confessions

saniyede yirmidört kare

5. nesil Yazar - - Yazar -

  1. toplam entry 1454
  2. takipçi 0
  3. puan 32652

ortaöğretimde başörtüsü serbestisi

saniyede yirmidört kare
kadını daha minicikken ikincil konuma sıkıştıran bok püsür şey. sisteme göre bir nevi, 'yılanın başını baştan ezmek'. o yaştaki bir çocuğun sanmıyorum ki, baş örtüsünü kendi hür iradesiyle taksın? hiçbir zaman baş örtüsü karşıtı olmadım, aksine özgürlükse eğer herkes için özgürlük dedim ama yoo dostum yooo biz özgürlük dedikçe hepten bokunu çıkardınız. bu özgürlük değil, olsa olsa 'zorunluluğun' ve aile baskısının önünü açmaktır. belki çocuk müslüman olmayacak, belki anasının babasının sorgulamadığı şeyleri sorgulayacak ve inanmamayı tercih edecek, islamiyet dahil her türlü dini. ama eminim ki, babası imam olduğu için o çocuk henüz 5. sınıfta baş örtüsü takmak zorunda bırakılacak.

yazık. cidden yazık.
ne çok yazıklar ülkesiyiz.

hızımı alamadım eklemesi:

ayrıca baş örtüsü nedir ve neden takılır? kadının saç telinin başka erkeğe haram olmasından dolayı veya diğer erkekleri şehvete düşürmemek için. benim bilgim bu yönde, yanlışsam düzeltin lütfen. kendi bildiğim üzerinden şunu diyebilirim ki, o yaştaki bir çocuğun saç telinden de tahrik olunabilecekse, yansın bu dünya su veren itfaiyenin...

pazarda su satmak

saniyede yirmidört kare
birçok çocuğun ilk ticari girişimin gerçekleştirdiği eylem.

henüz çeşme sularının leş gibi akmadığı, pet şişeli suların piyasada olmadığı yıllardı. evimizin hemen karşısına pazar yeri açılmak üzereydi. biz mahallenin çocukları, annelerimizden daha büyük bir heyecanla beklemiştik pazarın açılmasını. pazar demek bizim için yepyeni bir sektör demekti. uzun uzun toplantılar yapıp, başka mahalleden çocukları pazarımızda barındırmayacağımıza yeminler edip, adeta uluslar arası bir şirket kalitesinde su satmaya başladık. pazar üç katlıydı, her kata 3-4 çocuk düşüyordu, herkes gofret parasının peşindeydi. diğer çocuklardan yaşım biraz daha ufak olduğu için [ybkz]swh[/ybkz] teyzeler amcalar beni önce sever, sonra bir 'aferin' çeker, ikişer bardak su içerlerdi.

babam ilk zamanlar 'ne işiniz var pazarda su satmakla, ben size bakamıyor muyum?!' diye gurur yaptıysa da, annem bu girişimci ruhumuzu sonuna kadar desteklemişti. 5. kattaki evimize sürekli çıkıp su almak bize ızdırap olmasın diye, daha büyük bir sepet alıp, içine buz doldurduğu sürahileri biz aşağıdan ''anneeeeaaaaa'' diye bağırdıktan saniyeler sonra salardı. kazandığım ilk parayı da, yine aynı benim gibi pazarda su satan abilerimle birleştirip anneme aynı pazardan terlik almıştık. annemin poşeti açarken gözlerinin dolup, ardından hüngür hüngür ağladığını da çok net hatırlıyorum.

şu an bile ne zaman bir pazar yerine girsem, o kalabalıktan-kokudan-sesten kendi çocukluğumu yeniden yaşıyorum. geçenlerde uzun bir süreden sonra ilk defa çok yakından tanıdığım ''buuzzzz giibiiieeeaa soğğğukk suğğğğ'' sesini duydum, kalabalığa rağmen sesi takip ettip çocuğu buldum. artık sürahiyle değil de bardak şeklinde olan petlerde satıyordu suyunu. çantamda su olmasına rağmen, 3 pet su aldım. ''bereket versin abla'' dedi çocuk, ''bereketini gör güzel kardeşim, hayırlı işler'' dedim. ''sooğğğğğuukkk suuuaaaa'' diye bağırarak uzaklaştı. bir süre öyle kalıp, çocukluğuma baktım.

ağlamak

saniyede yirmidört kare
uzun bir duygusal katılaşma dönemi yaşadıktan sonra ansızın olabilen. (ayrıyetten #370597)

uykuya biraz kala, halen direnip film izlemeye devam ediyordum. o sırada gözlüğümü çıkarayım da belki şuracıkta uyuyakalırsam, gözüme mözüme batmasın diye çıkarıp sehpaya koyacaktım. gözüm hâlâ filmde ama. gözlüğü çıkardım, tam saplarını katlıyordum ki, sapın birisi çaattt dedi kırıldı. bi' elimde sap, bi' elimde gözlüğün geri kalanı salak salak bakıyordum ki, aylardır yaşadığı onda saçma sapan şeye rağmen akmayan göz yaşlarım pıt pıt pıt akmaya başladı. hani böyle burnun içi dolar, çene titrer, taa içerilerden kimliği belirsiz bir duygu seli gelir ya... bütün sinirimi, stresimi kırılan gözlükten çıkarıp üç aylık ağladım. galiba aylardır süregelen duygusuzluğum böyle bir 'kırılma anı' bekliyordu. kırılma anı dediğin soyut olurdu hep ama, demek ki somutu da iş görüyormuş. hamdolsun, sayesinde mükemmel bir uyku çektim. beynimin içi adeta bebek poposu kıvamında.

bireysel olduklarında kız gibiler

saniyede yirmidört kare
kendi cinsiyetinden birisini[ybkz]swh[/ybkz], kendi cinsiyetine sahip olmayanla[ybkz]swh[/ybkz] 'aşağılama' maksatlı ve apaçık seksist bir tavıra sahip olan insanların kullandığı söz. çünkü erkek olmak bu tip toplumlarda sürekli yüceltilir, kadın olmaksa bir hakaretin içindeki 'cümle'dir sadece.

sonra vay efendim abartıyorsunuz, tabi abartıyoruz/abartacağız. önce dildeki bu cinsiyet ırkçılığını bırakacağız, ardından biraz daha iyi bir insan olabiliriz.

true detective

saniyede yirmidört kare
beyin kıvrımlarını dümdüz yapabilen dizi. ulan senin allahına kurban bir kere daha hbo. 1 sezonunu 1 günde bitirdim, gerim gerim gerildim. hani annem yanlışlıkla odaya girse o gerginlikle üzeceğim kadıncağızı. taze bittiği için henüz kafama oturmadı, o neydi gız tepkisindeyim hâlâ.

ayrıca, the sopranos'tan sonra en mükemmel giriş müziğine sahiptir.http://www.youtube.com/watch?v=p4zluA60hjs

bireysel olduklarında kız gibiler

saniyede yirmidört kare
başkanın zihniyetini açıkca beyan eden cümle. erk sistemle yoğurulmuş, ona kalsa futbol 'erkek işi'dir aynı zamanda.

birileri kadın olmanın aslında güçsüzlük emaresi olmadığını anlayıp, ona göre yaşamaya başlayana dek böyle densiz açıklamalar göreceğiz. kendisini vizyonu geniş bir insan olarak görürdüm şu açıklamaya dek. dilerim yaptığı bu hadsiz/bilinçsiz -veya artık her neyse- açıklamayı düzeltmeye çalışırken hepten batırmaz. bırak dağınık kalsın başkan. biz anladık seni.

sözlük yazarlarının itirafları

saniyede yirmidört kare
ciddiyeti fazla sevmem. (gerekli durumlar dışında). ciddiyetin yaşanılacak kısa hayat için çok fazla şey olduğunu düşünmüşümdür her zaman. o yüzden sürekli gülerim, kötü bir şey olduğunda da gülerim, gülmek bir tepki biçimi gibi bir şeydir. öyleydi.

koşullar, daha öncesini hiç yaşamadığın sorumlulukları yüklediğinde paşa paşa ciddi oluyormuşsun. son üç ayda ciddiyetten yaşlandım ve gülememekten. artık tek mantıklı tepkim boş boş bakmak ve susmak oluyor. ''olur''lar, ''yaparız''lar, ''tamam''lar, kurtarıyor genelde insan ilişkilerimi. aksini söyleyecek olsam, ''aman şimdi laf uzayacak kime anlatacağım ki...'' deyip uzatmıyorum. yeter ki uzamasın. ne kadar uzarsa o kadar ciddi olmak zorunda kalıyorum çünkü. ne kadar ciddi olursam o kadar da tadı kaçıyor her şeyin. ağzımın tadı bile yok ciddiyetten. yıldım. vallahi yıldım.

vesikalık fotoğraf

saniyede yirmidört kare
insanı sebepsiz yere gülme krizine tutturan şey. o sebeple tüm fotoğraflarım gülmekten helak olduktan sonra surata zorla yerleştirilmiş ciddiyet dolu. resmen yüzüne far yemiş ceylan gibi.

son fotoğrafım da hayatımda ilk defa gördüğüm ve deliler gibi istediğim canon mark iii ile çekildiğinden, şaşkınlıkla makinayı incelemişim, suratta ''ağğğbiii bi kere çekeyim mi?'' ifadesi var. keşke utanmasam da paylaşsam ama deliler gibi utanıyorum ulan.
22 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol