confessions

saniyede yirmidört kare

5. nesil Yazar - - Yazar -

  1. toplam entry 1454
  2. takipçi 0
  3. puan 32647

gündem takip etmeyi reddetmek

saniyede yirmidört kare
tam 3 gündür zevkle yaptığım şey.

ilk gün biraz zordu, aklım hâlâ birkaç ülkenin bize verdiği ayarda ve hsyk seçimlerindeydi. acaba cem garipoğlu gerçekten ölmüş müydü? kobane düşmüş müydü? ilk akşam anneme 'ben artık haber izlemiycem, ben odaya geldiğimde eğer haber varsa kanalı değiştir' dedim. öyle de yaptı. o gün bilgisayar başında olduğum sürece kedi ve bebek videosu izledim. izlediğim videoları 'çok komik yaaa' diye çılgıncasına paylaştım. dışarı çıkıp arkadaşlarımla vakit geçirdim. onlar da gündemden komple uzak olduğu için rahattım. arkadaşımın köpeğini dolaştırmak için hayvan parkına gittik. köpek sevgisiyle doldum ve çeşitli 'oğlum koş getir'li sporsal aktivitelere girdim.

ikinci gün, hiç sözlüklere, haber sitelerine ve twitter'a girmedim. girdiysem de başlıklara tıklamadım-bakmadım. kartal sözlüğün gündemeleden uzak kalması acayip işime geldi. birkaç eleştiri görmüştüm, ülkedeki önemli olaylar kartal sözlükte tartışılmıyor diye. aferin lan bize, ne güzel yapıyormuşuz da haberimiz yokmuş. bu şekilde devam edelim, hepinizi çok seviyorum. ikinci günün akşamında fox tv dizisi izledim. film izledim. erkenden uyudum. erken uyumak güzel bir şeymiş.

üçüncü gün, erken kalktım. hep yaptığım gibi kahvaltı ederken haber sitelerini okumak yerine, çizgi film izledim. jetgilleri hâlâ çok seviyormuşum. hava yağmurluydu, dışarıdaki işlerimi erteleyip evde dizi izledim. oyun oynadım. sevgilimle geyik yaptım. epeydir geyik bile yapmıyormuşum. uzun süredir aramayı ertelediğim bikaç arkadaşı arayıp halini hatrını sordum. akşam oturup o ses türkiye'yi izleyip, çay içtim. gündeme dair sadece annemin yanımda otururken facebookta görüp söylediği ''cem garipoğlu'nun cesedine dna testi yapacaklarmış'''ı öğrendim. sonra anneme, benimle bunları da paylaşmamasını söyledim.

bu kadar kısa sürede hissedilen değişimler;

-uyudum.
-neşelendim.
-ülkenin pek çok kısmı gibi televizyonda kafamız oyalansın diye yayınlanan her şeyi sorgulamadan izledim, uyuşturuldum.
-kendimi çoğu zaman aptal gibi hissettim. ama mutlu. aptal ve mutlu. (bence benim mutluluğum daha önemli.)
-yapmam gereken ama keyifsizlikten sürekli ertelediğim önemli işleri yaptım.

bu evreyi atlattıktan sonra zeki demirkubuz'un bi' tweetindeki 'acı duymayan' hale geçmek için sabırsızlanıyorum.

alıntı--

''bu ülkeye ve bu hayata dair hiçbir şeyin, hiçbir zaman benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor, artık bundan acı duymuyorum''

alıntı--
[ybkz]swh[/ybkz]

slaven bilic

saniyede yirmidört kare
yıllardır bütün takımların birbirine karşı gösterdiği kompleksli halleri darmaduman eden adam. başka takımların maçlarına da gidebilmek gibi olağan bir şeyi hiç görmediğimiz için mükemmel bir şey yapıyormuş gibi hissediyoruz. normali onun yaptığı aslında, bu anormal ötesi ligte bunu yapmak 'başarı'. böyle böyle güzel insanlardan güzel şeyler öğreneceğiz, buna deli gibi ihtiyacımız var.

http://www.futbolarena.com/fotogaleri/4/6571/slaven-bilic-farki.html

uzaktan kumandayı çağrı atarak aramak

saniyede yirmidört kare
artık yapılması mümkün olması gereken. belki birazdan anlatacağım yöntem vardır da, ben bilmiyorumdur. telefonla çağrı atmak değil de hani 90'larda falan çıkan telsiz telefonlarda, telsiz telefon kaybolduğunda bulabilmek için sabit duran kısmında bir düğme vardı ona basınca telsiz telefon ötmeye başlıyordu.

yapsana abicim televizyona öyle bi tuş, gidip basınca kumanda ötmeye başlasın. yok satar.

bütün gece bestelerle sabahı görmek

saniyede yirmidört kare
azıcık sarhoşsan kendiliğinden oluveren.

ya anlamıyorum arkadaş, mesela insanlar sarhoş olunca ağlar, eski yaralarını hatırlar, ya da aşırı eğlenir vb. ama ben sarhoş olunca direkt beşiktaş marşı söylemeye bağlıyorum. yanımda isyan devrim beşiktaş varsa, beraber 'sarhoş ve marşlıya' bağlıyoruz da, beşiktaşlı olmayan arkadaşlarım artık benimle içmek istemiyor.

+bak bak bi tane daha marş var şöyle: kartalaaa aşkımızzz deriiiindeeeeğğğnn!
- eve götürelim mi canım seni?
+siyaaaaaaaaah!

göz altı morluğu

saniyede yirmidört kare
ebeveynlerin, biricik yavrularının uyuşturucu batağına düştüğü sanrısına düşüren, evham nedeni şey. özellikle üniversiteyken, tatile yanlarına gittiğimde imâlı bakışlar, telefonlarımı dinlemeler, hiç sormadıkları halde ''neredeydin, ne yaptın?'' diye sormalar... hayır anlatamıyorsun ki, okul ağzıma sıçıyor günde 12 saat bilgisayar başında montaj yapınca yerleşiyor o morluklar...

christian bale

saniyede yirmidört kare
henüz 10'lu yaşlarında oynadığı spielberg'in harika filmlerinden biri olan empire of the sun'ı izledikten sonra neden hayranlık derecesinde bu adamı izlediğimi anladım. bu adam resmen oyunculuk için doğmuş, sanki bundan başka bir şey yapması mümkün değilmiş gibi. yani o fiziği, mimikleri, sesi, sinematografik yüzünü bir mühendis, bir kuru temizlemeci olarak hayal edemiyorum. şükürler olsun ki oyuncu olmuş. tek bir bedene/hayata değil, oynadığı karakterlerle bir sürü insan olarak girmiş hayatıma.

şu ana dek filmografisinden 15 tane filmini izlemişim. normalde filmleri ve karakterleri çabuk unuturum, algım bu adamı aşırı seçiyor olsa gerek o'nun oynadığı karakterleri unutmuyorum. ve izlediğim 15 filminde de beni hayal kırıklığına uğratan bir performansı yok, aksine kendisini kalitesiz bir yapım içinde görmedim şimdiye kadar, bundan sonra izleyeceklerimde görür müyüm bilemiyorum.

son iki günde, tekrar batman serisini izledim. performansına bir defa daha saygı duydum. resmen kafamdaki batman'i alıp yine bambaşka bir yere koydu. bu tip yüksek aksiyon bekleyen oyunculuklarda, bilhassa savaş filmlerinde adeta devleşiyor.

ay başına bir iş gelmesin bu adamın. yaşlanmasın da. klon mlon ne varsa çalışsınlar üzerinde!

sarhoşken yapılan aptallıklar

saniyede yirmidört kare
ayıldıktan sonra parça parça hatırladıklarınızı, hepsini hatırlamadığınız için şükrettiren olaylar silsilesi. olayı yaşayan kişiler daha sonra ayık biçimde birbirlerinin hatırladıklarıyla parçaları birleştirerek geceyi aydınlatır.

en fecisi alkol tükendikten sonra, sabaha karşı 4'te alkol bulabilmek ümidiyle 24 saat açık büfeye gitmek için taksi bulamayıp kamyona otostop çekerek 20 km gitmek (kamyon lan bildiğin!), gittiğin yerde açık büfe bulamayıp, yine taksi de bulamayıp yine otostopla (bu defa jeeple!) geri dönmek. giderken de dönerken de çeşit çeşit aksiyonlar sonucu, arabadan indiğinde sarhoşluğun ayılması. yanındaki arkadaşlarına bakarak 'son 1 saattir deliler gibi alkol arıyoruz, naapıyoruz biz?' diye hele şükür sorup gülme krizine girmek. neyseki çabuk ayılmışız.

resim derslerine hazırlıklı gelen öğrenci

saniyede yirmidört kare
resim kağıdı olmadan derse almayan hoca yüzünden, okula gelirken resim dosyasına bolca resim kağıdı koyar bu öğrenci. çünkü ebeveynleri sene başında tüm sene yetebilecek kadar resim kağıdı yığmıştır eve. dersten 5 dk önce resim kağıdı sınıfta kara borsaya düşer, 1'e satılıyorsa dışarıda, içeride 3'e satılır.

bize 3 katı fiyatına resim kağıdı satan o arkadaş şimdi ne yapıyor çok merak ediyorum. dilerim işletme okuyup işsiz kalmamıştır, bi' ceoluğu vardır kesin.

cem garipoğlu

saniyede yirmidört kare
münevver'in aile avukatının mutlaka cesedini doğrulaması gereken cani. öteki türlü, o kadar inanmıyoruz ki bu devletin hukukuna da, cezaevine de işleyişine de. ben ancak ve ancak münevver'in ailesine inanırım. o anne baba, devletten de kurumlarından da kat kat değerli ve güvenilir çünkü benim için.

ha gerçekten öldüyse ne olacak? üzüleceğim ama ilk defa bir insan öldüğü için değil, uzuuun ve dayanılmaz bir ömür yaşayıp her gece münevver'i kabuslarında göremediği ve nefes nefese uyanamadığı için. çünkü ölüm, böylesi hastalıklı bi' insana verilmiş hediye gibi.
19 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol