kelebeğin rüyası

leia
86. oscar ödüllerinde ülkemizi en iyi yabancı film dalında temsil edecek filmdir.
şu an için oscar aday adayıdır..
oyunbozan
uzun zamandır beklediğim ve heyecandan kendimi yerden yere vurmama sebep olmaması ve beklentilerimi üst seviyelere çekmeden filmi izleyip kendimi mutlu etmek için gün saydığım ve en sonunda filmi izleyerek kendimi ödüllendirmeyi başardığım organlarıma kadar titrediğim film.

yılmaz erdoğan’ın tüm şiir severlere armağan ettiği film. öyle ki unutulmaya yüz tutmuş ve tarihte paslanmaya kadar giden rafların arasından alıp günümüze o kadar iyi taşımış ki, ellerinden öperim.

iyi film. bileti alıp koltuğa yaklaştığımda kalbim çıkacak gibi oldu, hatta filme girmeden önce kağıt ve kalem eşliğinde mi izlesem notlar alırım birebir eve geçip ajandaya dökerim diye düşünmedim değil. abartmadım tabii o kadar, utandım sanırım.

film izleyicisi çok yönlüydü, bir grup sevgilisiyle birbirine daha sıkı sarılmak için gelmişti, bir grup ağlamaya ve bir grupta şiire olan merakından oradaydı, bu gruplar film bitiminde şu reaksiyonları gösterdi, sevgilisiyle gelenler evet daha sıkı sarıldılar ama ağlamadıkları için kızdılar filme hatta bir çifte hadi canım incir reçeline deme lüksünü gördüm kendimde, biraz kızdırlar ama yapacak bir şey yok, diğer grup aman çok uzun filmdi biraz daha kısa sürseydi yürürdü bu iş dediler sağlarına sollarına ve ağlamadıkları için onlarda pek olumlu not vermediler ve sürekli filmi eleştirmeye devam ettiler, son grubumuz ise hiç konuşmadı filmin sonunda belirli bir süre, kilitlenip kalmışlardı acımasızca bitmişti film çünkü sonunun böyle olacağını bile bile bitmesin ister gibi izlediler filmi. ama bitti.

oyunculuklara bakacak olursak.

belçim bilgin ; olmamış, yani oyunculuk çok kötü değil ama o küçük kız rolünü bir türlü kıvıramadı, biz izleyiciler mesela bu tarz filmlerde bu karakterlere aşık oluruz film boyunca olamadık. farklı bir rol ile karşımıza çıkabilirmiş film içerisinde bir karakter daha doğabilirmiş neyse yılmaz erdoğan’ın kıyağı olmuş biraz. olsun. filme gölge düşmemiş.

farah zeynep abdullah ; sen nasıl bir oyuncusun ve ben nasıl sana aşık oldum tüm film sürecinde? o kadar güzel ölüyordun ki, ölme diyemedim yahu.

kıvanç tatlıtuğ ; kuzey rolünde kalmışsın ancak yine harika bir oyunculuk örneği gösterdin. o tırnak yeme sahneleri ve üzülüşlerin en kral aktörüm diyene taş çıkartır çocuk, bir kere bir film için bu denli zayıflaman bile oyunculuğa gösterdiğin emeğin hakkını alman için yeterli.

mert fırat ; sen olmuşsun çocuk, çok zor bir karakteri nasıl bu denli güzel oynadın, rol icabı bile olsa nasıl bu kadar güzel sevdin, nasıl yürüdün gittin peşinden ve bu kadar güzel ölürken nasıl o denli yaşamayı hakkettiğini bize gösterdin. filmi tek başına sırtladın götürdün, geleceğin en iyi aktörlerindensin oyunculuğun filme katkıların ve boğazıma doldurduğun düğümler için teşekkürler..

filmde akılda kalan belirli bölümlerden bahsetmeden geçmeyelim, aslında çok fazla var ama vaktim yok şimdi

“sen çok güzelsin, sebepsiz de gülebilirsin.” nedir bu? nasıl bir söz bir filme yakışmayı bırak insanlığın hayatına yakışır. nasıl bu kadar güzel anlatılır güzel olan bir şey.

“diyecekler ki arkamdan
ben öldükten sonra
o, yalnız şiir yazardı
ve yağmurlu gecelerde
elleri cebinde gezerdi
yazık diyecek
hatıra defterimi okuyan
ne talihsiz adammış
imanı gevremiş parasızlıktan”

muzaffer tayyip uslu’nun hastaneye kabul ediliş sebebi olan şiir, bir insan nasıl bu kadar içini bu kadar az kelimeyle döker anlamak güç. en beğendiğim sahnelerden biriydi sanırım.

“korkma bulaşmaz, belki biraz sevgi bulaşır”

buna ne demeli? rüştü onur’un elini tutmayan suzan sonrası hastalanması ile muzaffer tayyip’in verdiği acıtmayan ayar, müthiş.

vaktim olsa daha bir şeyler yazabilirdim belki zaman zaman uzatabilirim birkaç kez daha izlemek gerekiyor bu filmi.

iyi ki varsın şiir.
huzun kovan kartalı
Yılmaz Erdoğan'ın Vizontele'den sonra olmuş dediğim tek filmi. Bana kalırsa filmin tek eksi yönü eşini bi şekilde ön planda tutmak istemesi ki o rol için gerçekten biçilmiş kaftan oyuncularımız mevcut.Bunlar bir yana şiir sever bir insan olarak bayıldım diyebilirim.
forzaquila
trafikte mıhlanıp kaldığım bir akşam panolarda reklamını görünce 'inşallah iyi film olmuştur, adamcağız [ybkz]swh[/ybkz] o kadar kilo verdi, kas eritti.' dememe sebep olan film. bana ne oluyorsa artık.
dingoc
gideni derin kasvete, gereksiz bir hüzne boğan film. ama bu hüzün konunun getirdiği bir durum değil ne yazık ki. tamamen anlatımdan ve insanı daha fazla nasıl efkara boğarım diye düşünerek çekilen görüntülerden kaynaklanıyor.
angela
beklentiler yüksek tutulmazsa (fragman ve reklamlardan dolayı) kötü bir film değil aksi halde tam bir hayal kırıklığı
peter pan
dün izledim.

öncelikle şunu söyleyeyim emeği geçen herkes bir yana, gökhan tiryaki bir yana. müthiş iş çıkarmış. bu ülkeye bu anlamda sınıf atlatmaya çalışıyor herif. hakkını verirler umarım. hakan yarkın'a da helal olsun muazzam iş çıkarıp filmin çıtasını yükseltmiş.

filme gelince,

oyunculuklardan ilk önce bahsedeyim ki en kısa olan kısmı bitsin. herkesi beğendim. kıvanç tatlıtuğ'u da beğendim. herkesin neden itin götüne soktuğunu anlayamadığım belçim erdoğan'ı da çok beğendim. yönetmenin karısı olması işinin hakkını vermediği göstermez. bence gayet liseli de gösteriyor ayrıca. tiyatro grubundaki diğer kazuletlerin liseli gösterdiği yerde ilkokul çocuğu gibi görünüyor hatta. mert fırat'da iyiydi, yılmaz erdoğan'ı ve diğer ekibi de gayet beğendim. özellikle yılmaz erdoğan'ı behçet necatigil rolünde çok beğendim. karizmatik behçet baba'yı çok iyi taşımış bence. ama bizim ayarsız ve uçlarda dolaşan halkımızın bi tarafını yırttığı şekilde kimse öyle mükemmel bir oyunculuk göstermiyor. saysam iki şair elemanımıza pek çok şey sayarım ama gerek yok. iyi oynamışlar diyelim yeter.

filmin mükemmel bir öyküsü, ancak ne yazık ki kötü bir senaryosu var. ayrıca gerçek olaylardan esinlenilmemiş, direkt uyarlanmıştır. yani o adamlar o isimle aynı şeyleri bizzat yaşamıştır. çıkış noktasını gerçek bir olaydan alıp üzerine kurmaca yapılan öykülere denilir "esinlenilmiştir" diye.

film için en az 50 tane eksi sayarım. ama en başat olanları sıralayacağım sadece;

- en büyük sorun senaryo. yazamıyoruz arkadaş. ya-za-mı-yo-ruz. herkesin derdi, oyunculuk, kurgu, çekim kalitesi falan. millet olarak sinemadan komple bi sik anlamadığımız ve anlıyormuş gibi görünmek için de kıçımızı yırttığımız için asıl sorunun yazmak olduğunu teşhis edemiyoruz. hoş teşhis etsek de çaresi yok, çünkü bilen adam yok ki öğretsin. bütün yazın kültürümüz şiir ve romandan ibaret. metin, çatışma, dramatik yapı, tandans bize çooookk çok uzak kavramlar. kelebeğin rüyası'da çok zengin bir öykü barındırmasına rağmen oldukça kötü bir senaryoya sahip ve filmin en büyük eksisi. hikayede bir sürü kopukluk var, çok şeyin altı boş, bazı şeylerin bomboş, dramatik yapıda çok büyük sıkıntılar var, bu yüzden hikaye korkunç etkileyici olabilecekken ne yazık ki çok çok az etkiliyor. şu filmi kıçımla yazsam, millet içi çürümüş halde çıkardı sinemadan. hayır sömürü yapmaktan bahsetmiyorum. olayı olduğu gibi anlat-a-bilse zaten ağlamaktan helak olurduk heralde. hiç bir ek katkı yapmasına gerek yok. hikaye son derece yoğun ve güçlü zaten. ama kötü senaryoyla harcanmış.

- rejide sıkıntı var. pek çok sahne gereksiz uzun. bahsettiğim sahnelerin uzun olmasının seyirciyi sıkmaktan daha büyük bir handikapı var, o da etkiyi azaltması. en az 5-6 sahne hızlı kurgu yapılabilseydi hem etki 2 kat artar, hem de film akıcılık kazanırdı. etkileyici olabilecek onlarca sahne geçiştirilip, önemi az sahneler uzun tutulmuş. mesela;


--spoiler--

filmin başında iskeleye koşup derginin yeni sayısında kendi isimlerini görmelerini istemeleri üzerine başlı başına bir film çekerdim ben öyle söliim. filmde bunun gibi tonla sahne var.


--spoiler--

- filmde vurgu problemi var. görüntüde, rejide, oyunculukta her yerde vurgu problemi var.


- filmin odaklanma problemi var. harika bitmiş bir ilk yarıdan sonra 2. yarı adeta hayal kırıklığı oldu. konu dağıldığı gibi, herhangi bir yere odaklanmıyor, daha da kötüsü ana hattını koruyamıyor. bakıyorsun bi o oluyor, bi bu oluyor. 2. yarının ortalarında "ulan bu filmin konusu ne şimdi" diye düşünmeye başladım, o derece. daha açıklayıcı olmak gerekirse;


--spoiler--

filmin içinde 3 tane film iskeleti var:

- aynı kıza aşık 2 şairin öyküsü
- verem hastalığıyla pençeleşen ve ölüme giden kaçınılmaz yolda birbirlerine ve şiire sarılarak hayatta savrulan 2 şairin öyküsü
- 2 genç şairin şiirlerini varlık dergisinde yayınlatıp büyük bir şair olma hayalleri

--spoiler--

şimdi elimizde 3 tane sağlam film fikri var. bu 3 fikir tek bir filmde toplanamaz mı? toplanır tabi. daha fazla da toplanır. hele hele başarıyla toplanırsa mükemmel olur. (bkz: sympathy for mr. vengeance)

ama ne yazık ki filmde 3 konuda pamuk helva gibi dağılıyor. film hiç birine yeterince odaklanmıyor. tam olarak neyi izlediğinizi, neyin üzülecek kadar ciddiye alınır olduğunu anlamıyorsunuz.

olayların gerçek hayatta o şekilde yaşanmış olması, senin film yaparken birebir herşeyi aynı alman gerektiği anlamına gelmez. film çekiyosun, belgesel diil. dolayısıyla öyküyü gelştirmek için bazen vurgu yapıcaksın, gerekirse olayların akışına müdahale ediceksin, sıralamasını bozucaksın ama adam gibi senaryo yazıcaksın.

hülasa; pek çok türk filmi gibi çok iyi bir film olabilecekken sadece iyi bir film olmuş kelebeğin rüyası. gördüğüme sevindim ama beklentim büyüktü. keyif alsam da neticeden pek memnun olmadığımı söyleyebilirim.

son olarak;


--spoiler--

sen çok güzelsin, sebepsiz de gülebilirsin.

--spoiler--


7/10





ala rase
başrollerinde kıvanç tatlıtuğ, mert fırat, belçim erdoğan, yılmaz erdoğan, farah zeynep abdullah olan, gerçek hikayeden esinlenilmiş, "aşk bahanesidir şiirin" mottolu yılmaz erdoğan yapımı film. dün gitme şansına sahip oldum. film çok durağan. ben gelemiyorum bu kadar sakinliğe. heyecan 1 noktada artıyor. orada da film arası oluyor filmin güzelim sahnesi gidiyor. hikaye çok matah olmasa da yönetmenlik ve oyunculuk görmek isteyenler gidebilir. herkes şahane oynamış. belçim erdoğan'ı katar mısınız bu herkesin içine onu bilemeyeceğim.

filmin giriş sahnesine de bittim. şahane olmuş. çok iyi.



--spoiler--

daktilo düşürme sahnesi filmin en kötü yeri diyebilirim. bir erkek istediği kadar romantik, istediği kadar şair, istediği kadar edebi olsun o daktilo düşüp paramparça olduğunda ağzından illaki bir küfür çıkar. erkek olmayı bırak insan olmak yeter. ben bile izlerken "hassiktir" dedim. hem de dışımdan.


--spoiler--

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol