confessions

peter pan

3. nesil Yazar - - Yazar -

  1. toplam entry 1164
  2. takipçi 0
  3. puan 28808

ıls sont eux

peter pan
bir ismet özel şiiri.


Ağır ceza reisi duruşmaya girerken
safir bir göz yapışıyor kırmızı yakasına
kırmızı yakaları var yargıç cübbelerinin
Fransız ihtilalelinden kalma.
Burslu okuduğu yıllardan kalma ceza reisinin
garip bir tarafı var
kaşlarını çatınca bir çocukluk
dolduruyor yüzünü
ürkünç bir uğursuzluk
gülümsediği sıra.
Garip bir tarafı var valinin
makam arbasına binerken her seferinde
bakır bir dudak karışıyor kırmızı saçlarına
saçlarını parmaklarıyla taradığı zamanlar
bu dudak
öpüyor onu hain bir yumuşaklıkla.
Safir göz görünmüyor yargıca
kendini valiye vermiyor bakır dudak
görmüyor alay komutanı tekmil alırken
gömleğine bir damla civanın sızdığını
bir gözyaşı, bir ukde anlamı kazanarak.
Kimse görmüyor buruşuk pardesüsüyle bir babanın
kırılgan bir yelpaze olduğunu akşam eve girince
karısı
katlanmış kilimlerle uyum içinde
kolunu büküyor, dayıyor elini yanağına
büyük kız kanepede bu ara
bir göl gezintisine çıkmıştır
kelebek ölülerinden bir ırmakta
sürüklenmektedir lisebirdeki oğlan.
Kız için
sırlara karışmaktır
bir gölün ortasında olmak
erkek kardeşi bir türlü
varamaz herhangi bir sırra…
iki yanında neden akar binlerce bu kelebek?
Binlerce kanatlı çekirge neden uçar
beyninin yukarsında?
Evde soba yanıyor
önce çalılar geçiyor çocukların boğazından
sonra ağaç kökleri yırtıyor damarlarını
bütün ailenin.
Dışarda soğuk
safirden, bakırdan, cıvadan bir gece uçuyor
gece uçarken kulaklarına dokunuyor bekçinin
bekçi
mavi zehir şiddetinde düdk çalarak
bir soru soruyor karanlığa
bütün cevaplar sendedir, saklama
diyor karanlık ona
bekçi en saklı yerinden bir banka broşürü
bir piyango bileti çıkarıp gösteriyor
copunu gösteriyor lisebirdeki oğlana
sonra acılı olduğu açıkça anlaşılan
bir kadına bıyık buruyor
buruk bir sabah
başlıyor acılı olduğu
açıkça anlaşılmayan
dünyada.
Ağır ceza reisi
santa luçia söylüyor traş olurken
maiyet memurluğundan beri aksatmadan
yaptığı gibi vali sabah sabah
parlatıyor
zaten pırıl pırıl olan siyah
kunduralarını.
Kışlada alay komutanı
barakaların kar altında öksüz
duruşlarına bakarak
susuyor, söylemiyor bildiği tek şiiri
“güzel olan hiçbir şey hülasa edilemez”
demiş çünkü Valéry.
çünkü serbest düşünme zamanı geçti artık
şimdi mesai saati
disiplin kurulunun toplantısı var
arşivde sicil belgeleri damgalanacak
tayinler imzaya girecek
teftişe gidecek generaller
rüya, okşayış, Tevrat
gibi kelimeler
gündemin dışında.
Yurttaşlar uygunadım çalışmalarıyla
söktüler kariha yarımküresini yerinden
bir pusula koydular açtıkları boşluğa
titreyen, korkak ibresiyle bu pusula
kuzeyi gösteriyor serbest
düşünme zamanlarında ;
safir bir göz görünce karıştırıyor yönü
tırnaklarını yiyor bakır bir
dudak ona yaklaşınca ;
cıvadan bir gözyaşı
bari olsun istiyor
bütün mesai boyunca.
Buruşuk pardesülü adam dalgın
gittikçe daha dalgın, elinde cetvel
masada hesap makinesi, pusula
yetmiyor dibe dalmasına
bağlıyor kalın bir urganla beline
ağır bir sandık
salıyor kendini
yeşil yosunların
kırmızı balıkların
uçan kabarcıkların
derinliklerine
orada
bir sandık buluyor
yakutlar, altınlar, pırlantalar
adam dibe inmek için beline bağladığı
sandığını keşfediyor dibe ulaştığında.
öyleyse adamın eyvah ışıdı yüreği
eve dönmesine gerekçe
bulamıyacak bir daha.
Eyvah çattı kaşlarını, ayağa kalktı yargıç
elindeki kalemi
gülümsüyor, kıracak!
Atıldı öne, denize doğru lisebirdeki oğlan
denize, yakuta, entegral hesaplarına.
Kardeşim!
diye haykırdı ablası arkasından
fırladı kanepeden
kopardı kafasını bekçinin
safirden bir baltayla.
Anneleri
mutfakta kalan son bakır sahanı
alüminyum olanıyla değiştirdi.
Mesainin bitimine on kala
istifa etti vali
çamurlu bir yoldan
yayan yürüdü sınıf arkadaşı
olan nalbantın dükkanına.
Alay komutanı oğlu için
otomobil satın aldı
Mercury marka.
Kış geçti, öksürük haplarıyla
geçti cumartesi
hiçbirşey söylemeyen sözlere varmak için
herşeyin sonuna kadar söylenmesi gerekti
incir… yarpuz… karamela…
la havle ve la kuvvete illa billah.

geceleyin bir korku

peter pan
bir ismet özel şiiri.


Hırlıyım, böylece büyüyor baldırlarım ve boynumun öpülen yeri
iri bir kuş kendini ağartıyor koltukaltlarımda
geceyi hor görüyorum böylece gecenin bütün itliğini
irkilip terliyerek bir erkek sesi olarak yatağımda
tanrım, Pekos Bil'im gözet beni

Beni çünkü buram ağrır, bacaklarımı hor görürüm aynalarda
bağrıma bir gül tünemiştir, kanar yanakları bir oğlanın
yağmurdan
hüznü hor görürüm çürütür çünkü o kuşu koltukaltlarımda
hırlıyım böylece büyür aşkın bir salgıdan öteye geçemediği
tanrım, Pekos Bil'im üşüt beni.

üşüt, yırtsın öpüşlerimi paslı tenekeler, soyunup org çalayım
ceketimle örteyim gecenin bütün itliğini
tanrım, Pekos Bil'im uçur beni.

çağdaş bir ürperti

peter pan
bir ismet özel şiiri.


Anarak buruşuk memelerini bezgin günlerin
geçiyordum hüznün arkalarından
döşümde şehrin ahengini bozan ay resimleri
ve geceyi korkutarak durduran
tasarımlar.
Geçtim kara yağlar sürünerek
kara yağlar sürünerek büyüdüm
cani bir kadınla yattım ve beynim
kırık bir suyun yüzünde yorgun
yürüdüm.
Ki asfalt orada
bitiyordu
orada romorklar
kalay ve manganez ölüleri
şehrin derin iskeletini sarsıyordu.
Yırtık tüller halinde yağan yağmur
boğazımdaki havlayış karartısı
piyango gişeleri.
Ve asfalt orada
ve asfalt cinsel kavramlarla
halkların kalkışını anlatıyordu
onların çavlanını durdurmak için
suçlar, kocamış kuşlar bulundu
koynum bir yangın çıkartıp
siniyordu koynuma.
Kadınlar geçiyordu doğurgan - ve diri kızlar
turfanda yalnızlıklar almak için dünyadan
ve ben gövdemi denkleştirmek için doğaya
dineldim
dineldim
dineldim
aşk ; içerimdeki ergen ölüsünü uğraştırıyordu.

Demek ki benim
sivil, dayanılmaz bir yüreğim vardır
demek ki
başka bir kasabada koyup gitmek dudaklarımı
ürkekliğimi başka bir denize dökmek
kolaydır.
Bir kahkaha soğutur yüzlerini
uzakta silah tutan sivillerin.
çığlıklarının kuraklığı duyulur
taşraların kuşlu yastıklarında ağlayan
çarşaf bağlayan kızların.
Zedelenmiş ıtır kokuları duyulur
ve kana karışan kaynar vakti gecenin
ve polisin ve bezzazların vakti
ve tomurcuklanan bir yerimin
demek ki benim haylaz ve militan
bir yüreğim.

Böylece dingin bir kaşıntı gibi açılır dünyaya
benzi aldanışsız ağaran dünya
hınçlar ve revolverler uçuşur
kabuklu yüreklerinden bazı adamların.
Dikkat, kan
bıngıldıyor
yine senin sıranı atlamıyorum
koynun güneşe çarptığında yara
geniş bir yara yapışıyor sevdama.
Ve artık anlatmak için yeryüzünün tuğlalarını
seni anlatıyorum
abanmak geçiyor içimden gövdenin küllerine
sana çatlarcasına inanıyorum
çünkü kopartarak geliyorsun göğün zağarlarını
canevinde tortop umudu aydınlığın.
Yüzümü kınından çıkaran sensin
pencereyi getiren aklıma
sanki güzmüş
sevecenliğe sarınmak istiyormuş gibi
sanki canım
yüzümü sensin biriktiren kitaplara.
çocuklar sinemada bir atlı alkışlıyor
bu yüzden seviyorum seni
bizimkiler bu yüzden yeniyor ötekileri
ve karnının kurşun işleyen karanlığı
hüznün namusunu savunan ellerin
Fidel Castro'yu övüyor bana
bunun için.
Benliğim kurtlanmış bir çocuğu
sıkıştıradursun beynimde
yengiyi yabanca söken
avucunun
avucunun böğürtlenlerine abanmak istiyor canım
böyle geçiyor içimden.

geceleyin bir koşu

peter pan
harikulade bir ismet özel şiiri.


külden bir ağzım vardı mermilerden önce
çanların saçlarıma değdiği yerde ulurdu
mori, bakırcı çarşısı, incitepe
ağzımın üniformasına sokulurdu.

bir çocuğun ağrıyan gülüşü vardı mermilerden önce.
onu gizlice öperdim.
onu sürüngen yumurtaları ve mezarlarla
birbirine açılan karanlık mağaralarla öperdim.
öyle sessiz, öyle gelişmeyen bir yangına
bir insan kıvranışını bırakırmış gibi
bir acı saplanırmış gibi sol böğrüme
ellerime mori’yi eklerdim.
ağzım ağızla doluydu mermilerden önce.

mori vardı
usunu bir seccade gibi kullanan yaşamakta
mori’nin köpekleri vardı her şeyden önce
her akşam adını yıkardı mahalle çeşmesinde
ayaklarını yıkardı, tertemiz tanrılar çıkarırdı ortaya.
nasıl ki doğuran ve öldüren
köpekler gezinir herkesin şapkasında
ki herkesin şapkası mermilerden öncedir,
- elma dersem çıkma.

savaş bitti

peter pan
mükemmel bir ismet özel şiiri. en sevdiklerimden.


var mı bilen başıma seni saranlar arasında adını
mantık mı diyorlar idrak mısın hafıza mı
sahici bir şeysen eğer söyle bakalım
neydi sevgilinin koynuma kaçtığı tarih
yıllardan hangisiydi hangi mevsimdeydik ayın kaçıydı
koynummuş madem sevgilinin göz diktiği yer kaçmak için
incecik ürperişli gölgesi cismime neden kıydı
sor gücün sormaya yetiyorsa var mıymış
gönlümü bin parçaya böldüğünün bir sebebi
o yürek burkucu gençlik döngülerinde beni çark ettirişi
ses çürütüp bağrımda
böğrümden karaltı söktürüşü
niyeymiş boynumun tan yerine amade kılındığı silkinişler
türk ilinde fütur eylemeksizin la belle dame sans merci
sancak açsın diye mi

hatırla ikrar etmeye şayan bir hasıla var mı şimdi
hani savaş patladığında sevdiğim kız
koynundan senin artık çıkmam deyivermişti
bunu bir fısıltı halinde çarçabuk
ve yeminle söylemişti
yeminle çünkü yemindi olduran olduracak olanı
yemindi aşkın aşkla bakıştırıldığı sahra
o gün bu gündür savaş denildiğinde zira
yemin zamanlarından başka şey anlaşılmadı
ant içildi ahdedildi edildi muharebe
harbe girişin yemindi girildiyse nişanesi
öldürdük demiştiler ve bakmışlardı rakama
ne kadar yemin edildi o kadar kastedildi cana
kimin fikriydi ölüm sınıfları açmak
bünyesinde devlet demir yollarının bilinmiyor
belgesi yok üç ölüm öğretildiğinin bu sınıflarda
üç mevki üç bilet koçanı zincirleme üç iflas
çağdı üç türlü can çekişme çağıydı
kayda geçmedi üç ölüm tarzını hatmetmeden
vagonlara girmenin yasaklandığı
üstünü aratmadan vagonlara girenin
hangi ağır cezalara çarptırıldığı
hiçbir zaman dökülmedi resmiyete
sonradan çok sonradan
öksürmeyi andıran bir sesle
boğazını temizlermiş gibi yapışlar
dan anlaşıldı
ceza tanzim edenlerin
trenlerle yasaklar arasındaki ilişkiyi
dikkati hak edecek derecede
kültive elabore rafine bir tarzda
tesiste muvaffakiyet kazandığı
dünyanın başka yerlerinde
ne böyle bir ince iş baş göstermiş

ne de bu derecedeki ince işin altından
kalkabilecek başlar
mükâfatlandırılmıştı
fakat dikkat
dünyanın başka yerleri denildiği zaman
tadına doyulmaz bir taam
karşılığında proforma acılar
çekilen bölgeler kastedilmemektedir
başkalık o ülkelerdedir ki
oralarda yenilecek her şey
tek başına kalınıp yenilmesiyle beraber
mayhoş bir lezzet verir
rusya ve ispanya’da meselâ
traverslerdir yasak koyan yabancı vagonlara
mezkur memleketlerde yasakçı kadrolar
ter kokmaktan perva etmemişlerdir
oysa berilerde olay
hem enine hem boyuna
farklı aktı
ter kokusu izale eden irili ufaklı kafaların
yenilmezdi gerçi kestikleri ama
astıkları astıktı
kültiveydiler adları avrupa çapında anılacak seviyede
astlarını medyun bırakacak miktarda elabore
rafinelikleri kârlı çıkmaya mâtuf bir izdivaç mı hiç
istemem boş mu kalsın yan cebim kabilinden
lavantaları vanilyaları altın damlalarıyla
işgal altında tuttular maroken kaplı birinci mevkii
kuşkular içe kor gibi düştü gözde tüttü şüpheler
şüpheler bastırdı ıslığı kümbetli bostanlarda
şehevî bir tabasbustu gıcıkladı teyakkuzu
traktör savsakladı evlekle bağlantıyı
asfalt yollarla tanışıklık kurdu
insanlık tarihinde ilk defa böyle hazin
tınlıyordu ihanet

tarihte ilk defa çocuk annesiyle babasına
poz verdirtiyor onların
kaptırmıyordu portre ressamlığını yadlara
dünyanın bin bir bucağında çocuklar
dünyaya gelmelerine vesile olan çifte
neyi tavsiye edecekler
merak konusu ilk defa buydu
ilk defa yarım yamalağın yalvara yakardığı
ilk defa keşmekeşten bu kadar güzel koku
ötelerde sekiz kişilik kompartımanın ahşap kanepeleri
ddt kokanlar tarafından doldurulmuştu
doldurulmuştu tahta kaşıklar bulgurla
torba yoğurdunu sulandırıp doldurmuşlar sarımsak
kelle üç numaraya vurdurulmuş tentürdiyotlu
öte ile beri arasında bir orta sandık
orta sınıf orta tabaka orta bilmem neciler
hangi öteden geldikleri meşkuk
bilinmiş beriye ulaşamayacakları kati ve bedihi
ağırdılar kaldırmaya güç yetirilmeyecek kadar
noksanlıkları hissedilmeyecek kadar hafif
kıyafetlerinden öylesine rahatsızdılar ki
hepsi aynı siyah harikulâde parlak lokomotifin
çektiği yere ispanyollu ve ruslu
bir landonun tıngır mıngır sarhoşluğu
onlara asla kâfi gelmezdi sadece rusya’dan
sadece ispanya’dan kaçmış gibi görünmek
rusya ve ispanya yoksunluğu
onlar için yekpare bir kalıt
kabul edilirse avutucu
haberdar edildikleri şey kanun-u esasi
tanıştırıldıkları ses tino rossi
bezdirici haşarılık keratalarına
allah baba kızar deyişleri
o aynı boş bakışlı çocuklara
iğneli beşik korkusu verişleri
bir yerden ödünç mü alınmıştı
yoksa dudaklarından
dökülüvermekte miydi
içlerinden geldiği

ödünç veya içten zaruretti modaya uymak
kurdukları cümleyi içine devletten menkul bir tehdit
katarak parlatmak zaruretti
parlak cümleyi muhatabın yüzüne çarpmak zaruretti
mazurdu hepsi çünkü rulet misali devran dönmüş
bu durulan noktaya gelmişti
mahcurdu hepsi çünkü ekmeğini taştan çıkarmış olanlar
taş kırsınlar diye yol yapımına gönderilmişti
mahfuzdu hepsi çünkü hangisine sorduysak
ateş adalarının yerini haritada şıppadak gösterebilmişti
hepsi makul hepsi makable şamil birer marionetti
koltukaltlarında kaymak kağıda resimleri
dört renkli basılmış haftalık mecmualar
fıstıktı anaları babalar devletti
içten veya ödünç kadınlarla erkekler arasındaki laklak
trende öğrenilen trende kalacak
indiklerinde üç türlü ölüm
boşaltmış olacak kompartımanları
trenli hayatların bir gereği bu
trenin bütün yolcularına ölüm
iltimas olsun diye
bir kalkış noktası hediye ederek
her birini tek tek
üç tarzda uğurluyor
durulan her istasyonda onları
yine ölüm karşılıyordu ru be ru
gizli pazarlıkların mahfillerinde ölüm
onları eliyle koymuş gibi enseliyordu
kadın iseler en uygun durumu arz ettikleri
kloş etek giymelerinden anlaşılıyor
azrail’in tebdil-i kıyafet gezdiğine
hiç hayret etmeyen erkeklerin
fötr şapka takanları ikrar ve itiraf erbabı
sayılmaktan sıkılmıyordu
huylu huyundan vazgeçmiyor
âdetleri veçhile marifetlerini gizlice
göstermeyi biliyorlar

kim olursan ol diyorlardı uygunsuz vaziyette
yakalanmadıysan marifet sende
yani işler yine
tıpkı ta gaza beylikleri döneminde
ileri gelenlerin aralarında sıkıntıyı dağıtmak
gayesiyle başlatılan elim sende
oyunu devam ediyormuşçasına
işliyor tek boyutlu ve sade ve sadece
kutsal kitaplarından bazı sayfalar kopmuş
bazı satırlar silinmiş
planlı vakitli yasal toplantılarında
yasal vakitli planlı toplantılarında
kopan sayfalara fazlalık atfedenler
şakşak alıyor
içerik belirleniyordu
silinmiş satırlarda neler yazıldığının bilinciyle
gizli tutuluyordu resmiyetin bir osurukta ezberletildiği
kimin aslı balçık idiyse o gizli tutuluyordu
gizlinin erketesine gönül deniyordu ki fasaryası
sımsıkıydı yapışkandı
kopmuyordu gözgüsünü yazgısı sanma hatasından
hatalar kime sorarsan sor
pek zarif duruyordu bahçe kapılarında
bahçelerinde havuzlar havuzlarında fıskiyeler
fıskiyelerinin ucunda ping-pong topları
sevmek diyorlardı nasıl olsa hoş görmek değil midir
yürüyüşten kürüyüşten çürüyüşten aldıkları
moribond zevkle mest oluyorlar kafiye hatırına
serbest sermest oh ne güzel şey
başı boşluk başı hoşluk başı bozukluk hâttâ
bilerek kaybediliyor anahtar ve ardından maymuncuk
kullanmayı emreder asrımız deniyordu
satalım deniyordu anasını açıldığı
yere kadar açalım

ne kadar kullanıyorsa avrupa’dakiler biz de
uyandırma kerizi o kadar kullanalım
pozitif hukuku boş ver ben profesör hirsch’in
yıllarca asistanlığını yaptım
bu hazır cevaplığı sanırsın kimden kaptım
hans reichenbach bile
artık demedikten sonra kalın
ne haddimizdir ki canına okumayalım kukuletanın
şakulî bakacaksan bil-mecburiye çağdaş
bir zahmet ufkî bakıverirsen çağcıl
dönem sonu sınavlarının yaklaştığı aylarda zonk
her zonklayışta bir zarafet bulmadılarsa çatlardılar
her zonklayış melâle aşina her hal ü kârda domino
elim sende oyunu devam ediyor
mülevves bir taksirat çağlar boyu destekleniyor
beklenmiyor beşerin üzerine gökten bir dindirişin serpilmesi
gök
gök müydü dönmek için can atılacak taraf
göktü evet gizlice göz kırptı öldürene
göktü aynı gökyüzüydü ölene el altından
tanışıklık veren de

gök
ey dönmek için dönerek
ve döndükçe dönerek
döndükçe gözden kaybolarak
gözden kayboldukça kalbe dolarak
göktü ey hınç duyarak kargın vücut kaybolmuş bir vücuda
kayıp vücut hırsını tapınan vücuttan alarak
hınç ve hırs naz uykusu çekerek
vücudun güzelliğini inkâr etmeyerek güm
hayırlı olsun damgayı vurdurarak
gümlemek her kolaya geleni bir kolaylık sandırıyor
yalınlığa ucuzlamak aşama bildiriliyor
gelmek mastarından isim olarak gelir
hangi maksatla türetildiği düşünülüyor
bedavaya geliyor aymazlık zırhı kapışılıyor
şu serpuşa bak deniyor şems-siperleniyor
baş üstüne ne konduysa kapışan kapışana

kapışmaya dalmanın hayrını gör bak ne güzel yakıştı
çapulcular kim idiyse tarih onlara kaldı
biletler karaborsa satıldı bırakmadı borç yakanı
kim ki baktı vücudun münezzeh yerlerine akıttı kanı
çattı ahaliye pamuk bayram
güzideler andante ağladı
köçekler parsa toplarken pula belendi çengiler
oklavalar mütereddit döndüler küstürücü ellere geçti rende
müfredat iptal edildi aksadı bazı dersler
geç kalmadı savaşa yön vermekten fahişe taburları
tayın oldu savaş patladıktan sonra ekmeğin adı
ekmek soyundan hicap taşlardan medet umdu
simsiyah kayalarda kılıçlarını kırdı utanması olanlar
çekilip kuytu odalara hepsi öldürülmeyi bekledi
toprağın göğüs geçiren kırlık kısımları
toprağın ne hititlerden kalma kara saban
ne de isveç çeliğinden pulluk görmüş olan
toprağın safiye meryem hatice katmanları
kopmuş vücutları himayesine aldı
çatışmalar cephede
savaş arkalardadır
bundan böyle inkârcıları küçültmenin
büyük bir engeli var
savaş günü çattıysa açlık
kimsenin aklını kanırtmayacak
artık yücelerde bağlardır
enginlerde asma bahçeleridir tahribata müsait
mühendisler köprüleri infilâk ettirilir kıratta kuracaktır
okşayış sevap değildir helal değildir ilkah
bilinen dünyalarda konacak dal bulamaz
dilimizden uçtuğu aşikâr olan eyvah.

savaş çıktı
kız koynumdan çıkmadı
beni mahmur bırakmaktan bir gün olsun bıkmadı
devler gibi yazı yaban demeyip silahlanmış adamlar
korkuya yağmaya kana söz getirtmedi
alacaklarımızın sorgucuyduk borçlarımızın çilingiri
bizi korku bizi yağma bizi kan yargıladı
terler döküldükçe solgunlaştı yerküre
çehre solgun anneler endişeli küfürbazdı babalar
yasalar kapattı çimenli bayırların yüzeyinde artanı
nem kokuşlu çocukları kızlı erkekli
coşturdukça arıtan bayırlarda
batözler vinçler paletler sefalete gerekçe hazırladı
meyve ağaçlarını bir hiza gözeterek diktiler
dıraht-ı meyvedar lâfzına rağbet edenler
karşılarında ayıp el işaretleri yapılmasına şaşırdı
öyle işaretleri onlar dışa vurmaz
düşüncelerinde yalıncak canlandırırdı
ne ki sisler bürüdüler tarlayı
göreyim seni herkesten önce sen başla
diye her birimize tembih ettikleri
her birimizden bir besmele ümit eden
hepimizin tenine tav olup da
besmeleyi unuttuğumuz tarlayı
sislendi kurusun diye üstüne mendil
serdiğimiz böğürtlen
neymiş biri yek diğerinin boynuna o kol atmalar
nice şeymiş o eski sarılmalar yatmalar
sevmekten kaldıysa bize değdikçe değillendiren
yattıkça sürçen bir şey kaldı fasılalarla
neye uzattıysak elimiz bir arşın bizden ırak
kayıyor gözyaşlarının göğerttiği ne varsa gövdemizden
saklı kim biz sırlı kim biz kimdir sığıntı biziz

haramdıysa prospektüs yetmez miydi yandan yana yatırıp
tırâzende saçları büsbütün haram ettiğimiz
insafına sığındığımız yetmez miydi işgüzar
kamusal ilaçlama işçisi güruhunun
dilenmeyi öğütlemekten gayrı söz etmekten habersiz
rahmi narkoz altında ameliyatla alınmış şehirlerden
başka ne kaldı ki desek mahremiyetimiz
niyetleri diplerde sakladık
whether deep or freakish ease
saklandık niyetlerimizin esfeline
kovcular haline dönüştük
matbuattan gizlendi şehre inmekten maksadımız
giderek matbuat gizledi bizden kendi maksadımızı
yadırganmadı bu koca kaba kalabalığın
daracık yerlerde sıkış tepiş gizlenişi
gizli övünmelerde yoklandı bir darp izi
mezeler yenildi kafalar çekildi
tarladan kovulanların irin topladı derisi
irinliler kabilesi
çoğalıp sayıları göze batınca alarga durdular bizden
sevmezlermiş bizi raconlarının bu olduğu söyleniyor
yarası cerahatlenmeyeni kendilerinden saymazlarmış
bize başından beri başkası muamelesi yaparlarmış
daha yeni öğrendik meğer biz de onlarla mecazdan
leff ü neşirden gayrı alâka şimdiye kadar kurmamışız
doğrusu gerçekten bizmişiz başkaları
onlara dokunmanın bizlere ar gelişi bundanmış
irinsizlik bilinciymiş her geçen gün tuhaflaştıran bizi
bizdik hey gidi bizdik biz gidi bizdik neye dokunduysak
doğdu o şeylerin ortadan kalkma ihtimali
sarktı berelendi döküldü neye dokunduysak
canımıza santigrat nevinden kıymet biçmeye kalktığımızda
memeler sarkık kalçalar bereli dudaklar dökülgendi
rengi attı çağları dönemlere ayırmak için
elimize tutuşturdukları edevatın
arkadaşlarıma söyledim
soluyor solduruyoruz

hiçbir şehrin montevideo’nun bile
sundurmasında soluk bırakmadılar dedim
sözümü tersten aldı arkadaş olacak dümbelekler
bana terslendi hepsi
yüzüme ters bakmakla iktifa etselerdi
tahammül eder sizin cirminiz
ancak bu kadar derdim ama onlar
susturamadı içlerinde cirit atan ifriti
ne çekilmez bir adamsın sen dediler
hem şikâyet ediyorsun savaştan
hem koynunda saklıyorsun sevdiğin kızı
yeyip yuttum sanmayın bu takazayı
ne mi yaptım size ne
kokuşmuşa paha biçerek geçinene
ne yaptığımı hiç kimseye anlatmam
bu çapraşık dünyaya bir de ben düğüm atmam
yola getirsem elime ne geçecek
hayat sahici bilgiyi sömürgeye saklamış
diyenler arasından birini
bunların avenesinden bir tekecik kişi
çıkacak mı hiç sanmam
aklını dünya hayatında benim hisseme
akşam bulutuna iliştirilmiş bir şey
düştüğüne yoracak
o şey
oyalıyor beni
benim bütün kenarlarım
o şeyle işli
aklını yormak
benim arkadaşlarıma göre yabancıların işi
yakınlık gösterir benim arkadaşlarım aklı havalarda uçana
yakınlık gösterir benim arkadaşlarım aklı yerin dibine batırana
ne arkadaşmış bunlar bir işin düşecek olsa
çat beykoz’dadırlar çat kumkapı’da
ha beykoz’dadırlar ha kumkapı’da

uyar mıyım aklı vücuda merbut kılmayan bu takıma
tünemeye fırsat bulduklarında
ayırt etmeyeceklerdir hani halı hani kilim
bir ağız mutlaka öğrenmek gerekiyorsa
neme yetmez benceğize kendi halim
baktım hiç işe yaramıyor
deniz sularında köpekleme yüzmelerim
kulaç attım yağsız karnım elverdiğince
yettiğince çelimsiz kollarım
iki yakamı bir araya getirmek
konusunda sebat ettim
bunu kolay bir şey sanan
varsa denesin de göreyim
yemek buldun mu ye dayak buldun mu kaç
biyos derlerse hayat logos derlerse akıl
bunları sular seller gibi bilmeyi marifet sanma sakın
marifet aklın ne kadarı hayatın dahilinde
bunu bilmek
yahut keşfetmek hayatın
hangi kısmı dolduruş ne kadarı akıldır
hasılı neye olursa olsun akıl yormak
aklı takatten düşürmeye ister istemez varır
halbuki insanların çoğu cehennemlik
yani dinç akıllıdır
onlara eziyet altında
tecrübemin bana öğrettiğini
söyledim açık seçik anlamadılar
avâma sebil için açık saçık söylediysem de nafile
benim sırrım nefsimi ıslah etmeyişimde saklı
beni yazın keten pantolonlu kışın kalın kazaklı
görmeseler ayağa
düştüğümün resmiydi çoktan
aldırışım soğan başı hikâyesi dolaylarında
konaklama gafletiyle bukağılansaydı
nasır bağlasaydı kişiliğim olsaydım ibn-i filip
taksaydım getirdiğim her bir şeye doğuştan
dünya nispetinde bir kulp

ucu indüs’e varan bir imparatorluk kursaydım
sinop’ta gölgemin köpeksi filozofun yüzüne
düşmesiyle dehama kucak açtığı için
zapt edilmiş topraklara giderek
romanya boyası çalmayacak mı general
rütbesinde beş altı tane zevzek
şişse idi kişiliğim kan çıbanı çıkarma
derecesinde kabarsaydı
dem vurmayacak mıydım
kendi krallığımdan
pehlivanlık taslayıp
bahis açmayacak mıydım
mülk-ü âl’imden saltanatımdan
para bastırmayacak mıydım
hutbe okutmayacak mıydım
dinç akıl böyle şeyler yapmadıkça
rahat yüzü göremez
aklı dinçlik çağına demir atan insanın
gözleri ve’l fecr okur
gözleri kahverengidir karadır elâ çakır
bağdaş kurarken bile bu gözler hazıroldadır
ağzı nerededir tabiî ki kulaklarında
vakit kazanmak için çevresine
mebzul ücret dağıtır
çünkü aklını yorgun düşürmeyen her insan
içerisinde
bir gün soğuk ve rutubetli ve gözün
gözü görmediği mahzenlere düşmek
oralarda çürümek korkusu taşır
korkudan kurtulmanın yolu
ben size söyleyeyim
vitrinde
mümkünse vitrinin göbeğinde
kendine bir yer beğenmekten geçiyor
gözde değilse göz önünde o da olmadı göz altında
aklı dinç kalan ezilir gözden uzaksa
mahlûkat gözüne görünmemek

işte bu olmaz
olduğundan fazla sanılmamayı
dinçlik kaldıramaz
dinç akıllılardır göz göre göre
maskaralıkla korkaklığı buluşturan
tarihi inceleyin göremezsiniz
soytarısız bir kral dalkavuksuz bir sultan
padişah imparator gözdeki mübalağadır
bana bunlar yaramaz
ben çocukluk çağlarımdan beri
görülen görünen gösterilen dünyaya
alışmamak inadında kararlı takımı tuttum
nefsim âsi aklım yorgun şefkatlidir yüreğim
neden koynuma göz koyan kıza hayır olmaz diyeyim
at üstünde ok atarken bana güleç yüz
padişah mı imparator mu gösterecek
bu kız olmasa benim kramp giren bileğim
merhem yüzü görür müydü düşünün
insan isem insanlığın tümüne
beklerim ki geçsin diktatörlüğüm
demek bana lüzum edecek bir horoz ötüşünün
vardığı yere kadar uzanan hükümranlık
sorgulamaktan geri durmam
kim yaparsa nüktedanlık
ellerimde dinç akıllı kimselerin
ne mânâya geldiğini merak ettikleri yüzükler taşıyorum
yüzük taşlarımın altına arsenik sıvaştırmadan yaşıyorum
iflâh olmaz diktatör işte o bensem
o bir köprüyse işte sırat dedikleri
benim orayı biri çıkıp söyleyebilir mi
gurultuyu çaktırmadan deneyip cambazlığı
façama toz kondurmayıp hiç azar işitmeden
geçmenin fırsatını kullandığımı
yo hayır böyle bir beyan sadır olamayacak
sırat
oradan geçmedim ben

benden ısrarla nefsimi ıslah etmemi istediler
nerede bende o göz
var mı bende öylesine bir dirim
nefsimi
söylesinler kimler hesabına ıslah edecekmişim
sayıp dökülecek cinsten şeyler mi
nefsimi ayarlayacağım şeyler
kitapta yeri var mı benden istenenlerin
çizmiş mi müstakbel şemailimi kalem
cevapsız bırakıldıysam nasıl
imkân dahiline girer bu estetikten yoksun
müstamel ahaliye yeltenmem
yürüdüm yürüyüş ritmime uygun bir yol
bulacak gibi oldumsa da çıplak gözüm
tipi çıkınca lapa karla örtülen
yön tayini işaretini görmedi
tutamak bildiğim içimdeki okun seyri
yüküm her gün biraz daha
ağırlaştığı için yavaşım
yaşımın ilerlediğini merceğimin gevşediğini
gördükleri için yoldan çıkacağımı sanan kalpazanların
alnını karışlarım
vazgeçer miyim ömrümü adadığım diktatörlükten
olacak şey mi bu hiç olur mu
benim gibilere küçükken
sıkı dur oğlum
türk çocuğusun sen dendiği unutulur mu
turşu küpü kırk paranın tırtırlısı
tarlaların uzaklığı bana yeten bir dersti
fırçanın hiçbir türünü şimdiye kadar yüksündürmedim
saatten benim üç parmağımla kurulma
işlemine bir itiraz gelmedi
önüme ağılanmadan geçilmez caddeler açılmıştı

cinnete göz yummasam
cinayeti yarıda kesmek için
bir şey yapacak olsam
hazırdı yağlı urgan gaz odası giyotin
pis işlere bulaşmamı allı morlu
keyiflerle imrendirdikleri zaman
parmak kadardım
tabiatı icabı tuzak
ortalık ışımadan kuruldu
yol kesenler çetelesinde
diğerlerinden biraz erken
tespit edildi yerim
akşam eve yorgun ve yufka
yüreğimi sorgulamış olarak dönmeme rağmen
hava karardığı zaman
kol kanat germiş bir vaziyette durmuyor
sorgulayıcı bir edayla sarıyordu üstümü çatı
dişiyle tırnağıyla diyorlardı
dişiyle tırnağıyla ne
savaş vardı
istenilmeyen her şey yakındı.

tötonmuş gül haç kardeşleriymiş
kimler idiyse savaşın tarafları onlara aldıran yoktu
kız koynumda ya beni itham ettiler
dretnotları imal eden benmişim gibi
katliama uğrayan biçare nesillerin suçlusu güya bendim
suçmuş hartuçları bırakıp
riyaziye esaslarını sevişme denklemine uygulayışım
bana bağırıp çağırdı resmi ağız
kurallar bu uygulamayı dışta tutmayı âmir dedi
kur’an yasaktır rezilliklerin en rezilidir şiir
sonra halka dönüp şunu söyledi
söz geçirebilirsen diktatöre geçir
balçık mı çamur mu artık ne dersen onu
hayatımın kaynaklarına bulaştırmamdan
suç delillerini karartmam anlamı çıkarılıyordu
savaşın cereyanına katkım yok demiyorum
yalan değil uyrukların tıklımına sert çıkarak
gözleri çatlatma faaliyetim
en iyi ben bilirim
en sağlam keselerin bile nereden delineceğini
öyle zamanlar geçti ki
kimin öd kesesi patlatılacaksa
bana müracaat edilirdi
yırtmışlığım var yalnızca kelle vergisi alarak
servetlerine servet katan zenginlerin değil
onlarla yoldaşlıktan nasiplendiğini zanneden
fakirlerinkini de
yıkmak demiştim on dokuz yaşımdayken
kutsal kinidir yürekli olmanın
aradan kaç yıl geçtiği hesaplanabilir
beni çatık kaşla yaşlandıran

diktatörlük bu işte
dinlemezdim kimden gelirse gelsin sızlanmaları
israfil’e kulak kesilmekti
ilk alındığım ve son işim
itlaf edilmeliydi nerede varsa kene
koynum boş değildi madem
pabuç mu bırakacaktım gülle gürültüsüne
manzara hep mükemmeldi ben ve sevgilim için
mükemmeldi francalayla esmer somunun farkı
kuyumcuyla manav komşuluk ediyor
geceleri ailecek görüşüyorlarsa
bana mı düşerdi bunda bir kusur bulmak
âyet sarih zikredilmiş cevaplanmıştı soru
at pazarı demirden kır atlar için miting alanı
donu merak ediliyorsa sütçü beygirinin doru
devenin nalı nişaburek şehir hatlarının gazoz borusu
her geçen gün bilenen bilinç gittikçe daha sivri
seyran ü sefayı terk ederek sevdiğim kız
koynuma kaçtıysa
neden toz konduracakmışım şanıma
arkada hasreti çekilecek sevgili bırakmayan
gemi yakmazsa yazık direkler çatırdasın
cayırdasın yelkenler
ötesine aklım ermedi hiçbir zaman
müdrik miydim nâtık mıydım hâfız mı
adım bir intikam olarak bari anılacak mıydı acaba
tuzun gözüme durduğunun farkında olmadım
şerbetini bana ekşittikten sonra sundukları kızılcık
fark etmedim damarlarıma sızmış
cinsî temas haline getirmiş beni
olağan bile saymadığım dünyayla
gaflet miymiş yaşadığım istiğrak mı

nereden bilecektim canıma batan
dikenleri ayıklamaya dalmışken
ibadetimden olmasa bari derken kuşkum
savaş bitmiş ben nöbette unutulmuşum
savaş bitmiş ben bunu
koynumun boşluğuyla anlıyorum
kükreyen ırmağın ölümü meğer
savaşın sonuymuş
halbuki ben sanırdım ki dünyada savaş
var diyedir serçelerin vakitlice uçuşu
glayöllerin yana yaslanışı fulyaların mızmızlanışı
savaş bittiyse bir cenahtan bir boru sesi geldi mi?
hayır, gelmedi.
çanlar çalındı mı herhangi biri için?
hayır, çalınmadı.
vakit mi girdi, okundu mu ezan
hayır duyulmadı hiçbir şey okunan
şahidi yok trompetin öttürüldüğünün
çanlar bu sesi verir diyecek bir kimse yok
seyyar satıcıların müezzinlerle kurduğu diyalog
yurttaş hakkı olarak algılanıyor
ben
bir tek benim
birdenbire her şey yerli
yerindeyken koynu boş kalan
şimşeği atlattığımı bile kimseler fark etmedi
boş koyun bir bergüzardı bana savaşın bittiğini anlatan
savaş bitti sular heraklitus ne derse desin
akmıyor
o bir ırmak ölüsüdür kükreyen
artık hiç kimse almanlar yüzünden telaşa kapılmaya
bir sebep bulup buluşturmaya kalkmıyor
karartma sırasında annemin migreni tutunca
ne yapacağımı bilmesem de oluyor
james marka kalın tekerlekli siyah bisikletiyle babam
halkevi sinemasına giden beton
köprüden geçmek istemiyor

şarkı söylemek
kendi kitaplarını ciltlemek
gibi bir şey haline geliverdi aniden
“yalnız bırakıp gitme bu akşam yine erken”
“öksüz sanırım kendimi ben sensiz içerken”
şimşeği atlattım diye kimseye can
bahşedecek hale gelmedim
demek âdem ahfâdından
savaş bittiği için koynu boşalan
bir kişi gerekiyormuş o da bendim
diğerleri ellerini çabuk tutup kesme şeker
hakkında edindikleri barut kokulu fikre
acilen tadilât getirmişler
sıkı yönetim kalkmış
savaşın bittiği kesin
yama bulmak
dirseklere hünerse kendi kumaşından
kim neylesin

savaş bitti
kır gezmelerinde bundan böyle şüphe çekmeyeceğiz
kime kalacak kırlara çıkmanın burun sızlatan anlamı
dinlemek zorunda değiliz muhallebicide
yabancı dilden anıştırmalarla yüklü kaçış
hikâyelerini mültecilerin
memur beyler neler karıştırdıysa şehir kulübünde
buraya kadardı
bu saatten sonra
briyantin saçlılara hiç kimse
göster eşkinli beygir vesikanı diyemeyecek
kanaviçe veya goblen
kime ne
arık fitil odam loş
savaş bitti koynum boş.

dişlerimiz arasındaki ceset

peter pan
süper bir ismet özel şiiri.


Biz şehir ahalisi,kara şemsiyeliler!
Kapçıklar! Evraklılar! örtü severler!
çığlıklardan çadır yapmak şanı bizdedir
Bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler

Nezaketten,haklılardan yanayızdır hepimiz
Sevinmemiz çapkıncadır,ağlatır bizi küpeşteler
Yaşamak deriz-Oh,dear-ne kadar tekdüze
Katliamlar ne kötü be birader

Güneş neredeysek orada bulur bizi
Ya cünup ve yalancı veya miskin ve ülser
Falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri
Sayılar bizi bulur,o ayıp işaretler

Saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi
Hadım tarih,kundakçı matematik,geri kafalı gramer
Evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza
Verem Olmak üretimi Düşürür ibaresini çizer

Biz şehir ahalisi,üstü çizilmiş kişiler
Kalırız orda senetler,ahizeler ve tren tarifesiyle
Kimbilir kimden umarız emr-i b'il-ma'ruf
Kimbilir kimden umarız neyh-i ani'l-münker
Bize yalnız oğulları asılmış bir kadının
Memeleri ve boynu itimat telkin eder.

bir devrimcinin armonikası

peter pan
bir ismet özel şiiri.


Binlerce binlerce çocuk
koşarak dokumuş benim kumaşımı
hançeremdeki bu şehrin
o geçimsiz mushafı
vardım dayandığım parmaklığına o büyük hesapların
Hazırım ey kalaycı çırakları ve güyümcüler
ey rakı sürülmüş yaralarım gövdeleşin
kırçıl acılarım benim
gök de bir mendil takınsın boynuna
benim kağşayan umutlarım gövdeleşin
çünkü ben oraya gidiyorum : boğulmaya.

Nasıl birer suç çağrışımıyız dünyada
adamlar,kadınlar,şehre indirdikleri bakraçları
ne kadar uydurma
ne kolay öpüşüyorlar yıllar süren intiharlarla
Oysa
insan zemheriyi
ve kadının doğurma vaktini bilir
hergün kalkıp öpüşebilir sabahın üniformasıyla
yeni şeyler,yeni şeyler yaratmak için tabi.

işte potin bağlıyor çocuk
bütün uykularından sürülmüş kurşunlar
tütün gibi bakıyor nisanlara
ve ben sahici kılmak için öpüşlerimi
oraya gidiyorum : boğulmaya.

Ben ki gövdemi bütünüyle ne yapmalıyım
tahta bir bavul
gibi duruyorum insan kıyısında
makina
çok acemi buluyor beni sanırım
seyrek bir ölü vurdular alnıma,ekşi
1300 tarihli şehbenderlere dair talimata
ve anamın kanserine alıştım
ve de bir simsar gibi asvalta ve otobüslere
bir vitrin gibi
bir bıçak,bir
setre.
Tutuşan bir bıçak.
içerimde tozuyan bağırtılar vardır
Ondan işte gidiyorum oraya : boğulmaya.

Oraya gidiyorum boğulmaya
BOğULMAYA
bir partizanın armonikasında.
Artık mazgallardan fırlamak
büyük kamalar saplamak
böğrüne coşarlığın
büyük bir çatırtının ayaklarını ovmak
armonikamla.
Ey çatlayan tohumun hengamesi!
insan,gülümsemeyi
ve ürün kaldırmasını bilir
çünkü derbeder bir okul çantasından
serin ve sevişli bir ırmağa girilir
ve benim o boğulduğum armonika
halklara seğirtir,coşar
o,korkunç bir yekinmedir buralarda
Hannoy'da bir uçaksavar.

kanla kirlenmiş evrak

peter pan
çok ama çok güzel bir ismet özel şiiri.


karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
aşklarım, inançlarım işgal altındadır
tabutumun üstünde zar atıyorlar
cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır
toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar
denize yaklaşınca kumlar ve çakıl tasları
geçmiş günlerimi aşağılamaktadır.

karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
ve rüzgar buruşturuyor polis raporlarını
kadınlar fazlasıyla günaha giriyorlar
bazı solgun gömleklerin çözük düğmelerinden
çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar
denizin satırları arasında.
gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin
küfre yaklaştıkça inancım artıyor.

karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim.
ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim.

akdenizin ufka doğru mora çalan mavisi

peter pan
bir ismet özel şiiri.


Kim yeni terleyen bıyığına, sakalına sevdalanmışsa
ölünceye kadar bu daireden dışarıya ayak atamaz
hafız.

Yaz günleri beni hatırlamıyor.
Salgılı bir hayvanla bitişiyorum yaz yaklaşınca
yayılıyorum ortasına sevgili tüylerimin
geniş uykulardayım, muazzam uykularda
yılların zulmünden haberim yok
ne de sürgün taşralı kızlar korosundan
geçiyor hazza yatkın dudaklarıyla gece
canımın ilmekleri arasından.

Beni artık kimseler arayıp da bulmasın
beyaz harmanilerin göklere açık sofrasında
yıktığım saltanatın dizinde inlediğim
aşkın en tabanında yattığım anlaşılmasın
çünkü ben çok gizli bir yanlışın
dehşetengiz yeteneğini ölçmek için
yepyeni bir hata için iniyorum Akdeniz'e
Meryemoğlu sanıp ben zavallı ademi
çarmıha çaktılar orda çok zaman önce.
çok zaman önceydi ki otobüsler
mermer sütunlu şehirlerden sahil çardaklarına
nice yılgın havarilerle gidip geldi.
Hepimiz, yani taflan çiğnemekle güzelleşen çocuklar
havariler karşısında harami
gövdesinde hayvan kabarınca mecalsiz
kutlu bir tan çıkarmayı denedik
kayser makinasından
anneler
sevecen gözyaşlarıyla korurdular bizi.

Bizi sen ey beyhude ve baygın duyguların yırtıcısı
sen ey loş çalgıları uykulardan çıkarıp
Bahçelerin hayatına yerleştiren esrar
bizi bırakmıştın
acı güller salınırdı kanımın raddelerinde
ve ben güneş altında kendini bize öptüren neyse
gece onun kimlerle buluştuğunu araştırdım
o zaman yalın yürek kaldım şiddetin çölünde
aldanışların çölünde korkudan
denize dilimi soktum ayaklarımdan önce.
Bu kadar, bu kadardı Akdeniz
aslı yokmuş dinlediklerimin
eski moda güneş sanrılarından
bir şair cesedinden hiç farkı yok denizin.

Yok ve yaz günleri beni hatırlamıyor
boğulmuş hüznü gösteriyor bana memelerinden
geçiyorum bir yakıcı maviden derinleştirilmiş mora
geçiyorum ayaklarım altında kumları hıçkırtarak
Kara yaz! Karanlık yaz! Kararan vücutlardan
rıhtıma varmayan ceset elbette hatırlanmaz.

sevgilime bir kefen

peter pan
bir ismet özel şiiri.


Alçak sesle uçuyor üzerimden
saçları kına yakılmış bir kadının mihrabı
bu gövermiş güz günleri çıldırtır
çileden ve kitaplardan çıkartır insanı
urlar, karınca cesetleri
titreyişlerle örtülür üstüm
merak
bir devrimcinin hazırlığıdır
ve alçacık bir sesle uçar üzerimden
kanser, begonya, ölüm.

Beyaz tülbentler camın arkasında
ve çıkarılmış insan gözleri
kırk batman ağırlığında sahici insan gözleri
bağrına taş basan ana
o ananın ölüsünden kalkan toz
ey acılar gardiyanı, ey güz gündüzleri.

Bir isyankar çetecinin yağmuru altında
kendi kavruk güzelliğimi yumrukluyorum
kulunç gibi giriyor öğleden sonraki cumartesinin
umudum
ki hırçın bir hayvandır durmadan
kalgıtır banknotları, miting alanlarını.
Ve tarçın kokusu ve yorgunluklarla
oturduğumuz evleri tıkayan
merak
bir devrimcinin hazırlığıdır.

Yıkanır bazı bakır dövücüleri çarşılarda
şakırtılarla sürüklenir bazlama açan kadınlar
dibeklerinde inatlarını döven
hınzır umutlarını döven kadınlar şakırtılarla.

Benim harcım değil bir yar sevmek gizliden
her yanım bin türlü merakla dalanmakta
o loş buhur kokuları, analarımız
aşererken toprak yiyen analarımız
yüreğimin palamarlarını çözüyor aya karşı
gökçe sancım zonkluyor bileklerimde
zonkluyor talaşlar, talaşlar
şakağıma vuran balyozun talaşları.

şivekar'ın çıktığıdır

peter pan
uzun ve güzel bir ismet özel şiiri.


Ey sökülmüş cep!ey ıslak yorgan!
Ey bulduğu her bahaneyle çıngar çıkaran!
Yardım et! Yardım et!
Bana ilah mahvedecek
bir uzuv lazım.
Gel çabuk
Beni üzüntünün koynunda beklet
Orada tohum serpecek kadar
Bana zaman tanı.
Ve konuş
Varsa eğer yazgımızın beş duyusu
Yazgı dediğimiz şeyin deveran ediyorsa kanı
Söyle ona vazgeçsin beni üstümden esip yönetmekten
Bana diş geçirsin de anlasın bakalım hangimiz daha kekre
çarpayım gözüne bir,kulaklarını çınlatayım hele
Uzaktan işmar edip durmasın bana
Gelsin bana dokunsun
Alnının çatında değil belki
Ama bir iriminde aklının
kalsın kokum.

Benim elbet bir bildiğim var:Hayat saçma sapandır.
üstüme saçmalı tüfeğiyle ateş açtı hayat
Yaylım ateş,bombardıman,güldürücü gaz
şairsin!Arkanı dönme!Neyin var fırlat!
Hiç yoksa şu inkisarı kağıda geçir,sonuna kadar yaz
Nasıl olsa çıkaramazsın saçmayı etinden
Hiç deneme
Cibril'i düşünmeden
Asla yaşayamazsın
Seni uçurmazsa yandın
Kuşları da uçuran
Ey şair!Ey dilenci!
Kanatsız,mızmız,sözün köpeği
Tiryakilik peşinde geceleri
Günün ortasında karmanyolacı.
Sana değil Davud'a yaraşıyor sapan
Korkun var bölük pörçük
ümidin çatal çatal
Baka gör bunların arasından
Hangi yer sana ayrılmış
Hangi yare senlik birşey bırakmış
çalap

Anlat :
Bu bir Yusuf masalıdır de
Bunu söyle ve fakat
şunu da sor
Yusuf'un masalı neden
Yusuf'la başlamıyor?
Bir varmış bir yokmuşla başlıyor bütün masallar gibi
Bir şivekar varmış,bir gençkız
Yusuf yokmuş,cinler
Kaçırmış,yazgı
Saklamış onu.

Masalın orasına gelince bir Yusuf gösterilecek
Ama önce masalı bir şivekar
Nasıl başlatıyor
Bilmek gerek.

Genç bir kızla,bir bakireyle başlıyor anlatımız.
çünkü bakirelik,o bir baş dönmesidir
Başta gelir,başa gelir,başı yerinden eder
Eksiksiz olup hiçbir iyelik tertibi gerektirmeyecektir
Sorguya açık kim derseniz bakirdir,odur bakire
Kapağı hiç açılmadıysa kitap
Kaş çattırır insana,korku verir
Oysa kitap ki yarıya kadar okunmuş
Bakiredir.

Bırakalım başta kalsın.
Gençlik
Ve kızlık dursun başında efsanemizin.
şivekar'la
Bir gençkızla başlasın anlatımız
Ağlatımız
O dahi gençlik ve kızlıkla bitecek bittiği an
Zaten son erek değilmiydi
Genç ve kız?
Vay anam!Ter ü taze ve domurmakta olan her ne ise
Hele bir dalmaya gör onun döngüsüne.

şivekar'dı
Gezmeye çıkmıştı ikindileyin
Evlerinin az ilerisindeki koruda
Gençkızlar bunu yapar
Her gençkız ruhta birikmiş sözlerin
Sürgüsü açılsın diye
Hep gezintiye çıkar.
Kıştı mevsim.Toprakta kar.
çok tutumlu bir söyleşi gibi berraktı çamların yeşili.

Avcılar göründü uzaktan
şivekar avcılara görünmek istemedi
Sindi en bildik köşesine çamlığının
Kendi yerinden dinledi
Fend eden,tuzak kuran,ok atan bu milleti.
Avcı bunlar
Bir kuş vurdu tezelden
Aralarından biri.
Nasıldı kuş?
Neresinden vurulmuştu?
şivekar göremedi.

Ok değerse bir kuşun ancak kalbine değer
Bunu bilmeyecek ne var?
Kan düşer.Emilir o kızıl bezek
O bembeyaz satıhta.
Ossaat ''Breh!
Hüsnü Yusuf'un yanağı mısın be mübarek!''
Deyiverdi bir avcı.
şimdi sezdi şivekar saklandığı yerden
Avcıların da varmış bir içlisi
Bir bilgesi.

Kar ve kan.Ak ve kızıl.
Bir yüzün suçsuz zemininde
Tutkunun canlandırdığı şey.
Siması da iması da Yusuf'un
Böyleymiş meğer.
Kar üstüne düşen kandı
Yamandı
Bir avcıdan şivekar'a ulaşan haber
Müjde değildi.
Neden bir yavuzluk
Bir durulukla beraberdi?
şivekar bunu bilmek istedi
BiLMEK,BiLMEK,BiLMEK iSTEMi
Kızda çözdü bütün bağlarını kadim alemin
Alem alemler oldu,cümle alem gevşedi
Kız için artık gevşekti
Pekinlik bohçasının hodbin düğümü
Haber deriştirdi kızı
Soru
Dünyayı karman çorman bıraktı önüne
Dünyayı,önce onu delmek
Yusuf'a varmak gerekti
Desem ki kapı açıldı
Yalan olur
Ama kilidin kalktığı belli.

Var idiyse bir kuş
Kalbinden başka yeri olmayan vurulacak
Vuruş değil de vuruluş kilidi kırdıysa
Kendi sorgusu yüzünden ayağa kalkıyor insan
Arıyor.Yusuf bir ayna mıdır acaba?
çetrefil,kuşku dolu,yadırgı
Ne kadar kendi oldu insan
O kadar başka.

YUSUF'UN KAçIRILIşIDIR
Tohumu
Anasının rahmine
Bir ilkbahar sabahı düşmüş.
Baharmış.
Dışarda rüzgar.
Dışarda dallarda,bulutlarda
Toprakta delimsirek çırpınışlar.
Bir yanda hışır hışır emeniyor börtü böcek
irili ufaklı bütün kuşlar
Suskun buldukları korunakta
öte yanda tabiat
Bir kadınla bir erkeğin yatakta
Terli telaşıyla yarışa yelteniyor.

Ah, bu hep zaten böyle oluyor
insanlar tabiatı her zaman heyecana boğuyor
çünkü kuşlar ve böcekler gibi değil
Bulutlar ve ırmaklar gibi sevişiyor insanlar
Sevişerek çiseliyorlar dünyayı
Yalnız ilkbahar gecelerinde değil
Sevişiyorlar
Sonbaharın mağmum karanlığında
Kış gelince hakaretamiz bir soguk çattığında
Yaz olunca ısınan baygınlığın çözeltisi yüzünden
Sürgün günlerin birinin batımında
Birisi bir başkası yerine seyahat ederken
Yusuf'a doğru giden her eğimde
Her hangi bir vakte denk düşüyor
Sevişme anı.

Erkine göz değen bir beyin oğlu Yusuf
Annesi han kızıymış
Doğmuş ve bir zaman
Ev içinde,şehirde
Halayıklar,lalalar
Yaşamış göz altında.
Sonra bir gün
Birden bire
Bir değil yüzlerce feryat
Hani çocuk?
Nerede?
Onu son kez gören kim?
neden hiç bir izi yok?

Yusuf
üç cin tarafından yedi yaşında
Kaçırılarak karışmış oldu kırklara.
Haz ciniydi ilk göz koyan:Kızguran derlerdi ona
öyle bir cindi ki canın tam ortasında
Bu dünya, öte dünya
Nerelerden geçiyorduysa ikisi arasındaki çizgi
Yoktu ayrım yerini bu yaratıktan daha iyi bileni
çocuklukla,gençlikle,yaşlılıkla
Geçen ömrü içinde dağılır ve toparlanırken insan
Hep duyulan
Haz cininin kopardığı gürültüden başka bir şey değildi.


Hazzı ne dışından,ne içinden tavsif edebilirsiniz
Hazdır
Dünyalar sanmayın bizi içine çeken
Hazdır dünyalardan bütün emdiğimiz
Daha başından beri
Henüz cenin iken biz
Kalbin de cesameti belli belirsiz iken
Hangimiz hazzın bize neler ettiğini bilmeyiz?
O cin hiç uğramamış olsaydı semtimize
iyi olsun,kötü olsun neye yöneldiysek
Aklımız başımızdayken veya delirdiğimiz zaman
Canımız susmayı ve konuşmayı çektiğinde
Oraya hepimizden önce varmış olurdu kızguran.

Canı hazla tanıştıran işte bu cindi
Bu cindi Yusuf'u kaçırma işinde
şebekenin başını çeken
Peki,neden Yusuf? Ve kaçırma neden?
Derinlik kelimesi
Bu bapta işimize yarıyor
şimdi size
Hüsnü Yusuf'tu o
Güzellik timsaliydi desem
Bilirim söylediğim tartışma açmaktan öteye geçmez
Kime göre güzellik?
çağlar içinde konulmuş mu bir kanun?
Hem nerede görülmüş
Tek başına güzellik
Kendi ayakları üzerinde dursun?

şehvet, hüsran, hatıra, mukavemet
Bunların çarkına kapılanda
bir güzellik doğuyor
insanlar hep böyle şeylerin yedeğinde buluyor güzelliği
O sebepten ola ki
Güzel yine de güzel solarken bile.
çünkü her soluş merhamet uyandırıyor
çünkü merhametti ona önceden rengi veren de.

Yasasız ve solup giden
Bir güzellik değildi Yusuf'un güzelliği
Yoktu tabiattan ve tarihten tanış olduğumuz
Hüsnü Yusuf'u yeden hiçbir duygu.
Hüsnü Yusuf o hüsnü Yusuf'tu ki yanı başına
Yalnızca en gerekli şey konulmuştu
Ne duygu, ne ihtiras, ne düşünce,
Ne mükemmel bir mantık...
Derinlikti Yusuf'u güzel kılan
Gerçekte Adem soyuna ait olmayan
Ve sanki bir yeminle onlara hep bağlı kalan
Derinlik.
Derinlikti Yusuf'la varoluşun bağını kuran
Bu çocuğun yüzünden başka yüzlere yansıyan şey
O bir engin ezinti, bir terennüm gibi
Devam
Diyordu devam etsin devam etse gerek
Derinlikten cayılmasın
Kopsun kıyamet.

Bu çocuk ne giyerse giysin
Giysilerin üzerinde duruşu
Neye dokunursa dokunsun ona ellerini
Yerle göğün bağlacına ermiş gibi sunuşu...
Ya Rabbi, bu derinlik ne demek oluyor?
Başını çevirirken bu çocuk
Sanki affı muhakkak bir günah
Saklıyor.
Esrar dolu kimine göre belki bu baş
Ama bilgelik güdümüyle Yusuf'a bakarsanız
Sırların güzelliğini görürdünüz
Güzelliğin sırlarıyla sarmaş dolaş.

Acunu oyalayıp acunda oyalanan
Kıvılcımlı oklardan biri değildi Yusuf
Güzel olmasına güzeldi
Ama bunu söylemek
Dile denk düşmüyor nedense
çünkü denilmez
Silahlı bir birliğe bakıp :
Ne de güzel bir ordu!
Güzelse de güzel denilmez ordulara
Savaşı hatırlatan hiçbir şeyi gönül
Yatkın bulmaz güzel kelimesiyle anlatmaya.
Yusuf'un güzelliği
Bir çarpışma gibi içrek
Bir savaş gibi yaman
Terk ediş uyandırmıyor gidişi
Bir kalış sunmuyor durduğu zaman.

''Mutlaka başka'' dedirtiyor oluşu
Sineyi hatırlatıyor sinesi
insanların
sineleri olduğunu
Gözleri çok fazla
çok fazla derin
Her şeyi ezberletecekmiş gibi zora koşuyor
Oysa ezberleyecek hiç vakit
Bırakmıyor insanlara
çabucak
Derinleşmeniz gerekiyor Yusuf'la karşılaştıysanız,
Bitişmeniz isteniyor hakkı verilmiş bir anlamla.

Haz cini kızguran
Yazık olur, yanlış olur diye düşündü
Hüsnü Yusuf
insan dedikleri bu nankör, kan dökücü, cimri, unutkan
Yaratıklar arasında bırakılırsa.
öyle ya
Dünya ahalisinden hangisi
Kendini hazır saydı şimdiye kadar
Bitişmek için
Hakkı verilmiş bir anlamla?

Haz
Güzellikten ayrılmak istemezdi
Arınmak isterdi haz
Hazzı arıtmaya güzellik yeterdi.
Kaçırılmazsa, insanlar arasında bırakılırsa Yusuf
Bir gün, nasıl olsa, er geç
Güzelliğin yanı başına bir şehvet
Bir hüsran, bir hatıra
En azından insanların o hiç vazgeçmedikleri
Bir mukavemet eklenecekti.
Güzellik bulandıkça
Haz bulandırılacak
O zaman Hüsnü Yusuf'a bakan diyecek ki
Güzel; ama bir pürüz var
Güzel; ama başıma kim bilir ne bela açar
Güzel; ama daha temiz olabilirdi.

Kaçmalı Yusuf, kaçırılmalı
Güzellik hazzı mutlaka arıtmalı
Yoksa ben
önce ben, sadece ben, hep ben
Diyerek nev'i beşer
Pıtraklı ve pusarık bir tapınakta raks ederken
Kendinden geçecek
Hamleler, darbeler, sarılışlarla binlerce yıl
Neleri çürüttüyse
Onlarla geçinecek.

Hazzın gücü Hüsnü Yusuf'u kaçırmak için yetmedi
Yalnız yönelmek gelirdi Kızguran'ın elinden
Yönelmek, yöneltmek, yönlendirmek
Sevgilim! Sevgilim! Sevgilim!
Başka ne söylenebilirdi?

insan dediğin aceleci
Cinler de acele etmeli
Kızguran çabucak
Yusuf'u kaçırmak için
iki başka cinden yardım istedi
iki cin daha
Yönlendirmesi gerekti hazzın
Güzellik hırsızlığına.
Bunların ilki Sarlanan
Eylem cini.

Edim
Dünden hazırdı güzelliği
güzel olan her şeyi
Köhne yığından kaçırmaya.
çünkü boy atmaya can atarken bir fidan
Umursamaz çokluktaki kösteği.
Eylem gerek tohumu çatlatmak için
Yalnız doğurandır doğruyu bulan
Neyse çok toprakta
Gökte ne çoksa
Bir an gelir
Biriciklik burcuna edimle varır
Eylemdir
Tazeler, harap eder, küstürür, gönül alır
Eylemle uçar bezginlikteki kir
Dirilik erki kalırsa
Yalnız eylemde kalır.

işte Yusuf'un güzelliği
işte arınmak isteyen haz
Bir kez ''işte'' denildiyse artık durulmaz
Bir şey bir şeye dönüşürken
Eyleme geçilecek
Ve yakadan düşecek bu bungun kalabalık
Bir oluş yönünde sıyrılan her ne ise
Edimle ilenecek çokluğa, katılığa
Eyleyenler görecek yeganelik ne imiş:
Nereden sonrası kübra
Nereden önce sagir
Kaç, kaçır, doldur ya da dök
II faut agir.

Haz cini eylem ciniyle bir araya gelince
Belki herşey yapılabilirdi
Evet, her şey
iyi ve kötü.
Acaba
iyi veya kötü şey
Aynı zamanda yerli yerince ve uygun mu?
iyi olsun, kötü olsun diye yapmak istenilen
Rast gelecek mi kendini var eden yöne?
Bunu anlamak için haz cini Kızguran
Yönlendirdi Gökleren'i
Yusuf'u kaçırmaya.
Güzelliği çalmak için çağrılan
ikinci cindi bu
ödev cini.

Hüsnü Yusuf kaçırılacak çünkü
Bunun bir çünküsü var
Her nesnenin kendine özgü
Bir yeri var evrende
Hazzın çünküsü yoktur
Eylemin de
Haz ve eylem
Bilinmez nerede eğleşecekler
Oysa yalnız nesneler değil duygular düşünceler
Ararlar ve bilmek isterler benzerleri arasındaki yerlerini
Bu yer bir yer olmaklığı yüzünden
ödevini gösteriyor her nesneye
Giderek
Her nesne ödeviyle
Kaybediyor nesne niteliğini
ödevini yerine getiren ''o şey'' oluyor.

Böylelikle ormanların kimliğinden söz açıyorlar
Denizlerin kimliği, çöllerin, buzulların, sıradağların
Ve kapanmak bilmiyor bir kere açıldımı söz
Gökleren her tarafa bir şey yetiştiriyor
Armağan verir gibi,tetiğe basar gibi
Maden işçilerinin urbalarına kimlik
Kumarhane kapılarındaki kabadayılara nişan
Rujunu sürdükten sonra
Aynada kendini öpermiş gibi yapan
Sütüm yetseydi de doyurabilseydim, ne var?
Sana almazsam neyim önümüzdeki yaz
ödevin cümleleri birer birer sayılmaz
Yerine getirmeye bile gerek yok
Tabiatla düşüyor
Tarihle
Yükseliyor durmadan
Hem ödev
Hem ödevi üstüne alan.

Hepsi üç cindir bunların.
Hazdır, eylemdir, ödevdir
Yusuf'u kaçıran.
Yusuf'u insanların dünyasında
El alemin dipsiz düşkünlüklerine tutundurmayan.

şivekar'ın Yolculuğudur

Eskiler iz sürerdi.
Biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar.
Arıyoruz alemin iç yüzünden zihnimize
Yansıyan bir tasarımla gerçeği.

şivekar bizden biri
Yola çıktı yolu bilmeden
Arıyor bir hedef gözüne kestirmeden
Aradığı ne sevgili, ne efendi, ne sultan
özünü harekete geçiren onun
Kanını kaynatan candır düpedüz kendi canı.
Yol canlılıkla mukayyet
Gitti deriz
ölenler için
Yalnız yaşayanların işidir
Yola çıkmak, yolu katetmek.

şivekar olduğuna
Olmasını istediği için inandığı
O bir, biricik can için yola koyuldu
Canını koydu yola
öyle bir başka ben
Bulsun ki
Ben'i bütün şemaliyle onda bulunsun
Başkada bir ben yok ise
Yere çalınsın rüya
Benle
Başka yok olsun.

Eskiler aramaz, iz sürerdi.
Bilirlerdi Evet'le Hayır arasına Belki
Sokulduğunda
Felaket gelir.
Noksanı fark ederlerdi, çünkü bütünden
Nelerin koptuğu besbelli.
Dağılmak eskilerin dilinde
Ufalanmak anlamına gelirdi
iz sürerlerdi irileşmek, ulaşmak, toparlanmak için
Biz yeniler bir an önce dağılsak bari deriz
Korkarız kaybolmaktan çokluk içinde.

şivekar korkmadı kaybolmaktan
Daldı çokluğa can havliyle
Dedi bulsam da Hüsnü Yusuf'u
Onun gibi kaybolsam keşke.

Kaç yıl geçirdi şivekar arayış içinde?
Neler yaşadı?
Biz yeniler yüz kızartan soruları hemen atlarız.
Saklarız
Arayan ve arayışın süre gittiği ortamın
Yek diğerinden ne paylar aldığını.

Dünyada
çözülürse dünyayı
Issız kılacak bir çelişki vardı
Bir çekişme vardı dünyada azgınlık fışkırtan
Taraf olunduğunda.

Aradı Hüsnü Yusuf'u şivekar
Hep geciktirilmesi gereken o çelişkinin
Susmayanı sağırlaştıran çekişmenin ortasında.
Yalnız arayan bilir acımasını
Aramamak acımamak demektir
Küçümsenecekse
Memnuniyet küçümsenmelidir
Dünyanın dönmekten memnuniyeti
insanların utancı dünyaya dönüşmekten
insanlar
Onların birer kırba hepsi
Dış tarafları köseledir
Hepsi içinde taşır içilecek şeyi
Utanır ıslanmış köseleden insanlar
SAHiPSiZ BiR UTANç HEPSi.

şivekar önceleri
Arayışın ilk aşamasında
Bu utancı sadece seyretmekteydi.
Evden ayrılırken bohçasına koyduğu birkaç altın
Takındığı birkaç parça mücevher
Bir şehirden başka şehre göçerken
Dağlar aşıp ormanlardan geçerken
Sıyrılıp yol bulmayı ona kolaylaştırdı.
Daha sonra ve fakat
insan dedikleri o sahipsiz utançla
Yaptığı pazarlık fena tartakladı onu
insanlık utancından
En külliyetli payı o aldı.

Aradı
Arayış ibresinden gözünü ayırmadı
Karnı aç
üstü başı lime lime
Artık narin ayakları çiziklerle dolu
Dirsekleride yara kabukları
Gerçi bu kadarı, böylesi
Başlarken hiç akla gelmezdi
Lakin hayret!
Arayana yoksulluk eziyet vermiyor
Arayanın aramaktan başka derdi yok.

Vakti bilmek için
Diyor kendi kendine
Haber almak sadece bir başlangıçtı
Aradıkça dirisin
Aradıkça mecalsiz kaldı kibrin.
Aradın ve anladın
Haber almakla yol tüketilmiyor
Arayış sahicilik vaktine erişsin istiyorsan
Senin kendin
Haber olsa gerektir.

Bak işte
Bir parça kuru ekmek
Kim bilir kim düşürmüş
Kim bilir kim ekmeği bir kenara
Ayak altından çekmiş.

Ne de sert!

şu akan derecikte biraz ıslatsam ekmeği
Diye düşündü şivekar
O zaman dişim keser.
Pırıl pırıl dereye
Uzattı elindekini
Belki eski kibrinden
Kalma biraz halsizlik
Belki bu ince suyun
Cilveli alayişi
Ekmek
Dereye düşüverdi.
Hem karnı aç
Hem de avı nipet yaparmış gibi
Su üstünde kıpırdanıyor
Koştu o kuru ekmeğin
Peşi sıra şivekar

Bir süre öyle gittiler

O da ne?

Dere görünmez oldu
Harap bir tahta perde girdi
Ekmekle şivekar'ın arasına
Genç kız gerilemedi
Hem zaten vazgeçerse
Ne yapacağı belli mi?
Dönülecek bir yer
Bilmiyor gitmezse ekmeğin ardı sıra.

Suya girdi bulmak için ekmeğini
Tahta perdeden öteye geçti.

Aklı zorlayan bir yer o perdenin ötesi.
Bir bahçe. Gerçekten buraya bahçe mi demeli?
Ağaç, yaprak, meyve, kuş hepsi tamam
Tastamam hepsi.
Sanki biraz önce tamamlanmış gibi.

Kokusu çiçeklerin
Otların, çalıların kısa cümlecikleri
Yukardan dua fısıldar gibi yüze değen esinti.

insan bir resmin içine
Bu kadar girebilir.

Bu bahçede her şey hayran olunmak için
Her şey kendine özen göstermiş
Her şey kendine öyle bakıtıyor ki
şivekar bir kuru ekmeğin peşi sıra buraya girdiğini
Bir daha aklına hiç getirmedi
Hangi garip kuşun rızkıydı ki o ekmek?
Kim bilir nereye gitti?

şimdi artık bahçenin derinliği genç kızı cezbediyor
Bu bahçe keşfe açık bir kalbi bekler gibi
Yürüdükçe bahçeden bir şey siniyor kıza
şivekar bahçeye tını salıyor adım attıkça
çok geçmeden gözlerinin önüne

Ne diyelim?
Resim içinde resim mi?

Edebiyat burada bize yardım edemez.

Bir çiçekle meşgul olan kelebekle meşgul olan bir erkek
Eskiler olsaydı betimleyeceklerdi
Biz yeniler Alt dudağımızı ısırır
Ve terleriz
şivekar bizden biri
Onun dilinden dökülen
Bizim kelimelerimiz
Saçma
Ama başka ne sorulurdu ki?
'' in misin, cin misin?''
Cevap verdi Hüsnü Yusuf:
'' ne inim, ne cinim''
'' ben de senin gibi bir beni Ademim''

şivekar buldu
Kendi arayışında bir karşılık bulunduğunu.
Ya Yusuf?
Peki Hüsnü Yusuf bulunmak istiyor muydu?
Harikulade bir bahçede
Cinlerin arasında geçmişti günleri
öğrenmişti cinlerden yüzlerce hüner
insanlar arasında kalsaydı eğer
Hükmetmek ve itaat etmekten başka bir alanda
Yusuf'a rahat vermezdi onlar.
Gülünç özlemleri insanların
Sinir bozucu tedirginlikle
Ve derinlik karşısında gösterdikleri
şiddetli ve tamamen mankafa tepki
Bütün bunlar Hüsnü Yusuf için
Bezgin bir hayat demekti.

Kalkıp, çıkıp, uzaklaşıp
insanların dünyasından
Yusuf'un mahremiyetine kadar uzanan
Bu pejmürde kız da neyin nesi?
önce halinden ona hiçbir şey söylemedi
Bıraktı
Konuşsun şivekar.
Aman Allahım !
şivekar konuştukça
Yusuf'un her yanına
Oklar saplandı sanki.
Dertli gönül neymiş
Gönüle dert neden düşermiş
Nasıl olurmuş göze almak
Gözlerden ötesini
Yağmadan, çapuldan, hazıra konmaktan uzak
Akları, karaları, bütün renkleri esirgeyip
Esirgenmeyi hak etmek
Ve dönenmek evrende arındırıcı
itimada şayan bir rüzgar gibi.
Hayret ki cinler bu kızı kaçırmamış
Bu fevkalade gönlüyle.

şivekar'ı dinledikten sonra Yusuf
Ancak anlayabildi kendi başına neler geldiğini.
Sonra açarken uzun uzun halini kıza
Sanki ona birşeyler iade etti.

Bir Yusuf, bir şivekar
Anlamı yoktu artık ayrı hayatlarının
çabuk anladılar ki armağanmış yaşadıkları
Verilmeyi beklemişler birbirlerine.
iki insan diyelim isterseniz artık onlara
Bizler de baş vuralım
Tarihin ve tabiatın
Güç yetiremediği
O ifadeye.

iki insan bir araya gelince
iki taşın beraberliği gibi olmaz
Diyelim iki salkım
Bir çift kuş, yılanlar, kurbağalar, göçmen sürüler
Yarasa aşiretleri, birbirine açılan tanrısız mağaralar
Yabancılık
Yalıtkanlık üretirler ha bire.

insan soyu
iletkenliğiyle ünlüdür öteki türler arasında
iki insan
Başka hiçbir yaratıkta olmayan
Geçirgen bağın başlatıcısıdır
Anneler ve babalar
Oğullar, kızlar, hısımlar
Komşular, hemşehriler, yurttaşlar
Hangileri arasından seçilirse seçilsin
iki insan bir araya gelince
O geçirgen bağa bir ilmek atar
Bazen fiyonk olur arada
Bazen her şey düğümlenir
Yine de sonuna kadar
Bu bağın götürdüğü
Yere kadar gitmez
insanlar
Dostluğa, kandaşlığa, aşka evet
Evet ama nereye kadar?

Bunun bir son kertesi vardır
Binlerce yıl iki insandan çok azı
Son kerteyi birlikte tanımıştır.
Süra üfürülürken, çan çalınırken, ölü gömülürken
iki insan tahsil eder zamanı
En doğrusu son kertede iki insan
Vakitsiz okunmuş bir ezandır
Yusuf ile şivekar
Vakitsiz okundular
çünkü zaman
iki insan
Ya da
Hiç...

naat

peter pan
bir ismet özel şiiri.


Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar
Falları grafiklerde bakılanlar siz de işitin..
Külden martı doğuran odalıklar
Ve kahyalar
Kara pıhtılarıyla damgalanmış veznelerde dili
şehvetsiz çilingirler, yaltak çerçiler
Celepler ki sıvışık, natırlar ki nadan
Ey hayat rengini sazendelik sanan
Yırtlaz kalabalık!
Dinleyin bendeki kırgın ikindiyi,
Hepiniz kulak verin.

Güneşin
Koskoca beldeye suskunluk yaygısını serdiği
Yazlar yok
Yok artık altında suskun yolları saklı tutan
Karla örtülmüş kırların kışı
Gitti giden, yerine gelmedi başka biri
Orada
Duyumsatmadı kendini hiçlik bile
Belli ki son yüzyılımız göğsümüzden
Varla yok harman eden sesi uçursak
Diye bize verildi
Yetti bir yüzyıl böcekler ve otlarda
Soluyuş izlerimiz silmek için

Ne yesek
Lokmaya vurulur gibi değil
Yuduma gelmiyor içtiklerimiz
Dernekler toplanıyor dışta tutmak için
Kanat vuruşlarını yumuşak tutan etkeni
Utançlı sessizliği tanımaz kalemlerle
Kapanıyor bilanço
Top mermisi, kör testere
Defalarca boyanmış çaput parçaları
Sıkıştırdık günlerimiz arasına ki
Serazat kahkahalar atalım
Yapmacıktan nefretimiz
Sebep olsun kavgamıza
Bekleyiş arzından kovsunlar bizi
Ne yemen biraz öncemiz diyelim
Ne biraz sonramız meksika

Canı pek bir dünya son yüzyılda yaşadığımız
Yüzü perdahla kavi, peçesi paramparça
üstü başı kükürtlü bu dünyadan
Kancıklık
Sıçradı çevirdiğimiz sayfalara
Artık kimse bize haber vermeyecek
Hemen şu tepenin ardında
Saldırmaya hazır ve müsellah
Bir düşman taburu durduğunu
çünkü gerçekten yok
Böyle bir ordu
Bir düşmanımız kaldı
Kendi
Dudaklarımız
Arasında.

Biliyoruz günden güne çopurlaşan yer yuvarlağında
Bizleri yan çizen birer hemşehri haline sokan nedir
çırpını çırpını giden atlardan indik
Girmek için patavatsız yurttaşlar sırasına
Zihnimiz, acizlerin şikayetleri sığacak kadar
Kanırtılırken ses etmedik
öcümüz alınacak korkusuyla irkildik
Kaldıysa bir soru içimizde
O da birşey:
Nerdedir yerle gök arasındaki ulak,
Nerde biz?.

Kimseden bir işaret gelmeyecek
Bir melek kimsenin alnını sıvazlamazsa
Söylemez size kimse dünyadaki ömrü boyunca
Hiçbir insana yan bakışı olmayan kimdi
Kimdi yan gözle bakmadı kır çiçeklerine bile
öğretmek için cephe nedir
Kıyam etti
Torunu kucağında
Dönünce bütün gövdesiyle döndü
Bir bu anlaşılsaydı son yüzyılda
Bir bilinebilseydi
Nedir veche..

Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar
Sıyırın kahkaha sırçasını cildinizden
Omzunuzdan vaveyla heybesini atın
Boşa çıksın reislerin, kahinlerin, şairlerin kuvveti
Güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın
Ağız dolusu gülmeden taşlıkta...

ölü asker için ilk türkü

peter pan
bir ismet özel şiiri.


Bulutları kovan hırçınım benim, büyücüm
doğrudur gebe kaldığım coşkun bir akarsudan
bir bıçak alnıma çizer o homurtuyu ağırdan
altın haykırışlarla kuşlar uçup gelir üstümüze
gelip geceyi biriktirirler üstümüze
ben ki otobüslerde sarışın sanmışım kendimi uzun zaman
uzun zaman terli bir erkeğin esneyişiyle
bir kaçağın övgüsüne saklanıp
akşam vakitleriyle oğunup uzun zaman
kanaryalarla kesmişim uzayan tırnaklarımı.

Yüzümden bir tilkiyi silenim benim, büyücüm
erkeksi kadınların yasını tutmuyorum, artık sevin
ellerimde madensi gürültüler taşıyorum
babam uçurtmalarımı benden çok severdi bilirsin
şimdi uçurtmalarım büyük, o homurtu (o insan)
eskiden her üzgün bakışımı Pegasus'a harcardım
her kapı gıcırtısından çocuklar dökülürdü, ne çirkin
ne çirkin, gövdemde ince bir zırh yara kabuklarından
derken hüzün! Kadın sesleri çıkaran o duman…

Büyücüm, aşkımı dürtenim benim
bir oyun kuralı değiliz artık, sevin.

üç frenk havası

peter pan
bir ismet özel şiiri.


1. Capriccio Alum

Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için
çünkü mahvına sebep nihayet bir sinektir
ama Fanya Kaplan
nasıl öldü diye sorarsak sanırım
işimiz fazlasıyla ciddileşir.

Bize ne başkasının ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların ölümü
en gizli mesleğidir hepimizin
başka ölümler çeker bizi
ve bazen başkaları
ölümü çeker bizim için.

ölümle şaka olmaz diyenler
kıyasıya yanıldılar bu çağda
Taksitle Alum diye bir roman yazıldı artık
önce öl/Sonra öde denilmek suretiyle
aşılıp geçildi bu roman da.

Doların dalgalanmasına bırakıldı bu çağda alum
geceleri şehrin varoşlarında ikamete mecbur edildi
gündüzün kimlik soruldu ona
sağcı mı solcu mu olduğu sorusuna cevap verdi
seken bir kurşun kadar
kurşuni bir kış denizi kadar bile
taraf tutmayan ölüm

2. Alum Cantabile

Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata
görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını
yerime yadırgadım
yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka
çılgının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı
durmadan beyaz bir aygırla taşardım derin göllerden
bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara
güneşin zekasıyla doymak isterdim
kaba solgun kağıtlar sunardı
şehrin insanı bana

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin

Ogün bugün, şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım
kapattım gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımı
ham elmalar yemekten göveren dudaklarım
mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını.
Azıcık gece alayım yanıma yalnız
serçelerin uykusuna yetecek kadar gece
böcekler için rutubet
örümcekler için kuytu
biraz da sabah sisi
yabani güvercin kanatları renginde
biz artık bunlar olarak gidiyoruz
eylesin neyleyecekse şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
bozuk paraların insanı, sivicelerin

işte öldüm, işte son kadife çiçekleri
son defneler, badıranlarla kefenlediler beni
bütün kaçaklar için inci bir melhem oldu benim ölümüm
bütün hoşnutsuzlar yanlarında saklayacak
benim ölümümden yayınlan kırpıntıları
boğaz tokluğuna çalışanlar
özenle kilitleyecek göğüslerine
benim ölmüş olmamı
hiç bir yaprak damarından
hiçbir su özünden atamayacak beni
ortaya benim ölümüm sürülecek
pey akçesi olarak
tanrıların ölümünü bir üstlenen çıkınca
ama neler olup bittiğini hiç bir ayetten
hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin

3. Requiem

Bozkırda yaz akşamları seni seyrederdi
seni seyrederdi ormanda gürbüz sabah
ağırkanlı bir güneşle yaşanan kış
ağır, kanlı bir güneşle yaşanan hasat zamanı
bekarların kaburgalarına gümleyen karanlık
isterik kokusu beyaz dantelaların
seni seyrederdi
sen diriyken sana bakmak
başlı ve sonlu bir uğraştı sanki.

Gövdene imrenirdi ok atmayı bilenler
gövden aklın gibi engebeli ve dakikti
sokaklarda kavga çıkardı senin yüzünden
sen topuğunu gösterirdin ve dövüş başlardı
ejderlerle çarpışırdı bey çocukları
müminler müşriklerle savaşırdı.
Toprak ve yağmur savaşırlardı
anahtar ve kilit
birbirlerine girerdi ekmekle bulutlar
kan ve su
nadirle zenit.

Isıtırdın salkımları bağlar bozulunca
tohumların bilgisine hısımdın
beyninde yelkenlerini açarak
serinlerdi kısır kadınlar
sen diriyken
sepetlerine çiçek doldurup insanlar
peşinden gelirlerdi
serüvenler peşinden yürürdü endazelerin
mekikler otlakların yörüngesindeydi
ayıklardı insanların rüyalarını
yaktıkları tütsü, okudukları yasin.

Sonra öldün, sonra ıslıkladılar seni
gösterişsiz tabutunu yuhaladılar
lahana yaprakları attılar sana
sonradan görme tombul ortayaşlılar
semiz, genç burjuvalar seni
tepeden tırnağa fermuarladı.

akşam gezmesine çıkan emekliler bile
duygusuzca silkeledi üzerlerinden
senin gözyaşlarını

Bir soğuk uzay
parıltısıyla anılıyorsun artık
kuru bir bilgisayar tıkırtısıyla
açıyorlar taçyapraklarını ancak
bir alkol koması sırasında
senin yorgunluklarını
hastanelere makbuz yaptılar
çekingen duruşunu intihara karşı
kullanıyorlar koğuşlarda
çünkü çoktan alum götürdü seni
alum alum
gündelik sözlerimiz arasında
geçecek kadar kaba.

propaganda

peter pan
bir ismet özel şiiri.


Köleler gördüm, karavaşlar
hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı
artık kelimeleri kalmamış fiyatları sormaktan
saçları taranılmaktan usanmışlar
sinemalarda saklanıyor kışın
yaz olunca denizin yalayışlarına
kaldırımlarda demokrat
otobüslerde dindar
geceyi
saatlerine bakarak anlıyorlar
ve sabah
gökyüzünün karnını gerdiği zaman
dağların kokusundan fabrikalar
acıkınca
Köleler!
gözleri camekânlarda.
Silâhlar gördüm
namlusu akla çevrilmiş sahra topları
mürekkebin utandığını gördüm basılı kâğıtlarda
tetiğe basan parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi:
çare yok, radyoları kapatsam
çare yok, secde etsem anılarıma
bu bozulmuş yeminlerin bayrakları altında
olacak şeymi duymak portakal bahçelerini
mermiler araya girmeden anlayabilir miyiz artık
hangi kızlar hangi serin yerlerimize değdi:
Sanırdık saçlarımız kumrularla kaplanır
bir çocuk, işte ırmak! diyerek haykırınca
o zaman belki çocuklar zabıtalardan daha çoktu
belki biz daha çok ağlardık bir aşk pıhtılanınca:
Gördüm
gözlerinde zındanlarla bana baktıklarını
düşündüm yaslanarak şehrin kasıklarına
düşündüm kafa kemiklerimi eritinceye kadar
nedir bu kölelerin olanca silâhları
silahların köleleri olmaktan başka.
Bıkmadım
koyu renkler kullanıyorum hayatımda
koyu mavi, acıyı anlatırken
sessizce öperken, koyu beyaz
ve saçlarım hakaretlerle okşanırken
koyu bir itiraf sarıyor beni.
susmak elbette zehirlidir
ve rahatlık getirir yazıklanmak da.
Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!
Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!
gelin ve boğdurun bu köleleri.

mazot

peter pan
bir ismet özel şiiri.


Ağlamadan
dillerim dolaşmadan
yumruğum çözülmeden gecenin karşısında
şafaktan utanmayıp utandırmadan aşkı
üzerime yüreğimden başka muska takmadan
konuşmak istiyorum.
şehre neden
esmer ve dölek yüzümle döndüm dağlardan
kar vakti tarlaları kımıldatan soluğum
niyedir sarmalasın vites dişlilerini
defneler, nakışlar yok
alnımda neden.
Ağlamadan
etimin iğneli beşiklerde bıraktığı izlere aldırmadan
o mavi korularda ve dibektaşlarında
bırakıp sözlerimin kalıntılarını
açıkça konuşmak istiyorum.
Besbelli ki leşler koruyor şehrin bedenlerini
göğsünün kafesinde yalnızca pasak
biliyorsun
korkutulmuş bir kızın
yüreğinden fışkıran beyaz güvercinleri
sabahın köründe kalkan tirenlerdeki nefret
hergün aynı kalafat yerine çekilmenin nefreti
bunları
bütün bunları biliyorsun
dağlardan dönüyorsun o sağır yamaçlardan
çevik bacaklarını getiriyorsun, ne çevik ne de ninni
boz şayaktan poturun dağlarda ne güzeldi
şehre varınca artık meşinler giymelisin
daha esmer
daha kankusturucu
sen o baygın sevgilerin adamı değilsin.
sana yaşamak düşer çarkların gövdesinde
bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omzun çürümelidir
bin çeşit güneşle ovulmalıdır gaddar ellerin
yürü yangınların üstüne, kendi alevini de getir
çarpıntısız dakikası olur mu devrimcinin
ki
ölüm
her yerde uyanıktır
alestadır korkunun yardakçıları
tez kızaran güllerden kendini sakın
sevgiler ürkütsün seni, aşk ayrı-
Aşktır diye geri geldin o çekiç seslerine
bıraktın vazgeçilmez ırmakları
gönlüne kar yağdırıyorsa çocuk sesleri yetsin
dikkat et hiçbir şey ıslatmasın namluları.
18 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol