bugünkü yazısı ile beşiktaş'taki transfer rezaletini hiç eleştiri yapmadan açıkça yüzümüze vuran milliyet gazetesi futbol yazarı.
uğur meleke
http://spor.milliyet.com.tr/ben-o-gemide-degilim-/spor/sporyazardetay/07.05.2012/1537099/default.htm
aynen katılıyorum.
aynen katılıyorum.
bugün köşesinde yazdığı yazıda gerçekten hislerime tercüman olan insan. beşiktaşlı mıdır bilmiyorum ama beni anlamış.
http://spor.milliyet.com.tr/besiktasli-durusu/spor/sporyazardetay/24.05.2012/1544398/default.htm
http://spor.milliyet.com.tr/besiktasli-durusu/spor/sporyazardetay/24.05.2012/1544398/default.htm
bugünkü beşiktaşlı duruşu başlıklı yazısı, tayfur havutçu'nun neden beşiktaş ın çocuğu sıfatına layık olmadığını, neden onca insanın "tayfur gitsin" dediğini anlatıyor. bizim aylardır anlatamadığımız şeyi, yine nokta atışı bir yazıyla anlatmış.
http://www.meleke.com/?p=5029
http://www.meleke.com/?p=5029
http://www.meleke.com/?p=5029
işbu yazısı ile "durduğum" noktayı tarif etmiştir. Yanından kalemin eksik olmasın uğur bey, hep yazasın.
işbu yazısı ile "durduğum" noktayı tarif etmiştir. Yanından kalemin eksik olmasın uğur bey, hep yazasın.
spor medyasının yılmaz özdil'idir. net.
biz tapeleri okuduk da çoğu insan bunlardan habersizdi. Tayfur'un gitmesini "bilgisizlikten" eleştirenler ve bu yüzden üzülenler bile vardı. özellikle twitter camiasında göze batıyordu bu insanlar. Meleke'nin son yazısı gerek çok satan bir gazetede yayınlanması gerek üslubu bakımından beşiktaş taraftarının bilinçlenmesi adına çok faydalı olmuştur. tüm sosyal medya araçlarında paylaşılması gerekir kanımca.
beşiktaşlılık duruşu hakkında yazdığı yazı ile ne kadar kötü niyetli bir insan olduğunu gözümüze sokmuş kişi. öncelikle yazının içinde geçen onursal başkanımız sayın süleyman seba için methiyeler düzerken aynı başkanımızın iki kere cezaevine giderek yeğenine yani tayfur havutçuya destek olduğunu ve yanında bir duruş sergilediğinide yazmalıydı.
yazıda geçen başka bir ahlaksızlık ise iki arkadaş arasında yapılan özel görüşmeyi sanki bütün canlı yayınlara çıkarak anlatmış gibi kelime tahlili ile yayınlamak. o konuşmaların ne arkasındayım ne doğru olduğunu savunuyorum ama şurada beni tanıyan benimle telefonda konuşan arkadaşlarımla yaptığım telefonlar dinlense kusura bakmayın arkadaşlar ama hepinize kökten ibne demiş olma ihtimalim var. bu konuşmalar şike dosyasının içinde geçen ama şikeyle alakası olmayan özel görüşmelerdir. ben çok anlamam ama hukuçu arkadaşlar bunun ne denli doğru olup olmadığını açıklar sanırım. ve evet yaptığı yanlış konuşamalr severiz sevmeyiz ama eski arkadaşıyla dalga geçerek yaptığı özel konuşmalardır. tayfur havutçu bugüne kadar hiçbir yerde ahlaksızlığıyla gündem olmamış çirkeflik yaparak hocalığında beşiktaşı rencide etmemiştir.
yazıyla ilgili en önemli ayrıcalardan biride şudurki, daha çok yeni olan yönetimimiz tüm iyi niyetiyle camiayı toplamaya çalışırken yolunda gitmeyen bütün herşeyi yavaş yavaş yardımlaşarak çözmek isterken bu hadsiz yazar başkanımızda dahil olmak üzere yönetimimize duruşu anlatma aciziyetini göstermiştir. çok afedersiniz ama fikret ormanı buradaki yazarların destekleme sebebi sadece duruşudur. ne parasıdır ne popülerliğidir nede başka bi zıkkımıdır emin olsun uğur meleke bey bu yönetimde ki herkes ondan çok daha iyi biliyordur durmak ile duruş arasındaki farkı içerisinde beşiktaş varsa.
ve ayrıca bu duruş meraklısı rengi belli olmayan yazarın bu yönetime öğretici bilgi verirken on yıldır beşiktaşımızın içini kemiren patronu olan yıldırım demirörenden ve beşiktaşlılık duruşunu en çok kullanan bugünkü tff başkanı yıldırım demirörenden bir gram bile bahsetmemiş olmasıda bu yazıda ki en büyük samimiyetsizliktir, omurgasızlıktır. duracağı yeri bilmemektir.
en nihayetinde beşiktaşı över gibi yaparken düze çıkmaya ve çıkarmaya uğraşan düzgün adamlara iş öğretmek bu yazarın hakkı değildir çok edebi üslupla yazıyor olsa dahi.
son bir notta tayfurun beşiktaştan ayrılmasını isteyenlerdenim süper final döneminden sonra.
şimdi simsiyah için makara saati... aşağıdaki konuşmaların hepsinin kaynağı kıçımdır, gerçek kişi veya kişileri bağlamaz. [ybkz]swh[/ybkz]
telefonda konuşanlardan biri benim diğeride dingoc olsun mesela (hacı kusura bakma biri göt altına gidecekti sana düğün hediyesi çıktı)
-dingoc: aloo başkan naber, hayırdır?
-smsyh(arıyor): ya sorma mk moralim bozuldu sözlükteki ibneler bla bla konusunda sallamış durmuşlar
-dingoc:(gülüşmeler) ya bırak be olm hepsi genç onların. beşiktaşı sevsinler gerisini salla
-smsyh: sen öyle diyosa hacı öyledir ha bu arada amiga 500 götü nabıyo hala pırasa mı yalıyo (gülüşmeler)
şimdi üstteki yazının size hissettirdiği hepinizin ibne olduğu mu n'olur öyle olmadığını söyleyin [ybkz]swh[/ybkz]
peşin edit: cümleler düşük ve harf hatalarıyla dolu olabilir gören uyarsın düzelteyim pls. öpt kib bye
yazıda geçen başka bir ahlaksızlık ise iki arkadaş arasında yapılan özel görüşmeyi sanki bütün canlı yayınlara çıkarak anlatmış gibi kelime tahlili ile yayınlamak. o konuşmaların ne arkasındayım ne doğru olduğunu savunuyorum ama şurada beni tanıyan benimle telefonda konuşan arkadaşlarımla yaptığım telefonlar dinlense kusura bakmayın arkadaşlar ama hepinize kökten ibne demiş olma ihtimalim var. bu konuşmalar şike dosyasının içinde geçen ama şikeyle alakası olmayan özel görüşmelerdir. ben çok anlamam ama hukuçu arkadaşlar bunun ne denli doğru olup olmadığını açıklar sanırım. ve evet yaptığı yanlış konuşamalr severiz sevmeyiz ama eski arkadaşıyla dalga geçerek yaptığı özel konuşmalardır. tayfur havutçu bugüne kadar hiçbir yerde ahlaksızlığıyla gündem olmamış çirkeflik yaparak hocalığında beşiktaşı rencide etmemiştir.
yazıyla ilgili en önemli ayrıcalardan biride şudurki, daha çok yeni olan yönetimimiz tüm iyi niyetiyle camiayı toplamaya çalışırken yolunda gitmeyen bütün herşeyi yavaş yavaş yardımlaşarak çözmek isterken bu hadsiz yazar başkanımızda dahil olmak üzere yönetimimize duruşu anlatma aciziyetini göstermiştir. çok afedersiniz ama fikret ormanı buradaki yazarların destekleme sebebi sadece duruşudur. ne parasıdır ne popülerliğidir nede başka bi zıkkımıdır emin olsun uğur meleke bey bu yönetimde ki herkes ondan çok daha iyi biliyordur durmak ile duruş arasındaki farkı içerisinde beşiktaş varsa.
ve ayrıca bu duruş meraklısı rengi belli olmayan yazarın bu yönetime öğretici bilgi verirken on yıldır beşiktaşımızın içini kemiren patronu olan yıldırım demirörenden ve beşiktaşlılık duruşunu en çok kullanan bugünkü tff başkanı yıldırım demirörenden bir gram bile bahsetmemiş olmasıda bu yazıda ki en büyük samimiyetsizliktir, omurgasızlıktır. duracağı yeri bilmemektir.
en nihayetinde beşiktaşı över gibi yaparken düze çıkmaya ve çıkarmaya uğraşan düzgün adamlara iş öğretmek bu yazarın hakkı değildir çok edebi üslupla yazıyor olsa dahi.
son bir notta tayfurun beşiktaştan ayrılmasını isteyenlerdenim süper final döneminden sonra.
şimdi simsiyah için makara saati... aşağıdaki konuşmaların hepsinin kaynağı kıçımdır, gerçek kişi veya kişileri bağlamaz. [ybkz]swh[/ybkz]
telefonda konuşanlardan biri benim diğeride dingoc olsun mesela (hacı kusura bakma biri göt altına gidecekti sana düğün hediyesi çıktı)
-dingoc: aloo başkan naber, hayırdır?
-smsyh(arıyor): ya sorma mk moralim bozuldu sözlükteki ibneler bla bla konusunda sallamış durmuşlar
-dingoc:(gülüşmeler) ya bırak be olm hepsi genç onların. beşiktaşı sevsinler gerisini salla
-smsyh: sen öyle diyosa hacı öyledir ha bu arada amiga 500 götü nabıyo hala pırasa mı yalıyo (gülüşmeler)
şimdi üstteki yazının size hissettirdiği hepinizin ibne olduğu mu n'olur öyle olmadığını söyleyin [ybkz]swh[/ybkz]
peşin edit: cümleler düşük ve harf hatalarıyla dolu olabilir gören uyarsın düzelteyim pls. öpt kib bye
bugün yazdığı "beşiktaşlılık duruşu" başlıklı yazıda, başlıktan da anlaşılacağı üzere, sadece, tayfur havutçu'nun, teknik direktörlük görevine son verilmesinin ardından düzenlediği basın toplantısında, "duruş" meselesini ağzına sakız etmesini eleştirmiştir. bu nedenle altında başka şeyler aramak, "bunu neden yazmadı?" demek pek anlamlı değil bence. adamın muhatabı tayfur; neden demirören'i veya bir başkasını soksun araya? "demirören'i eleştirmediği sürece samimi bulmuyorum!!" dediğiniz adam, bunu da yazdı:
http://spor.milliyet.com.tr/ben-o-gemide-degilim-/spor/sporyazardetay/07.05.2012/1537099/default.htm
"demirören'i eleştirmediği sürece samimi bulmuyorum!!" dediğiniz adam, bunu da yazdı:
http://spor.milliyet.com.tr/2012-yaziydi-/spor/sporyazardetay/26.04.2012/1532897/default.htm
ama bizim taraftarımız, tek bir yazı/açıklama ile adam asmayı çok sever. uğur meleke adamdır; pislik çukuruna dönüşmüş medyada, kalemini pisliğe bulaştırmayan nadir adamlardandır. önce yukarıda link verdiğim iki yazıyı okuyun, ondan sonra "patronu diye demirören'i eleştirmeye cesaret edememiş yeaaa" söylemi üzerine bir daha düşünün.
http://spor.milliyet.com.tr/ben-o-gemide-degilim-/spor/sporyazardetay/07.05.2012/1537099/default.htm
"demirören'i eleştirmediği sürece samimi bulmuyorum!!" dediğiniz adam, bunu da yazdı:
http://spor.milliyet.com.tr/2012-yaziydi-/spor/sporyazardetay/26.04.2012/1532897/default.htm
ama bizim taraftarımız, tek bir yazı/açıklama ile adam asmayı çok sever. uğur meleke adamdır; pislik çukuruna dönüşmüş medyada, kalemini pisliğe bulaştırmayan nadir adamlardandır. önce yukarıda link verdiğim iki yazıyı okuyun, ondan sonra "patronu diye demirören'i eleştirmeye cesaret edememiş yeaaa" söylemi üzerine bir daha düşünün.
futbolcuların ahlaklı olması konusunda sanırım bütün insanlar aynı şeyi düşünüyordur diyeceğim, fanatikler dışında tabiki. zira gözleri kendi renklerinden kör olmayan her insan aynı davranışı bekler futbolculardan[ybkz]swh[/ybkz]. fakat ek olarak o gazetecinin de çok haklı olduğunu düşünmüyorum. ortada bir problem varsa genelde iki tarafında hatası vardır. daha önce okuduğum bir habere göre volkan bu adamı uyarıyor arkadaşların fotoğraflarını çekme rahatsız oluyorlar, beni çek sadece diye. adam da gidip bütün gazetecileri toplayıp fotoğraf nasıl çekilir görürsün şimdi diyor. bu durumda da volkan dellenip evden aldırma olayı çıkıyor ortaya. tek taraflı olmak kötüdür. ikisinin de hatası var bu durumda.
http://spor.milliyet.com.tr/rustu-nun-yuzune-bakmak/spor/sporyazardetay/31.05.2012/1547381/default.htm
http://spor.milliyet.com.tr/rustu-nun-yuzune-bakmak/spor/sporyazardetay/31.05.2012/1547381/default.htm
özellikle ahlak vurgusu yapması, son zamanlarda renk körlerini rahatsız eden yazar.
--alıntı--
"....... futbolcu insandır, sinirlenebilir. antrenör insandır, sinirlenebilir. peki hakem insan değil mi? sinirleri çelikten mi yapılmış ki sinirlenmeye hiç hakkı yok? fatih terim sahanın içine girip süleyman abay’ın üstüne yürüme hakkını kendinde bulabiliyor da, ya bir gün abay da ona karşılık verip onun üstüne yürürse ne olacak? abay orada görev icabı sakin kalmak zorunda, çünkü terim’e azıcık mukavemet gösterse bütün bir g.saray camiası onun üzerine gelecek ve (geçmişte örneklerini defalarca gördüğümüz gibi) hakemliğini bıraktıracaklar. abay, 40 yaşında, çoluk çocuk sahibi, iş sahibi, sosyal hayatta belli bir statüsü olan bir yetişkin. herhangi bir antrenörün onun sosyal hayattaki statüsünü zedelemeye nasıl hakkı olabilir ki? terim rahatlıkla abay’ın üstüne yürüyebiliyor, çünkü alacağı en büyük cezanın maçları süper konforlu locasından izlemek olduğunu biliyor. zaten kulübü de, camiası da kayıtsız koşulsuz arkasında. peki ya bir gün abay, terim’in üstüne yürürse kim onun arkasında olacak? hiç kimse… sizin adalet dediğiniz bu mu sahi? yazık…"
--alıntı--
"....... futbolcu insandır, sinirlenebilir. antrenör insandır, sinirlenebilir. peki hakem insan değil mi? sinirleri çelikten mi yapılmış ki sinirlenmeye hiç hakkı yok? fatih terim sahanın içine girip süleyman abay’ın üstüne yürüme hakkını kendinde bulabiliyor da, ya bir gün abay da ona karşılık verip onun üstüne yürürse ne olacak? abay orada görev icabı sakin kalmak zorunda, çünkü terim’e azıcık mukavemet gösterse bütün bir g.saray camiası onun üzerine gelecek ve (geçmişte örneklerini defalarca gördüğümüz gibi) hakemliğini bıraktıracaklar. abay, 40 yaşında, çoluk çocuk sahibi, iş sahibi, sosyal hayatta belli bir statüsü olan bir yetişkin. herhangi bir antrenörün onun sosyal hayattaki statüsünü zedelemeye nasıl hakkı olabilir ki? terim rahatlıkla abay’ın üstüne yürüyebiliyor, çünkü alacağı en büyük cezanın maçları süper konforlu locasından izlemek olduğunu biliyor. zaten kulübü de, camiası da kayıtsız koşulsuz arkasında. peki ya bir gün abay, terim’in üstüne yürürse kim onun arkasında olacak? hiç kimse… sizin adalet dediğiniz bu mu sahi? yazık…"
--alıntı--
fikret orman rıdvan dilmen kavgası üzerine;
http://skorer.milliyet.com.tr/ugur-meleke/zengin-holigan/YazarYazisi/1698185/default.htm
http://skorer.milliyet.com.tr/ugur-meleke/zengin-holigan/YazarYazisi/1698185/default.htm
--alıntı--
Olimpiyat çift şeritli bir yol: Bir spor kültürü inşa edip olimpiyata aday olabildiğiniz gibi, aday olarak bir spor kültürü geliştirme şansınız da var. O yüzden bence olimpiyat organizasyonunda kaybeden yok: Evet, IOC’nin seçtiği kent, organizasyonu gururla düzenliyor ama seçmedikleri de olimpiyat düzenleyecek tesislere, spor politikasına ve olimpizm duygusuna sahip olmayı öğreniyor, gelişiyor, mesafe kat ediyor.
Biz de 20 yıllık olimpiyat serüvenimizde çok mesafe kat ettik, IOC üyelerinin en az 49’u da bu mesafeyi bize çeşitli turlarda verdikleri oylarla onayladılar. Bize bu yarışta ikincilik gururunu yaşatan yetkili ve gönüllülere teşekkürü bir borç biliriz.
Zaten günün sonunda bizi üzen yarışta ikinci olmak değil, ikinciliği kabullenme konusunda gösteremediğimiz olgunluk. Kaybettiğimiz Japonlar’ın dünyanın en güzel kaybedeni olması da mevzuyu daha da ironikleştiriyor! Bir Japon geleneği olan sumo güreşi müsabakası izlediğinizde, eğer kuralları bilmiyorsanız maçın sonunda kimin kazandığını kimin kaybettiğini anlayamazsınız. Kazanırken öyle saygılı, kaybederken öyle olgundur bu Japon dostlarımız. Bizse maalesef Bakan düzeyinde “kına yakın” veya “biz alamadık, siz aldınız mı” olgunluğunda karşıladık mağlubiyeti... Yazık...
Üstelik bu yarışta ikinciliğin gurur verici olduğunu gösteren o kadar çok faktör var ki! Şu ana kadar yaz olimpiyatlarını düzenleme hakkı kazanan yalnızca 19 ülke var, bunların (çeşitli siyasi travmalardan geçen Çin ve Kore dışında) 17’sinin olimpiyat katılım sayısı yani olimpik tarihi bizden fazla. Yine aynı 19 ülke içinde (Meksika dışında) 18’inin madalya sayısı da bizim üstümüzde. Yani belli ki Olimpiyat Komitesi tarih boyunca organizasyon reyini yalnızca kent güzelliğine göre vermemiş, birinci önceliği olimpiyat tecrübesi ve sportif başarı olmuş (Türk kamuoyunun bir türlü beğenemediği Japonya’nın olimpiyat madalyası sayısı 398, Türkiye’ninse 88...)
Zaten üç aday şehrin tanıtım filmleri incelendiğinde Japonya’nın nerdeyse bütünüyle, İspanya’nın da yarı yarıya spor tarihini ve sporcularını gösterdiğini, bizimse kent tanıtımıyla insanları etkilemeye çalıştığımızı gözlemliyoruz. Gerçi itiraf etmek gerekirse bu filme koyacak ne sporumuz kaldı ne sporcumuz: Bir kısmı ırkçı, bir kısmı dopingci çıkmış milli gururlarımızı(!) göstermekten çok gizlemeye çalışmamız doğal herhalde!
Spor ya da sporcu olmayınca ağırlığı kent tanıtımına vermişiz ama İstanbul tarifinde de yıllardır “iki kıtayı bağlama” esprisine takılıp kalmışız! Filmimizin başrolünde börekler-çörekler, güzel kızlar-çocuklar ve deniz dışında yine iki kıta bağlama tabelası başrolde, iki eski ve basit tabela... Madem bütün tanıtım filmlerimizin başrolünde bu iki tabela oynayacak, bari onları yenileyip elektronik filan yapsaydık ya! Bir de şunu merak etmeden duramıyorum: Eğer bir gün bir organizasyon yarışında karşımıza iki kıtayı bağlayan bir Kazak, bir Rus veya bir Mısır şehri çıkarsa başka hangi argümanı geliştireceğiz Allah aşkına? İstanbul’un tek özelliği iki kıtayı bağlamak mı sahiden?
Tabii ecnebilerden gizlemeye çalıştığımız gerçeği bu kentte yaşayanlar açıkça biliyorlar: Kamera o tabelalardan 30 derece içeri kayarsa köprünün üstünde çilekeş bir trafik var. Her gün 3,5 milyon aracın yola çıktığı, her güneş doğuşunda da bine yakın yeni aracın trafiğe katıldığı bir kentte yaşıyoruz biz. Tanıtım filmindeki o trafik yok tabii, deniz var bolca. Ama o denizde de ulaşım imkânı yok denecek kadar az. Mesela Beşiktaş’tan vapura binip Bakırköy’e gidemezsiniz bu kentte. Kadıköy’den deniz otobüsüyle Pendik’e ulaşamazsınız. Denizi sadece kıta değiştirecekseniz kullanabilirsiniz, ya da şanslıysanız, sabahın köründe tek bir seferi yakalayabilirseniz Kabataş’tan İstinye’ye filan gitmek mümkün. Aksi takdirde trafiğe mahkumsunuz. Ama bu kentte yaşayan 13 milyon insanın çektiği çile değil derdimiz tabii, dünyanın kalanını İstanbul’un harika bir şehir olduğuna inandırmak sadece...
İstanbul tanıtım filmimizle bu kentin harika bir yer olduğunu da dünyaya inandıracaktık belki ama maalesef savaş denen soğuk, ruhsuz ve kahpe gerçekle yüzleştik. Sayın Başbakan olimpiyata hazır olduğumuzu dünyaya haykırmadan 24 saat önce savaşa da hazır olduğumuzu iletmişti yeryüzüne. Bir kentin hem savaşa hem olimpiyata hazır olması nasıl bir çelişkidir Allah aşkına? Üstelik Başbakan, savaşa hazırız derken neyi kastetti ki sahi? Referandum yapılıp halka savaşa hazır olup olmadığı soruldu da ben mi duymadım acaba? Veya kimyasal silah kullanan muhataplarımıza karşı her eve gaz maskesi dağıtıldı da benim eve mi ulaşmadı sahi? Ben 70 milyonda bir sade vatandaş olarak savaşa hazır değilim Sayın Başbakan. Galiba hiçbir zaman da hazır olmayacağım. Arz ederim...
--alıntı--
http://skorer.milliyet.com.tr/ugur-meleke/olimpiyata-haziriz-savasa-degil-/YazarYazisi/1762287/default.htm
Olimpiyat çift şeritli bir yol: Bir spor kültürü inşa edip olimpiyata aday olabildiğiniz gibi, aday olarak bir spor kültürü geliştirme şansınız da var. O yüzden bence olimpiyat organizasyonunda kaybeden yok: Evet, IOC’nin seçtiği kent, organizasyonu gururla düzenliyor ama seçmedikleri de olimpiyat düzenleyecek tesislere, spor politikasına ve olimpizm duygusuna sahip olmayı öğreniyor, gelişiyor, mesafe kat ediyor.
Biz de 20 yıllık olimpiyat serüvenimizde çok mesafe kat ettik, IOC üyelerinin en az 49’u da bu mesafeyi bize çeşitli turlarda verdikleri oylarla onayladılar. Bize bu yarışta ikincilik gururunu yaşatan yetkili ve gönüllülere teşekkürü bir borç biliriz.
Zaten günün sonunda bizi üzen yarışta ikinci olmak değil, ikinciliği kabullenme konusunda gösteremediğimiz olgunluk. Kaybettiğimiz Japonlar’ın dünyanın en güzel kaybedeni olması da mevzuyu daha da ironikleştiriyor! Bir Japon geleneği olan sumo güreşi müsabakası izlediğinizde, eğer kuralları bilmiyorsanız maçın sonunda kimin kazandığını kimin kaybettiğini anlayamazsınız. Kazanırken öyle saygılı, kaybederken öyle olgundur bu Japon dostlarımız. Bizse maalesef Bakan düzeyinde “kına yakın” veya “biz alamadık, siz aldınız mı” olgunluğunda karşıladık mağlubiyeti... Yazık...
Üstelik bu yarışta ikinciliğin gurur verici olduğunu gösteren o kadar çok faktör var ki! Şu ana kadar yaz olimpiyatlarını düzenleme hakkı kazanan yalnızca 19 ülke var, bunların (çeşitli siyasi travmalardan geçen Çin ve Kore dışında) 17’sinin olimpiyat katılım sayısı yani olimpik tarihi bizden fazla. Yine aynı 19 ülke içinde (Meksika dışında) 18’inin madalya sayısı da bizim üstümüzde. Yani belli ki Olimpiyat Komitesi tarih boyunca organizasyon reyini yalnızca kent güzelliğine göre vermemiş, birinci önceliği olimpiyat tecrübesi ve sportif başarı olmuş (Türk kamuoyunun bir türlü beğenemediği Japonya’nın olimpiyat madalyası sayısı 398, Türkiye’ninse 88...)
Zaten üç aday şehrin tanıtım filmleri incelendiğinde Japonya’nın nerdeyse bütünüyle, İspanya’nın da yarı yarıya spor tarihini ve sporcularını gösterdiğini, bizimse kent tanıtımıyla insanları etkilemeye çalıştığımızı gözlemliyoruz. Gerçi itiraf etmek gerekirse bu filme koyacak ne sporumuz kaldı ne sporcumuz: Bir kısmı ırkçı, bir kısmı dopingci çıkmış milli gururlarımızı(!) göstermekten çok gizlemeye çalışmamız doğal herhalde!
Spor ya da sporcu olmayınca ağırlığı kent tanıtımına vermişiz ama İstanbul tarifinde de yıllardır “iki kıtayı bağlama” esprisine takılıp kalmışız! Filmimizin başrolünde börekler-çörekler, güzel kızlar-çocuklar ve deniz dışında yine iki kıta bağlama tabelası başrolde, iki eski ve basit tabela... Madem bütün tanıtım filmlerimizin başrolünde bu iki tabela oynayacak, bari onları yenileyip elektronik filan yapsaydık ya! Bir de şunu merak etmeden duramıyorum: Eğer bir gün bir organizasyon yarışında karşımıza iki kıtayı bağlayan bir Kazak, bir Rus veya bir Mısır şehri çıkarsa başka hangi argümanı geliştireceğiz Allah aşkına? İstanbul’un tek özelliği iki kıtayı bağlamak mı sahiden?
Tabii ecnebilerden gizlemeye çalıştığımız gerçeği bu kentte yaşayanlar açıkça biliyorlar: Kamera o tabelalardan 30 derece içeri kayarsa köprünün üstünde çilekeş bir trafik var. Her gün 3,5 milyon aracın yola çıktığı, her güneş doğuşunda da bine yakın yeni aracın trafiğe katıldığı bir kentte yaşıyoruz biz. Tanıtım filmindeki o trafik yok tabii, deniz var bolca. Ama o denizde de ulaşım imkânı yok denecek kadar az. Mesela Beşiktaş’tan vapura binip Bakırköy’e gidemezsiniz bu kentte. Kadıköy’den deniz otobüsüyle Pendik’e ulaşamazsınız. Denizi sadece kıta değiştirecekseniz kullanabilirsiniz, ya da şanslıysanız, sabahın köründe tek bir seferi yakalayabilirseniz Kabataş’tan İstinye’ye filan gitmek mümkün. Aksi takdirde trafiğe mahkumsunuz. Ama bu kentte yaşayan 13 milyon insanın çektiği çile değil derdimiz tabii, dünyanın kalanını İstanbul’un harika bir şehir olduğuna inandırmak sadece...
İstanbul tanıtım filmimizle bu kentin harika bir yer olduğunu da dünyaya inandıracaktık belki ama maalesef savaş denen soğuk, ruhsuz ve kahpe gerçekle yüzleştik. Sayın Başbakan olimpiyata hazır olduğumuzu dünyaya haykırmadan 24 saat önce savaşa da hazır olduğumuzu iletmişti yeryüzüne. Bir kentin hem savaşa hem olimpiyata hazır olması nasıl bir çelişkidir Allah aşkına? Üstelik Başbakan, savaşa hazırız derken neyi kastetti ki sahi? Referandum yapılıp halka savaşa hazır olup olmadığı soruldu da ben mi duymadım acaba? Veya kimyasal silah kullanan muhataplarımıza karşı her eve gaz maskesi dağıtıldı da benim eve mi ulaşmadı sahi? Ben 70 milyonda bir sade vatandaş olarak savaşa hazır değilim Sayın Başbakan. Galiba hiçbir zaman da hazır olmayacağım. Arz ederim...
--alıntı--
http://skorer.milliyet.com.tr/ugur-meleke/olimpiyata-haziriz-savasa-degil-/YazarYazisi/1762287/default.htm
barış şimşek'in ilk kez kural hatası yapmadığını daha önce de yaptığını söyleyen spor yazarı.
http://www.haber1903.com/Besiktas-20301-simsek_ilk_kez_yapmiyor_kural_hatasi.html
http://www.haber1903.com/Besiktas-20301-simsek_ilk_kez_yapmiyor_kural_hatasi.html
zeki önder özen'in kriterleri hakkında en çarpıcı açıklamayı yapan gazeteci. ''önder özen dany transferi sonrası 5 kriterini sayarken, aslında en önemli 6. kriteri unutmuştur bu da büyük takım oyuncusu olma kriterdir'' diye çok güzel bir tespitte bulunmuştur.
--alıntı--
Fenerbahçe değil, Galatasaray değil, Trabzonspor değil, bence Antalyaspor maçı... çünkü Beşiktaş temelde baskın hücum anlayışı benimsemiş, kazandığı toplarla 3-4 pasta kaleye inebilen, Gökhan-Olcay-Oğuzhan-Almeida gibi akıllı adamlarının telepatik uyumuyla ligin en çabuk gollerini atan takımı. Ama bu golleri atabilmek için genelde alana ihtiyacı var; ligde de bu alanları en az veren, hatta neredeyse hiç vermeyen takım Antalya... üstelik ilk yarıdaki maçta da Beşiktaş’a hiç alan bırakmamışlar, uyutmuşlar, oyunu öldürmüşler ve iki Diarra yumruğuyla rakiplerini nakavt etmişlerdi. Eğer bir sezonda aynı takıma karşı aynı hataya iki kez düşüyorsan, birinci maçı okuyamıyor ve ders çıkaramıyorsan, artık ikinci müsabaka hata değildir bence. Başka birşeydir...
Tamam Gökhan Töre yoktu, tamam Fernandes yoktu. Ama yine de Antalya’yı, Aybaba’yı şaşırtmak için farklı bir şey yapmak zorundasın bu maçta. Beklenmedik bir şey. Maçı beraber izlediğimiz Tümer Metin, “Ömer şişmanoğlu-Almedia çift santrfor başlatıp, şişirebilirlerdi” dedi mesela. çift santrfor, kırk orta saha, yedi stoper her neyse... Uzaktan şutlar veya fantastik duran top organizasyonları belki... Ne olursa olsun, değişik olmalıydı. Farklı olmalıydı yaptığın. Aybaba’nın tam da istediği, tam da beklediği olmamalıydı.
Olmadı...
******************
Jones kaç kilo?
Bizim bildiğimiz/tanıdığımız Jermaine Jones, yüksek efor sarf eden, sahanın her santimetrekaresini koşmaktan geri durmayan, yeteneği harika sayılmayacak bir mücadele adamı. Onun on numara pozisyonunda oynatılması zaten başlı başına bir acayiplik. Ama Fernandes-Oğuzhan’ın yokluğunda alternatif yok tabii. Zira yok yere Sezer-Toraman kavgasını büyütmüşsün, oyun kurucu pozisyonundaki tek alternatifini de kendi elinle yok etmişsin. Oysa ezeli rakibin göz morarması içeren Melo-Riera kavgasını çözüp, ikisinden de şampiyonluk yolunda faydalanmayı başarmış.
Yalnız Jones’la ilgili bir başkadetay da; Amerikalı oyuncunun hiç hazır gözükmemesi. ilk devrede Schalke’deki görüntüsüne göre sanki 3-4 kilo daha almış gibi durması. Zaten kariyerini eforu üzerine yapmış bir adamın, efor konusunda da eksik gözükmesi.
Dileriz problem geçicidir, yaşadığı sakatlıkla ilgilidir. çünkü bu Jones’un, bu fizik kalitesiyle beklenen katkıyı yapması çok kolay değil gibi.
*****************
Aybaba’nın futbol anlayışını sevmiyorum!
Dünyada onlarca/yüzlerce kontratak takımı var, olmalı da. Herkes Barcelona gibi yüzlerce pas yapmak zorunda değil tabii ki. Kontra atak oyunu da saygı duyulacak bir futbol anlayışı...
Ancak Aybaba’nın mantalitesi başka bir şey. Kontra atak dışında hiçbir şey düşünmeyen, rakibi eksik yakaladığı anlar dışında hiçbir olumlu planı olmayan bir taktik. Bence bir tür anti-futbol... Üstelik sezon başında devraldığı takım,yıl boyunca Avrupa mücadelesi yapmış, sonunda da yedinci olmuştu. şimdi küme düşmenin güçlü adaylarından... Ligin en az berabere kalan, en olumlu futbol oynayan takımlarından biriydi özdilek’inki... ilk 11’den sadece Aissati-Ömer gitti; insa-Vederson-Baros-Enoh-Giray-Semih-Köksal gibi bir sürü de transfer yapıldı. Ligin en az (34 haftada 5 kez) berabere kalan takımı, en fazla (23’te 10) berabere kalanı oldu. üstelik tam 7 maçtır da iç sahada kazanamıyorlar.
Aybaba’ya saygı duyuyorum, ama birtürlü sevemiyorum bu anlayışı. özdilek’in Antalyası çok daha sempatikti bence...
--alıntı--
[ybkz]swh[/ybkz]
http://skorer.milliyet.com.tr/ugur-meleke/bu-hata-degil-baska-bir-sey/YazarYazisi/1844334/default.htm
Fenerbahçe değil, Galatasaray değil, Trabzonspor değil, bence Antalyaspor maçı... çünkü Beşiktaş temelde baskın hücum anlayışı benimsemiş, kazandığı toplarla 3-4 pasta kaleye inebilen, Gökhan-Olcay-Oğuzhan-Almeida gibi akıllı adamlarının telepatik uyumuyla ligin en çabuk gollerini atan takımı. Ama bu golleri atabilmek için genelde alana ihtiyacı var; ligde de bu alanları en az veren, hatta neredeyse hiç vermeyen takım Antalya... üstelik ilk yarıdaki maçta da Beşiktaş’a hiç alan bırakmamışlar, uyutmuşlar, oyunu öldürmüşler ve iki Diarra yumruğuyla rakiplerini nakavt etmişlerdi. Eğer bir sezonda aynı takıma karşı aynı hataya iki kez düşüyorsan, birinci maçı okuyamıyor ve ders çıkaramıyorsan, artık ikinci müsabaka hata değildir bence. Başka birşeydir...
Tamam Gökhan Töre yoktu, tamam Fernandes yoktu. Ama yine de Antalya’yı, Aybaba’yı şaşırtmak için farklı bir şey yapmak zorundasın bu maçta. Beklenmedik bir şey. Maçı beraber izlediğimiz Tümer Metin, “Ömer şişmanoğlu-Almedia çift santrfor başlatıp, şişirebilirlerdi” dedi mesela. çift santrfor, kırk orta saha, yedi stoper her neyse... Uzaktan şutlar veya fantastik duran top organizasyonları belki... Ne olursa olsun, değişik olmalıydı. Farklı olmalıydı yaptığın. Aybaba’nın tam da istediği, tam da beklediği olmamalıydı.
Olmadı...
******************
Jones kaç kilo?
Bizim bildiğimiz/tanıdığımız Jermaine Jones, yüksek efor sarf eden, sahanın her santimetrekaresini koşmaktan geri durmayan, yeteneği harika sayılmayacak bir mücadele adamı. Onun on numara pozisyonunda oynatılması zaten başlı başına bir acayiplik. Ama Fernandes-Oğuzhan’ın yokluğunda alternatif yok tabii. Zira yok yere Sezer-Toraman kavgasını büyütmüşsün, oyun kurucu pozisyonundaki tek alternatifini de kendi elinle yok etmişsin. Oysa ezeli rakibin göz morarması içeren Melo-Riera kavgasını çözüp, ikisinden de şampiyonluk yolunda faydalanmayı başarmış.
Yalnız Jones’la ilgili bir başkadetay da; Amerikalı oyuncunun hiç hazır gözükmemesi. ilk devrede Schalke’deki görüntüsüne göre sanki 3-4 kilo daha almış gibi durması. Zaten kariyerini eforu üzerine yapmış bir adamın, efor konusunda da eksik gözükmesi.
Dileriz problem geçicidir, yaşadığı sakatlıkla ilgilidir. çünkü bu Jones’un, bu fizik kalitesiyle beklenen katkıyı yapması çok kolay değil gibi.
*****************
Aybaba’nın futbol anlayışını sevmiyorum!
Dünyada onlarca/yüzlerce kontratak takımı var, olmalı da. Herkes Barcelona gibi yüzlerce pas yapmak zorunda değil tabii ki. Kontra atak oyunu da saygı duyulacak bir futbol anlayışı...
Ancak Aybaba’nın mantalitesi başka bir şey. Kontra atak dışında hiçbir şey düşünmeyen, rakibi eksik yakaladığı anlar dışında hiçbir olumlu planı olmayan bir taktik. Bence bir tür anti-futbol... Üstelik sezon başında devraldığı takım,yıl boyunca Avrupa mücadelesi yapmış, sonunda da yedinci olmuştu. şimdi küme düşmenin güçlü adaylarından... Ligin en az berabere kalan, en olumlu futbol oynayan takımlarından biriydi özdilek’inki... ilk 11’den sadece Aissati-Ömer gitti; insa-Vederson-Baros-Enoh-Giray-Semih-Köksal gibi bir sürü de transfer yapıldı. Ligin en az (34 haftada 5 kez) berabere kalan takımı, en fazla (23’te 10) berabere kalanı oldu. üstelik tam 7 maçtır da iç sahada kazanamıyorlar.
Aybaba’ya saygı duyuyorum, ama birtürlü sevemiyorum bu anlayışı. özdilek’in Antalyası çok daha sempatikti bence...
--alıntı--
[ybkz]swh[/ybkz]
http://skorer.milliyet.com.tr/ugur-meleke/bu-hata-degil-baska-bir-sey/YazarYazisi/1844334/default.htm
https://www.youtube.com/watch?v=Etg4zx1m0QE
milliyet gazetesi'ndeki işine son verildiği konuşulmakta..
milliyet gazetesi'ndeki işine son verildiği konuşulmakta..
28 mart 2014 kdç karabükspor beşiktaş maçı ile ilgili bilic ile ilgili sert ve bir o kadar da doğru bir yazı yazmış olan kişi.
--uğur meleke--
biz bu filmi bu sezon dördüncü kez izliyoruz:
i̇lkini, 30 eylül’de antalya’da izlemiştik. antalya, beşiktaş’ı kilitlemiş, oynamamış-oynatmamış, blok halinde karşılamış ve diarra’nın bulduğu bir buçuk pozisyonla işi bitirmişti.
i̇kincisi 3 kasım’da beyoğlu’ndaydı. bu kez beşiktaş’ı oynatmayan ve oynamayan taraf karabük’tü. 28 şubat’ta olimpiyat’taki 0-0’lık antalya filmi de aynıydı. doğrusu ben bu üç özel gösterimden sonra karabük’te tekrar aynı filmi izleyeceğimizi düşünmemiştim. yanılmışım...
süper lig’de her zaman böyle takımlar vardır, hatta büyüklere karşı bu topu oynayanların sayısı artar. aybaba takımları büyüklere karşı topu istemez, karabük istemez. topu size bırakır ve ısrarcı bir blokla sizi karşılayıp maç içinde bulacağı tek kontratak fırsatını bekler. böyle takımlara karşı ideal hücum setleriniz işlemez, başka birşeyler düşünmeniz gerekir. hafta boyunca rakibinizin bunu oynayacağını bilmeniz, onları şaşırtmanız gerekir. aybaba beşiktaş’a karşı iki maçta hiç şaşırmadı. kafkas’ın da ikinci maçı oldu, sanırım o da pek şaşırmış sayılmaz.
biliç saygı duyduğumuz bir teknik adam. ama aynı hataya bir sezonda dördüncü kez düşünce, ligi yeterince izlemediğine dair endişelerimiz oluşuyor. ve doğrusu, bu ligi izlemezseniz, bu ligi hafife alırsanız, bu lig de size hiç dostça davranmıyor!
*****************
atiba tercihi doğru muydu?
tabii yukarıda eleştiriyi okuyunca aklınıza şöyle bir soru gelmiş olabilir? beşiktaş’ın bu kadar eksiği varken karabük’ü alt etmek için çözüm bulabilir miydi?
beşiktaş’ın 7 eksiği var: sivok, ersan, escude, fernandes, gökhan, holosko, ömer... ama herkes sağlıklı olsa zaten bu 7 eksikten ikisi ilk 11’de oynayacaklardı: stoperde ersan/sivok’tan birisi ve sağ açıkta holosko/gökhan’dan birisi. escude, ömer zaten doğal yedek. fernandes’in beşiktaş’la gönül bağı kopmuş. yani eksiklikler açısından bir felaket senaryosu söz konusu değil. stoper dany ve sağ açık atiba dışında herkes ideal...
lakin ideal olmayan şey, elde sağ açık oynayabilecek mustafa pektemek varken, uğur boral varken, kerim frei varken tercihin atiba yönünde yapılması. evet, biliç’in dediği gibi atiba kale hariç her pozisyonda oynayabilecek olağanüstü fedakar ve iş disiplini çok yüksek bir isim. ama atiba’nın her pozisyonda idare edebilecek olması, her pozisyonda ön libero kadar verimli oynayacağı anlamına gelmiyor. elde orijinal kanat adamı uğur varken atiba’yı sağ açık kullanmak pek akla yatkın gözükmüyor.
benzer bir tercihi eboue geldiğinde terim de yapmıştı. fildişili’nin arsenal’de çok fazla pozisyonda oynadığını bilen hoca, hemen onu sağ açık (hatta sol açık) olarak kullanmıştı. ama zamanla görüldü ki eboue sağ bektir, başka pozisyonlarda oynayabilir ama ancak mecbur kalınırsa... atiba’nın durumu da böyle.
tabii ki dün bu kadar verimsiz bir top oynanmasının nedeni sadece oyuncu tercihleri değil. biliç 35’te çift santrfora döndü, 60’ta atiba’yı sağ beke çekti, yani birçok doğru risk de aldı aslında... ama mesele sadece bu değil sanki. kapanan, set hücumuna fırsat vermeyen bir takıma karşı başka planlar ortaya koymak gerek: belki bir duran top sihri. belki bir korner organizasyonu. belki sürpriz uzaktan şutlar. belki farklı oyuncuları farklı pozisyonlarda kullanıp rakibi şaşırtmak: on numarada olcay, sağ açıkta uğur veya belki başka bir şey... ama illa farklı bir şey denemek. i̇lla ki rakibi şaşırtmak...
*******************************
bilic’in yardımcıları değişmeli
gecenin özeti aslında iki kelime: kimse şaşırmadı. herkesin tahmin ettiği kilit bir oyun. kilit bir skor.
eğer kimsenin şaşırmadığı gecenin sonunda biliç bu skora şaşırdıysa o zaman hatayı biraz da onun ekibinde aramak gerek. biliç’in ülkede ilk sezonuysa, ülkeyi tanımıyorsa, antalya/karabük tipi futbolla ilk kez karşılaşıyorsa, onun teknik ekibine bu ligi tanıyan bir yardımcı koymak gerek. eğer yardımcıları ligle ilgili, rakiple ilgili, biliç’in bildiklerinden farklı bir şey bilmiyorsa o zaman teknik ekip kalabalığının ne anlamı var ki allah aşkına?
--alıntı--
--uğur meleke--
biz bu filmi bu sezon dördüncü kez izliyoruz:
i̇lkini, 30 eylül’de antalya’da izlemiştik. antalya, beşiktaş’ı kilitlemiş, oynamamış-oynatmamış, blok halinde karşılamış ve diarra’nın bulduğu bir buçuk pozisyonla işi bitirmişti.
i̇kincisi 3 kasım’da beyoğlu’ndaydı. bu kez beşiktaş’ı oynatmayan ve oynamayan taraf karabük’tü. 28 şubat’ta olimpiyat’taki 0-0’lık antalya filmi de aynıydı. doğrusu ben bu üç özel gösterimden sonra karabük’te tekrar aynı filmi izleyeceğimizi düşünmemiştim. yanılmışım...
süper lig’de her zaman böyle takımlar vardır, hatta büyüklere karşı bu topu oynayanların sayısı artar. aybaba takımları büyüklere karşı topu istemez, karabük istemez. topu size bırakır ve ısrarcı bir blokla sizi karşılayıp maç içinde bulacağı tek kontratak fırsatını bekler. böyle takımlara karşı ideal hücum setleriniz işlemez, başka birşeyler düşünmeniz gerekir. hafta boyunca rakibinizin bunu oynayacağını bilmeniz, onları şaşırtmanız gerekir. aybaba beşiktaş’a karşı iki maçta hiç şaşırmadı. kafkas’ın da ikinci maçı oldu, sanırım o da pek şaşırmış sayılmaz.
biliç saygı duyduğumuz bir teknik adam. ama aynı hataya bir sezonda dördüncü kez düşünce, ligi yeterince izlemediğine dair endişelerimiz oluşuyor. ve doğrusu, bu ligi izlemezseniz, bu ligi hafife alırsanız, bu lig de size hiç dostça davranmıyor!
*****************
atiba tercihi doğru muydu?
tabii yukarıda eleştiriyi okuyunca aklınıza şöyle bir soru gelmiş olabilir? beşiktaş’ın bu kadar eksiği varken karabük’ü alt etmek için çözüm bulabilir miydi?
beşiktaş’ın 7 eksiği var: sivok, ersan, escude, fernandes, gökhan, holosko, ömer... ama herkes sağlıklı olsa zaten bu 7 eksikten ikisi ilk 11’de oynayacaklardı: stoperde ersan/sivok’tan birisi ve sağ açıkta holosko/gökhan’dan birisi. escude, ömer zaten doğal yedek. fernandes’in beşiktaş’la gönül bağı kopmuş. yani eksiklikler açısından bir felaket senaryosu söz konusu değil. stoper dany ve sağ açık atiba dışında herkes ideal...
lakin ideal olmayan şey, elde sağ açık oynayabilecek mustafa pektemek varken, uğur boral varken, kerim frei varken tercihin atiba yönünde yapılması. evet, biliç’in dediği gibi atiba kale hariç her pozisyonda oynayabilecek olağanüstü fedakar ve iş disiplini çok yüksek bir isim. ama atiba’nın her pozisyonda idare edebilecek olması, her pozisyonda ön libero kadar verimli oynayacağı anlamına gelmiyor. elde orijinal kanat adamı uğur varken atiba’yı sağ açık kullanmak pek akla yatkın gözükmüyor.
benzer bir tercihi eboue geldiğinde terim de yapmıştı. fildişili’nin arsenal’de çok fazla pozisyonda oynadığını bilen hoca, hemen onu sağ açık (hatta sol açık) olarak kullanmıştı. ama zamanla görüldü ki eboue sağ bektir, başka pozisyonlarda oynayabilir ama ancak mecbur kalınırsa... atiba’nın durumu da böyle.
tabii ki dün bu kadar verimsiz bir top oynanmasının nedeni sadece oyuncu tercihleri değil. biliç 35’te çift santrfora döndü, 60’ta atiba’yı sağ beke çekti, yani birçok doğru risk de aldı aslında... ama mesele sadece bu değil sanki. kapanan, set hücumuna fırsat vermeyen bir takıma karşı başka planlar ortaya koymak gerek: belki bir duran top sihri. belki bir korner organizasyonu. belki sürpriz uzaktan şutlar. belki farklı oyuncuları farklı pozisyonlarda kullanıp rakibi şaşırtmak: on numarada olcay, sağ açıkta uğur veya belki başka bir şey... ama illa farklı bir şey denemek. i̇lla ki rakibi şaşırtmak...
*******************************
bilic’in yardımcıları değişmeli
gecenin özeti aslında iki kelime: kimse şaşırmadı. herkesin tahmin ettiği kilit bir oyun. kilit bir skor.
eğer kimsenin şaşırmadığı gecenin sonunda biliç bu skora şaşırdıysa o zaman hatayı biraz da onun ekibinde aramak gerek. biliç’in ülkede ilk sezonuysa, ülkeyi tanımıyorsa, antalya/karabük tipi futbolla ilk kez karşılaşıyorsa, onun teknik ekibine bu ligi tanıyan bir yardımcı koymak gerek. eğer yardımcıları ligle ilgili, rakiple ilgili, biliç’in bildiklerinden farklı bir şey bilmiyorsa o zaman teknik ekip kalabalığının ne anlamı var ki allah aşkına?
--alıntı--
olaylara doğru pencereden bakmasını bilen ender yorumculardandır.tutarlıdır, karakterlidir, profesyoneldir.20 sene aynı odada çalışan arkadaşları bile hangi takımlı olduğunu bilmediğini söylüyor.yine olayı çok doğru yerden yakalamış.kendisi şöyle diyor:
"Mancini ile Biliç’in ikincilik koltuğunu her hafta birbirlerine armağan etmesi de bir başka garabet... Galiba her iki yabancı hocanın da Türkiye’de bu sezon lig ikinciliğinin ne anlama geldiğine dair bilgilerinde eksikler var.
Birincisi, büyük bir mucize yaşanmaz da F.Bahçe şampiyon olursa, bu yıl lig ikinciliği direkt Devler Ligi bileti demek. Özelikle Beşiktaş’ın kadrosunda hayatında hiç Devler Ligi oynamamış en az 15 oyuncu var. Sportif tatmini ve prestiji bir kenara bırakın, Devler Ligi’ne girmek demek, UEFA’nın size direkt olarak 8 milyon 600 bin euro gruplara giriş bonusu ödemesi demek. Ayrıca Devler Ligi’ndeki tek Türk takımı iseniz, 6 milyon euro da yayın payınız var.
Yani Devler Ligi’ne girip hiç kazanmasanız, hiç berabere bile kalmasanız 15 milyon euro kasada. Ayrıca her galibiyet 1 milyon, her beraberlik yarım milyon euro. Gruplardan çıkma bonusu 3,5 milyon euro... Bunun yanına Süper Lig havuzundan alacağınız ikincilik ödülü 12 milyon TL’yi de ekleyin (üçüncülük ödülü 9 milyon TL)... Yani özetle, Mancini ile Biliç her hafta birbirlerine 50 milyon lirayı itiyorlar şu anda aslında...
Acaba Orman’la Aysal hocalarla/oyuncularla bir yemek yiyip ikinci olursanız bu 50 milyon liranın 10 milyonunu da sizle paylaşacağız demezler mi? Tabii ki futbolcular onurlarıyla yüzde yüzle oynuyorlar, ama ikincilikle üçüncülük arasında bu kadar fark olduğunu bilseler daha verimli düşünmezler mi acaba? "
hakikaten sanırım klüpler olayın çok farkında değil.yıllardır şamp.ligine gitmeyen beşiktaş'ımın unutmuş olması daha muhtemel aslında ama galatasaray'a kıyasla çok daha istekli bu konuda bence.ama neticede sonuç önemli.
galatasaray bu hafra sivas'a gidiyor.kadrosunda melo, selçuk, hakan, sneijder ve ceyhun yok.eğer bir süpriz olmazsa puan kaybetmesi muhtemel.yani beşiktaş'ın konya'ya karşı mutlak galibiyete ihtiyacı var.hem rakibinin önüne geçmesi hem de fenerbahçe karşısındaki muhtemel bir puan kaybını tölere edebilmesi açısından gayet önemli bir maç.daha yoğun ve stresli haftalar yaklaşıyor.artık puan kaybının telafisinin olmayacağı haftalar...
"Mancini ile Biliç’in ikincilik koltuğunu her hafta birbirlerine armağan etmesi de bir başka garabet... Galiba her iki yabancı hocanın da Türkiye’de bu sezon lig ikinciliğinin ne anlama geldiğine dair bilgilerinde eksikler var.
Birincisi, büyük bir mucize yaşanmaz da F.Bahçe şampiyon olursa, bu yıl lig ikinciliği direkt Devler Ligi bileti demek. Özelikle Beşiktaş’ın kadrosunda hayatında hiç Devler Ligi oynamamış en az 15 oyuncu var. Sportif tatmini ve prestiji bir kenara bırakın, Devler Ligi’ne girmek demek, UEFA’nın size direkt olarak 8 milyon 600 bin euro gruplara giriş bonusu ödemesi demek. Ayrıca Devler Ligi’ndeki tek Türk takımı iseniz, 6 milyon euro da yayın payınız var.
Yani Devler Ligi’ne girip hiç kazanmasanız, hiç berabere bile kalmasanız 15 milyon euro kasada. Ayrıca her galibiyet 1 milyon, her beraberlik yarım milyon euro. Gruplardan çıkma bonusu 3,5 milyon euro... Bunun yanına Süper Lig havuzundan alacağınız ikincilik ödülü 12 milyon TL’yi de ekleyin (üçüncülük ödülü 9 milyon TL)... Yani özetle, Mancini ile Biliç her hafta birbirlerine 50 milyon lirayı itiyorlar şu anda aslında...
Acaba Orman’la Aysal hocalarla/oyuncularla bir yemek yiyip ikinci olursanız bu 50 milyon liranın 10 milyonunu da sizle paylaşacağız demezler mi? Tabii ki futbolcular onurlarıyla yüzde yüzle oynuyorlar, ama ikincilikle üçüncülük arasında bu kadar fark olduğunu bilseler daha verimli düşünmezler mi acaba? "
hakikaten sanırım klüpler olayın çok farkında değil.yıllardır şamp.ligine gitmeyen beşiktaş'ımın unutmuş olması daha muhtemel aslında ama galatasaray'a kıyasla çok daha istekli bu konuda bence.ama neticede sonuç önemli.
galatasaray bu hafra sivas'a gidiyor.kadrosunda melo, selçuk, hakan, sneijder ve ceyhun yok.eğer bir süpriz olmazsa puan kaybetmesi muhtemel.yani beşiktaş'ın konya'ya karşı mutlak galibiyete ihtiyacı var.hem rakibinin önüne geçmesi hem de fenerbahçe karşısındaki muhtemel bir puan kaybını tölere edebilmesi açısından gayet önemli bir maç.daha yoğun ve stresli haftalar yaklaşıyor.artık puan kaybının telafisinin olmayacağı haftalar...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?