2-3 hafta kadar önce eski eşinin sosyal medya hesabından duyurduğu kendisine şiddet uyguladığı yönündeki iddialarının gündemi meşgul etmesi üzerine hukuki süreç sonunda aklanana kadar trt spor'da yorumculuk yaptığı programlara ara verdiğini açıklamıştır.
cem dizdar
trtspor'da bu aralar çıkmıyor. acaba işine mi son verildi diye düşündüren beşiktaşlı.
trtspor'da ne zaman programa çıksa Twitter'da gündem oluyor. ayık kafa ile dinlenilecek adam değil. muhabbetin sonunda adamı kavgaya götürebilme potansiyeli var gibi.
Dün akşam 3-3 biten fenerbahçe kayserispor maçından sonra, neto'nun rezil oyununu "pepe de yapıyor aynı hataları, tosic var her maç göze batan beşiktaş'ta da" gibi saçma sapan, gerçeklikten uzak şekilde pepe, tosic ve beşiktaş ile aklamaya çalışmıştır... "Onuncu hafta şampiyon olunmuyor, sonuncu hafta şampiyon olunuyor" diye de ne teknik adamıyla ne oyunuyla zerre umut vermeyen, kendi taraftarının dahi inanmadığı, onuncu hafta tribünleri boşalttığı fenerbahçe camiasını da kenetlemeye çalışmıştır... Şöyle ol işte, açık ol, tarafını belli et de biz de seni beşiktaşlı bilip her dediğine sinirlenmeyelim, seni takip etmeyelim çakma entel... Şampiyonlar liginde üçte üç devam eden, hayvani bir avrupa eforu harcayan, monaco porto leipzig demeden gömçürten, aynı anda ligi devam ettiren, sadece anasının liginde oynayan liderle arasında altı üstü 5 puan olan takımla vardarzedeleri östersundszedeleri kıyaslama sen yine de cemcim... Sadece fb gs yorumla lütfen, siktir et beşiktaş'ı, beşiktaş seni aşıyor artık belli ki... İnsanlar kolpa entel olduğunu anlıyor artık, hiç bulaşma
son dönemin fikret orman muhalifi. her yorumu, her görüşü muhalefet etmek üzerine. iticiliği tartışılmaz boyutta
Beşiktaşlı olmasına rağmen, sürekli sinirliymiş gibi konuşmasından dolayı dinlemeyi pek sevmediğim yorumcu, köşe yazarı.
çok konuşup, hiç bir şey anlatamayan. eski çağda kalmış, sevimsiz bir adam. yıllar önce dinlemeyi bıraktım. emin şimdi açsam yine aynı goy goyu yapıyordur. endüstriyel futbola karşı dik duralım vb. farklı olamak için sürekli sıçan bir adam. kendisinden hiç hoşlanmam.
geçmiş zaman yeni açık tribünde kapalı tarafında açtığımız "kartal penchesi" pankartını polisin "siyasi" diyerek almak istemesi üzerine yeni açık ile kapalının birleştiği yere gelerek pankartı kapalıya alan ve polise vermeyen beşiktaşlı. sağolsun iyi ki var
dinlemekten zevk almadığım iyi bir beşiktaşlı olan yorumcu.
yorumlarından dolayı değil, ses tonu falan çok itici geliyor.
sanki grev sözcüsü gibi. [ybkz]swh[/ybkz]
yorumlarından dolayı değil, ses tonu falan çok itici geliyor.
sanki grev sözcüsü gibi. [ybkz]swh[/ybkz]
cenk tosun caner erkin kavgası ile alakalı çok güzel konuşmuştur. caner'e açık açık ''yardım alması gerekiyor.'' diyerek psikolojik sorunları olduğunu ima etti. kesinlikle katılıyorum.
--alıntı--
Fatih Terim'e verdiğiniz parayla tüm stadyumlara Beşiktaş'ın stadında olduğu gibi hibrit çim yapsaydınız.
--alıntı--
lafı gediğine koymuştur.https://twitter.com/KartalSozluk/status/784388831223148545
Fatih Terim'e verdiğiniz parayla tüm stadyumlara Beşiktaş'ın stadında olduğu gibi hibrit çim yapsaydınız.
--alıntı--
lafı gediğine koymuştur.https://twitter.com/KartalSozluk/status/784388831223148545
spoiler--
Ve bir kez daha moral motivasyona bağlı ‘maç etmek’ ile akıl ve bilgiyle ‘futbol oynamak’ arasındaki fark ortaya çıktı.
spoiler--
19 mart 2015 beşiktaş club brugge maçı'ndan sonra yazdığı yazıyla aklın önemine vurgu yaparak takdirimi bir kez daha kazanmış abimiz.
Ve bir kez daha moral motivasyona bağlı ‘maç etmek’ ile akıl ve bilgiyle ‘futbol oynamak’ arasındaki fark ortaya çıktı.
spoiler--
19 mart 2015 beşiktaş club brugge maçı'ndan sonra yazdığı yazıyla aklın önemine vurgu yaparak takdirimi bir kez daha kazanmış abimiz.
alıntı--
Son bir not da Lig TV’deki hakem yorumuyla ilgili... Sinan Kaloğlu’nun golünde topun Serkan tarafından ‘içerden mi dışardan mı’ çevrildiği konusunda hakem kararı ve ‘Bay Piero’ yetmemiş olacak ki, 2-3 santimlik bir karar için Mustafa Denizli ile Tümer Metin tuhaf referanslar arıyordu! Denizli, Ersan’ın itirazının ‘yetersizliğini’, Tümer Metin ise Motta’nın hakem üzerine koşmayışını ‘topun içerden çevrildiği’ne delil gösteriyordu! ‘Anormalin normalleştiği ülke’de artık hiçbir şey tuhaf kaçmıyor değil mi? Yani, hakem kararı değerlendirilirken bundan böyle yavaşlatılmış çekimler dışında bir de ‘futbolcu itiraz şiddeti’ mi baz alınacak? Hakikaten tuhaf.
alıntı--
[ybkz]swh[/ybkz]
Son bir not da Lig TV’deki hakem yorumuyla ilgili... Sinan Kaloğlu’nun golünde topun Serkan tarafından ‘içerden mi dışardan mı’ çevrildiği konusunda hakem kararı ve ‘Bay Piero’ yetmemiş olacak ki, 2-3 santimlik bir karar için Mustafa Denizli ile Tümer Metin tuhaf referanslar arıyordu! Denizli, Ersan’ın itirazının ‘yetersizliğini’, Tümer Metin ise Motta’nın hakem üzerine koşmayışını ‘topun içerden çevrildiği’ne delil gösteriyordu! ‘Anormalin normalleştiği ülke’de artık hiçbir şey tuhaf kaçmıyor değil mi? Yani, hakem kararı değerlendirilirken bundan böyle yavaşlatılmış çekimler dışında bir de ‘futbolcu itiraz şiddeti’ mi baz alınacak? Hakikaten tuhaf.
alıntı--
[ybkz]swh[/ybkz]
https://twitter.com/KingcArsi/status/509269667752738816/photo/1
spoiler--
başbakan sormuş; neden milli takım dünya kupasında yok. e kardeşim, avrupa birliğinde neden yoksan, dünya kupasında da ondan yoksun
spoiler--
#358901
başbakan sormuş; neden milli takım dünya kupasında yok. e kardeşim, avrupa birliğinde neden yoksan, dünya kupasında da ondan yoksun
spoiler--
#358901
--alıntı--[ybkz]swh[/ybkz]
Beşiktaş’ın fazlasıyla dışsal nedenlerle ele geçirdiği ‘Şampiyonlar Ligi’ yolundaki en kritik maçıydı Karabük’te oynayacağı karşılaşma. Bütün maç son bölüme kadar ‘eşitlik denklemi’ içinde geçti. Çünkü iki takımda aynı düzende oynuyordu. 80. dakikaların sonuna kadar iki takım da sınırlı sayıda pozisyon bulduysa bunun nedeni ‘öncelikle rakibi oynatma’ temelli oyun kurgusuna dayalı oynamalarıydı.
Sonuçta “Beşiktaş, sezgisel olarak transfer ettiği iki oyuncuya karşı yenildi” dersek yanlış olmaz. Neden alınıp Karabük’e kiralandığı belli olmamayan Eneramo attı, neden alınıp o pozisyonda yerini kaybettiği belli olmayan Dany faktörüyle golü yedi. Sahi, kim yaptı bu transferleri?
Ancak dahası, baştan beri tekrarlayarak sorduğumuz soru; “Yedek kulübesi bu neden yetersiz Beşiktaş’ın?” Eğer ilk hedefiniz Şampiyonlar Ligi ise 60. dakikada oyunun ritmini, akışını değiştirecek ‘kenar oyuncuları’nızın daha fazlası olması gerekmez mi?
Tolunay Kafkas, “Beşiktaş’ta bir oyuncu var, oynatmamamız lazım. Onunla ilgili ufak bir tedbirimiz olacak” dediyse de tedbire gerek kalmadı, Oğuzhan erken sakatlandı. Bu da sürpriz değildi çünkü iki sezondur Beşiktaş’ta süreci bir türlü halledilemeyen ‘sakatlıklar’ belirliyordu. Böylece Kafkas’ın işi ‘tek ihtimale kaldı’ ve o ihtimal de gerçekleşti.
Slaven Bilic, kadro elverdiği oranda saha içi tüm düzenlemeleri yapmaya gayret ediyor. Ne var ki, sınırlı kadro maç oynanırken denkleme müdahale etmesini engelliyor. Bu da Beşiktaş’ın olanaklarını gösteriyor. Beşiktaş’ın yegane avantajı ‘bilgi’yi becerebildiği oranda ‘inanç’ın önüne koymaya gayret etmesi. Zaman var, bu durum geliştirilebilir. Çünkü, övülmesi gereken her zaman ‘bilgi’dir.
--alıntı--
Beşiktaş’ın fazlasıyla dışsal nedenlerle ele geçirdiği ‘Şampiyonlar Ligi’ yolundaki en kritik maçıydı Karabük’te oynayacağı karşılaşma. Bütün maç son bölüme kadar ‘eşitlik denklemi’ içinde geçti. Çünkü iki takımda aynı düzende oynuyordu. 80. dakikaların sonuna kadar iki takım da sınırlı sayıda pozisyon bulduysa bunun nedeni ‘öncelikle rakibi oynatma’ temelli oyun kurgusuna dayalı oynamalarıydı.
Sonuçta “Beşiktaş, sezgisel olarak transfer ettiği iki oyuncuya karşı yenildi” dersek yanlış olmaz. Neden alınıp Karabük’e kiralandığı belli olmamayan Eneramo attı, neden alınıp o pozisyonda yerini kaybettiği belli olmayan Dany faktörüyle golü yedi. Sahi, kim yaptı bu transferleri?
Ancak dahası, baştan beri tekrarlayarak sorduğumuz soru; “Yedek kulübesi bu neden yetersiz Beşiktaş’ın?” Eğer ilk hedefiniz Şampiyonlar Ligi ise 60. dakikada oyunun ritmini, akışını değiştirecek ‘kenar oyuncuları’nızın daha fazlası olması gerekmez mi?
Tolunay Kafkas, “Beşiktaş’ta bir oyuncu var, oynatmamamız lazım. Onunla ilgili ufak bir tedbirimiz olacak” dediyse de tedbire gerek kalmadı, Oğuzhan erken sakatlandı. Bu da sürpriz değildi çünkü iki sezondur Beşiktaş’ta süreci bir türlü halledilemeyen ‘sakatlıklar’ belirliyordu. Böylece Kafkas’ın işi ‘tek ihtimale kaldı’ ve o ihtimal de gerçekleşti.
Slaven Bilic, kadro elverdiği oranda saha içi tüm düzenlemeleri yapmaya gayret ediyor. Ne var ki, sınırlı kadro maç oynanırken denkleme müdahale etmesini engelliyor. Bu da Beşiktaş’ın olanaklarını gösteriyor. Beşiktaş’ın yegane avantajı ‘bilgi’yi becerebildiği oranda ‘inanç’ın önüne koymaya gayret etmesi. Zaman var, bu durum geliştirilebilir. Çünkü, övülmesi gereken her zaman ‘bilgi’dir.
--alıntı--
uyduruk yazılarından bir tanesini daha yazmıştır. vay efendim fikret orman, gezi olayları sonrasında çarşıyı kapalıdan kovuyormuş. yalan ve yalancı insan beyanı. fikret başkan daha baştan beri, sahanın iki yanındaki tribünlerin en değerli yerler olduğunu, bu nedenle buradaki koltukların yeni stadta daha pahalı olacağını, ancak isteyen herkesin burada olabileceğini, ancak öğrenci ve alım gücü daha az olan ve tribünlerde çoğunluk olan '' çarşı'' gurubu için açık tribünleri belki koltuksuz yapacaklarını ve uygun olacağını belirtmiştir. ama bu her şeyi farklı yorumlama çabasındaki söze büyük beşiktaşlı !!!! buradan da çarşı kovuluyor mesajı çıkarmış.
Not: yazısını link vermedim. okuyup zaman kaybetmeyin.
Not: yazısını link vermedim. okuyup zaman kaybetmeyin.
bazıları eksileyebilir ve farkılı düşünebilir ama palavra bir adamdır. farklı konuşma ve farklı olma çabası eğrelti durur ağzında ve hareketlerinde.ne televizyonda ne radyoda çekilir , yazıları ise zaten okunmaz.
temmuz ayı sayısı için; tempo 'ya çarşı'yı anlatan gazeteci abimiz. e senin ağzından bir kere duymadık gezi parkı, taksim laflarını? onu nasıl yapacağız?
3 mart 2013 beşiktaş fenerbahçe maçı nı yaşayarak; bizim gibi tarif eden spor adamı;
--spoiler--
Yıllardır kapalı tribünün aynı bölümüne giden biri olarak ‘birinci arama noktası’nda kimseciklerin olmamasına şaşırmış halde G kapısına yürüyorum. Durum ‘olağanüstü’. Uzun zamandır ilk kez kapı önü, peteğe polen yetiştirme telaşındaki arılar misali alt alta üst üste. Yaşıma hürmet mi yoksa bir parça ‘televizyon tanınırı’ olmanın faydası mı bilemiyorum, kapı önündeki gençler “Sen önden buyur abi” diyerek yana çekilince itiş kakış yaşamadan turnikeye ulaşıyorum. Ulaşınca anlıyorum ki, bana sağlanan kolaylık saygı ya da ‘tanınırlık’tan değil, kalabalığın ‘biletsiz’ oluşundan! Ne var ki maç başlamadan bir iki dakika sonra kapıdaki ‘biletsiz ama saygılı’ gençlerin çoğunun çevremde olduğunu fark edince, meziyet ve kararlılıklarına imrenmiyorum dersem yalan olur. Nasıl olmuşsa hepsi bir biçimde içeri girmeyi başarmış!
Biber gazı sıkıldı
Saat 19.00. Ama ne hakemler ne futbolcular! Ortalıkta kimse görünmüyor. Nedenini merak edip sorunca çevremdekiler durumu şöyle açıklıyor: “Polis dışarıdaki olayları bastırmak için ortalığı biber gazına boğdu. Soyunma odalarını da gaz basmıştır ondan olabilir. Biz bile burada gözümüzü açamadık bir süre.”
Tribün hınca hınç dolu, neredeyse bir koltuğa üç kişi tünemiş vaziyette bekliyoruz başlama vuruşunu. Çoğunluk ellerindeki ‘akıllı telefon’larla yaşadıklarını ölümsüzleştirme telaşında. Belki bir daha hiç bakmayacakları fotoğraflar çektirip ‘anı’ topluyorlar kendi kavillerince.
Maç başlıyor... Küfür kıyamet... Kimi Fenerbahçeli oyuncuların faullerine, kimi pas yapamayan Beşiktaşlı futbolculara, kimi hakeme... Yani ‘Erşan Kuneri’ misali aşçı bahçıvana, bahçıvan şoföre, şoför uşağa sonra hepsi uşağa durumu... Tam önümüzde bir iki ofsayt pozisyonu oluyor Beşiktaş aleyhine. Hepimiz görüyoruz aslında; ofsayt.. Ama çoğunluk “Değildi” diyerek başta önümüzdeki yan hakem olmak üzere duyulmamış küfürler ediyor sağa sola. Tam çaprazımızda demirlere tutunmuş vaziyetteki kızıl saçlı kadın hepimizin ilgisini çekecek desibelde çığlıklar atıyor zaman zaman.. En önde her maçta soyunan bu maçta da başta üstü çıplak olan ‘ciğerci’, bu kez üşüyor giyiniyor ilerleyen dakikalarda.
Zeki Demirkubuz’un yorumu!
Üç yaşlı abi var bir kaç sıra önümüzde. Uzun yıllardır tribüne gelmediklerinden midir nedir, içinde bulundukları ortama hayli yabancı duruyorlar. Devre arasında Dirk Kuyt’ın kendi kalesine attığının belli olduğu golün ardından yaşanan sevinç abileri hayli ürkütüyor. Havada küfür kaplama ‘analizler’ uçuşurken abiler sakin, edeplice izliyorlar maçı...
Yıllardır tribündaşım olan Zeki Demirkubuz bir ara maçtan kopuyor ve şuna benzer son derece zihin açıcı bir tahlile dalıyor: “Abi bu Egemen geçen sene bizde, bir sene önce Trabzon’da, daha önce Bursa’da... Bu nasıl bir oyun? Geçen sene buranın kahramanıydı şimdi hain muamelesi görüyor neredeyse! Hiçbir şey kalıcı olmayınca, derinlik de mümkün olmuyor. Oyunun tadı tuzu iyiden iyiye kaçtı...” Zeki anlatana kadar işin bu yanını düşünmemişim. Haklı... Bu oyun bir sevgi öznesini, çok kısa sürede bir nefret nesnesine dönüştürüyorsa demek ki ağır biçimde sakatlanmış durumda.
Maç 2-2’ye geliyor. Ve tribündekiler geri kalan zamanı elleri yüreklerinde izlemeye geçiyor. Hele ki uzatmadaki üst üste gelen kornerlerde... “Ha yedik ha yiyeceğiz” duygusuyla gerilen bünyelerden yükselen elektrik havada asılı duruyor... Veee... En son Olcay’ı görüyoruz Fenerbahçe ceza sahası içinde... Olanlar oluyor..
Sevinçten küfürler edildi
Havadaki elektrik patlamaya dönüşüyor. Görüntüdeki sesleri silin, geriye toplu bir ‘çıldırma ayini’ kalır herhalde. Herkes vücudunun yapamayacağı bir hareketi gerçekleştirmeye çalışıyor. Biri nedense koluma yapışıp beni devirmeye uğraşıyor! Bir başkası diğerinin yanağını ısırmaya çalışıyor. İki kişi üzerimden aşıp ayaklarımın dibine yığılıyor. Gözüm o üç abiye takılıyor bir ara. Korku içindeler. Fiziksel olarak o enerjiye ayak uydurmaları mümkün değil, oradan kaçmaları ise hiç mümkün değil. Çaresizler... Hakemin bitiş düdüğü duyulmuyor ama maçın bittiği belli oluyor. Yaşlı abiler kazasız belasız kurtuluyor. Bu sefer küfürler sevinçten ediliyor. İnsan şaşırıyor, mutluluk neden daha nezih ifadelerle çoğaltılamıyor diye... Öte yandan “Bu kadar insanı böylesine mutlulukla kucaklaştıran kaç duygu var acaba” diye de düşünüyor tabii...Dışarı çıkıyoruz. Ağızlar kulaklarda. Ancak ilerlemek mümkün değil kapalının önündeki yol araçtan, köfteci el arabasından geçilmiyor. Az ileride iki kocaman TOMA -bir tür polis aracı- kenara park etmiş. Yürümek mümkün değil. Küçük bir otomobil içindeki kadın sürücü aracın içine kaybolmak istercesine siniyor. Otomobili yumruklayan, tokatlayan, camını öpen.. Her geçen tuhaf bir hareketle korku içindeki kadının korkusuna korku katıyor. Gece bitiyor. Bir Fenerbahçeli, bir Galatasaraylı dört Beşiktaşlı arkadaş geceye Beyoğlu Ocakbaşı’nda bir süre daha maç yorumlarıyla devam ediyoruz. Sonra biz de sıkılıp, “Karaburun ne güzel yerdir be abi” muhabbetine dönüyoruz...
--spoiler--
--spoiler--
Yıllardır kapalı tribünün aynı bölümüne giden biri olarak ‘birinci arama noktası’nda kimseciklerin olmamasına şaşırmış halde G kapısına yürüyorum. Durum ‘olağanüstü’. Uzun zamandır ilk kez kapı önü, peteğe polen yetiştirme telaşındaki arılar misali alt alta üst üste. Yaşıma hürmet mi yoksa bir parça ‘televizyon tanınırı’ olmanın faydası mı bilemiyorum, kapı önündeki gençler “Sen önden buyur abi” diyerek yana çekilince itiş kakış yaşamadan turnikeye ulaşıyorum. Ulaşınca anlıyorum ki, bana sağlanan kolaylık saygı ya da ‘tanınırlık’tan değil, kalabalığın ‘biletsiz’ oluşundan! Ne var ki maç başlamadan bir iki dakika sonra kapıdaki ‘biletsiz ama saygılı’ gençlerin çoğunun çevremde olduğunu fark edince, meziyet ve kararlılıklarına imrenmiyorum dersem yalan olur. Nasıl olmuşsa hepsi bir biçimde içeri girmeyi başarmış!
Biber gazı sıkıldı
Saat 19.00. Ama ne hakemler ne futbolcular! Ortalıkta kimse görünmüyor. Nedenini merak edip sorunca çevremdekiler durumu şöyle açıklıyor: “Polis dışarıdaki olayları bastırmak için ortalığı biber gazına boğdu. Soyunma odalarını da gaz basmıştır ondan olabilir. Biz bile burada gözümüzü açamadık bir süre.”
Tribün hınca hınç dolu, neredeyse bir koltuğa üç kişi tünemiş vaziyette bekliyoruz başlama vuruşunu. Çoğunluk ellerindeki ‘akıllı telefon’larla yaşadıklarını ölümsüzleştirme telaşında. Belki bir daha hiç bakmayacakları fotoğraflar çektirip ‘anı’ topluyorlar kendi kavillerince.
Maç başlıyor... Küfür kıyamet... Kimi Fenerbahçeli oyuncuların faullerine, kimi pas yapamayan Beşiktaşlı futbolculara, kimi hakeme... Yani ‘Erşan Kuneri’ misali aşçı bahçıvana, bahçıvan şoföre, şoför uşağa sonra hepsi uşağa durumu... Tam önümüzde bir iki ofsayt pozisyonu oluyor Beşiktaş aleyhine. Hepimiz görüyoruz aslında; ofsayt.. Ama çoğunluk “Değildi” diyerek başta önümüzdeki yan hakem olmak üzere duyulmamış küfürler ediyor sağa sola. Tam çaprazımızda demirlere tutunmuş vaziyetteki kızıl saçlı kadın hepimizin ilgisini çekecek desibelde çığlıklar atıyor zaman zaman.. En önde her maçta soyunan bu maçta da başta üstü çıplak olan ‘ciğerci’, bu kez üşüyor giyiniyor ilerleyen dakikalarda.
Zeki Demirkubuz’un yorumu!
Üç yaşlı abi var bir kaç sıra önümüzde. Uzun yıllardır tribüne gelmediklerinden midir nedir, içinde bulundukları ortama hayli yabancı duruyorlar. Devre arasında Dirk Kuyt’ın kendi kalesine attığının belli olduğu golün ardından yaşanan sevinç abileri hayli ürkütüyor. Havada küfür kaplama ‘analizler’ uçuşurken abiler sakin, edeplice izliyorlar maçı...
Yıllardır tribündaşım olan Zeki Demirkubuz bir ara maçtan kopuyor ve şuna benzer son derece zihin açıcı bir tahlile dalıyor: “Abi bu Egemen geçen sene bizde, bir sene önce Trabzon’da, daha önce Bursa’da... Bu nasıl bir oyun? Geçen sene buranın kahramanıydı şimdi hain muamelesi görüyor neredeyse! Hiçbir şey kalıcı olmayınca, derinlik de mümkün olmuyor. Oyunun tadı tuzu iyiden iyiye kaçtı...” Zeki anlatana kadar işin bu yanını düşünmemişim. Haklı... Bu oyun bir sevgi öznesini, çok kısa sürede bir nefret nesnesine dönüştürüyorsa demek ki ağır biçimde sakatlanmış durumda.
Maç 2-2’ye geliyor. Ve tribündekiler geri kalan zamanı elleri yüreklerinde izlemeye geçiyor. Hele ki uzatmadaki üst üste gelen kornerlerde... “Ha yedik ha yiyeceğiz” duygusuyla gerilen bünyelerden yükselen elektrik havada asılı duruyor... Veee... En son Olcay’ı görüyoruz Fenerbahçe ceza sahası içinde... Olanlar oluyor..
Sevinçten küfürler edildi
Havadaki elektrik patlamaya dönüşüyor. Görüntüdeki sesleri silin, geriye toplu bir ‘çıldırma ayini’ kalır herhalde. Herkes vücudunun yapamayacağı bir hareketi gerçekleştirmeye çalışıyor. Biri nedense koluma yapışıp beni devirmeye uğraşıyor! Bir başkası diğerinin yanağını ısırmaya çalışıyor. İki kişi üzerimden aşıp ayaklarımın dibine yığılıyor. Gözüm o üç abiye takılıyor bir ara. Korku içindeler. Fiziksel olarak o enerjiye ayak uydurmaları mümkün değil, oradan kaçmaları ise hiç mümkün değil. Çaresizler... Hakemin bitiş düdüğü duyulmuyor ama maçın bittiği belli oluyor. Yaşlı abiler kazasız belasız kurtuluyor. Bu sefer küfürler sevinçten ediliyor. İnsan şaşırıyor, mutluluk neden daha nezih ifadelerle çoğaltılamıyor diye... Öte yandan “Bu kadar insanı böylesine mutlulukla kucaklaştıran kaç duygu var acaba” diye de düşünüyor tabii...Dışarı çıkıyoruz. Ağızlar kulaklarda. Ancak ilerlemek mümkün değil kapalının önündeki yol araçtan, köfteci el arabasından geçilmiyor. Az ileride iki kocaman TOMA -bir tür polis aracı- kenara park etmiş. Yürümek mümkün değil. Küçük bir otomobil içindeki kadın sürücü aracın içine kaybolmak istercesine siniyor. Otomobili yumruklayan, tokatlayan, camını öpen.. Her geçen tuhaf bir hareketle korku içindeki kadının korkusuna korku katıyor. Gece bitiyor. Bir Fenerbahçeli, bir Galatasaraylı dört Beşiktaşlı arkadaş geceye Beyoğlu Ocakbaşı’nda bir süre daha maç yorumlarıyla devam ediyoruz. Sonra biz de sıkılıp, “Karaburun ne güzel yerdir be abi” muhabbetine dönüyoruz...
--spoiler--
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?