiye ligi komedisinde aldıkları bir galibiyetin ardından sayfalarca övgüye boğuluyorken bu takımın taraftarları deplasmanda son uefa finalistini 2 farkla yendikleri maçın ardından gazeteyi açıp baktıklarında (b: aziz yıldırım'ın kocaman bir fotoğrafı)nı görüyorlar... ne savunma yapmış, yine kimi tehdit etmiş... türkiyede futbolun ve hatta sporun gündemi bu...
avrupada yoluna dolu dizgin devam eden takım ligde göz göre göre doğranırken basının sikinde değil. ama iş beşiktaş'ın mağlup olduğu bir maça geldiğinde sürmanşet sövgüler... konu kulübün borçları olduğunda sayfa sayfa analizler...
istisnasız kaybedilen her maçın ardından ya teknik direktörü ya futbolcusu asılıyor medya tarafından. zaten ismini hatırlamakta zorlanan halk önüne hedef diye konulan bu isimlere sövüyor, sövüyor, sövüyor...
beyler hiç düşündünüz mü; (b: beşiktaşta kriz neden hiç bitmiyor?)
çünkü medya bunu istiyor. en az taraftar bu takımda var. (b: galatasaray - fenerbahçe rekabetine) yönelik bir lig hem galatasaray camiasının hem fenerbahçe camiasının işine gelir. neticede bir sezon biri kazanır diğer sezon diğeri. ne yöneticileri ne teknik direktörleri ne taraftarları ne de medya patronları başarısız/mutsuz olur. kısaca çok büyük bir çoğunluğun işine gelir bu durum.
(b: beşiktaş ise, türk futbolunun kaos dinamiği). galatasaray veya fenerbahçe'nin başarısızlığı durumunda gündemi değiştirmek için kullanılan bir araç. popüler ancak yarışçı olmayan, rekabetin içine dahil edilmeyen üvey evlat.
(b: basın şunu istiyor); beşiktaş en gösterişli transferleri yapsın, beşiktaş en tuhaf olaylarla anılsın, beşiktaş en favori çıktığı maçı kaybetsin ve beşiktaş en alakasız durumda kazansın...
o en gösterişli transferleri yapsın ve bizler o transferleri eleştirelim, gündeme taşıyalım... beşiktaş en tuhaf olaylarla gündeme gelsin, gelsin ki başarılardan uzak dursun... en favori maçını kaybetsin ve en alakasız maçı kazansın çünkü normal bir durumda 1 gazete satıyorsak bu anormal durumlarda 5 gazete satarız, 5 haber yapacakken 500 haber yaparız...
oysaki fenerbahçe'si, galatasaray'ı öyle mi? onların rutin halleri, kazandıkları sıradan bir maç ya da ufak bir başarıları ekstra hiçbir çaba sarf etmeden tek başlarına reyting...
hepimiz 30-40 kişilik sınıflarda okuduk yıllarca, mahallelerde yaşadık, toplumun her kesiminde bulunduk dönem dönem peki kaç beşiktaşlı gördük? 40 kişilik bir sınıfta ya 3 ya 5 beşiktaşlı vardır. birbirimizi kandırmaya gerek yok.
"(b: 10 senede bir defa şampiyon yapalım şu takımı, ağızlarına bir parmak bal çalalım, çalalım ki hala umutlanabilsinler)..." değil mi orospu çocukları?
şu takımın üzerine oynanan oyunları ilk okul çocuğuna izletseniz anlar. ancak fanatizm böyle bir şey, fanatizmin amacı bu zaten. görülmüyor, görülse de siklenmiyor...
her sezon her şey yolunda giderken futbol gibi kırılgan bir oyunda ve 3 puanlı sistemde 2 haftada kazandığımız her şeyi elimizden alıyorlar. baktılar ki çok güçlüyüz, bir maçta 5 kırmızı kart çıkarıyor, başkanı istifaya zorluyor, takımın sembol oyuncusuna 8 ay ceza verebiliyorlar...
rakip takıma* bir medya patronu çıkıp toplam maliyeti 60 trilyon olan bir adamı "(b: hediye)" edebiliyor ancak bu kulübün yıldırım demirören'e olan 120-130 trilyonluk borcu 8 aydır aynı medya patronları tarafından gündemden düşürülmüyor... beşiktaş batıyor gibi sansasyonel haberler yapılıyor...
ve tüm bu kurguyu bizler görmüyoruz, öyle mi? hassiktirin ordan.
beyler, bu ülkede ister (b: kürt) olun ister (b: alevi) ister (b: ermeni) ister yahudi dilerseniz (b: budist)... hiçbiriniz "(b: beşiktaşlı olmak)" kadar "(b: azınlık muamelesi)" göremezsiniz.
bambaşka bir adam.
akıllara durgunluk verecek süratinin yanında komple bir futbolcuydu. ters ayaklı kanat oyuncularının öncülerinden. efsane yıllarını arsenal'de yaşamıştı, daha sonra barca'ya transfer olsa da geçirdiği ağır sakatlıklardan sonra toparlanamayarak erken yaşta futbolu bıraktı. bıraktı ancak, 4-5 yıl sonra futbola başladığı takımda tekrar futbola döndü, 36 yaşında yarım sezon oynadı ve tamamen bıraktı.
türk piyasa tarihindeki en büyük soygun aracı.
dünyanın her yerinde ki muadillerinin aksine inanılmaz düşük oranları ve müşterisini kazanmaya teşvik etmek yerine tekel olmanın avantajını sonuna kadar kullanan, çeşitlilik, seçenek ve altyapı olarak belki de dünyanın en özensiz sistemine sahip devlet iradesindeki bahis şirketi.
normal şartlarda dünyada bahisin yasal olduğu hiçbir ülkede bu sistemin tekelleşilmesine izin verilmiyor. hali hazırda birçok ülkede sayısı yüzleri bulmakta bahis şirketlerinin. ancak türkiyeyi de kapsayan serbest piyasa nanesine rağmen aslında özel bir şirket olan iddaa devlet iradesiyle tekelleşiyor. hakikaten çok enteresan...
bunun dışında 2007 yılında yine devlet kararıyla yurtdışı bahisi yasaklandı. bu yapılırken, hali hazırda bahis şirketlerinde paraları olan türk uyruklu insanlar mağdur edildi. çok az sayıda insan, oynadığı bahis sitesinin tamamen yardımı ve desteğiyle içerideki parasını kurtarabildi.
devlet bir karar alıyor, o ana kadar yasal olan bir olay yasaklanıyor yani dün suçsuz olan adam bir gece sonra suçlu ve mağdur oluyor. evet enteresan.
tüm bu uygulamanın derinine inildiğinde bir soru geliyor akla, (b: neden?)
bu soruya devlet, "para ülkede kalsın, ülke kazansın" diyor. evet bu cevap anlaşılabilir, buraya kadar sorun yok. iddaa denilen şirket eğer avrupada ki muadillerinin sunduğu seçenekleri ve kaliteyi sunuyor olsaydı bu cevap tatmin edici olabilirdi.
ancak bakıyoruz iddaa'ya, hiç ayrıntı vermeye gerek yok aslında, neresinden tutsan elinde kalıyor. iddaanın resmi rakamlarına ulaşabilen insan -ki bu çok zor değil- yurtdışı bahis şirketleriyle bir kıyas yaptığında iddaa'nın piyasayı nasıl sikip attığını anlayacaktır.
inanılmaz kazanıyor ve hemen hemen hiç kaybetmiyor. çünkü, kaybetmesi rakamsal olarak muadillerine kıyasla imkansız. özetle; sıradan bir bahis şirketi 100 alıyor ve 15 veriyorsa, iddaa 100 alıyor 3 veriyor. dönen paralara bakıldığında bu çok ciddi bir rakam.
kar marjı inanılmaz. işin daha da tuhaf tarafı yarın öbür gün iddaa yeni bir sistemle karşımıza çıksa ve bu sistemde 100 kazanıp 0.01 verse, yine insanlar buradan oynamak zorundalar. tabii oynamamak da bir seçenek.
iddaa'ya oranları ve mevcut sistemiyle alakalı bir eleştiride bulunulduğunda, onlar verdikleri vergilerden falan bahsedecektir muhtemelen. bu tüm dünyada neredeyse bir asırdır varlığını sürdüren bahis şirketleri içinde geçerli zaten. ki onları kanunsuzlukla suçlayıp, yine onlara ortaklık teklifinde bulunan bir şirketten bahsediyoruz...
tüm bunların dışında iddaa konusunda dönen asıl tezgah ayrıca incelenmeli. benim kafam almıyor şahsen. devlet, "para dışarıya gitmesin" diyor. peki neden insanların bahis şirketi kurmasına izin verilmiyor? yani bundan devletin kaybı ne olacak? siktir et kaybı normal şartlarda devlete giren para artacak.
kumarı komple yasaklarsın anlarımda. bunu yapmayıp, kumar oynatana destek olup, akabinde zaten elinde bulundurduğu medyayla tamamen faşizm temelli bu projeyi insanların gözünde meşrulaştırıp, geri kalan her şeyi yasaklarsan, bu hiç masum bir hareket olmaz.
dünyanın her yerinde ki muadillerinin aksine inanılmaz düşük oranları ve müşterisini kazanmaya teşvik etmek yerine tekel olmanın avantajını sonuna kadar kullanan, çeşitlilik, seçenek ve altyapı olarak belki de dünyanın en özensiz sistemine sahip devlet iradesindeki bahis şirketi.
normal şartlarda dünyada bahisin yasal olduğu hiçbir ülkede bu sistemin tekelleşilmesine izin verilmiyor. hali hazırda birçok ülkede sayısı yüzleri bulmakta bahis şirketlerinin. ancak türkiyeyi de kapsayan serbest piyasa nanesine rağmen aslında özel bir şirket olan iddaa devlet iradesiyle tekelleşiyor. hakikaten çok enteresan...
bunun dışında 2007 yılında yine devlet kararıyla yurtdışı bahisi yasaklandı. bu yapılırken, hali hazırda bahis şirketlerinde paraları olan türk uyruklu insanlar mağdur edildi. çok az sayıda insan, oynadığı bahis sitesinin tamamen yardımı ve desteğiyle içerideki parasını kurtarabildi.
devlet bir karar alıyor, o ana kadar yasal olan bir olay yasaklanıyor yani dün suçsuz olan adam bir gece sonra suçlu ve mağdur oluyor. evet enteresan.
tüm bu uygulamanın derinine inildiğinde bir soru geliyor akla, (b: neden?)
bu soruya devlet, "para ülkede kalsın, ülke kazansın" diyor. evet bu cevap anlaşılabilir, buraya kadar sorun yok. iddaa denilen şirket eğer avrupada ki muadillerinin sunduğu seçenekleri ve kaliteyi sunuyor olsaydı bu cevap tatmin edici olabilirdi.
ancak bakıyoruz iddaa'ya, hiç ayrıntı vermeye gerek yok aslında, neresinden tutsan elinde kalıyor. iddaanın resmi rakamlarına ulaşabilen insan -ki bu çok zor değil- yurtdışı bahis şirketleriyle bir kıyas yaptığında iddaa'nın piyasayı nasıl sikip attığını anlayacaktır.
inanılmaz kazanıyor ve hemen hemen hiç kaybetmiyor. çünkü, kaybetmesi rakamsal olarak muadillerine kıyasla imkansız. özetle; sıradan bir bahis şirketi 100 alıyor ve 15 veriyorsa, iddaa 100 alıyor 3 veriyor. dönen paralara bakıldığında bu çok ciddi bir rakam.
kar marjı inanılmaz. işin daha da tuhaf tarafı yarın öbür gün iddaa yeni bir sistemle karşımıza çıksa ve bu sistemde 100 kazanıp 0.01 verse, yine insanlar buradan oynamak zorundalar. tabii oynamamak da bir seçenek.
iddaa'ya oranları ve mevcut sistemiyle alakalı bir eleştiride bulunulduğunda, onlar verdikleri vergilerden falan bahsedecektir muhtemelen. bu tüm dünyada neredeyse bir asırdır varlığını sürdüren bahis şirketleri içinde geçerli zaten. ki onları kanunsuzlukla suçlayıp, yine onlara ortaklık teklifinde bulunan bir şirketten bahsediyoruz...
tüm bunların dışında iddaa konusunda dönen asıl tezgah ayrıca incelenmeli. benim kafam almıyor şahsen. devlet, "para dışarıya gitmesin" diyor. peki neden insanların bahis şirketi kurmasına izin verilmiyor? yani bundan devletin kaybı ne olacak? siktir et kaybı normal şartlarda devlete giren para artacak.
kumarı komple yasaklarsın anlarımda. bunu yapmayıp, kumar oynatana destek olup, akabinde zaten elinde bulundurduğu medyayla tamamen faşizm temelli bu projeyi insanların gözünde meşrulaştırıp, geri kalan her şeyi yasaklarsan, bu hiç masum bir hareket olmaz.
inönüde barcelona'yı "(b: sillliinnndiirrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr gibi eziyor)"ken, atılan golün ardından devirdiği mikrofonların sesini unutmayacağım spiker.
ve tabii ki;
(bkz: gündüz tekin onay)
ve tabii ki;
(bkz: gündüz tekin onay)
ütopik bir mekan.
Kuveyt Premier Lig takımlarından.
Schalke maçlarını izlemeyen biri; "ne işi var lan Raul'un Huntelaar'ın olduğu hücum hattında bu veletin" diyebilir. ama demesin. cidden çok etkili bir oyuncu.
tipi biraz kırık ama.
satranctan daha fazla ustalık gerektiren oyundur. ayrıca psikoloji okuyanlar için staj niteliğindedir.
curling bir sporsa bu hadise sporun ağababasıdır, önde gidenidir, bayrak sallayanıdır, dibidir, kareköküdür.
tam manası "(b: her devrin adamı)"dır.
(b: 1. kural): yavşaklık derecesinde itaat. yeri geldiğinde el etek öpmek vs.
(b: 2. kural): güce tapmak. her ne olursa olsun, itaat edilen güce anlam yüklemek, savunmak. mantıken; "egemen güç götümü sikiyorsa vardır bi bildiği..." özetle kusursuz bağnazlık.
(b: 3. kural): ilk iki kuralı asla kabul etmemek. her daim kamufle edip, içinde yaşanılan durumu retorik mantıkla savunmak, başkalaştırmak.
(b: 1. kural): yavşaklık derecesinde itaat. yeri geldiğinde el etek öpmek vs.
(b: 2. kural): güce tapmak. her ne olursa olsun, itaat edilen güce anlam yüklemek, savunmak. mantıken; "egemen güç götümü sikiyorsa vardır bi bildiği..." özetle kusursuz bağnazlık.
(b: 3. kural): ilk iki kuralı asla kabul etmemek. her daim kamufle edip, içinde yaşanılan durumu retorik mantıkla savunmak, başkalaştırmak.
2000'ler sonrası futbol adına yapılmış en sığ hamledir bu pozisyonun tercih edilmesi.
her ne kadar bu bölgenin sembol oyuncuları patrick vieira, esteban cambiasso, gennaro gattuso falan olsa da günümüzde işleyişine baktığımızda; topu aldığında en yakınındaki adama yan pas yapan, teknik, hız, dripling fakiri hava toplarına hakim, çok koşan oyuncular seçilir.
ve bu anlayış takımların bütçeleri düştükçe yahut maçların zorluk derecesi arttıkça 2, 3, 4 ön liberoya kadar çıkar.
mc yerine dmc tercih etmek, ileri çıkmayan çakılı bek tercih etmek kadar futbolun seyir zevkini öldürür. barça'nın yarattığı akım neticesinde bu zihniyet yavaştan değişse de, bugüne kadar futbolu kısırlaştırdığı gerçeği asla değişmeyecektir.
her ne kadar bu bölgenin sembol oyuncuları patrick vieira, esteban cambiasso, gennaro gattuso falan olsa da günümüzde işleyişine baktığımızda; topu aldığında en yakınındaki adama yan pas yapan, teknik, hız, dripling fakiri hava toplarına hakim, çok koşan oyuncular seçilir.
ve bu anlayış takımların bütçeleri düştükçe yahut maçların zorluk derecesi arttıkça 2, 3, 4 ön liberoya kadar çıkar.
mc yerine dmc tercih etmek, ileri çıkmayan çakılı bek tercih etmek kadar futbolun seyir zevkini öldürür. barça'nın yarattığı akım neticesinde bu zihniyet yavaştan değişse de, bugüne kadar futbolu kısırlaştırdığı gerçeği asla değişmeyecektir.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?