hem beşiktaş'ı, hem beşiktaşk'ı hem de beşiktaşlı aşığı var. çok şanslı adam, çok.
organizasyonu yapan adamlar belli, sözlük zirvelerine yaklaşımları belli, önceki organizasyonlarındaki sıkıntılar belli. 12. yaş günü kutlamasındaki rezaletin burada da yaşanmaması için hiç bir engelleyici faaliyet yok. sadece yaz ve açık hava olmasına güveniliyor.
ben zaten tatilde olduğum için katılamayacağım da giden arkadaşların bunu da hesaba katması gereken etkinlik.
yine hiç tanımadığımız sapur supur bir sürü insan gelecektir. yine izdiham yine karmaşa olacaktır. yine siz sırada beklerken, badi torpilinden bir sürü adam önden girecektir. yaşananlardan ders almıştır diye umuyorum organizatör tayfası. birçoğu tanıdık ve arkadaşım olmasına rağmen, ekşi sözlük ü getirdikleri noktadan hoşnut değilim.
ben zaten tatilde olduğum için katılamayacağım da giden arkadaşların bunu da hesaba katması gereken etkinlik.
yine hiç tanımadığımız sapur supur bir sürü insan gelecektir. yine izdiham yine karmaşa olacaktır. yine siz sırada beklerken, badi torpilinden bir sürü adam önden girecektir. yaşananlardan ders almıştır diye umuyorum organizatör tayfası. birçoğu tanıdık ve arkadaşım olmasına rağmen, ekşi sözlük ü getirdikleri noktadan hoşnut değilim.
hele bir de istanbul da yaşayan ankaralıysanız, vefasızlıkla sonuçlanabilecek durumdur.
dile kolay 22 sene, kütükte yazan baba memleketini bile reddedip, doğma büyüme havasını soluduğun şehir. bebekliğin, çocukluğun, gençliğin, ilk aşkın, ilk reddedilişin, ilk platonikin, ilk beşiktaş maçın, ilk kez statta yediğin cop, ilk gördüğün şampiyonluk maçı, ankaray, simit, çiftlik dondurması, çiftlik kokoreci, ilk anıtkabir ziyareti, ilk atakule ve dreamland heyecanı, kurtboğazı piknikleri, bahçeli de içilen ilk nargile, odtü, kampüs, dostlar, şenlikler, devrim stadında güzelleşen kafalar, odtülükartallarla ilk tanışma, uzaktan yaşanan beşiktaşk.
çok ilginizi çekmedi değil mi? buydu işte benim için ankaralı olmak. ne öyle tunalı da fink atmak, ne kurtuluş parkı, ne amerikan pasajı bilirim. üniversite yıllarına kadar arjantin caddesinin ne olduğunu bile bilmezdim ben. sonra istanbula geldik ekmek davası uğruna.öyle işveli bir fahişe ki, ne ankara bırakıyor akılda ne başka şehir. ankara öyled değildi. karşılıklı severdik birbirimizi, siz onu sevmeseniz de onun hep yakınınızda olmasını istersiniz, öyle bir kadındır ankara.izmir gibi dillere destan güzelliği de yoktur, ilgi çekmeyi beceremez, sizin görmenizi bekler sakladığı güzellikleri.bizim de hayatımız onları keşfetmekle geçti işte.
ama tuhafıtr ki özleyemiyorum şehrimi, gittiğim zaman bir yabancı hissediyorum o yanımdayken. istanbul mu döndürdü başımı, yoksa ulaşamadığım taş hatun izmir mi? bilemiyorum. ama behzat ç izlerken adı geçen mekanların en azından ismini duymuş olmak, yabancı hissetmemek, bir gün bizim evin oralarda da çekim olacağını, çocukluğumu izleyeceğimi bilmek heyecanlandırıyor beni. ankara ile kalan bağım ailem ve behzat ç den ibaret. yeniden özlemeye başlıyorum sanırım. ondan kaçmasaydım, şimdi bol kazanan, 8-5 mesaili bir üstdüzey memur olacaktım. belki de aradığım kadını çoktan bulmuştum. kürk mantolu madonna daki raif efendi olmuştum şimdiye.
pişman olmalı mıyım? bilmiyorum. şu 5 senede yaşadıklarımı o 5 senede yaşar mıydım? sanmıyorum. angaralı mıyım? hayır ankaralıyım. o değil de bir hosta döneri vardı noldu ona?
dile kolay 22 sene, kütükte yazan baba memleketini bile reddedip, doğma büyüme havasını soluduğun şehir. bebekliğin, çocukluğun, gençliğin, ilk aşkın, ilk reddedilişin, ilk platonikin, ilk beşiktaş maçın, ilk kez statta yediğin cop, ilk gördüğün şampiyonluk maçı, ankaray, simit, çiftlik dondurması, çiftlik kokoreci, ilk anıtkabir ziyareti, ilk atakule ve dreamland heyecanı, kurtboğazı piknikleri, bahçeli de içilen ilk nargile, odtü, kampüs, dostlar, şenlikler, devrim stadında güzelleşen kafalar, odtülükartallarla ilk tanışma, uzaktan yaşanan beşiktaşk.
çok ilginizi çekmedi değil mi? buydu işte benim için ankaralı olmak. ne öyle tunalı da fink atmak, ne kurtuluş parkı, ne amerikan pasajı bilirim. üniversite yıllarına kadar arjantin caddesinin ne olduğunu bile bilmezdim ben. sonra istanbula geldik ekmek davası uğruna.öyle işveli bir fahişe ki, ne ankara bırakıyor akılda ne başka şehir. ankara öyled değildi. karşılıklı severdik birbirimizi, siz onu sevmeseniz de onun hep yakınınızda olmasını istersiniz, öyle bir kadındır ankara.izmir gibi dillere destan güzelliği de yoktur, ilgi çekmeyi beceremez, sizin görmenizi bekler sakladığı güzellikleri.bizim de hayatımız onları keşfetmekle geçti işte.
ama tuhafıtr ki özleyemiyorum şehrimi, gittiğim zaman bir yabancı hissediyorum o yanımdayken. istanbul mu döndürdü başımı, yoksa ulaşamadığım taş hatun izmir mi? bilemiyorum. ama behzat ç izlerken adı geçen mekanların en azından ismini duymuş olmak, yabancı hissetmemek, bir gün bizim evin oralarda da çekim olacağını, çocukluğumu izleyeceğimi bilmek heyecanlandırıyor beni. ankara ile kalan bağım ailem ve behzat ç den ibaret. yeniden özlemeye başlıyorum sanırım. ondan kaçmasaydım, şimdi bol kazanan, 8-5 mesaili bir üstdüzey memur olacaktım. belki de aradığım kadını çoktan bulmuştum. kürk mantolu madonna daki raif efendi olmuştum şimdiye.
pişman olmalı mıyım? bilmiyorum. şu 5 senede yaşadıklarımı o 5 senede yaşar mıydım? sanmıyorum. angaralı mıyım? hayır ankaralıyım. o değil de bir hosta döneri vardı noldu ona?
beşiktaş'ı sevmenin beşiktaş'ta başarılı olmak anlamına gelmediğini tekrar tekrar kanıtlayan kaleci. önceki örnekleri için,
(bkz: veysel cihan),
(bkz: baki mercimek),
(bkz: serdar özkan).
yolu açık olsun..
(bkz: veysel cihan),
(bkz: baki mercimek),
(bkz: serdar özkan).
yolu açık olsun..
(bkz: seviyorsan git konuş bence)
bu kadar uzatmaya, kasmaya gerek olmayan cümle.
olay şudur: filiz sevişelimmi?
net ve içten..
olay şudur: filiz sevişelimmi?
net ve içten..
metu falcons (odtü şahinleri) ve madden nfl sayesinde tanıştığım, ilk başta sıkıcı ve durağan gözüken ama içine girdikçe, kuralları öğrendikçe keyfini çıkarabildiğiniz, sevdiğiniz için amerikan özentisi olmakla suçlanabildiğiniz, mücadele,zeka,strateji ve güç unsurlarının hepsini bir potada eriten, takım olmadan başarılı olamayacağınız bir spor dalıdır.
oyunun sürekli durması ve sömürgeç amerikan kanallarının her arayı reklamla geçirmesi can sıksa da, oyundaki çekişme yeterli seyir zevkini vermektedir. bunun nedeni, maçta skor ne olursa olsun, 1 sayı hariç her sayının direkt elde edilebilir olmasıdır. bir de 100 yard lık sahanın 10-20 yardlık bölümünde oynanması sebebiyle top kaybı yaptığınız anda topu kendi bitiş çizginizde(endzone) görmeniz yüksek ihtimaldir. bu nedenle heyecan dozu yüksektir. liglerdeki gruplar yıllardır aynı olduğu için takımlar arasında ezeli rekabet, kora kor çekişme vardır. bu tür maçlar çokça uzatmaya gider ya da yakın skorlarla biter.
her amerikan sporunda olduğu gibi burada da endüstriyel bakış açısı baskındır. takımlar "organizasyon" olarak kabul edilir, her türlü reklam olanağından faydalanılır, oyuncular yüksek maaşlara oynar. kulüpler, bir çok sosyal etkinlik düzenler ve toplumsal duyarlılık had safhadadır.
bir philadelphia eagles vardır ki, beşiktaşımın amerikan muadilidir bu sporda. geleneklerine bağlı, köklü, esaslı bir taraftar kitlesi olan, sosyal duyarlılığı üst düzeyde ve mazisi başarılarla dolu bir takımdır. oyuncuları gerçekten de kartallar gibi mücadele ederler. bu nedenle 6-7 senedir sempatiyle bakmaktayım philly'e.
ülkemizde ise yeni yeni yapılandı bu spor dalı. halen beyzbol ve softbol federasyonuna bağlı takımlarımız. sporun adı da "korumalı futbol" olarak geçmektedir. üniversite takımları profesyonel hale getirildi ve "spor kulübü" statüsü kazandılar. final maçları bizim mabette oluyor genellikle, henüz izleme şansı bulamadım. biz "devrim" de izlerdik odtü şahinlerini ancak.
özetle, amerikan futbolu özentilik değildir ve sadece amerika değil avrupa ve diğer kıtalarda da yüksek oranda izleyici bulmaktadır. oynamanız şart değil, izleyin bir kere, bir şans verin, bir beşiktaşk bulamazsınız tabii ki ama eğleneceğinize inanıyorum.
oyunun sürekli durması ve sömürgeç amerikan kanallarının her arayı reklamla geçirmesi can sıksa da, oyundaki çekişme yeterli seyir zevkini vermektedir. bunun nedeni, maçta skor ne olursa olsun, 1 sayı hariç her sayının direkt elde edilebilir olmasıdır. bir de 100 yard lık sahanın 10-20 yardlık bölümünde oynanması sebebiyle top kaybı yaptığınız anda topu kendi bitiş çizginizde(endzone) görmeniz yüksek ihtimaldir. bu nedenle heyecan dozu yüksektir. liglerdeki gruplar yıllardır aynı olduğu için takımlar arasında ezeli rekabet, kora kor çekişme vardır. bu tür maçlar çokça uzatmaya gider ya da yakın skorlarla biter.
her amerikan sporunda olduğu gibi burada da endüstriyel bakış açısı baskındır. takımlar "organizasyon" olarak kabul edilir, her türlü reklam olanağından faydalanılır, oyuncular yüksek maaşlara oynar. kulüpler, bir çok sosyal etkinlik düzenler ve toplumsal duyarlılık had safhadadır.
bir philadelphia eagles vardır ki, beşiktaşımın amerikan muadilidir bu sporda. geleneklerine bağlı, köklü, esaslı bir taraftar kitlesi olan, sosyal duyarlılığı üst düzeyde ve mazisi başarılarla dolu bir takımdır. oyuncuları gerçekten de kartallar gibi mücadele ederler. bu nedenle 6-7 senedir sempatiyle bakmaktayım philly'e.
ülkemizde ise yeni yeni yapılandı bu spor dalı. halen beyzbol ve softbol federasyonuna bağlı takımlarımız. sporun adı da "korumalı futbol" olarak geçmektedir. üniversite takımları profesyonel hale getirildi ve "spor kulübü" statüsü kazandılar. final maçları bizim mabette oluyor genellikle, henüz izleme şansı bulamadım. biz "devrim" de izlerdik odtü şahinlerini ancak.
özetle, amerikan futbolu özentilik değildir ve sadece amerika değil avrupa ve diğer kıtalarda da yüksek oranda izleyici bulmaktadır. oynamanız şart değil, izleyin bir kere, bir şans verin, bir beşiktaşk bulamazsınız tabii ki ama eğleneceğinize inanıyorum.
eski aşkınız platonikse, ya da karşılıksız çıkmış bir aşksa, sırf mutsuz olmamak, ondan kopabilmek için hayattaki hedefleriniz bile değiştiyse, hayal ettiğinizden çok farklı bir yaşam sürüyorsanız, duyduğunuz anda koyar be sözlük. koydu be, çok koydu, çok çok çok koydu, öyle böyle koymadı, önünü alamadık o derece. bir noktadan sonra koymaz dedim, yine koydu, çok koydu..
ingilizce, bluzun hala bende.
dünya şampiyonu olmuş, yabancı yıldızlarla dolu bir kadroya karşı kaybettiğimiz şampiyonluk mücadelesi. maçı izleyemedim ona yanıyorum bir, ama yorumları okuyorum, herkes iki takımı da canı gönülden alkışlıyor, mücadelelerini takdir ediyor. bu adamları bu sene avrupa da bile yenen olmamış, tek mağlubiyetleri bizeymiş. yerli kadroyla buraya gelebilmek büyük başarıdır. amatör branşlara sanki adam gibi yatırım yaparmış gibi, sponsor olmazsa yatırımı keserim diyen tüpçü efendi iyi izlemiştir umarım kartallarımızın azmini.
o değil de futbol dışı branşları bu yüzden sevemiyorum ben ya, eğer güç farkı fazlaysa ne kadar mücadele etsen de üstünlük kurabilmek için mucizevi performanslar gerekiyor. hasbelkader atılmış bir golle 1-0 alınmış bir maçın tadı, 30 sayı farkla kazanılmış bir maçtan daha fazla oluyor hep gözümde. yine de siyah-beyaz ın olduğu her takımı desteklemektir benim taraftar olarak görevim, elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum. ancak yatırımı kesersek de rüyamızda görürüz o başarıları.
ve son olarak, o skimsonik kanuni dizisinin şu maçtan daha fazla konuşulduğu bir ülkede yaşamak ne utanç verici, en sallama transfer söylentisi bile çok konuşulanlar arasına giriyorken, şu güzel mücadelenin hakkının verilememesi ne kadar üzücü. elimde olsa da sinan erdem de olabilsem, avuçlarım patlayana kadar iki takımı da alkışlayabilsem, elinde olanlar g.oğlanı g.saray diye bağırarak bizleri rezil edemezdi belki o zaman.
o değil de futbol dışı branşları bu yüzden sevemiyorum ben ya, eğer güç farkı fazlaysa ne kadar mücadele etsen de üstünlük kurabilmek için mucizevi performanslar gerekiyor. hasbelkader atılmış bir golle 1-0 alınmış bir maçın tadı, 30 sayı farkla kazanılmış bir maçtan daha fazla oluyor hep gözümde. yine de siyah-beyaz ın olduğu her takımı desteklemektir benim taraftar olarak görevim, elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum. ancak yatırımı kesersek de rüyamızda görürüz o başarıları.
ve son olarak, o skimsonik kanuni dizisinin şu maçtan daha fazla konuşulduğu bir ülkede yaşamak ne utanç verici, en sallama transfer söylentisi bile çok konuşulanlar arasına giriyorken, şu güzel mücadelenin hakkının verilememesi ne kadar üzücü. elimde olsa da sinan erdem de olabilsem, avuçlarım patlayana kadar iki takımı da alkışlayabilsem, elinde olanlar g.oğlanı g.saray diye bağırarak bizleri rezil edemezdi belki o zaman.
twitter dan celikpencebjk hashtag i ile demirpençeli kartallarımıza destek olabileceğimiz maç. TT yaparsak maçtan önce kendilerine bildirilecek ve büyük motivasyon olacaktır. özellikle sözlük cıvırlarımız günboyu neler yaptıklarını tartışcaklarına bu olaya destek verseler şukela olur. zira twitter ı en organize şekilde onlar kullanıyorlar.
teoman bunu hep yapıyor, şarkının melodisi, sözlerin güzelliği yetmezmiş gibi bir irem candar adlı dünya ötesi varlığa vokal yaptırıyor. biz de irem in sesiyle başka ufuklara uçuyoruz, nasıl kafalar bunlar?
odtülükartallar ın zamanında mabede asacakları ve her zaman orada olacak pankartın sloganıydı. imkansızlıklar, alınamayan izinler, beşiktaşa uygulanan emniyet kaynaklı çifte standartlar nedeniyle gerçekleşemeyen bir proje oldu. yeniden gündeme gelse ve gerçekleştirebilsek neden eros aşkı bizden öğrensin dediğimiz daha iyi anlaşılırdı sanki.
ben imkansız aşklar için yaratılmışım diyendir. kavuşamaz, ama unutamaz da. beşiktaşk gibidir onun aşkı. hep karşılıksız, hep imkansız, hep acı dolu. sevgilinin yüzünü görememek, ona dokunamamak, engel değildir yine de aşkına. ölümle yaşamı ayıran çizgidir sevdicekle arasındaki tek şey. mabede gelemeyen beşiktaş aşığı gibidir.
seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli der kardan adam. sevgilinin varlığını bilmek, her güne yeniden doğacağını, her gün orada olacağını bilmek mutlu eder onu, yanında olamasa da.
platonik midir bilinmez, belki güneş de sevmiştir kardan adamı, ama o da içinde taşıyordur aşkını, "femme fatale" olduğunu da biliyordur ama, kıyamıyordur sevdiceğine.
aşk acıların en büyüğüdür diyenlere hep hak vermişimdir. sahiden acı çekmeden aşk oluyor mu yahu? acı çekmek özgürlükse, ikimiz de özgür müyüz gerçekten? filler beyaz ve yuvarlak olsa aspirin olur muydu? babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi? kaldı geriye cevapsız sorular..
seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli der kardan adam. sevgilinin varlığını bilmek, her güne yeniden doğacağını, her gün orada olacağını bilmek mutlu eder onu, yanında olamasa da.
platonik midir bilinmez, belki güneş de sevmiştir kardan adamı, ama o da içinde taşıyordur aşkını, "femme fatale" olduğunu da biliyordur ama, kıyamıyordur sevdiceğine.
aşk acıların en büyüğüdür diyenlere hep hak vermişimdir. sahiden acı çekmeden aşk oluyor mu yahu? acı çekmek özgürlükse, ikimiz de özgür müyüz gerçekten? filler beyaz ve yuvarlak olsa aspirin olur muydu? babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi? kaldı geriye cevapsız sorular..
bunu takip eden proje de kasedi geri sarmak için walkman in fast forward özelliğini değil, tırtıklı kurşun kalem kullanmaktır. tabi ipod, iphone çıktı, biz büyüdük ve kirlendi dünya. bir elimizde sezen kasetleri diğerinde rotring le bakakaldk, fizy den şarkı twitleyen yeni yetmelere.
adam liseli beyler, ama troll değil, sağlam beşiktaşlı, potansiyelli yazarlardan. sohbeti de alkolik harekete iştiraki de ayrı güzel, ojjgelmiş.
sonunda güneşi görmüş muradına ermiş yazar, twit prensesi badi. anladım ki o da yağmurdan haz etmiyor benim gibi. istanbul dan uzaktadır, çırpınırken karadeniz, yüreği beşiktaş için çarpandır. artık kendisini mabette ağırlamak boynumuzun borcu olmuştur. en kısa zamanda sözümü yerine getireceğim, bilsindir.
sadece beşiktaş sevgisiyle değil, engin müzik kültürü ve zengin repertuarıyla da sözlüğe çok şey katacağını belli eden yazar, hoşgelmiş.
deli, manyak, dengesiz, hiperaktif, sayko, cıvır, hem bir osmanlı sultanı hem bir ingiliz lady si, gülen, güldüren, daha da güldüren, kardeş, abla, can, ciğer, köz biber sarması haseki hatun. chat kıvamındaki sohbetinden sezmiştim de kanlı canlı görünce emin oldum, beslenir ki bu.
hoşgelmiş tekrar. egemen i değil de onu ilk onbirde görmek güzel olacak. sporx taki röportajın çarpıtma olduğu söyleniyor ama bence menajerinin yönlendirmesiyle o açıklamaları yapmak durumunda kaldı yani röportajda doğruluk payı var. savunmamız için bu sene olması gereken bir adamdı. yeri doldurulmaz değildi ancak kasap egemen in olduğu bir takımda böyle hırslı, ve türk gibi düşünmediği için başarılı olacağını düşündüğüm birine ihtiyaç vardı. bana kalırsa da bu transferi çözen hamle gs nin geri adım atması ya da ersan ın beşiktaş için direnmesi değil, yönetimin sidnei hamlesidir. böylece koskoca beşiktaşın anadolu tüccarı başkanların elinde oyuncak olmayacağını gösteren yönetim kedi olduğundan beri ender tuttuğu farelere bir yenisini eklemiştir. bu doğru hamle için kutluyorum ilgilileri.
gelelim efsane olma mevzuuna. beşiktaş taraftarının en büyük sorunu, bir futbolcusunda ufak bir kıvılcım gördüğü anda tüm umutlarını ona bağlaması, oyuncuyu ilahlaştırması bu son senelerde. ibrahim akın, serdar özkan, batuhan karadeniz hep bu yüksek beklenti yüzünden tutunamayan adamlar oldular. şimdilerde aynı şey ersan, atınç, rıdvan, necip hatta "küçük messi" muhammed için yapılıyor. tamam bu sayılan çocuklar büyük bir potansiyele sahipler. necip ve ersan gibi yeterli şansı bulabilenler de kendilerini kabul ettirip gönüllerimize girebildiler. ancak, yine aynı hatayı yaparsak kayıplar büyük olacak çünkü harika bir nesil bu ve yeniden yakalamak zor olacaktır uzun senelerce.
bize düşen, sabretmek, beklentiyi tavana vurdurmamak, desteği kesmemek ve çocuklarımızı ilahlaştırmamak bence. biraz zaman verip bu çocuklar forma buldukça görüşlerimiz daha isabetli olacaktır.
efsane olmak kolay değildir. bu kulübün efsaneleri baba hakkı, voleci şeref, büyük başkan seba, güzel insan cenk koray, serpil hamdi tüzün, metin ali feyyaz dır. son senelerde de bu sıfata layık görebileceğim iki adam şifo ve ilhan mansızdır. o yüzden ersan ve diğerlerinin efsane olmasına daha çok var. gönüllerimizde yer ettiler ama şanlı tarihimizde yer edinmeleri için önlerinde uzun ve zorlu bir patika var. hepsine kolay gelsin diyorum şimdiden.
gelelim efsane olma mevzuuna. beşiktaş taraftarının en büyük sorunu, bir futbolcusunda ufak bir kıvılcım gördüğü anda tüm umutlarını ona bağlaması, oyuncuyu ilahlaştırması bu son senelerde. ibrahim akın, serdar özkan, batuhan karadeniz hep bu yüksek beklenti yüzünden tutunamayan adamlar oldular. şimdilerde aynı şey ersan, atınç, rıdvan, necip hatta "küçük messi" muhammed için yapılıyor. tamam bu sayılan çocuklar büyük bir potansiyele sahipler. necip ve ersan gibi yeterli şansı bulabilenler de kendilerini kabul ettirip gönüllerimize girebildiler. ancak, yine aynı hatayı yaparsak kayıplar büyük olacak çünkü harika bir nesil bu ve yeniden yakalamak zor olacaktır uzun senelerce.
bize düşen, sabretmek, beklentiyi tavana vurdurmamak, desteği kesmemek ve çocuklarımızı ilahlaştırmamak bence. biraz zaman verip bu çocuklar forma buldukça görüşlerimiz daha isabetli olacaktır.
efsane olmak kolay değildir. bu kulübün efsaneleri baba hakkı, voleci şeref, büyük başkan seba, güzel insan cenk koray, serpil hamdi tüzün, metin ali feyyaz dır. son senelerde de bu sıfata layık görebileceğim iki adam şifo ve ilhan mansızdır. o yüzden ersan ve diğerlerinin efsane olmasına daha çok var. gönüllerimizde yer ettiler ama şanlı tarihimizde yer edinmeleri için önlerinde uzun ve zorlu bir patika var. hepsine kolay gelsin diyorum şimdiden.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?