arsa itibariyle dünyanın en pahalı ibadet yeri olma özelliğine sahiptir, cemaati bile üst tabakadır...
içki içmenin amacının unutulduğu eylemdir...
zira içkiyi zaten kafa iyi olsun diye içerken...
kafa iyi olduğunda daha neyin iyi olmasını bekleyerek içmeye devam edilir dediğim konudur...
zira içkiyi zaten kafa iyi olsun diye içerken...
kafa iyi olduğunda daha neyin iyi olmasını bekleyerek içmeye devam edilir dediğim konudur...
25 nisan...
kutlayanın da kutlamayanın da canı sağolsun...
doğduğum günde değil...
Öldüğüm günde bakıcam yukarıdan kimler var kimler yok...
kutlayanın da kutlamayanın da canı sağolsun...
doğduğum günde değil...
Öldüğüm günde bakıcam yukarıdan kimler var kimler yok...
rimi rimi ley adlı iğrenç parçanın bile bundan iyi olduğunu düşündüğüm eurovision şarkısı...
biz kızlar askere gitse ne olurdu diye soruyor muyuz dediğim konudur sayın sultan
sen vardın hiçbrisi yokken...
yeni rakı çok yaşa sen...
diyeceğim konudur...
yeni rakı çok yaşa sen...
diyeceğim konudur...
babam siyah derdi ben beyaz böyle başladı büyük aşk
nasıl heyecanlanırdım
Çubuklu formalarımı giyip, annem elime ekmek arasını sıkıştırdığında
babam elimden tutup
bir eliyle de bayrağımızı salladığında
minik yüreğim yerinden çıkacak gibi olurdu
henüz 2 yaşındaydım seninle tanıştığımda
bu sevgi, sonradan gelmiş olamazdı
ibadet etmek gibi bir şeydi
Öyle sessiz
Öyle sadakatli
bir mabet inşa etmiştim minik yüreğime
derme çatma bir inönü gibi
her gün ziyaret ederdim seni
misket ve legolardan yaptığım maçlarda
tezahüratlarını söyler
gol olunca, sanki ali pas vermiş de
metin atmışçasına
evin bir köşesinden
diğer köşesine
delilik miydi bu
aşk mıydı adı
Çocukluk muydu
yoksa zaten her beşiktaşlının içinde
biraz çocukluk var mıydı
Çözemedim yıllardır
babam
bana beşiktaşı sevdiren
onu torununa miras bırakmamı isteyen adam
büyük bir iflasın ardından
her şeye sıfırdan başlayan adam
elim kaybolurdu elini tutarken
hatırlarım
nasırlı elleri, benim körpe ellerimi acıtır mı diye bakarken
hatırlarım
samsun ikinci golü atıp da maçı önde bitirince
üzülmeyeyim diye
cebindeki son parasıyla bana forma alırken
hatırlarım
benle maçlara gelemediği için
içten içe ağlarken
soruyorlar bana neden bu kadar önemli diye
biliyorlar ki bir tercih yapmam istenirse
hiç şansı yok tercih isteyenin
bilmiyorlar
beşiktaş benim babasızlığım
o çok çalışmak zorunda olduğu için gelemedi benimle maçlara
ama ben okullardan kaçıp
işlerden çıkıp gittim büyük sevdama
kaç kişiyi sildim
kaç kişiye çizgi çektim
alayına isyan
inadına beşiktaş
ne zaman yoluna düşsem ikinci evimin
babamı da koydum heybeme beraber
her gol olduğunda ona sarılıp
her yenildiğimizde omzunda ağladım onun
bana sormayın neden bu kadar önemli diye
hayata dair eksikliklerim benim o
babasızlığım bir parça
depremde kaybettiğim arkadaşlarım
ben gülüyorum onunlayken
ona giderken
onu düşünürken
nefret ettiğim sigaranın dumanı bile
cennet kokusu geliyor deplasman otobüsündeyken
hani dolmabahçeye inerken
hani fenerbahçeye
beşiktaşlılar bilir de neyse
bana sormayın neden bu kadar önemli diye
delilik mi bu?
Çocukluk mu?
ama zaten söylemiştim üst satırlarda
her beşiktaşlının içinde vardır bir parça çocukluk
ama baba yüreğidir de aynı zamanda
sever de
döver de
ama kalbidir
bana sormayın ya bir şey olursa sana diye
olmaz
kardeşlerim oradakiler benim
aynı anadan, aynı babadan olmak değildir derim
doğrudur
ben ne acılarımı paylaştım orada
yine bir ben bilirim
ayhan ağbinin bir lafı var ya hani
anlatıyor her şeyi aslında
ben beşiktaş yenildiğinde bile keyif alıyorum
Öyle ki küçük bir çocuk gibi sarılmak, korumak istiyorum onu
başkalarının ki gibi değil bu
onların ki orta oyunu
sen benim babasızlığımsın kara kartalım
sen, elleri nasır tutan babamın
Çalışmak zorunda olduğu için oğluyla geçiremediği zamanlarısın
ufak bir çocuğun umut dolu ekmek arasısın
munzurluğumsun bir parça
ama umudumsun
bugün tarih 07.08.2009 cuma
günlerdir gazeteler 123456789 bir araya gelecek
kaçırmayın diyor
oysa gazeteler de bilmiyor
şampiyon bugün sahaya iniyor
ve ben
babacığımla birlikte
en büyük aşkımızı
en büyük tutkumuzu
en büyük sevdamızı
hayata dair en önemli ortaklığımızı
ufak bir duble rakı ile
merak ile
Özlem ile bekliyorum
ve yıllardır yeni açığın üzerinde duran o güzel pankartla bitiriyorum
edirne köprüsü taştan var mı büyük beşiktaştan?
var mı? duyamıyorum
tüm beşiktaşlı kardeşlerime selam olsun
ama en çok babama
nasıl heyecanlanırdım
Çubuklu formalarımı giyip, annem elime ekmek arasını sıkıştırdığında
babam elimden tutup
bir eliyle de bayrağımızı salladığında
minik yüreğim yerinden çıkacak gibi olurdu
henüz 2 yaşındaydım seninle tanıştığımda
bu sevgi, sonradan gelmiş olamazdı
ibadet etmek gibi bir şeydi
Öyle sessiz
Öyle sadakatli
bir mabet inşa etmiştim minik yüreğime
derme çatma bir inönü gibi
her gün ziyaret ederdim seni
misket ve legolardan yaptığım maçlarda
tezahüratlarını söyler
gol olunca, sanki ali pas vermiş de
metin atmışçasına
evin bir köşesinden
diğer köşesine
delilik miydi bu
aşk mıydı adı
Çocukluk muydu
yoksa zaten her beşiktaşlının içinde
biraz çocukluk var mıydı
Çözemedim yıllardır
babam
bana beşiktaşı sevdiren
onu torununa miras bırakmamı isteyen adam
büyük bir iflasın ardından
her şeye sıfırdan başlayan adam
elim kaybolurdu elini tutarken
hatırlarım
nasırlı elleri, benim körpe ellerimi acıtır mı diye bakarken
hatırlarım
samsun ikinci golü atıp da maçı önde bitirince
üzülmeyeyim diye
cebindeki son parasıyla bana forma alırken
hatırlarım
benle maçlara gelemediği için
içten içe ağlarken
soruyorlar bana neden bu kadar önemli diye
biliyorlar ki bir tercih yapmam istenirse
hiç şansı yok tercih isteyenin
bilmiyorlar
beşiktaş benim babasızlığım
o çok çalışmak zorunda olduğu için gelemedi benimle maçlara
ama ben okullardan kaçıp
işlerden çıkıp gittim büyük sevdama
kaç kişiyi sildim
kaç kişiye çizgi çektim
alayına isyan
inadına beşiktaş
ne zaman yoluna düşsem ikinci evimin
babamı da koydum heybeme beraber
her gol olduğunda ona sarılıp
her yenildiğimizde omzunda ağladım onun
bana sormayın neden bu kadar önemli diye
hayata dair eksikliklerim benim o
babasızlığım bir parça
depremde kaybettiğim arkadaşlarım
ben gülüyorum onunlayken
ona giderken
onu düşünürken
nefret ettiğim sigaranın dumanı bile
cennet kokusu geliyor deplasman otobüsündeyken
hani dolmabahçeye inerken
hani fenerbahçeye
beşiktaşlılar bilir de neyse
bana sormayın neden bu kadar önemli diye
delilik mi bu?
Çocukluk mu?
ama zaten söylemiştim üst satırlarda
her beşiktaşlının içinde vardır bir parça çocukluk
ama baba yüreğidir de aynı zamanda
sever de
döver de
ama kalbidir
bana sormayın ya bir şey olursa sana diye
olmaz
kardeşlerim oradakiler benim
aynı anadan, aynı babadan olmak değildir derim
doğrudur
ben ne acılarımı paylaştım orada
yine bir ben bilirim
ayhan ağbinin bir lafı var ya hani
anlatıyor her şeyi aslında
ben beşiktaş yenildiğinde bile keyif alıyorum
Öyle ki küçük bir çocuk gibi sarılmak, korumak istiyorum onu
başkalarının ki gibi değil bu
onların ki orta oyunu
sen benim babasızlığımsın kara kartalım
sen, elleri nasır tutan babamın
Çalışmak zorunda olduğu için oğluyla geçiremediği zamanlarısın
ufak bir çocuğun umut dolu ekmek arasısın
munzurluğumsun bir parça
ama umudumsun
bugün tarih 07.08.2009 cuma
günlerdir gazeteler 123456789 bir araya gelecek
kaçırmayın diyor
oysa gazeteler de bilmiyor
şampiyon bugün sahaya iniyor
ve ben
babacığımla birlikte
en büyük aşkımızı
en büyük tutkumuzu
en büyük sevdamızı
hayata dair en önemli ortaklığımızı
ufak bir duble rakı ile
merak ile
Özlem ile bekliyorum
ve yıllardır yeni açığın üzerinde duran o güzel pankartla bitiriyorum
edirne köprüsü taştan var mı büyük beşiktaştan?
var mı? duyamıyorum
tüm beşiktaşlı kardeşlerime selam olsun
ama en çok babama
-ezan sesi bir hristiyan için ne ifade eder-
bilir misiniz..? bu ülkede doğup büyümüş olup da, ezan sesiyle duygulanmayan bir tek hıristiyan bile yoktur. hıristiyansanız bilirsiniz tabi, ama müslümansanız bunu tahmin etmeniz mümkün değil.
defalarca, uykusuz geçen gecelerin sabahlarına yakın, uzaklardan gelen ezan sesiyle, ruhumdaki fırtına dinmiş ve huzur içinde uykuya dalmışımdır. en umutsuz anlarımızda, tanrının yanımızda olduğunu hatırlatan bir sestir o. ve de güzeldir. arada bir kulağına çalındığında ruhu yıkanmış gibi gelir insana.
Çocukluğumda, ezan sesini her duyduğumda haçımı çıkarıp, -tanrım beni de koru- diye fısıldardım. anneannem öğretmişti. ve eğer yakınındaysam caminin, kısıp gözlerimi, dikkatle izlerdim şerefesinden elini yanağına dayayarak, yanık yanık okuyan o zamanlar genelde nur yüzlü olan, müezzini. -benim için de dua et- diye seslenirdim kafamın içinden.
sevilen bir insanın cenazesindeyken, cenaze duasına bir ezan sesi karışırsa bazen, tesadüfen, garip bir teselli verir bu bana, çifte duayla uğurlanıyor diye o sevilen. böyle hisseden bir tek ben değilim hem. sorun, müslümansanız ve hıristiyan dostlarınız varsa şayet. hele de dindarsalar. ben pek sayılmam. ama dünyadaki her varlıkla birlikte tanrının bir parçası olduğuma inanırım. ve en çok bunu hatırlatır bana ezan sesi.
uzun yıllar yurt dışında kalanlar, nasıl hasretle ve gözleri dolarak dinlerler ezanı. kaç kez tanık oldum. Özellikle bir süre öncesine kadar. bir süre öncesine kadar dedim tahmini, çünkü ben ne zamandan beri, teknoloji mucizelerinden biri olan o sahte, mekanik sesi duymakta olduğumu hatırlamıyorum. ve ne zamandan beri minareye doğru baktığımda dört yöne bakan hoparlörlerden başka bir şey görmediğimi. dolayısı ile ne zamandan beri -benim için de dua et- diye iç sesimle seslenemediğimi, şerefedeki nur yüzlü müezzine.
şimdiki gençler hiç şerefede ezan okuyan bir müezzin görmüşler midir acaba? birden takıldı aklıma şu anda.
ilk kez bir kaç yıl önce, aynı zamanda taksi şoförlüğü de yapan bir müezzinle tanıştığımda yıkılmıştı hayallerim. arada bir okula geç kaldığımda, onun arabasına binerdim. o bana -hocam- derdi ben ona.
-ekmek parası hocam, ne yaparsın. uzun zaman oldu, artık ezan vakti geldi miydi basıyorum teyibe, çıkıyorum işe- demişti ilk gün, pişkin bir yüz ifadesiyle, altın dişini göstere göstere. hiç nur yüzlü değildi. Çocukluğumda tanıdığım müezzin ile ilgisi bile yoktu. daha çok sinsi bir tüccara benzerdi. -teypteki ses senin mi bari?- diye sorduğumda, -yok, bir arkadaş var, güzel okur, ona okuttuydum geçen yıl, parasıynan tabi, ama kaset eskidi biraz yalpalıyor dönerken, yenisini çekmek lazım- demişti.
-peki korkmuyor musun bırakıp çıkmaya, ya sen yokken kaset filan takılırsa, veya elektrik kesilirse..?- -aman hocam, ağzından yel alsın, hem allah yardım eder sen merak etme-
eh demek ki artık müezzin olmak için güzel sesli olmak da gerekmiyor. bu durumda zaten müezzin de gerekmiyor. her hangi bir görevli saati geldiğinde basıyordur birkaç düğmeye, işte o kadar. takılmıyor kimse artık eskisi gibi, hangi caminin müezzini daha duygulu okuyor diye- hepsinden de gümbür gümbür ekolu, mekanik bir ses yayılıyor nasılsa. ne doğru ezgi endişesi var ne yorum.
bir de yüksek ses zaafı var ya insanlığın son zamanlarda her türlü ezgiye hükmeden. işte o zaaf ezanları da etkiledi bence. altüst etti olayın duygusal boyutunu. ben zaten yapı olarak pek bir barışığımdır teknolojiyle ama, bu kadar da duyguların üstüne çıkması hazmedilir gibi değil.
gürültülü bir şehirde yaşıyoruz, evet. gittikçe de artıyor bir süredir takıldığım ses kirliliği. mesela şu anda kapımın önünde asfalt makinesi çalışıyor. belki de koca şehirde, bunca gürültü arasında kaynamasın diye, yetkililer çaresiz, arttırdıkça arttırıyorlar ezanların da volümünü, bunu anlıyorum. ki bazen birkaçı birden yükselince göklere, martılar panik içinde çığlık atmaya başlıyorlar. bildiğiniz gibi onlar da artık şehirde yaşıyorlar ya.
mesela bir avuççuk toprak olan, ve vapurun iskeleye sürtünme sesinin bile her yerinden duyulduğu istanbulumda, güzelim ezan sesinin ne amaçla bu derece dejenere edilip, patlama haline getirildiğini bir türlü anlayamıyorum. ve acaba diyorum, sokaklarda şortla gezen kızların bacaklarına tükürülmesiyle bir ilgisi var mı..?
yaşamak güzel bu şehirde. ama eskisi gibi. anneannemin anlattığı. benim zor bela hatırladığım gibi.
bilir misiniz..? bu ülkede doğup büyümüş olup da, ezan sesiyle duygulanmayan bir tek hıristiyan bile yoktur. hıristiyansanız bilirsiniz tabi, ama müslümansanız bunu tahmin etmeniz mümkün değil.
defalarca, uykusuz geçen gecelerin sabahlarına yakın, uzaklardan gelen ezan sesiyle, ruhumdaki fırtına dinmiş ve huzur içinde uykuya dalmışımdır. en umutsuz anlarımızda, tanrının yanımızda olduğunu hatırlatan bir sestir o. ve de güzeldir. arada bir kulağına çalındığında ruhu yıkanmış gibi gelir insana.
Çocukluğumda, ezan sesini her duyduğumda haçımı çıkarıp, -tanrım beni de koru- diye fısıldardım. anneannem öğretmişti. ve eğer yakınındaysam caminin, kısıp gözlerimi, dikkatle izlerdim şerefesinden elini yanağına dayayarak, yanık yanık okuyan o zamanlar genelde nur yüzlü olan, müezzini. -benim için de dua et- diye seslenirdim kafamın içinden.
sevilen bir insanın cenazesindeyken, cenaze duasına bir ezan sesi karışırsa bazen, tesadüfen, garip bir teselli verir bu bana, çifte duayla uğurlanıyor diye o sevilen. böyle hisseden bir tek ben değilim hem. sorun, müslümansanız ve hıristiyan dostlarınız varsa şayet. hele de dindarsalar. ben pek sayılmam. ama dünyadaki her varlıkla birlikte tanrının bir parçası olduğuma inanırım. ve en çok bunu hatırlatır bana ezan sesi.
uzun yıllar yurt dışında kalanlar, nasıl hasretle ve gözleri dolarak dinlerler ezanı. kaç kez tanık oldum. Özellikle bir süre öncesine kadar. bir süre öncesine kadar dedim tahmini, çünkü ben ne zamandan beri, teknoloji mucizelerinden biri olan o sahte, mekanik sesi duymakta olduğumu hatırlamıyorum. ve ne zamandan beri minareye doğru baktığımda dört yöne bakan hoparlörlerden başka bir şey görmediğimi. dolayısı ile ne zamandan beri -benim için de dua et- diye iç sesimle seslenemediğimi, şerefedeki nur yüzlü müezzine.
şimdiki gençler hiç şerefede ezan okuyan bir müezzin görmüşler midir acaba? birden takıldı aklıma şu anda.
ilk kez bir kaç yıl önce, aynı zamanda taksi şoförlüğü de yapan bir müezzinle tanıştığımda yıkılmıştı hayallerim. arada bir okula geç kaldığımda, onun arabasına binerdim. o bana -hocam- derdi ben ona.
-ekmek parası hocam, ne yaparsın. uzun zaman oldu, artık ezan vakti geldi miydi basıyorum teyibe, çıkıyorum işe- demişti ilk gün, pişkin bir yüz ifadesiyle, altın dişini göstere göstere. hiç nur yüzlü değildi. Çocukluğumda tanıdığım müezzin ile ilgisi bile yoktu. daha çok sinsi bir tüccara benzerdi. -teypteki ses senin mi bari?- diye sorduğumda, -yok, bir arkadaş var, güzel okur, ona okuttuydum geçen yıl, parasıynan tabi, ama kaset eskidi biraz yalpalıyor dönerken, yenisini çekmek lazım- demişti.
-peki korkmuyor musun bırakıp çıkmaya, ya sen yokken kaset filan takılırsa, veya elektrik kesilirse..?- -aman hocam, ağzından yel alsın, hem allah yardım eder sen merak etme-
eh demek ki artık müezzin olmak için güzel sesli olmak da gerekmiyor. bu durumda zaten müezzin de gerekmiyor. her hangi bir görevli saati geldiğinde basıyordur birkaç düğmeye, işte o kadar. takılmıyor kimse artık eskisi gibi, hangi caminin müezzini daha duygulu okuyor diye- hepsinden de gümbür gümbür ekolu, mekanik bir ses yayılıyor nasılsa. ne doğru ezgi endişesi var ne yorum.
bir de yüksek ses zaafı var ya insanlığın son zamanlarda her türlü ezgiye hükmeden. işte o zaaf ezanları da etkiledi bence. altüst etti olayın duygusal boyutunu. ben zaten yapı olarak pek bir barışığımdır teknolojiyle ama, bu kadar da duyguların üstüne çıkması hazmedilir gibi değil.
gürültülü bir şehirde yaşıyoruz, evet. gittikçe de artıyor bir süredir takıldığım ses kirliliği. mesela şu anda kapımın önünde asfalt makinesi çalışıyor. belki de koca şehirde, bunca gürültü arasında kaynamasın diye, yetkililer çaresiz, arttırdıkça arttırıyorlar ezanların da volümünü, bunu anlıyorum. ki bazen birkaçı birden yükselince göklere, martılar panik içinde çığlık atmaya başlıyorlar. bildiğiniz gibi onlar da artık şehirde yaşıyorlar ya.
mesela bir avuççuk toprak olan, ve vapurun iskeleye sürtünme sesinin bile her yerinden duyulduğu istanbulumda, güzelim ezan sesinin ne amaçla bu derece dejenere edilip, patlama haline getirildiğini bir türlü anlayamıyorum. ve acaba diyorum, sokaklarda şortla gezen kızların bacaklarına tükürülmesiyle bir ilgisi var mı..?
yaşamak güzel bu şehirde. ama eskisi gibi. anneannemin anlattığı. benim zor bela hatırladığım gibi.
çoğu zaman uzun uzun onu dinleyip uyuduğum...
bana tanrının varlığını, kudretini ve büyüklüğünü hatırlatan güzel çağrı...
bana tanrının varlığını, kudretini ve büyüklüğünü hatırlatan güzel çağrı...
aslında.. her şey ne kadar kolay gelir insana.. Çoğu zaman gözlerimiz dolar, boğazımızda düğümler oluşur,söyleyemeyiz içimizden geçenleri
git.. git demek elimde olsa kolayca derdim herhalde.ama git demek benim elimde değil,kaderimde.. sevmeyi bilmeden olmuyor,gideceği yere yol yetmiyor. yağmurlar yağsa da , fırtınalar kopsa da hayatının ortasında, tutunacak dal aradığın anda, bulduğun çıraysa tutunmana yetmez. umut o çırayı da yakar; kör eder hayatını.. geriye dönüp baktığında kimse olmayacaksa ; bırak canın yansın, alevler içinde kavrulan ruhun olsun. bu sefer acı çeken bedenin değil benliğin olsun
hadi şimdi git gidebiliyorsan..
zerre kadar pişmanlık duymuyorum ; eğer ki gidersen...
git, kendini çok sevdirmeden. canımı acıtmadan, bir kez daha yaşamıma son vereyim! anlamsız dünyanın anlamsız bakışlarına dur diyeyim gitte.
git! çek git yaşamımdan! ağlayarak elveda demek istiyorum ve bir kez daha acıtmak istiyorum canımı! hadi çek git şimdi! hiç sevmediysen çek git, daha fazla vermeyeyim hayallerimi, düşlerimi sana. bana kalan tek şeyi de alma benden. hayallerimin noktası olmaktan vazgeç. seninle bitmesin düşlerim, bir sabahta sensiz uyanayım rüyamda!
git! git kendini çok sevdirmeden!!!
git.. git demek elimde olsa kolayca derdim herhalde.ama git demek benim elimde değil,kaderimde.. sevmeyi bilmeden olmuyor,gideceği yere yol yetmiyor. yağmurlar yağsa da , fırtınalar kopsa da hayatının ortasında, tutunacak dal aradığın anda, bulduğun çıraysa tutunmana yetmez. umut o çırayı da yakar; kör eder hayatını.. geriye dönüp baktığında kimse olmayacaksa ; bırak canın yansın, alevler içinde kavrulan ruhun olsun. bu sefer acı çeken bedenin değil benliğin olsun
hadi şimdi git gidebiliyorsan..
zerre kadar pişmanlık duymuyorum ; eğer ki gidersen...
git, kendini çok sevdirmeden. canımı acıtmadan, bir kez daha yaşamıma son vereyim! anlamsız dünyanın anlamsız bakışlarına dur diyeyim gitte.
git! çek git yaşamımdan! ağlayarak elveda demek istiyorum ve bir kez daha acıtmak istiyorum canımı! hadi çek git şimdi! hiç sevmediysen çek git, daha fazla vermeyeyim hayallerimi, düşlerimi sana. bana kalan tek şeyi de alma benden. hayallerimin noktası olmaktan vazgeç. seninle bitmesin düşlerim, bir sabahta sensiz uyanayım rüyamda!
git! git kendini çok sevdirmeden!!!
sımsıkı sarmak sevdiğini...
elini hiç bırakmayacakmış gibi tutmak...
gözlerini hiç kaybetmeyecmiş gibi bakmak...
usul usul oynamak saçlarıyla...
hayrkırırcasına sessizce söylemek sevgini...
bir simiti paylaşmak yanına tek bir bardak çay ile...
daha ne ister ki insan karşısındakinden...
sevmek, sevmeyi bilmek, sevdiğini hissettirmek gerek...
yoksa neye yarar kuruyup saklanmaktan başka bir buket çiçek...
diye bir dize yazdığım ve içimin dolduğunu farkettiğim konudur...
elini hiç bırakmayacakmış gibi tutmak...
gözlerini hiç kaybetmeyecmiş gibi bakmak...
usul usul oynamak saçlarıyla...
hayrkırırcasına sessizce söylemek sevgini...
bir simiti paylaşmak yanına tek bir bardak çay ile...
daha ne ister ki insan karşısındakinden...
sevmek, sevmeyi bilmek, sevdiğini hissettirmek gerek...
yoksa neye yarar kuruyup saklanmaktan başka bir buket çiçek...
diye bir dize yazdığım ve içimin dolduğunu farkettiğim konudur...
evet, bazen adamı çileden çıkardıkları olmuştur ama onlar olmasa hem ruhem hem bedenen kurtlanırız diye düşündüren başlıktır...
az önce annemden tarçınlı köfte tarifi alan ve nasıl yaptığını merak ettiğim anne yarısıdır...
-tüm kamu çalışanlarını buraya toplarım... kamunuza koyarım- repliğiyle yıkıldığım dizidir...
öyle gelen mesajları çözmek adına zamanımı harcadığım için küfrettiğim durumdur...
bazen ne anlam çıkaracağımı da şaşırmaktayım...
mesela -çk skldm- yazan birine nasıl yardımcı olayım acaba diye düşünmüşlüğüm olmuştur...
bazen ne anlam çıkaracağımı da şaşırmaktayım...
mesela -çk skldm- yazan birine nasıl yardımcı olayım acaba diye düşünmüşlüğüm olmuştur...
garantisi varsa korkmayacağım durumdur
sağlam ter atattırır, manuel hız ayarı insanda -lan bakıyım kaç km yapabiliyorum bikerede- hissiyatı uyandırır...
işin sonu ya hastanede oksijen verilirkeni ya da birileri seni karşı duvardan kazırken biter...
faydalı spordur vesselam...
işin sonu ya hastanede oksijen verilirkeni ya da birileri seni karşı duvardan kazırken biter...
faydalı spordur vesselam...
yıllar önce çok sevdiğim bir arkadaşıma araba kullanmayı öğretirken, kızın iki kez yeşil ışığı kaçırmasının ardından 3 araba arkamızdaki polis arabasından yükselen;
kızım neyi bekliyosun? koyu yeşili mi? anaonsuyla gülmekten 5 yeşil ışık daha beklediğimiz durumdur..
kızım neyi bekliyosun? koyu yeşili mi? anaonsuyla gülmekten 5 yeşil ışık daha beklediğimiz durumdur..
beşiktaşın cinconu içeriden çökertme planları dahilindeki hamlesidir...
sivaslı ayılar istanbulda ne arar tezahuratımızı garantileyen videodaki sevinç cümleciğidir...
bülent uyguna aynı temenniler ve dileklerle selam etmeme yardımcı olan başlıktır...
bülent uyguna aynı temenniler ve dileklerle selam etmeme yardımcı olan başlıktır...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?