3 mart 2013 beşiktaş fenerbahçe maçı nı yaşayarak; bizim gibi tarif eden spor adamı;
--spoiler--
Yıllardır kapalı tribünün aynı bölümüne giden biri olarak ‘birinci arama noktası’nda kimseciklerin olmamasına şaşırmış halde G kapısına yürüyorum. Durum ‘olağanüstü’. Uzun zamandır ilk kez kapı önü, peteğe polen yetiştirme telaşındaki arılar misali alt alta üst üste. Yaşıma hürmet mi yoksa bir parça ‘televizyon tanınırı’ olmanın faydası mı bilemiyorum, kapı önündeki gençler “Sen önden buyur abi” diyerek yana çekilince itiş kakış yaşamadan turnikeye ulaşıyorum. Ulaşınca anlıyorum ki, bana sağlanan kolaylık saygı ya da ‘tanınırlık’tan değil, kalabalığın ‘biletsiz’ oluşundan! Ne var ki maç başlamadan bir iki dakika sonra kapıdaki ‘biletsiz ama saygılı’ gençlerin çoğunun çevremde olduğunu fark edince, meziyet ve kararlılıklarına imrenmiyorum dersem yalan olur. Nasıl olmuşsa hepsi bir biçimde içeri girmeyi başarmış!
Biber gazı sıkıldı
Saat 19.00. Ama ne hakemler ne futbolcular! Ortalıkta kimse görünmüyor. Nedenini merak edip sorunca çevremdekiler durumu şöyle açıklıyor: “Polis dışarıdaki olayları bastırmak için ortalığı biber gazına boğdu. Soyunma odalarını da gaz basmıştır ondan olabilir. Biz bile burada gözümüzü açamadık bir süre.”
Tribün hınca hınç dolu, neredeyse bir koltuğa üç kişi tünemiş vaziyette bekliyoruz başlama vuruşunu. Çoğunluk ellerindeki ‘akıllı telefon’larla yaşadıklarını ölümsüzleştirme telaşında. Belki bir daha hiç bakmayacakları fotoğraflar çektirip ‘anı’ topluyorlar kendi kavillerince.
Maç başlıyor... Küfür kıyamet... Kimi Fenerbahçeli oyuncuların faullerine, kimi pas yapamayan Beşiktaşlı futbolculara, kimi hakeme... Yani ‘Erşan Kuneri’ misali aşçı bahçıvana, bahçıvan şoföre, şoför uşağa sonra hepsi uşağa durumu... Tam önümüzde bir iki ofsayt pozisyonu oluyor Beşiktaş aleyhine. Hepimiz görüyoruz aslında; ofsayt.. Ama çoğunluk “Değildi” diyerek başta önümüzdeki yan hakem olmak üzere duyulmamış küfürler ediyor sağa sola. Tam çaprazımızda demirlere tutunmuş vaziyetteki kızıl saçlı kadın hepimizin ilgisini çekecek desibelde çığlıklar atıyor zaman zaman.. En önde her maçta soyunan bu maçta da başta üstü çıplak olan ‘ciğerci’, bu kez üşüyor giyiniyor ilerleyen dakikalarda.
Zeki Demirkubuz’un yorumu!
Üç yaşlı abi var bir kaç sıra önümüzde. Uzun yıllardır tribüne gelmediklerinden midir nedir, içinde bulundukları ortama hayli yabancı duruyorlar. Devre arasında Dirk Kuyt’ın kendi kalesine attığının belli olduğu golün ardından yaşanan sevinç abileri hayli ürkütüyor. Havada küfür kaplama ‘analizler’ uçuşurken abiler sakin, edeplice izliyorlar maçı...
Yıllardır tribündaşım olan Zeki Demirkubuz bir ara maçtan kopuyor ve şuna benzer son derece zihin açıcı bir tahlile dalıyor: “Abi bu Egemen geçen sene bizde, bir sene önce Trabzon’da, daha önce Bursa’da... Bu nasıl bir oyun? Geçen sene buranın kahramanıydı şimdi hain muamelesi görüyor neredeyse! Hiçbir şey kalıcı olmayınca, derinlik de mümkün olmuyor. Oyunun tadı tuzu iyiden iyiye kaçtı...” Zeki anlatana kadar işin bu yanını düşünmemişim. Haklı... Bu oyun bir sevgi öznesini, çok kısa sürede bir nefret nesnesine dönüştürüyorsa demek ki ağır biçimde sakatlanmış durumda.
Maç 2-2’ye geliyor. Ve tribündekiler geri kalan zamanı elleri yüreklerinde izlemeye geçiyor. Hele ki uzatmadaki üst üste gelen kornerlerde... “Ha yedik ha yiyeceğiz” duygusuyla gerilen bünyelerden yükselen elektrik havada asılı duruyor... Veee... En son Olcay’ı görüyoruz Fenerbahçe ceza sahası içinde... Olanlar oluyor..
Sevinçten küfürler edildi
Havadaki elektrik patlamaya dönüşüyor. Görüntüdeki sesleri silin, geriye toplu bir ‘çıldırma ayini’ kalır herhalde. Herkes vücudunun yapamayacağı bir hareketi gerçekleştirmeye çalışıyor. Biri nedense koluma yapışıp beni devirmeye uğraşıyor! Bir başkası diğerinin yanağını ısırmaya çalışıyor. İki kişi üzerimden aşıp ayaklarımın dibine yığılıyor. Gözüm o üç abiye takılıyor bir ara. Korku içindeler. Fiziksel olarak o enerjiye ayak uydurmaları mümkün değil, oradan kaçmaları ise hiç mümkün değil. Çaresizler... Hakemin bitiş düdüğü duyulmuyor ama maçın bittiği belli oluyor. Yaşlı abiler kazasız belasız kurtuluyor. Bu sefer küfürler sevinçten ediliyor. İnsan şaşırıyor, mutluluk neden daha nezih ifadelerle çoğaltılamıyor diye... Öte yandan “Bu kadar insanı böylesine mutlulukla kucaklaştıran kaç duygu var acaba” diye de düşünüyor tabii...Dışarı çıkıyoruz. Ağızlar kulaklarda. Ancak ilerlemek mümkün değil kapalının önündeki yol araçtan, köfteci el arabasından geçilmiyor. Az ileride iki kocaman TOMA -bir tür polis aracı- kenara park etmiş. Yürümek mümkün değil. Küçük bir otomobil içindeki kadın sürücü aracın içine kaybolmak istercesine siniyor. Otomobili yumruklayan, tokatlayan, camını öpen.. Her geçen tuhaf bir hareketle korku içindeki kadının korkusuna korku katıyor. Gece bitiyor. Bir Fenerbahçeli, bir Galatasaraylı dört Beşiktaşlı arkadaş geceye Beyoğlu Ocakbaşı’nda bir süre daha maç yorumlarıyla devam ediyoruz. Sonra biz de sıkılıp, “Karaburun ne güzel yerdir be abi” muhabbetine dönüyoruz...
--spoiler--
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?