confessions

last director

3. nesil Yazar - - Yazar -

  1. toplam entry 2719
  2. takipçi 0
  3. puan 41719

rüyada sözlük görmek

last director
enteresan saçma ve anlamsız rüyalara sahip biri olmama rağmen yaşamadığım durum. gün içinde aklımda iyi yer edinen bir durum kişi direkt girerdi oysa rüyama.

hatta söz konusu başlığın #383810 nolu entrysindeki manyak rüyayı bilinaçtıma "ulan salak bilinçaltı neden senin aklına gelmiyor böyle enteresan şeyler" diyerek kıskandığımı söyleyebilirim.

hamlet'ten bir alıntı devşirip bitirmek gerekirse

"işte bilinç böyle -manyak- ediyor hepimizi"

justin timberlake

last director
dünyadaki en iyi sounda sahip adam. suit & tie şarkısında ona jay - z eşlik etmiş. klibini de fight club, seven gibi filmlerin yönetmeni olan adamım canım ciğerim david fincher yönetmiş. süper olmuş. müthiş olmuş.

ahmet hakan

last director
köşe yazısı ile ters açıdan bakmak gerektiğini söylemiş, lafı gediğine sokmuş olan köşe yazarı.

Müjde Memet Ali Alabora müjde!
Devletin en tepesinden bir ses yükseldi.
*
Ve yükselen o sesle birlikte...
Özgürlüğünü yeniden kazandın Memet Ali.
*
Artık ülkene dönebilirsin Memet Ali...
Yeniden her türlü eylemin içinde yer alabilirsin.
Yeniden uzatılan mikrofonlara konuşabilirsin.
Vurulmaktan, sövülmekten, öldürülmekten korkmadan yeniden özgürce
koşturabilirsin.
*
Bitti artık malum kâbus.
Bitti artık...
O ölüm tehditleri, o mahkeme tehditleri, o "sana buraları dar ederiz" tehditleri.
*
Çünkü...
Ülkenin en tepesindeki Cumhurbaşkanı, sana ve senin gibi tüm sanatçılara güven,
cesaret ve itimat telkin eden çok mühim bir konuşma yaptı.
*
Şöyle dedi Cumhurbaşkanımız:
Bütün sanatçılar sizin gibi düşünmeye mecbur mu?
Böyle bir şey olabilir mi?
Sizin söylediklerinizi söylemedikleri zaman sanatçılarımıza tu kaka mı diyeceksiniz?
Buradan bütün sanatçılarımıza sesleniyorum: Cesur olun!


Dön artık Memet Ali dön.
İşte bak:
Artık Cumhurbaşkanı'nın yüksek himayeleri altındasın.
Dön ve konuşmaya başla yeniden.
Dön ve hayatına yeniden başla.
*
Eğer...
Yine saldırırlarsa sana, yine susturmaya kalkarlarsa seni...
Yine tehdit ve iftiralarını devreye sokarlarsa...
Al eline Cumhurbaşkanı'nın bu konuşma metnini...
Çak suratlarının ortasına ortasına...
*
Hadi Memet Ali...
Dön artık aramıza.
Dön artık ülkene.

diyarbakır cezaevi

last director
bilmeden atıp tutanlara katliamın ve insan öldürmenin "hak" olduğunu düşünenlere yılmaz odabaşı kendi anısıyla cevap vermiş kitabında. okuyun cehaletinizi ve belki de faşizmin kaskatı ettiği yüreğiniz biraz yumuşar da genelleme yapan o kıt beyinleriniz biraz aydınlanır.

mardinli kör şeyho - yılmaz odabaşı

"1981'de Diyarbakır Askeri Cezaevi’nin 20. koğuşunda hiç Türkçe bilmeyen koğuş arkadaşlarımızdan biri de, çocukluğunda geçirdiği bir hastalıktan sonra sağ gözü görmeyen Mardinli Kör Şeyhmus’tu. Birçoğumuz “Şeyho” derdik ona. Köyünün geniş bozkırlarından alınıp o dar koğuşa kapatıldığı ilk günlerde soluk renkli, kahverengi şalvarıyla sabırsız, kederli ve giderek daha çok hızlanarak volta atardı.
Sonra koğuşta akıp geçen o günlerde bize ısındı, bize tutundu. O, belki bu satırlarda betimlene - meyecek kadar saf ve mağrur bir toprak insanıydı.
Şeyho, küçük kardeşiyle birlikte gözaltına alınmıştı. Dışarıda altı çocuğu vardı. Otuz yaşların- daydı. Kardeşi az çok, derdini anlatabilecek kadar Türkçe bilirdi; öyle bilirdi ki, kimi geceler koğuşta kilere bazı şiirlerimi okuduğumda yanıma gelir ve bir mırıltıya dönüşen sesiyle:
“Abe vallah sen çok eyi bir şiirsin, çok iyi şair okuyorsun,” diyerek gülümserdi. Ben ise o yıllar tevâzu gösterir ve her seferinde “Bu cümle ne kadar doğruysa, ben de o kadar şairim,” derdim.
Ne dediğimi anlamaz, bir süre yüzüme garip garip baktıktan sonra benden hiçbir kötü söz umma-dığı için bir süre düşünüp yeniden bana gülümserdi...
Şeyho ise, ezbere bildiği çok sayıda Kürtçe ve Arapça türküyle birlikte hep severek dinlediğini söylediği bir Türkçe türküyü de ezberlemişti. Sıkıldıkça, koğuşta aynı türküyü döne dura yineler dururdu: “Dersim dört dağ içinde/Gülü bardak içinde?Dersim’i hak saklasın/Bir yarim var içindeee...”
1981 yılının güz aylarından itibaren Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde 12 Eylül yaptırımları şiddetle başladığında, Şeyho da morarıp kızarıyor, kahroluyordu. Cezaevi idaresinin başlattığı dayak ve marş ezberletme uygulamaları ve havalandırmada yaptırılan acemi er eğitimi çok gururuna dokunuyordu onun da.
Doğrusu, hepimiz olabildiği kadar bu uygulamalara direnmiş, hücrelere özel konuk edilmiş, ama yaşamla ölüm arasında bir tercih yapmak zorunda kalınca bir evreden sonra çoğunluğumuz su koyvermiştik.
Baskılar giderek boyutlanınca, Türkçe bilmediği için her gün üç dört kez cezaevi koridorlarına çıkarıp döve döve mahvettiler Şeyho’yu. İlle de on kıtasıyla İstiklal Marşı ezberlemeyip okuması isteniyordu ondan. Cezaevi idaresi için Türkçe bilmemek, İstiklal Marşı okumamaya bir gerekçe değil di tabii...
Sonraki günlerde koğuşa gelen komando erler, “Nerede leyn o dil bilmeyen Mardinli?” diye çağırarak koridorda dövüyorlardı onu. Oysa o, hem Kürtçe, hem Arapça-iki dil- biliyor, ama oradaki bağnazlığa göre “dil bilmeyen” oluyordu (!)
Şeyho, koğuşa her gün kan revan döndüğünde, biz de paramparça oluyor, “ezberle!” diyorduk: “Ezberle ve kurtul! Seni mahvettiler Şeyho!”
Ama o, İstiklal Marşı’nı ezberlemek yerine,benden Sıkıyönetim Askeri Savcılığı’na tahliye dilekçesi yazmamı istiyor, nitekim onu kırmadığım için her gün yazdırıyordu da. O, copla dayatılana bilinçsizce bir nefreti besliyor, İstiklal Marşı ezberlemek yerine tahliye düşleri kurmayı yeğliyordu...
Yaklaşık iki ay, her gün koridora götürüp birkaç yerini morartarak, dişlerini kırarak, kaşını gözünü patlatarak ve bazen de çırılçıplak soyarak onu perişan ettiler de, “korkma sonmez bu şêfeklerde,” dışında tek sözcük ezberletemediler. Anasından emdiği sütü de burnundan getirdiler...
Bu evrede sadece beş on Türkçe sözcük öğrendi Şeyho. Komando erlerini her görüşünde artık aynı sözcükleri yineliyordu: “Hükmat geliyor, beni vurecekler...” Nitekim vuruyorlardı... Komando erlere “hükmat” diyordu Şeyho. Bir er görse “yek (bir) hükmat”, üç er görse “se” (üç) hükmat beni vurecekler” diyor, yiğitliğe ..k sürmüyor, hafif bir tebessümle dayak yemeye gidiyor, ama her seferinde çatılmış kaşları ve bakışlarına yansıyan korkunç bir hınçla kan revan geri dönüyordu.
Dayak faslından dönüşlerinde sular genellikle kesik oluyordu. Kanlı yüzünü yıkayamıyordu. Yüzündeki kan lekeleri kuruyup koyu kahverengi bir renge bürünüyordu sonra...
Şeyho, dayak yemeye her gidişinde biz de buruk buruk gülümsüyor, ama o gülümsemeerin gizlisinde çıldırmayı, yüreklerde kopabilecek en berbat fırtınalarla acınası bir çaresizliği yaşıyorduk...
Bir gün birden “köylü bu be, anlamıyor!” diyerek ona İstiklal Marşı ve Çanakkale Marşı’nı ezberletmekten caydılar. İyi ki küçümsediler, küçümsedikleri için caydılar ve kurtuldu... Benim tahliye olup gideceğim güne kadar Şeyho, o “Dersim” türküsünü daha o koğuşta yanık yanık söylemeyi sürdürüyordu...
O, tertemiz, sımsıcak bir toprak insanıydı ve kendi türkülerini kendi dilinde söylüyordu. Kimbilir yirmi küsur yıl önce o yaşananları Şeyho, şimdi belki de unutmuştur; ama ona ve halkımın bütün Şeyho’larına yaşatılanlar ise benim yüreğime bir evlat acısı gibi oturmuştur... Sonra bazı Şeyho’lar, onurlarını bir daha bu boyutlarda çiğnetmemek için ölmeyi yeğlediler...
Bizim Şeyho ise, kim bilir belki serpilip büyümüş çocuklarıyla şimdi Mardinli bir akşam güneşinde ekin biçmekten dönüyordur..."

97 model fiat uno'yla sahil turu yapmak

last director
başlığı açan yazar tarafından bana da yaşatılan mutluluklardan biridir (ancak kendisini de nankörlükle suçluyorum başka arabayla gezmek nasip olmadı kısmı için)

hava karardığı an, tepeden aşağıya iner bordo şahinler, beyaz muratlar... enteresan ışıklar, ledler, yüksek ses arabesk müziğe eşlik eden bol joleli kafalar vs... ama uno öyle değildir işte. caz da dinlersiniz içinde, arabesk de dinlersiniz. ledlerle falan döşemenize gerek yoktur. ona herkes döner bakar zaten. hele ki iskenderun sahiline indiğinizde önünüzdeki bmw'lere rağmen herkes "işte o" "bak efsane değilmiş" "evet gerçekten ilerliyor" gibi cümleler eşliğinde döner bakar. çünkü iskenderun daha önce hiç 97 model bir fiat uno'nun yürüdüğüne şahit olmamıştır...

işte böyle bir heyecandır 97 model fiat unoyla sahil turu yapmak.

mustafa pektemek

last director
sakatlık haberlerini okumaktan gına gelen futbolcu.

umarım bir an önce iyileşir. takımı geçtim, katkısı yok zaten, antrenörden çok doktorla çalışıyor, kendisi için istiyorum iyileşmesini, hani insani olarak yani. hani komşunun çocuğunun burnu kırılır da "aay çok geçmiş olsun bir an önce iyileşir inşallah. şimdi nasılmış iyi miymiş" dersin ya, öyle işte içimdeki his.

aşık olmak

last director
nasıl olduğunu, nasıl yaşanılacağını öğretirken öğrendiğimdir.

bugüne kadar hep şaircilik oynadığım zamanlarımın ve karaladığım senaryolarımın hüzünbaz temasının beslenme çantasıydı aşk. ve aşık olmak yılmaz erdoğan'ın dediği gibi, en kötüsünün bile işe yarayacağı, yazana değilse bile okuyana faydalı olacak olan hüzün yolculuğuydu...

yıllarca yürüdüm durdum, o beslenme çantası sırtımda hüzün yollarında...

sonra o kadınla tanıştım...

yeşil gözlerinin içinde yorgunluk, üşengeç bir telaş vardı. üzerine aldığı bir sürü valizin içine ne koyacağını bilemeden çıkmıştı yola ve sanki varacağı yerin çok da önemi yoktu. henüz düşmüştüm ben de dağın zirvesinden ama serde erkeklik var ya bok sürdürmüyorduk namımıza işte, dik duruyorduk dosta düşmana karşı.

sonra... sonralar geçti aramızdan...

o sonra'larda her gün biraz daha sızdı yüreğime, yaren oldu, can oldu, canan oldu.

1+1 değil 1x1 olduk, tek olduk iki ayrı yürekte...

hüzünler de sevinçler de aynı yanak çukuruna doldu...

şarkılar hep o kadını anlatmaya başladı sonra.
hepsi hem de... alakalı alakasız ona yormaya başladım. size de olmuştur illa ki. bir ayrılık şarkısı mesela, dinlersin, hüzünlenecek çok noktası vardır ama içinde umut, içinde aşk, içinde büyük bir sevda olan herhangi bir cümlesini seçer, şarkının orasına odaklanırsınız ya. olmuştur lan illa ki size de, öyle oldu işte her şarkı.

üşüdüğüm gecelerimde üstüme serdiğim gökyüzü, yarınlarımın mavisi oldu.

ben aşka belirli aralıklarla mutluluk ama genelde sağanak ölüm derdim, sonra yeşil gözleri değdi ömrüme, anladım ki aşk; albert einstein'in keşfettiği atom bombasıydı. kötü kimselerin eline geçtiğinde koskoca bir ömrü heba edebilir ancak iyi niyetli kişilerce sonsuz bir enerji yaratabilirdi...

bana bu sonsuz enerjiyi veren, bana bu sonsuz mutluluğu yaşatan canemın, yeşil gözlüm, iyi ki geldin sevgilim, tüm iyi ki'ler bizimle olsun.

sözlükten soğutan şeyler

last director
#382453
#383126
_________
#383181
eleştiri kabul etmeyen ne zaman sorundan bahsedilse bebek gibi ağlayan adminlere sahip olması.

sözlüğün mobil sikkoluğu yüzünden entry görünmemiş olabilir, hani üste çıkmıyor ya, mobil çalışmalarına eyvallah, size beş yıldız ama daha oturmamış bir düzeni dayatmak saçma. ben mobilden masaüstüne geçiş yapamıyorum, sistem izin vermiyor, her şekilde beni mobile atıyor. bu yüzden de sözlüğe girdiğimde bi tat alamıyorum, alamıyoruz. bunu dile getirmiş olmam, hataları entry girin diyen yöneticilere neden (vurgula: batıyor) anlamış değilim.

bir bok yapacaksanız eleştirilere de açık olun ya da sorunlarımızla ilgilenin. bas bas burada yanlış bir şey var düzeltin diyoruz, en azından şu dayatmayı kaldırın diyoruz, "sadece eleştiriyorsunuz" diyorsunuz.
27 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol