kelebeğin rüyası

oyunbozan
uzun zamandır beklediğim ve heyecandan kendimi yerden yere vurmama sebep olmaması ve beklentilerimi üst seviyelere çekmeden filmi izleyip kendimi mutlu etmek için gün saydığım ve en sonunda filmi izleyerek kendimi ödüllendirmeyi başardığım organlarıma kadar titrediğim film.

yılmaz erdoğan’ın tüm şiir severlere armağan ettiği film. öyle ki unutulmaya yüz tutmuş ve tarihte paslanmaya kadar giden rafların arasından alıp günümüze o kadar iyi taşımış ki, ellerinden öperim.

iyi film. bileti alıp koltuğa yaklaştığımda kalbim çıkacak gibi oldu, hatta filme girmeden önce kağıt ve kalem eşliğinde mi izlesem notlar alırım birebir eve geçip ajandaya dökerim diye düşünmedim değil. abartmadım tabii o kadar, utandım sanırım.

film izleyicisi çok yönlüydü, bir grup sevgilisiyle birbirine daha sıkı sarılmak için gelmişti, bir grup ağlamaya ve bir grupta şiire olan merakından oradaydı, bu gruplar film bitiminde şu reaksiyonları gösterdi, sevgilisiyle gelenler evet daha sıkı sarıldılar ama ağlamadıkları için kızdılar filme hatta bir çifte hadi canım incir reçeline deme lüksünü gördüm kendimde, biraz kızdırlar ama yapacak bir şey yok, diğer grup aman çok uzun filmdi biraz daha kısa sürseydi yürürdü bu iş dediler sağlarına sollarına ve ağlamadıkları için onlarda pek olumlu not vermediler ve sürekli filmi eleştirmeye devam ettiler, son grubumuz ise hiç konuşmadı filmin sonunda belirli bir süre, kilitlenip kalmışlardı acımasızca bitmişti film çünkü sonunun böyle olacağını bile bile bitmesin ister gibi izlediler filmi. ama bitti.

oyunculuklara bakacak olursak.

belçim bilgin ; olmamış, yani oyunculuk çok kötü değil ama o küçük kız rolünü bir türlü kıvıramadı, biz izleyiciler mesela bu tarz filmlerde bu karakterlere aşık oluruz film boyunca olamadık. farklı bir rol ile karşımıza çıkabilirmiş film içerisinde bir karakter daha doğabilirmiş neyse yılmaz erdoğan’ın kıyağı olmuş biraz. olsun. filme gölge düşmemiş.

farah zeynep abdullah ; sen nasıl bir oyuncusun ve ben nasıl sana aşık oldum tüm film sürecinde? o kadar güzel ölüyordun ki, ölme diyemedim yahu.

kıvanç tatlıtuğ ; kuzey rolünde kalmışsın ancak yine harika bir oyunculuk örneği gösterdin. o tırnak yeme sahneleri ve üzülüşlerin en kral aktörüm diyene taş çıkartır çocuk, bir kere bir film için bu denli zayıflaman bile oyunculuğa gösterdiğin emeğin hakkını alman için yeterli.

mert fırat ; sen olmuşsun çocuk, çok zor bir karakteri nasıl bu denli güzel oynadın, rol icabı bile olsa nasıl bu kadar güzel sevdin, nasıl yürüdün gittin peşinden ve bu kadar güzel ölürken nasıl o denli yaşamayı hakkettiğini bize gösterdin. filmi tek başına sırtladın götürdün, geleceğin en iyi aktörlerindensin oyunculuğun filme katkıların ve boğazıma doldurduğun düğümler için teşekkürler..

filmde akılda kalan belirli bölümlerden bahsetmeden geçmeyelim, aslında çok fazla var ama vaktim yok şimdi

“sen çok güzelsin, sebepsiz de gülebilirsin.” nedir bu? nasıl bir söz bir filme yakışmayı bırak insanlığın hayatına yakışır. nasıl bu kadar güzel anlatılır güzel olan bir şey.

“diyecekler ki arkamdan
ben öldükten sonra
o, yalnız şiir yazardı
ve yağmurlu gecelerde
elleri cebinde gezerdi
yazık diyecek
hatıra defterimi okuyan
ne talihsiz adammış
imanı gevremiş parasızlıktan”

muzaffer tayyip uslu’nun hastaneye kabul ediliş sebebi olan şiir, bir insan nasıl bu kadar içini bu kadar az kelimeyle döker anlamak güç. en beğendiğim sahnelerden biriydi sanırım.

“korkma bulaşmaz, belki biraz sevgi bulaşır”

buna ne demeli? rüştü onur’un elini tutmayan suzan sonrası hastalanması ile muzaffer tayyip’in verdiği acıtmayan ayar, müthiş.

vaktim olsa daha bir şeyler yazabilirdim belki zaman zaman uzatabilirim birkaç kez daha izlemek gerekiyor bu filmi.

iyi ki varsın şiir.
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol