charles bukowski

artin
"aslında hiç kaybetmedim sadece sistemin istedikleri kazandı,meteliksiz olabilirim ama niteliksiz değilim " diyen abi
artin
"kaldığın yerden devam etmek diye bir şey yoktur.
ya bıraktığın orada değildir ya da bıraktığın gibi değildir..." demiş olan abi.
fufu
''japon balıklarımız vardı, masanın üzerindeki akvaryumda yüzerlerdi, penceremizi örten kalın perdelerin hemen yanında... ve annem, her zaman gülümseyerek, hepimizin mutlu olmasını isterdi. bana, “ mutlu ol henry,” derdi... ve haklıydı: eğer becerebiliyorsan mutlu olmak daha iyiydi. ama babam onu ve beni haftada birkaç defa dövüyordu, 1.90’lık bedenin içinde öfkeden kuduruyordu. çünkü onu içten içe yiyip bitiren şeyi anlayamıyordu. annem, zavallı balık, mutlu olmak istiyordu, haftada iki, üç kez dövülüyor ve bana mutlu olmamı söylüyordu: “henry, gülümse! neden hiç gülümsemiyorsun?” ve sonra bana gülümserdi, nasıl yapıldığını göstermek için, gördüğüm en mutsuz gülümsemeydi...

bir gün japon balıklarımız öldü, beşi birden, suyun üstüne çıktılar, yan dönmüşlerdi, gözleri açık,ve babam eve döndüğünde onları kediye attı mutfakta ve biz öylece izledik annem gülümserken. ''

(bkz: acı çekerken mutlu olabilmek)
leia
"egemenlik gerçekten milletin olduğunda hükümetlere gerek kalmayacak; o zamana kadar boku yedik."

diyen ve herkesin sevmediği, zaten de sevmesi gerekmediği yazardır.
onemli degildi
ekmek arası adlı güzel romanın yazarı. kadınlar kitabını pek beğenmesem de bu sefer hakikaten çok beğendim. Dünyaya ayrı bir pencereden bakıyor, kitabını okurken bukowski'nin boşvermişliğine bürünüyorsunuz ya da onun kitaplarını sadece hayata karşı siktiri çekmek zorunda kaldığınız zamanlarda okuyor da olabilirsiniz.
heyhat
bak bak çirkine bak ne demiş!

bazı insanları acı büyütür ve yaşatır. acı çekmeden; daha doğrusu yeterince acı çekmeden, yitirmeden, o korkunç yalnızlığı tatmadan kendisi olamaz bazı insanlar. ne zaman ki en sevdikleriniz yan çizer,ne zaman ki birer birer düşürür herkes maskesini, ne zaman ki yalnızlıktaki o muhteşem gücü keşfederseniz, o zaman başlarsınız gerçekten yaşamaya.
rölanti
yalnız kalmaktan daha kötü şeyler de vardır hayatta,
ama genellikle bir ömür alır bunun farkına varmak,
o zaman da çok geçtir,
ve çok geçten daha kötü bir şey yoktur hayatta.

(i: Charles Bukowski)
cihan tekin
işten eve geldim her zamanki gibi. Asansörde kravatımı hafifçe gevşettim. Aynada kabak gibi parlayan tıraşlı yüzüme bakıp her akşam daha bir yabancılaştığım surata bir kere daha katlandım. Daha geçen akşam berber saçlarımı keserken önüme düşen birkaç ak saç aklıma geldi. "Yanlarım beyaz olsa aslında yakışır" diye geçirdim içimden her erkek gibi.

Erkekler her şeyi kendine yontmada ustadır. Elbette yaş ilerledikçe ondan da yontacak şeyler çıkacaktır. "Aslında"lar çoğalacaktır zorlama bir biçimde…

Neyse; yol boyunca beni heyecanlandıran tek şey Bukowski serimi tamamlamamdı. Para kazanmanın beni mutlu ettiği ender anlardan birini yaşıyordum. Monotona binmiş, bir atın üstünde "dıgıdık! dıgıdık!" diyerekten giden, boğulası, yılışık, şımarık çocuk tipli hayatımda zaten az heyecan kalmıştı. Evet, içimde baba olmaya dair ufak da olsa bir heyecan taşıyordum ama bu çocuk asla hayatım değildi.

Yemeğimi yedim, maillerime baktım, çayımı yudumlarken bir yandan da kitaplarımla sevişiyordum ki; bir sayfada Bukowski’nin şu dizelerine denk geldim:

"Beni tanıyan herkesin size söyleyeceği gibi, makbul biri değilim. Kötü adamı sevdim hep, kanunsuzu, hergeleyi. iyi işleri olan sinek kaydı traşlı, kravatlı tiplerden hoşlanmam. ümitsiz adamları severim, dişleri kırık, usları kırık, yolları kırık adamları. ilgimi çekerler."

Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Yıllarca onun gibi yaşayacağım diye kendimi gaza getirdğim üstad, bohem Bukowski bile bana laf sokar gibiydi artık. Yoktu artık, bu kadar da olamazdı. Tam yaşamanın bir anlamı kalmadı diye düşünecektim ki; kitabın arka kapağında fiyat etiketini parmaklarımla yokladığımı fark ettim. çevirip baktığımda ise 30 TL yazıyordu… Hem de KDV dahildi.

"Senin de canın sağ olsun Bukowski" dedim ve çay içmeye devam ettim…
elfida
"Yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı kaldırımlar.
Ve yine yan yana yürümeyelim diye dar kafalıydı insanlar.
Ve sırf dardı diye kafalar düşünmeyi bırakıp sevmeyi denedik,
Sarılmak yakar bizi deyip aşkı hep uzaktan sevdik..."

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol