ne yazık ki transferinden an itibariyle vazgeçilen oyuncudur.
samet aybaba caymış. kaynak çok sağlam...
offf ben de çok gönüllü değildim ama 2 haftadır kanatlardaki kısırlığı görünce istiyordum gelmesini...
1.6 milyon euro'da öyle bir oyuncu için çok değildi..
kötü oldu..
ben sürece değil neticeye bakarım.
ister kıyametleri kopartsınlar, ister ses çıkartmadan direkt yüz yüze görüşmelerle halletsinler,
ama derhal bu öğlenden tezi yok bülent yıldırım'la, erdinç sezertam denen adamın bir daha süper lig'de maç yönetmelerini engelletecekler!
hadi düdük asmasınlar, bank asya'da devam etsinler. ona da razıyım!
ama bunu yapmak zorundalar! gidip nasıl yaparlarsa yapsınlar!
ama öyle ama böyle bir haftaya bu iş bitecek!
o iki dürzü bir daha maça çıkmayacak! herkese ibret olacak! başka yolu yok!!!
haftaya ya da başka bir hafta o puştları bir maçta görürsem size söverim ey yönetim!
ister kıyametleri kopartsınlar, ister ses çıkartmadan direkt yüz yüze görüşmelerle halletsinler,
ama derhal bu öğlenden tezi yok bülent yıldırım'la, erdinç sezertam denen adamın bir daha süper lig'de maç yönetmelerini engelletecekler!
hadi düdük asmasınlar, bank asya'da devam etsinler. ona da razıyım!
ama bunu yapmak zorundalar! gidip nasıl yaparlarsa yapsınlar!
ama öyle ama böyle bir haftaya bu iş bitecek!
o iki dürzü bir daha maça çıkmayacak! herkese ibret olacak! başka yolu yok!!!
haftaya ya da başka bir hafta o puştları bir maçta görürsem size söverim ey yönetim!
hatayı kabullenememeleri yaşlarından değil tuttukları takım karakterinden kaynaklıdır.
gasssaraylı ve fenerli taraftar takım sevgilerini "kazanmak" üzerine oturtmuşlardır.
kaybettikleri anda varlıklarını kaybederler. yani onlar "kazandıkça" varlardır..
azize alçağını anlamsızca körü körüne savunmaları, dünkü penaltıyı savunmaları hep bundandır..
onlarda omurga ve kişilik yoktur. kazanma hırsı ve amacı üzerine inşa ettikleri kolpa bir sevgi, içi boş ve suni değerlerle dolu çıkar amaçlı bir değerdir yarattıkları.
bu yüzden her zaman menfaatlerine olan her türlü şikeyi, hatayı, şaibeyi ölümüne savunmak zorundadırlar..
aksi, yok olmaları anlamına gelir.
varlıklarını "yok" etmeleri demektir..
gasssaraylı ve fenerli taraftar takım sevgilerini "kazanmak" üzerine oturtmuşlardır.
kaybettikleri anda varlıklarını kaybederler. yani onlar "kazandıkça" varlardır..
azize alçağını anlamsızca körü körüne savunmaları, dünkü penaltıyı savunmaları hep bundandır..
onlarda omurga ve kişilik yoktur. kazanma hırsı ve amacı üzerine inşa ettikleri kolpa bir sevgi, içi boş ve suni değerlerle dolu çıkar amaçlı bir değerdir yarattıkları.
bu yüzden her zaman menfaatlerine olan her türlü şikeyi, hatayı, şaibeyi ölümüne savunmak zorundadırlar..
aksi, yok olmaları anlamına gelir.
varlıklarını "yok" etmeleri demektir..
kendisine bir gün olsun kötü bir laf etmemiş olduğum için kendimle gurur duyuyorum. beni utandırmadığı için de onunla gurur duyuyorum..
holosko adamdır. söversin, döversin, sahada yıldız futbolcu onu azarlar, feda et dersin feda eder, ibb'ye git dersin gider, gel dersin gelir.. bi kere sorun çıkarmaz, bi kere disiplinsizlik yapmaz, her maçta tükenene kadar koşar..
ama gel gör ki adamda muhallebi çocuğu tipi var diye bizim taraftar onu bi türlü sevemedi..
hiç bık bık etmeyin hacılar.. adamda şöyle atarlı giderli bir tip, batuhan gibi fizik olsaydı, şu yaptığı istatistiklerle çoktaaaaaaaannnn efsane yapmıştınız.. klasik taraftar profilisiniz işte..
dün gece maça 11'de başlarken herkes isyan ediyormuş..
aga sizin nerenizde sorun var? ben anlamıyorum.. dün yeni açıkta maç öncesi 20 kişiyle de tartıştım bunu. ve nihayetinde hepsi akşamın sonunda benden özür dilediler..
ben de "benden diil, holosko'dan ve bu yüzden hakkını yediğiniz diğer muhallebi çocuğu tipli futbolcularımızdan özür dileyin" dedim..
lan adamın dün attığı gollerle sadece cincona 7 golü var! hadi dünkü 2 golü sayma..
cincona 5 tane golü olan kaç tane topçumuz var lan? hele şu dünkü düz takımla sahaya çıkıyorsak..
şikecilere, orta sahanın gerisinden top alıp, tek başına slalom yaparak gol atan kaç tane topçumuz var amk?
her şeyi geçtim, hadi adamın "adamlığını" umursamıyorsunuz, adam garanti parasından "feda" dedi nerdeyse yarı yarıya, yine yaramadı,
be birader, sadece dün için demiyorum, sen futbola bu kadar adapte olan topçu gördün mü? ben görmedim..
adamı 1 ay oturt kulübede, 1 ay sonra oynat yine gol atıyor, yine atıyor arkadaş!
holosko kaç senedir bize, bir kere olsun adaptasyon sorunu, kilo problemi, maç eksiği falan yaşadığını ben görmedim..
kötü oynuyor, kazma oynuyor belki bazen ama kıçını yırtıyor ve bi şekilde gol atıyor..
adamsın holosko. adamımsın..
holosko adamdır. söversin, döversin, sahada yıldız futbolcu onu azarlar, feda et dersin feda eder, ibb'ye git dersin gider, gel dersin gelir.. bi kere sorun çıkarmaz, bi kere disiplinsizlik yapmaz, her maçta tükenene kadar koşar..
ama gel gör ki adamda muhallebi çocuğu tipi var diye bizim taraftar onu bi türlü sevemedi..
hiç bık bık etmeyin hacılar.. adamda şöyle atarlı giderli bir tip, batuhan gibi fizik olsaydı, şu yaptığı istatistiklerle çoktaaaaaaaannnn efsane yapmıştınız.. klasik taraftar profilisiniz işte..
dün gece maça 11'de başlarken herkes isyan ediyormuş..
aga sizin nerenizde sorun var? ben anlamıyorum.. dün yeni açıkta maç öncesi 20 kişiyle de tartıştım bunu. ve nihayetinde hepsi akşamın sonunda benden özür dilediler..
ben de "benden diil, holosko'dan ve bu yüzden hakkını yediğiniz diğer muhallebi çocuğu tipli futbolcularımızdan özür dileyin" dedim..
lan adamın dün attığı gollerle sadece cincona 7 golü var! hadi dünkü 2 golü sayma..
cincona 5 tane golü olan kaç tane topçumuz var lan? hele şu dünkü düz takımla sahaya çıkıyorsak..
şikecilere, orta sahanın gerisinden top alıp, tek başına slalom yaparak gol atan kaç tane topçumuz var amk?
her şeyi geçtim, hadi adamın "adamlığını" umursamıyorsunuz, adam garanti parasından "feda" dedi nerdeyse yarı yarıya, yine yaramadı,
be birader, sadece dün için demiyorum, sen futbola bu kadar adapte olan topçu gördün mü? ben görmedim..
adamı 1 ay oturt kulübede, 1 ay sonra oynat yine gol atıyor, yine atıyor arkadaş!
holosko kaç senedir bize, bir kere olsun adaptasyon sorunu, kilo problemi, maç eksiği falan yaşadığını ben görmedim..
kötü oynuyor, kazma oynuyor belki bazen ama kıçını yırtıyor ve bi şekilde gol atıyor..
adamsın holosko. adamımsın..
26 ağustos 2012 beşiktaş galatasaray maçı'nda 86. dakikada kendisi beceriksizce yere atan burak yılmaz .içine penaltı çaldırtan yan hakem.
ulan haysiyet yoksunu hakem. sana ne? sana noluyor amk? pozisyona yakın desem değilsin, senin üstüne vazife desem değil, sana noluyor be?
biz tribünde burak .içi kendini yere atınca kahkaha koparttık. güldük lan! güldük anıra anıra güldük.
sen ne beyinsiz ne hakemlikten yoksun bi şeysin ki, hem ceza sahası dışı olan hem de zerre temas olmayan bir pozisyonda, orta hakemin gözünün önünde olup, hakem arkasını dönüp basıp gitmesine rağmen penaltı diyorsun..
1- pozisyon sana yakın değil
2- senin üstüne vazife değil. 1. vazifen değil. yan hakemin varlığının asal amacı ofsayt belirlemek, kendi hizasındaki taç ve kornerlerin sahibini tayin etmek.
3- olay orta hakemin götünün dibinde cereyan ediyor, o bile sallamıyor.
4- ceza sahası dışı
5- herhangi bir temasın t'si yok.
6- burak yılmaz ulan! burak yılmaz!!! burak haysiyetsizine biris ceza sahasında çift dalıp düşürse bile şüphe etmelisin amk! 2 kere düşünmelisin.
bak yan hakem bozuntusu.. insan hata yapar. hepimiz yapıyoruz. hele ki beşiktaşlıysan ya affetmeyi, ya da sineye çekmeyi öğrenmişsindir.. yani adam atar kendini yere, göremezsin, penaltı verirsin.. olur.. insanlık hali sonuçta.. hakemlik hataya açık bir iş.. ağlar, üzülür, bi iki söver, sonra talihime küserim..
ama seninki hata değil. hata diye buna demezler.
bizim yönetim birazcık beceri sahibiyse sen bir daha süper lig maçına çıkamazsın. çıkmamalısın. ha bu ayrı konu. bu türk futbolunun meselesi.
benim meselem ayrı. benim gözümde burak yılmaz'ın çok bi suçu yok. tiynetsiz adam kazanmak için herşeyi yapar. yapısı bu..
ama sen erdinç sezertam.. senin durumun farklı..
önümüzdeki 20 yılda olur da seni bir yerde görür de, ağzınla burnunun yerini değiştirmezsem adam değilim..
dün gece yeni açık'ta akıtılan her damla gözyaşı için bi tarafında bi iz bırakmazsam namerdim..
ulan haysiyet yoksunu hakem. sana ne? sana noluyor amk? pozisyona yakın desem değilsin, senin üstüne vazife desem değil, sana noluyor be?
biz tribünde burak .içi kendini yere atınca kahkaha koparttık. güldük lan! güldük anıra anıra güldük.
sen ne beyinsiz ne hakemlikten yoksun bi şeysin ki, hem ceza sahası dışı olan hem de zerre temas olmayan bir pozisyonda, orta hakemin gözünün önünde olup, hakem arkasını dönüp basıp gitmesine rağmen penaltı diyorsun..
1- pozisyon sana yakın değil
2- senin üstüne vazife değil. 1. vazifen değil. yan hakemin varlığının asal amacı ofsayt belirlemek, kendi hizasındaki taç ve kornerlerin sahibini tayin etmek.
3- olay orta hakemin götünün dibinde cereyan ediyor, o bile sallamıyor.
4- ceza sahası dışı
5- herhangi bir temasın t'si yok.
6- burak yılmaz ulan! burak yılmaz!!! burak haysiyetsizine biris ceza sahasında çift dalıp düşürse bile şüphe etmelisin amk! 2 kere düşünmelisin.
bak yan hakem bozuntusu.. insan hata yapar. hepimiz yapıyoruz. hele ki beşiktaşlıysan ya affetmeyi, ya da sineye çekmeyi öğrenmişsindir.. yani adam atar kendini yere, göremezsin, penaltı verirsin.. olur.. insanlık hali sonuçta.. hakemlik hataya açık bir iş.. ağlar, üzülür, bi iki söver, sonra talihime küserim..
ama seninki hata değil. hata diye buna demezler.
bizim yönetim birazcık beceri sahibiyse sen bir daha süper lig maçına çıkamazsın. çıkmamalısın. ha bu ayrı konu. bu türk futbolunun meselesi.
benim meselem ayrı. benim gözümde burak yılmaz'ın çok bi suçu yok. tiynetsiz adam kazanmak için herşeyi yapar. yapısı bu..
ama sen erdinç sezertam.. senin durumun farklı..
önümüzdeki 20 yılda olur da seni bir yerde görür de, ağzınla burnunun yerini değiştirmezsem adam değilim..
dün gece yeni açık'ta akıtılan her damla gözyaşı için bi tarafında bi iz bırakmazsam namerdim..
bırakacaklar q7'yi bırakacaklar pektemek'in sakatlığını, bırakcaklar transferi, bırakacaklar işlerini güçlerini,
yarından tezi yok derhal ama derhal o bülent yıldırım denen şerefsizin düdüğünü astıracaklar!!!
yoksa istifa edip defolsunlar!
bak ne diyorum, eşini, işini, hatta beşiktaşı ulan! beşiktaşın işlerini her şeyi bırak!
yarından itibaren tek işin bülent yıldırım!! bu işi bitireceksin yönetim!
ya bitireceksin, ya sen biteceksin!
o bülent piçi düdüğünü asacak! nokta
yarından tezi yok derhal ama derhal o bülent yıldırım denen şerefsizin düdüğünü astıracaklar!!!
yoksa istifa edip defolsunlar!
bak ne diyorum, eşini, işini, hatta beşiktaşı ulan! beşiktaşın işlerini her şeyi bırak!
yarından itibaren tek işin bülent yıldırım!! bu işi bitireceksin yönetim!
ya bitireceksin, ya sen biteceksin!
o bülent piçi düdüğünü asacak! nokta
stadtan geldim. ağladım biraz. iyi değilim pek. çok az bir şey yazıcam. sadece 1-2 cümle söyleyeceğim..
benim gözüm burak yılmaz'da falan değil. benim adalet anlayışıma göre, adaletsizlik karşısında kızılması gereken şahıs/kurum erk sahibi, güç sahibi olandır.
yani insanların aptal, şerefsiz, emek hırsızı ve orospu çocuğu olabilirler.
birisi ben orospu çocuğuyum diyorsa karşısına çıkıp, "neden orospu çocuğusun?" diyemezsin.
onun orospu çocukluğu yapmasını engelleyen br erk vardır. bu bazen polistir, bazen yargıç bazen de hakem..
stadtaki erk'in sahibi hakemdir.
burak yılmaz'ın ne mal olduğunu herkes zaten çok iyi biliyor. bilmeyen varsa zaten beynini zikim. 3 değil 5 değil bu yavşak şerefsiz hep böyle..
ve bu yavşak kazanmak için tabi ki yine yapacak bu hareketi.. yavşak çünkü.. yavşağın kazanmak için yaptığı şey başka ne olacaktı ki?
ve benim tek derdim bu yavşağın yaptığına prim veren, ona izin veren erk sahibi bülent yıldırım'la.
orta hakem olacak adam, ben senin ta amına koyim. net. ciğerimden kopuyor bu küfür.
o yan hakem[ybkz]swh[/ybkz] senin de ta amına koyim..
hayır zaten alıştık. beşiktaşlıyız. e be mına koyim bari biraz daha yedirseydiniz. birazcık penaltıya benzeseydi birazcık mına koyim yaa..
tek lafım;
umarım veli kavlak'ın alnındaki ter, buharlaşır, yağmur olur, içtiğin suya karışır ve boğazında kalır bülent yıldırım.
sana daha da bişey demem. çünkü senin yaptığın hata değil. "hata" diye buna demezler.
benim gözüm burak yılmaz'da falan değil. benim adalet anlayışıma göre, adaletsizlik karşısında kızılması gereken şahıs/kurum erk sahibi, güç sahibi olandır.
yani insanların aptal, şerefsiz, emek hırsızı ve orospu çocuğu olabilirler.
birisi ben orospu çocuğuyum diyorsa karşısına çıkıp, "neden orospu çocuğusun?" diyemezsin.
onun orospu çocukluğu yapmasını engelleyen br erk vardır. bu bazen polistir, bazen yargıç bazen de hakem..
stadtaki erk'in sahibi hakemdir.
burak yılmaz'ın ne mal olduğunu herkes zaten çok iyi biliyor. bilmeyen varsa zaten beynini zikim. 3 değil 5 değil bu yavşak şerefsiz hep böyle..
ve bu yavşak kazanmak için tabi ki yine yapacak bu hareketi.. yavşak çünkü.. yavşağın kazanmak için yaptığı şey başka ne olacaktı ki?
ve benim tek derdim bu yavşağın yaptığına prim veren, ona izin veren erk sahibi bülent yıldırım'la.
orta hakem olacak adam, ben senin ta amına koyim. net. ciğerimden kopuyor bu küfür.
o yan hakem[ybkz]swh[/ybkz] senin de ta amına koyim..
hayır zaten alıştık. beşiktaşlıyız. e be mına koyim bari biraz daha yedirseydiniz. birazcık penaltıya benzeseydi birazcık mına koyim yaa..
tek lafım;
umarım veli kavlak'ın alnındaki ter, buharlaşır, yağmur olur, içtiğin suya karışır ve boğazında kalır bülent yıldırım.
sana daha da bişey demem. çünkü senin yaptığın hata değil. "hata" diye buna demezler.
mehmet topal'ın eliyle düzelttiği topa vurmasıyla fenerbahçe'nin ilk yarıyı 1-0 önde kapattığı karşılaşma.
nasıl görmezsin? nasıl görmezsin? nasıl görmezsin?
anlamıyorum...
nasıl görmezsin? nasıl görmezsin? nasıl görmezsin?
anlamıyorum...
eğer kap'a bildirilmediği için yapılsaydı, ahmet kavalcı "yemin bile edebilirim", tamer kıran'da "gayse'nin fiyat yükseltmesi için yapıyorlar, böyle çirkin oyunlara alet olmayız" demezdi. bu kadarını demezlerdi yani..
ayrıca evet elbette everton'da maça çıktı. kiralık sonuçta.. ama 3-4'ü hariç hiç birinde ilk 11'de başlamadı ve oynadığı maçlarda da inanılmaz hatalar yaptı.
yaka paça gönderilmesi için bonservisiyle onlarda olması lazım evet.
şöyle söyleyelim, everton tarafından kadroda tutulma durumu kulübün aklından bile geçmeyen futbolcu.
ayrıca evet elbette everton'da maça çıktı. kiralık sonuçta.. ama 3-4'ü hariç hiç birinde ilk 11'de başlamadı ve oynadığı maçlarda da inanılmaz hatalar yaptı.
yaka paça gönderilmesi için bonservisiyle onlarda olması lazım evet.
şöyle söyleyelim, everton tarafından kadroda tutulma durumu kulübün aklından bile geçmeyen futbolcu.
tamer kıran'ın transferini samimi bir şekilde yalanladığı futbolcu. hemen gaza gelmeyin arkadaşlar daha bir anlaşma yok ortada..
son 3 sezondur inanılmaz düşüşte olan bir futbolcu. everton yaka paça gönderdi. zaten orda da çok az ilk 11 şansı buldu. kalitesini herkes biliyor ama lütfen adam zenci diye olduğundan daha fazla değer vermeyin..
bizde de kötü oynarsa romanya ligine falan gider samimi söylüyorum. öyle inanılmaz bir düşüş içinde yani drenthe..
muhtemelen görüşülüyordur hala. gelmezse üzülmeyin..
son 3 sezondur inanılmaz düşüşte olan bir futbolcu. everton yaka paça gönderdi. zaten orda da çok az ilk 11 şansı buldu. kalitesini herkes biliyor ama lütfen adam zenci diye olduğundan daha fazla değer vermeyin..
bizde de kötü oynarsa romanya ligine falan gider samimi söylüyorum. öyle inanılmaz bir düşüş içinde yani drenthe..
muhtemelen görüşülüyordur hala. gelmezse üzülmeyin..
o çocuk benim.
ama küfrü tolga abi ya da hugo'ya değil, telefona ettim..
olay şöyle vukuu buldu efendim;
şimdi ben ilkokul 2. sınıftayım o zaman, takribi 8 yaşındayım yani.. öyle hugo delisi falan da değilim, arada bir izliyoruz işte annemizin marimar'ından yalan rüzgarından sıra gelirse..
annem de deli gibi hugo'yu arıyor ben katılayım, yarışayım diye.. ben pek sallamıyorum tabi. bebeyim ama o zamanlarda serden gelen coolluğu taşıyorum..
neyse bir sabah kahvaltı ediyoruz falan annem zıplaya zıplaya geldi, "düşürdüm telefonu, konuştum birazdan yarışacaksın oğlum" falan diye. "vay amk, noluyoruz" falan demeden, kanal 6'dan[ybkz]swh[/ybkz] aradılar. günde 3 yarışmacı katılıyordu ve ben de 3. yarışmacı olarak yarışacaktım..
çok da zikimde olduğundan değil ama kazanırsam avusturalya disneyland'a gönderecek olmaları beni heyecanlandırmadı değil.. o zamanlarda disneyland'ın görüntüleri, videoları televizyonda çokça dönüp çocuk halimle beni heyecanlandırıyordu. hoş şimdi de heyecanlandırıyor gerçi..
kendime de feci güveniyordum hani. özellikle bilgisayar ve atari oyunlarında iyi bir becerim vardır. finaldeki 3 kutu içinden anahtarın hangisinde olduğunu tutturmak dışında önümde bir engel görmüyordum. yani normal şartlarda avusturalya'ya gitme ihtimalimi %33.3 görüyordum. bir takım hesapta olmayan problemi de düşünerek %30 gibi bir ihtimalim olduğunu düşünüyorum.[ybkz]swh[/ybkz][ybkz]swh[/ybkz][ybkz]swh[/ybkz][ybkz]swh[/ybkz]
neyse annem heyecan yapmış, babam da amcamın kahvesine gidip bütün arkadaşları toplamış kanal 6'yı açmış bekliyorlardı ben yarışacam diye. mahallenin süper çocuğu olarak da bana acaip güveniyorlardı..
derken sıra bana geldi, tolga abiyle naber nasılsın, kaça gidiyosun muhabbeti falan, yarışmaya başladım..
ilk etap tren yoluydu. hatırlayanlar bilir. işte vagondaki hugo'yu trenlerden kurtararak ilerliyoruz falan.. 1 tane bile hak harcamadan canavar gibi geçtim ilk etabı..
tolga abi klasik bravo mravo çekti.. sonra o lanet 2. tura geçtik amk..
2. etap da dağ yoluydu. sürekli koşan hugo'nun dağ'ın yamacında, uçurumlardan düşmemesi için sol tarafta bulunan banketlere atlıyordun..
neyse 2. etap başladı.. başladı başlamasına ama bizim eski ve sikindirik telefonda 5 tuşu tutuk basıyor. o dağ etabı da öyle hassas ki, bir an var, tam o anda basmazsan hugo aşağı düşüyor uçurumdan. yarım saniye önce ya da sonra basarsan hugo hoooppp "hugo leeee löööö lüüü" diyip gümlüyor amk..
sonuç : bir tane bile bankete atlayamadan 3 hakkımı da harcadım amk.
son hatırladığım fotoğraf, hugo'nun yarraa yemiş bi şekilde kafasında kuşların uçması ve tolga abi'nin "aaaa niye böyle oldu peter pan'cım, ne güzel yarışıyordun" falan filan demesiydi..
sinirlendim, gözlerim doldu. kıracaktım ziktiminin telefonunu..
"yaa işte tolga abi telefonun tuşu basmıyor. kuvvetli basınca da içeri göçüyor.. yani yapcak bişi yok, 5 tuşundan başka bir tuşla zıplayabilseydi hugo belki böyle olmazdı" falan fişmekan...
akabinde işte zibille küfrettim telefona da neyse ki kapatmıştık telefonu.. tolga abi küfürlerime maruz kalmadı..
sonra babam eve geldi boynu bükük bi şekilde.. sanki evladına askerlik şubeden pembe tezkere vermişler amk.. bu kadar problem yapacak ne varsa. anlattım "telefon bokum gibi, tuş basmıyo ben napiim" diye ama düz erkek kafası işte, mazeret buluyorum sandı..
ama işte sülalede beklentiyi yüksek tutunca her türlü mağlubiyet yıkıma yol açıyor..
hayır bi de bişi değil, benim hugo'ya katılmak gibi bi niyetim yoktu ki amk. hugo'ya karşı bi sempatim de yok. işin içinde avusturalya girince biraz heves ettim o kadar. durduk yere hayal kurdurtup, hayal kırıklığı yaşattılar sinir bozucu şekilde..
canım annem güzel annem beni düşünmüş aramış allah razı olsun da, önce insan bi telefona bakar dimi.. joystick'le yarışılmıyor o yarışmada dimi annecim..
1 hafta sonra eve teselli hediyesi diye, hugo tişörtü, hugo terliği, hugo havlusu ve hugoyla ilgili bi sik daha geldi. tam hatırlayamıyorum şimdi.. ben tabi disneyland hayali kurarken elime havlu tutuşturulunca içimden "götüme mi sokayım şimdi ben bunu" derken, anneme de "keşke hugo telefonu gönderselerdi o daha çok lazım" dedim.. hediyelerin de yarısını kardeşlerim yarısını da annem aldı zaten..
bu da böyle bir anı işte..
hugo'nun da tolga abinin de suçu yok. ben o telefonun amk..
ama küfrü tolga abi ya da hugo'ya değil, telefona ettim..
olay şöyle vukuu buldu efendim;
şimdi ben ilkokul 2. sınıftayım o zaman, takribi 8 yaşındayım yani.. öyle hugo delisi falan da değilim, arada bir izliyoruz işte annemizin marimar'ından yalan rüzgarından sıra gelirse..
annem de deli gibi hugo'yu arıyor ben katılayım, yarışayım diye.. ben pek sallamıyorum tabi. bebeyim ama o zamanlarda serden gelen coolluğu taşıyorum..
neyse bir sabah kahvaltı ediyoruz falan annem zıplaya zıplaya geldi, "düşürdüm telefonu, konuştum birazdan yarışacaksın oğlum" falan diye. "vay amk, noluyoruz" falan demeden, kanal 6'dan[ybkz]swh[/ybkz] aradılar. günde 3 yarışmacı katılıyordu ve ben de 3. yarışmacı olarak yarışacaktım..
çok da zikimde olduğundan değil ama kazanırsam avusturalya disneyland'a gönderecek olmaları beni heyecanlandırmadı değil.. o zamanlarda disneyland'ın görüntüleri, videoları televizyonda çokça dönüp çocuk halimle beni heyecanlandırıyordu. hoş şimdi de heyecanlandırıyor gerçi..
kendime de feci güveniyordum hani. özellikle bilgisayar ve atari oyunlarında iyi bir becerim vardır. finaldeki 3 kutu içinden anahtarın hangisinde olduğunu tutturmak dışında önümde bir engel görmüyordum. yani normal şartlarda avusturalya'ya gitme ihtimalimi %33.3 görüyordum. bir takım hesapta olmayan problemi de düşünerek %30 gibi bir ihtimalim olduğunu düşünüyorum.[ybkz]swh[/ybkz][ybkz]swh[/ybkz][ybkz]swh[/ybkz][ybkz]swh[/ybkz]
neyse annem heyecan yapmış, babam da amcamın kahvesine gidip bütün arkadaşları toplamış kanal 6'yı açmış bekliyorlardı ben yarışacam diye. mahallenin süper çocuğu olarak da bana acaip güveniyorlardı..
derken sıra bana geldi, tolga abiyle naber nasılsın, kaça gidiyosun muhabbeti falan, yarışmaya başladım..
ilk etap tren yoluydu. hatırlayanlar bilir. işte vagondaki hugo'yu trenlerden kurtararak ilerliyoruz falan.. 1 tane bile hak harcamadan canavar gibi geçtim ilk etabı..
tolga abi klasik bravo mravo çekti.. sonra o lanet 2. tura geçtik amk..
2. etap da dağ yoluydu. sürekli koşan hugo'nun dağ'ın yamacında, uçurumlardan düşmemesi için sol tarafta bulunan banketlere atlıyordun..
neyse 2. etap başladı.. başladı başlamasına ama bizim eski ve sikindirik telefonda 5 tuşu tutuk basıyor. o dağ etabı da öyle hassas ki, bir an var, tam o anda basmazsan hugo aşağı düşüyor uçurumdan. yarım saniye önce ya da sonra basarsan hugo hoooppp "hugo leeee löööö lüüü" diyip gümlüyor amk..
sonuç : bir tane bile bankete atlayamadan 3 hakkımı da harcadım amk.
son hatırladığım fotoğraf, hugo'nun yarraa yemiş bi şekilde kafasında kuşların uçması ve tolga abi'nin "aaaa niye böyle oldu peter pan'cım, ne güzel yarışıyordun" falan filan demesiydi..
sinirlendim, gözlerim doldu. kıracaktım ziktiminin telefonunu..
"yaa işte tolga abi telefonun tuşu basmıyor. kuvvetli basınca da içeri göçüyor.. yani yapcak bişi yok, 5 tuşundan başka bir tuşla zıplayabilseydi hugo belki böyle olmazdı" falan fişmekan...
akabinde işte zibille küfrettim telefona da neyse ki kapatmıştık telefonu.. tolga abi küfürlerime maruz kalmadı..
sonra babam eve geldi boynu bükük bi şekilde.. sanki evladına askerlik şubeden pembe tezkere vermişler amk.. bu kadar problem yapacak ne varsa. anlattım "telefon bokum gibi, tuş basmıyo ben napiim" diye ama düz erkek kafası işte, mazeret buluyorum sandı..
ama işte sülalede beklentiyi yüksek tutunca her türlü mağlubiyet yıkıma yol açıyor..
hayır bi de bişi değil, benim hugo'ya katılmak gibi bi niyetim yoktu ki amk. hugo'ya karşı bi sempatim de yok. işin içinde avusturalya girince biraz heves ettim o kadar. durduk yere hayal kurdurtup, hayal kırıklığı yaşattılar sinir bozucu şekilde..
canım annem güzel annem beni düşünmüş aramış allah razı olsun da, önce insan bi telefona bakar dimi.. joystick'le yarışılmıyor o yarışmada dimi annecim..
1 hafta sonra eve teselli hediyesi diye, hugo tişörtü, hugo terliği, hugo havlusu ve hugoyla ilgili bi sik daha geldi. tam hatırlayamıyorum şimdi.. ben tabi disneyland hayali kurarken elime havlu tutuşturulunca içimden "götüme mi sokayım şimdi ben bunu" derken, anneme de "keşke hugo telefonu gönderselerdi o daha çok lazım" dedim.. hediyelerin de yarısını kardeşlerim yarısını da annem aldı zaten..
bu da böyle bir anı işte..
hugo'nun da tolga abinin de suçu yok. ben o telefonun amk..
bilhassa 83-88 dönemi jenerasyonunun ortaokul-lise döneminde sıklıkla karşılaştığı rocker desen değil, gotik desen değil, marjinal desen hiç değil, ne zikim olduğu belli olmayan özenti ergen kızdır.
bunlardan birinin kafasını merdiven tırabzanına sürterek kıvılcım çıkartmayı kaç kez istemişimdir allah bilir.. ama disiplin cezası alır okulum 1 sene daha uzar, şu dönem öncesi hipsterlarını görmeye 1 yıl daha fazla maruz kalırım diye caydım hep..
ergenim dertli triplerle yağmurlu havalarda, elinde walkmeni, kulağında kulaklığı geçer koridordaki camın kenarına, ki genelde o tarafta da kalorifer olur, dayar dizini ya da kıçını kalorifere, başlar "in yor heeeeeedddd zaaaambi zaammmbii" diye içten içten, hafif hafif böğürmeye..
3 kuruşluk zikindirik hazırlıkta öğrendiği ingilizceyle şarkının tam olarak ne demek istediğini de bilmez, takılır öyle.. hep bi alttan alttan "dertli insan" imajı yayar, olgun kız portresi çizmeye çabalar..
halbuki en büyük derdi kendisinden 5 sınıf üstte okuyan batuhan'ın dün onu, onun izin verdiğinden daha çok ellemiş olmasıdır.
ahh evin yansın cranberries sıçtın ağzımıza haberin yok.. 90 jenerasyonunun erkekleri ne şanslı halbuki. onlar koridorlarda r&b söyleyip, ufak kıvırmalarla minik dans hareketleri yapan eğlenceli enerjik kızlar görüyorlar her gün. onlarla derse giriyorlar. bizler gibi melankolik özenti ergenlerle değil..
bunlardan birinin kafasını merdiven tırabzanına sürterek kıvılcım çıkartmayı kaç kez istemişimdir allah bilir.. ama disiplin cezası alır okulum 1 sene daha uzar, şu dönem öncesi hipsterlarını görmeye 1 yıl daha fazla maruz kalırım diye caydım hep..
ergenim dertli triplerle yağmurlu havalarda, elinde walkmeni, kulağında kulaklığı geçer koridordaki camın kenarına, ki genelde o tarafta da kalorifer olur, dayar dizini ya da kıçını kalorifere, başlar "in yor heeeeeedddd zaaaambi zaammmbii" diye içten içten, hafif hafif böğürmeye..
3 kuruşluk zikindirik hazırlıkta öğrendiği ingilizceyle şarkının tam olarak ne demek istediğini de bilmez, takılır öyle.. hep bi alttan alttan "dertli insan" imajı yayar, olgun kız portresi çizmeye çabalar..
halbuki en büyük derdi kendisinden 5 sınıf üstte okuyan batuhan'ın dün onu, onun izin verdiğinden daha çok ellemiş olmasıdır.
ahh evin yansın cranberries sıçtın ağzımıza haberin yok.. 90 jenerasyonunun erkekleri ne şanslı halbuki. onlar koridorlarda r&b söyleyip, ufak kıvırmalarla minik dans hareketleri yapan eğlenceli enerjik kızlar görüyorlar her gün. onlarla derse giriyorlar. bizler gibi melankolik özenti ergenlerle değil..
1992 yapımı yavuz turgul filmi. şener şen, şevket altuğ, ve güzelliğiyle dibimizi düşüren Larissa Litichevskaya başrollerde yer almaktadır.
gölge oyunu türk sinemasındaki en kaliteli yapımlardan biri olmasının yanı sıra sinemamızın en başarılı sürreel filmlerinden biri olmasıyla da ayrıca önem taşıyor.
iki başarısız komedyen mahmut ve abidin'in berbat hayat sürmektedirler. uzun zamandır dost olan bu ikili ne kariyerlerinde bir sıçrama yapabilmişlerdir ne hayallerine ulaşabilmişlerdir. derken hayatları karşılarına çıkan dilsiz ve dünyaları güzel bir kız olan kumru'yla bambaşka bir maceraya sürüklenir.
gölge oyunu: yürek burkan, keyif veren bir gerçeklik algısı sorgulaması.
9/10
gölge oyunu türk sinemasındaki en kaliteli yapımlardan biri olmasının yanı sıra sinemamızın en başarılı sürreel filmlerinden biri olmasıyla da ayrıca önem taşıyor.
iki başarısız komedyen mahmut ve abidin'in berbat hayat sürmektedirler. uzun zamandır dost olan bu ikili ne kariyerlerinde bir sıçrama yapabilmişlerdir ne hayallerine ulaşabilmişlerdir. derken hayatları karşılarına çıkan dilsiz ve dünyaları güzel bir kız olan kumru'yla bambaşka bir maceraya sürüklenir.
gölge oyunu: yürek burkan, keyif veren bir gerçeklik algısı sorgulaması.
9/10
1946 doğumlu, türk sinemasının bence gelmiş geçmiş en iyi yönetmenidir.
öykülerindeki olgunluk, oluşturduğu dramati yapı ve samimiyetiyle yaptığı filmlerin her biri ayrı birer klasik olmuştur. kendi senaryosunu kendi yazar. deli gibi uğraşır. ve bu işi türkiye'deki herkesten çok daha iyi bilir.
orjinal öykülerde yakaladığı gerçeklik dozunu ve filmlerinin kalitesini, hem yönetmenlikteki maharetine hem de senaryo ve öykü kurma becerisine borçlu olan yavuz turgul'u bütün diğer türk yönetmenlerden ayıran ve onu diğerlerinden 10 gömlek üstün kılan bir yön vardır filmlerinde, o da karakterleri.
yavuz turgul'un filmlerinde (b: kötü adam) yoktur. herkes haklıdır. daha az haklıdır, daha çok haklıdır ama haklıdır bir şekilde. en azından yaptıkları her şey için bir şekilde anlaşılabilir bir gerekçe vardır.
bu yönüyle yavuz turgul'un filmleri 2 boyutluluktan 3 boyutluluğa dönüşür.
film başlar ve biz her filmde olduğu gibi ana karakteri tutar, onunla özdeşlik kurar ve olayları onun gözünden değerlendiririz. ancak film sürer ve diğer düşman olduğumuz karakterlerin de haklılık payının olduğunu görürüz ve bu durumda filmde (b: taraf) olmaktan çıkar, filmin içinde kayboluruz.
ve evet. artık bitmiştir. artık öykü bizi ele geçirmiş, film tesiri altına almıştır. içinde kaybolur gideriz.
kendisi aynı zamanda hocamdır. bir gün bir derste bir arkadaşımız ona şöyle bir soru sormuştu..
konuşma 2005'te geçiyor:
- hocam, siz benim gözümde çok büyük bir yönetmensiniz, çok değerlisiniz. bence bu ülkeye daha çok film kazandırmalıydınız. (yavuz turgul bu konuşma geçtiğinde 61 yaşındadır ve 6. filmi yeni vizyona girecektir.)
- siz benim başka ne yaptığımı sanıyorsunuz ki?
- (sessizlik)
- evladım siz biliyor musunuz ki ben her gün çalışıyorum. siz bir senaryo nasıl yazılıyor sanıyorsunuz? evet 5 yılda bir film çekiyorum. ancak bitiyor da ondan! ben o 5 yıl boyunca neredeyse her gün oturup senaryoyu baştan yazıyorum. baştan, baştan, baştan bir daha baştan..
işine böyle bakan, çalışan bir insanın böylesine büyük bir usta olmasına da şaşmamak lâzım herhalde..
Yönetmenliğini Yaptığı Filmler:
Fahriye Abla (1984)
Muhsin Bey (1987)
Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni (1990)
Gölge Oyunu (1993)
Eşkiya (1996)
Gönül Yarası (2005)
Av Mevsimi (2010)
Senaryosunu Yazdığı Filmler
Efsane Başkentli
Tosun Paşa (1976)
Sultan (1978)
Erkek Güzeli Sefil Bilo (1979)
Banker Bilo (1979)
Davaro (1981)
Hababam Sınıfı Güle Güle (1981)
çiçek Abbas (1981)
iffet (1982)
Aşk Kadını (1983)
şekerpare (1983)
Fahriye Abla (1984)
Züğürt Ağa (1985)
Muhsin Bey (1986)
Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni (1990)
Gölge Oyunu (1993)
Eşkiya (1996)
Gönül Yarası (2005)
Kabadayı (2007)
Av Mevsimi (2010)
öykülerindeki olgunluk, oluşturduğu dramati yapı ve samimiyetiyle yaptığı filmlerin her biri ayrı birer klasik olmuştur. kendi senaryosunu kendi yazar. deli gibi uğraşır. ve bu işi türkiye'deki herkesten çok daha iyi bilir.
orjinal öykülerde yakaladığı gerçeklik dozunu ve filmlerinin kalitesini, hem yönetmenlikteki maharetine hem de senaryo ve öykü kurma becerisine borçlu olan yavuz turgul'u bütün diğer türk yönetmenlerden ayıran ve onu diğerlerinden 10 gömlek üstün kılan bir yön vardır filmlerinde, o da karakterleri.
yavuz turgul'un filmlerinde (b: kötü adam) yoktur. herkes haklıdır. daha az haklıdır, daha çok haklıdır ama haklıdır bir şekilde. en azından yaptıkları her şey için bir şekilde anlaşılabilir bir gerekçe vardır.
bu yönüyle yavuz turgul'un filmleri 2 boyutluluktan 3 boyutluluğa dönüşür.
film başlar ve biz her filmde olduğu gibi ana karakteri tutar, onunla özdeşlik kurar ve olayları onun gözünden değerlendiririz. ancak film sürer ve diğer düşman olduğumuz karakterlerin de haklılık payının olduğunu görürüz ve bu durumda filmde (b: taraf) olmaktan çıkar, filmin içinde kayboluruz.
ve evet. artık bitmiştir. artık öykü bizi ele geçirmiş, film tesiri altına almıştır. içinde kaybolur gideriz.
kendisi aynı zamanda hocamdır. bir gün bir derste bir arkadaşımız ona şöyle bir soru sormuştu..
konuşma 2005'te geçiyor:
- hocam, siz benim gözümde çok büyük bir yönetmensiniz, çok değerlisiniz. bence bu ülkeye daha çok film kazandırmalıydınız. (yavuz turgul bu konuşma geçtiğinde 61 yaşındadır ve 6. filmi yeni vizyona girecektir.)
- siz benim başka ne yaptığımı sanıyorsunuz ki?
- (sessizlik)
- evladım siz biliyor musunuz ki ben her gün çalışıyorum. siz bir senaryo nasıl yazılıyor sanıyorsunuz? evet 5 yılda bir film çekiyorum. ancak bitiyor da ondan! ben o 5 yıl boyunca neredeyse her gün oturup senaryoyu baştan yazıyorum. baştan, baştan, baştan bir daha baştan..
işine böyle bakan, çalışan bir insanın böylesine büyük bir usta olmasına da şaşmamak lâzım herhalde..
Yönetmenliğini Yaptığı Filmler:
Fahriye Abla (1984)
Muhsin Bey (1987)
Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni (1990)
Gölge Oyunu (1993)
Eşkiya (1996)
Gönül Yarası (2005)
Av Mevsimi (2010)
Senaryosunu Yazdığı Filmler
Efsane Başkentli
Tosun Paşa (1976)
Sultan (1978)
Erkek Güzeli Sefil Bilo (1979)
Banker Bilo (1979)
Davaro (1981)
Hababam Sınıfı Güle Güle (1981)
çiçek Abbas (1981)
iffet (1982)
Aşk Kadını (1983)
şekerpare (1983)
Fahriye Abla (1984)
Züğürt Ağa (1985)
Muhsin Bey (1986)
Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni (1990)
Gölge Oyunu (1993)
Eşkiya (1996)
Gönül Yarası (2005)
Kabadayı (2007)
Av Mevsimi (2010)
(bkz: deveye hendek atlatmak)
bugün hakkında ortaya çıkan "quaresma dönüyor" haberlerine itibar etmiyorum.
yönetimin bu haberleri kasıtlı olarak ortaya attığını ve derbideki yapılacak olan protestoları engellemeye çalıştıklarını düşünüyorum.
umarım yanılıyorumdur..
yönetimin bu haberleri kasıtlı olarak ortaya attığını ve derbideki yapılacak olan protestoları engellemeye çalıştıklarını düşünüyorum.
umarım yanılıyorumdur..
koskoca köyde dişi olan bir tek (b: şirine)'nin bulunmasından mütevellit o kadar nüfusa nasıl ulaştıkları dehşet senaryolarını akıllara getiren kitle.
yoksa köyde bir yerlerde gizlenen bir (b: çilekeş şirin) var da bizim mi haberimiz yok..
yoksa köyde bir yerlerde gizlenen bir (b: çilekeş şirin) var da bizim mi haberimiz yok..
(bkz: renklileri avrupa'da desteklemek)
şaibe ve şikeciler hariç olan bütün türk takımlarını deli gibi desteklerim.
rakibim olmayan onurlu her türk takımı kardeşimdir.
onurlu rakipler de kardeşimdir. ama onurlu olacak tabi..
şaibe ve şikeciler hariç olan bütün türk takımlarını deli gibi desteklerim.
rakibim olmayan onurlu her türk takımı kardeşimdir.
onurlu rakipler de kardeşimdir. ama onurlu olacak tabi..
sahadaki diğer futbolculara oranla özgüveni daha yüksek, vurduğu noktadan gol olma olasılığı düşük olsa da, o topa gol olacağına inanarak vuran, çok şeyi düşünmeyen, çok şeyi kafasına takmayan, basit düşünen, pozisyonlara basit yaklaşan oyuncudur.
aksi halde golcü değil, forvet ya da santrfor diye anılır.
aksi halde golcü değil, forvet ya da santrfor diye anılır.
alen markaryan'ın önerisi yönetimin muhakkak değerlendirmesi gereken bir öneridir. kaçırılmayacak bir fırsattır.
herşeyi açıklığa kavuşturacak, bir çok sorun ve muallak konuyu çözecek yegane çözümdür. yönetimin bu şansı geri çevirmemesi gerekir.
quaresma'nın niyetini tam olarak görmek ve taraftarın tam olarak nerede durmasını gerektiğini fark etmesi için bu görüşmenin yapılması gerekiyor.
umarım bu görüşme gerçekleşir..
sonra da anyayı konyayı görürüz..
herşeyi açıklığa kavuşturacak, bir çok sorun ve muallak konuyu çözecek yegane çözümdür. yönetimin bu şansı geri çevirmemesi gerekir.
quaresma'nın niyetini tam olarak görmek ve taraftarın tam olarak nerede durmasını gerektiğini fark etmesi için bu görüşmenin yapılması gerekiyor.
umarım bu görüşme gerçekleşir..
sonra da anyayı konyayı görürüz..
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?