fazıl say

2 /
avcarlıçürük
olayları fazıl say yerine magazin basınından takip edenlerle, hakkında sağlıklı bir tartışma yürütemeyeceğiniz sanatçıdır. "orhan gencebay'a '3. sınıf sanatçı' demekle ateist olduğunu açıklamak arasında nasıl bir bağ var?" diye sorulabilir belki ama yukarıda belirttiğim nedenden ötürü, mesele yine çıkmaza sürüklenecektir.
master salix
Düşünülenin aksine bu toplumun geçmişini yalayıp yutmuş ama bu toplum kendi geçmişini, kendi aydınlarını, kendi şairlerini bilmediği için hakkında soruşturma başlatılan, madiden değil harbiden aydın.
leia
ömer hayyam'ın dizelerini twitter'da paylaştığı için olay yaratan veya zorla olay yaratanların baş kahraman atadıkları sanatçıdır.
ayrıca paylaştığı şiirden ötürü hakkında hapis istemiyle dava açılmıştır.

http://www.internethaber.com/fazil-say-twitter-dava-sorusturma--415953h.htm
avcarlıçürük
tokyo'ya yerleşme kararı aldığını duyuran müzisyen. yakın kınaları hadi, yandaş basın, murat bardakçı, dinî inancı buluttan nem kapan kitle. sen mevcut devlet yönetim şekli ve eğitim sistemiyle çıkarabileceğin sayılı dahilerden birini çıkar, adam onca mallığa, onca saldırıya rağmen burada yaşamayı, sanatını burada icra etmeyi tercih etsin ve ülkeyi dar et adama. ondan sonra, vay efendim falanca futbolcu türk milli takımını seçmemiş de, filanca sanatçı kendini türk gibi hissetmiyormuş da, falan filan... adama sormazlar mı, sen hangi değerine sahip çıkabildin de, o değerlerin kendini sana ait hissetmesini istiyorsun? senin yeteneğe, başarıya saygın ve tahammülün var mı? üretmek gibi bir derdin var mı, yoksa üretene çamur atmak daha mı kolayına geliyor? sırf sanattan anlamadığın için yerden yere vurduğun adam [ybkz]swh[/ybkz] mesela, gidiyor yurtdışında ödüller alıyor, her şeye rağmen yalnız ve güzel ülkesine armağan ediyor. ama güzel ülke, güzel olmak istemiyor. çirkinleşmek, daha da çirkinleşmek, çamura bulanmak istiyor. sanatın sanat için yapıldığı, böyle yapıldığı sürece değerli olduğu kabul edilmediği sürece, daha çok beyin göçü olur bu ülkede. şehir tiyatrolarını belediye bürokratlarına emanet etmek de, sanatın halk için olduğu yanılgısının bir ürünü zaten. şunun artık anlaşılması gerekiyor; herkes sanatçı olamaz. sanatçı olmak, doğuştan gelen bazı yeteneklere ve bakış açısına sahip olmayı gerektirir. bilgisayarla hazırlanmış gürültülerin üzerine şarkı söyleyip, şarkıyı söyleyenin sesi üzerinde de oynayıp piyasaya sürmek, sanat değildir. ama bizim ülkemizde böyleleri yüceltiliyor işte. radyoda, televizyonda, her yerde, müzik yerine gürültüye maruz kalıyoruz. müzik yapan adamları da, gürültüden çorbaya dönmüş kafalarımızla eleştirmeye kalkıyoruz. bu popülizm sevdası bitmeli artık. sanatçı, sanatıyla var olur. her insan gibi, istediğini düşünmekte ve bunu dile getirmekte özgürdür, kimseye saygısızlık etmediği, kimsenin kişilik haklarına hakaret etmediği sürece elbette. siz hiç the simpsons izlediniz mi? ti'ye aldıkları ünlü kişiler, gelip kendilerini seslendiriyorlar bu dizide. yeri geliyor, isa'ya bile ayar veriyorlar ama kimsenin hiçbir duygusu incinmiyor. çünkü herkes kendi işini yapıyor ve insanların buna saygısı var. kimse anlamadığı işlere burnunu sokmuyor. işte bu yüzden onların yaptığı işler daha kaliteli. biz kendimize saygı duymuyoruz, biz kendimizden nefret ediyoruz. kendimiz olmamak için yaşıyoruz ve bu yüzden, kendi gibi olan, istediği gibi yaşayan herkesten nefret ediyoruz. güzel insanlar da bir yere kadar dayanabiliyor; sonra ya hayat alıyor onları bizden ya da kendileri gidiyorlar. meydan yine nefrete kalıyor...

---------------alıntı---------------
Uzun yıllar ABD Manhattan'da yaşamıştım. Kızım da 2000 yılında New York'ta doğmuştu. 1987-95 arası 8 yıl Almanya ve 7 yıl ABD yaşamından sonra 2002 yılında memleketimi özleyip Türkiye'ye dönmüştüm. Nerede yaşadığımız aslında çok da önemli değil, kim olduğumuz ve ne yaptığımız önemli. Berlin, New York ve istanbul gibi metropollerden sonra Tokyo? 10 yıllık Türkiye hayatımda, özellikle son 5 yılı çatışma ile geçti. Japonya, her zaman için kendi memleketimden sonra içsel olarak en çok bağlı olduğum ikinci memlekettir.

insanlara yöneltilen saçma sapan bir git/gitme muhabbetidir. Saçma bir cehalete teslimiyet devridir. Sürekli tehdit, hakaret, küfür etmecedir, maydonoz olmacadır. Sürekli tehlikeli iftiraların havalara savruldugu bir ortamdır. Din siperinden birbirini devirmecedir. Hukuk da din de benden yana nasıl olsa" diye kendinde her hakkı görmece ve de başkalarını istediği gibi ezebilme yetisine sahip olabilme... yıllarıdır, tatsızdır. Bunun adı 21. yüzyil Türkiye'sidir. Tatsız bir ortamdır. Artık az gelmek istediğim bir mekândır... Müziğimi , tam bir üretime dönüştürme, hiçbir etki altında kalmadan daha daha fazla devrimler yapabilme, kendimi geliştirme dönemimdir. Kızımın güzel bir ortamda büyüdüğünü görmeyi özlemle aradığım, endişe duymak istemedigim bir dönemdir. Bu durumda, git/gitme önerilerini dinlemediğim ve sadece nasıl iyiyse onu yapacagım dönemdir.
---------------alıntı---------------
gidiyorum bu
bugünkü taraf gazetesi'nde uzunca bir mektubu yayınlanmış piyano virtüözü.

---------------alıntı---------------

1- Sana mektup

Uzlaşabiliriz...

Evet, hatalı bir laf ettim sana, evet öfkeliyim sana, çünkü sen beni hiçbir zaman anlamaya çalışmadın, çünkü sen beni hep “öteki” olarak gördün, “Batı uşağı” dedin, “Elitist” dedin, “Kâfir” dedin, “Batı kültürünün taklidi” dedin, “Bizden değil” dedin ya da hep kaçtın, hep sıyrıldın, yüzleşmedin. Umurunda olmadı ne Nasreddin Hoca’nın danslarını bestelemem, ne Kara Toprağı, Veysel’i, Dede Efendi’yi, istanbul Senfonisi’ni, Nâzım Oratoryosu’nu, rakı masasındaki Alevi Dedeleri, Saray’daki Harem kadınını, Odam Kireçtir’i, Altıok’u, Turgut Uyar’ı Yunus Emre’yi, Mezopotamya’yı, Hezarfen’i bestelemem.

Piyanoda, “dünya birinciliği” almam, dünyanın her yerinde bir Türk olarak verdiğim konserlerim, Anadolu turnelerim, sana hep elimi uzatmak istemem, hiçbirisi umurunda olmadı. Sen hep manipülasyonlar içindeki medyanı dinledin, bir kere bile gerçeği görmedin.

Vatan haini değilsin elbette. Ama ben vatan hainiysem ve halkı kin ve düşmanlığa teşvik suçundan yargılanıyorsam ve hiçbir suçum yoksa tamamen yanlış ve güdümlü ve de manipüle edilmiş yalanların içinde, sen de bu yalanla kandırıldıysan, bu işin aslını bilmiyorsan ve hapis yatmamı istemekteysen, evet sen de hainsin... Vatanın haini olman gerekmiyor, insani duygulara ihanet etmen yeterli.

Bak; kendi kültürümüzü, Itrî’yi, Veysel’i, Dede Efendi’yi Erkin’i ve tüm evrenselliği savunup, iğrenç ticari müzikleri hâlâ sana zararlı bulduğumu tüm samimiyetimle tekrarlıyorsam ve sen yine de kaldığın yerde sayıklıyorsan: ilerlemek, keşfetmek, öğrenmek, ölüm kültüründen ayrılmak istemiyorsan, e o zaman, Nâzım Hikmet haklıymış... “Suçun tamamı değilse de çoğu sende” derken...

Türkiye’nin ekonomisi iki kat büyümüş olabilir, 10 kat daha da büyüyebilir, dünyanın en zengin ülkesi de olabilirsin. Ama şunu unutma ki senin, sana ait gerçek bir kültürün olmazsa, gerçek sanatın, sanatçıların olmazsa sen asla büyük bir memleket yaratamazsın... Gülünç ve vahim bir halde postmodern yalakalıklara sanat der durursun... Ve bunu kimse yutmaz... Uzlaşabiliriz... Uzlaşabiliriz ama sen de artık bir adım at ki uzlaşalım. Bin tane köşe yazarı, 10 bin tane “anti- Fazıl Say” köşe yazısı yazsa ne olacak? Mezopotamya Senfonisi değersiz bir eser mi olacak? Ne olacak? Lütfen bir adım at, uzlaşabil benimle... Ben sana elimi hep uzattım. Hiçbir zaman görmedin... Görmek istemedin...

Her gün filanca bakanından filanca belediye başkanına, filanca köşe yazısından filanca televizyon tartışmasına müthiş bir baskı altındayım... insanca değil bu. Güçsüz biri intihar ederdi...

Bir kişiye karşı milyon kişi... Sebep? Düşmanın değilim. Dostunum... Artık gör istiyorum...

2- Arabesk
Müzik tartışabiliriz, en sert şekilde de tartışabiliriz ama bu ölüm döşeğindeki Müslüm Gürses’e acil şifa ve hayatta kalması dileklerimi yollamama engel değildir. Kavga da insanidir, dayanışma da insanidir. ölümden yana değiliz... Yaşamaktan yanayız... Müslüm Baba’ya bu yüzden sahip çıkarım, derinliğimle ve samimiyetimle... Evet, ben arabesk müziğine sert eleştirilerde bulundum. Sizler ise hep “bana” sert çıkıştınız... Hanginiz, etik olarak “arabesk müziği şuşu- şu yüzden iyidir, önemlidir” yazdınız? Hanginiz kültür olarak arabeski savundunuz? Sadece ben deyince bana çıkıştınız. Tartışmadınız. Hep beni karaladınız... Süje yoktu. Süje Fazıl Say’ı ezmek idi... Alt tabaka? “Alt tabaka” bence tek haneli bir şey değildir... iyi bir alt tabaka da vardır... Dejenere bir alt tabaka da vardır... Bin türlü alt tabaka vardır.

Ama bir birey hayatta durduğu yerde kalmışsa, ilerlemiyorsa, istemiyorsa, gelişmiyorsa, değişmiyorsa, kusura bakmayın ama bütün bunlar bireyin kendisinin elinde olan şeyler, bırakın hatırlatalım, bırakın canı acısın bazen, bırakın zorunlu kalsın...

Bana ne saldırıyorsunuz? Ona saldırın asıl... “Sana ne bundan” da diyebilirsiniz. Demeyedebilirsiniz... “Kaderci” değilim. çünkü bu dünyada kaderci olarak var olunmuyor. Bu evrenin bambaşka bir hikâyesi var.

Bak; parmakların uyuşmuşsa, kolun ağrıyorsa, dört gündür uykusuzsan, yine de çıkıp çalmak zorunda olduğun konser vardır, Viyana Senfoni ile. Yine de dünyanın en iyilerinden biri olmak zorundasındır... Hayat sanki kolay... Sanki yazılı. Sanki her şey kader... Hayır değil!

Dostlar: Notaların ruhunu unutmayın. Seslerin ulaştığı yükseklikleri... Bir nota sandığınızdan çok daha derindir. çok daha uzun bir yol gider. O derin ruhu takip edin. Ona verilen emeğe sahip çıkın. Her gürültüye “müzik” demememizin bir sebebi var. Müzik inançtır dostlar...

Bakın;

Benim için inançsız diyorlar... Bu yanlış. Ben inançlı bir insanım hem de çok... Seslere olan inancım. Seslerin anlattığı hikâyelere... Günde 30-40 tane “çocuğumuz müziğe çok yetenekli, ne yapalım” tarzı email alıyorum. Buraya dikkat; “müzikte yetenek.” Evet, müzik çünkü bu açıklanamaz soyut ögeyi beraberinde gerektiriyor; Yetenek! Yetenek çünkü evrensel olan... Ve “evrensel olamayan” bir konumda benimle tartışma yapmaya devam ediyorsunuz... işte bu yüzden tıkanıyoruz. işte bu yüzden en sert turnusollerim bile cevapsız kalıyor. Bir oyun gibi... Benim için bir oyun gibi...

21. yüzyıldayız. Benimle konuşabilirsiniz. Uzlaşım var; konuşabilirsiniz. Yani diyeceğim odur ki, bu iğrenç ve geri bulduğum müzik türü ile ilgili “vatan haini” gibi yanlış bir cümle ağzımdan çıkmış olabilir ve ben bu yanlışımı düzeltmiş olabilirim, siz peki neyi düzelttiniz? Arabesk neyi düzeltti?

3- Mezopotamya
Kürt sorunu ya da PKK sorunu ya da terör hakkında hiçbir zaman hiçbir açıklamada bulunmadım. çünkü benim için, Kürt sorunu çözülse de, asıl sorun bitmiyor. “ölüm kültürü” asıl sorun.

Savaşlar, terör, o da yoksa ilkel töre cinayetleri... Bitmiyor... Soruyoruz kendimize; Ortadoğu’ya barış ne zaman gelecek? Uzaydan baktığımızda ne zaman “iyi bir Ortadoğu” göreceğiz? Ne zaman?

Bu soru bağlamında Mezopotamya Senfonisi’ni şekillendirdim. Dicle ve Fırat akar, akar. Güneş (inanç) Ay (Korku) ve ölüm kültürü; “savaşlar”... 55 dakika boyunca müzik, en iyi bildiğimiz ortak dilimiz müzik ile 10. ve son bölümün sonunda, eserdeki melek bile (Theremin enstrümanı) Mezopotamya’yı koruyamamışlığının hüznüne dalar... Henüz. Henüz koruyamadı. Her şey bitmiş değil... Benim görüşüm budur... Bana türlü siyasi etiketler yapıştırmış olanlar da, keşke Mezopotamya Senfonisi’ni dinlese ve de yazdıklarını hatırlasa diye düşünürüm.

4- Nâzım’a sansür
Taraf gazetesinden bana en çok kurşun sıkılan konulardan biridir. Evet. Nâzım Oratoryosu’nda otosansür uygulandı birkaç konser için. Dikkat; Sansür değil! Otosansür. Ama artık uygulanmıyor.

Bu eserin notasında “Hapisten çıktıktan sonra” şiirinin tüm teksti aynen olduğu gibidir. Altında da müziği vardır. (Schott music verlag / Say / Nazım / 2001)

Bazı yıllar bize, 8000-10.000 kişi önünde bu lafları edemezsiniz dendi, içeriden ve dışarıdan, biz de o 4-5 saniyeyi kaldırdık. Durum bu... Sansür uygulayıcısı Fazıl Say mı oluyor bu durumda? Bilemedim... Ama şunu biliyorum; Nâzım Hikmet, yaşasaydı en çok Nâzım Oratoryosu ile gurur duyardı. çünkü en gerçek Nâzım, bu oratoryodaki haliyle Nâzım’dır.

Bir de eklemek isterim, Orhan Pamuk için 2005 yılındaki aydınlar bildirgesini ilk imzalayan bendim. Ermeni meselesi açıklamasından sonra, başı iyice dertteyken. Yani, insaf; kendi eserimdeki “hapisten çıktıktan sonra” bölümünde cümle sansürleyip, aynı anda Pamuk’a bu konuda destek vermem sizce mantıksız değil mi? Değildi... Yine karalanan ben oldum.

Ama pek de ciddiye alınmamıştı bu durum. çünkü Nâzım Oratoryosu bin yaşına gelecek daha...

Son olarak
Evet, büyük bir egom var. Maalesef. Büyük bir ego olmadan Nâzım Oratoryosu da, Mezopotamya Senfonisi de, istanbul Senfonisi de, Universe Senfonisi de bestelenmiyor. Büyük bir ego olmadan yılda 110 konser verilmiyor. Ego için bağışlayın. Herkes kendi olsa keşke...

---------------alıntı---------------
şutmesafesişutpozisyonu
türkiye'nin en aydın en iyi müzisyenlerinden biridir. İleri demokratik !!!!! ülkemizde padişah efendiden aldığı emirleri uygulayan kişiler tarafından mahkum edilmiştir. ama halkın vicdanında asıl mahkum olanlar türkiye'de tüm özgürlükleri sıfıra indiren bu hükümettir.
avcarlıçürük
şiir okuduğu için hapis yatan ve yıllardır bu konudaki mağduriyetinin ekmeğini yiyen bir başbakanın döneminde, bir şiiri twitter'da retweet ettiği için hapis cezasına çarptırılan müzisyen. keşke "böylelerinin çıkışı olmasaydı" da, 11 yıldır ülkenin anası ağlamasaydı. fazıl say'ın başına bu saçmalıklar da gelmezdi hem o zaman.
2 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol