confessions

gidiyorum bu

3. nesil Moderatör - - Moderatör -

  1. toplam entry 35470
  2. takipçi 3
  3. puan 689388

yaran diyaloglar

gidiyorum bu
12 mayıs 2012 akşamı, beşiktaş semti.

---------------alıntı---------------

polis: arkadaşlar formanızı çıkartıp öyle geçin.

galatasaray taraftarı: memur bey burası türkiye değil mi?

polis: burası beşiktaş.

---------------alıntı---------------

türk futbolunun ırzına geçtiniz toplu tecavüzden yargılanacaksınız

gidiyorum bu
beşiktaş refleksinin özel ismidir. mevcut duruma karşı oluşla atılan bir adım insanları olduğu gibi kurumları da çolaklaştırmaz. bu noktada atılan adımın içinin nasıl doldurulacağı en az kendisi kadar önem taşır. bu anlamda gidişattan tiksinen kitlelerin karşısına çıkarılan bourdieu'nun dediği üzere simgesel iktidarlardır. bu iktidarlara hayatın hangi alanında rastlarsanız rastlayın mutlaka beraberinde bir "saha" gerçeği ile tanışırsınız. sosyolog da bu sahada alan araştırması yapar.

futbol'da da bir saha yok mu? gerçi biz yeni sportif terminoloji/jargon gereği sahayı yansıyan ve yansımayan olmak üzere ikiye ayırıyoruz. bu aşamada karşımıza çıkan simgesel iktidarlar kimler? türkiye futbol federasyonu, profesyonel futbol disiplin kurulu, etik kurulu, başta aziz yıldırım'ın şahsında cisimleşmiş bir fenerbahçe olmak üzere tüm futbol kulüpleri, uefa, futbol medyası. kullanılan enstrümanlar neler? onur, temiz futbol, büyük yürüyüş, kişiler, kurumlar. "tüm dünya bize karşı" sanrısı üzerinden yontulan mağduriyet heykelleri, açık görülen her meydana dikilirse bu afyonla uyutulmuş geniş topluluklar da formaları kuşanıp önlerinde ayin yapmaya başlarlar. peki ayin gibi mi bu aşk?

bu tip tahakküm sistemlerinin dirençle karşılaşmadığı sahalarda simgesel iktidarlar kendisini yine yeni yeniden üretir. iki temel dayanak noktası vardır. bir tanesi "çıkar". buna göre ikitdar, peşinden koşanları var etmeye yönelik, onlara yarayan hususların peşinde olmalıdır. futbol özelinde bunun karşılığı yaşanan süreçte bellidir. ikinci dayanak noktası ise "toplumsal kabul görme". bu da zamanın ruhu neyse ona uyum sağlamak üzerinden kendisine yol bulur.

zannımca toplumsal kabul görme şu saatten sonra "toplumsal akıl tutulması" safhasına evrilmiş durumda. bundan yirmi beş sene öncesine kadar aynı tribünde yan yana futbol izleyen insanlar bugün birbirlerini boğazlama noktasına geldiyse oturup bir şeyleri yeniden düşünmemiz gerekiyor. zahmet olmayacaksa bu sefer kişilerle kurumları birbirinden ayırmadan düşünmemiz gerekiyor.

soralım kendimize, 3 temmuzda bu yana yaşadıklarımız sebep midir sonuç mudur?. bu noktada sanırım sarı öküz hikayesi biraz olsun bizlere ışık tutacaktır. bilenleriniz çoktur. ama ola ki bilmeyenler vardır. değinelim.

Otlakların birinde bir öküz sürüsü yaşarmış. çevredeki aslan sürüsünün de gözü öküzlerdeymiş.Ancak, öküzler saldırı anında bir araya geldiği zaman, aslanların yapacak bir şeyi kalmazmış. Bu yüzden küçük hayvanlarla beslenmek zorunda kalan aslanlar, iyi beslenememeye başlayınca bir çare düşünmüşler. Topal aslan yanına bir iki aslanı da alarak, beyaz bayrak çekmiş ve öküz sürüsüne yanaşmış.

öküzlerin lideri Boz öküz ve yanındakilere tatlı dille konuşmaya başlamış:
"Saygıdeğer öküz efendiler. Bugün buraya sizden özür dilemeye geldik. Biliyorum bugüne kadar sizlere zarar verdik. Ama inanın ki, bunların hiçbirini isteyerek yapmadık. Bütün suç hep o Sarı öküz''de. Onun rengi sizinkilerden farklı ve bizim de gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Biz de barışseverliğimizi unutuyor ve saldırganlaşıyoruz. Sizle bir sorunumuz yok. Verin onu bize, siz kurtulun, yine barış içinde yaşayalım."

Boz öküz ve heyeti bu sözler üzerine aralarında tartışmış ve teklifi haklı bularak, Sarı öküz''ü vermişler aslanlara. Bir tek Benekli öküz karşı çıkmış ama kimseye derdini anlatamamış.

Bir süre sonra aslanlar yine aynı yöntemle gelip, bu kez Uzun Kuyruk''u istemişler:
"Gördünüz mü ne kadar barış severiz. Sizi de kararınızdan dolayı kutlarız. Ancak, şu sizin Uzun Kuyruk var ya, kuyruğunu salladıkça nereden baksak görünüyor ve aklımızı başımızdan alıyor. Size saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Oysa sizler normal kuyruklusunuz. Verin onu bize, bu konuyu kapatıp, barış içinde yaşamaya devam edelim."

Boz öküz ve heyeti, Uzun Kuyruk''u teslim etmiş, yine Benekli öküz karşı çıkmış. Uzun Kuyruk, aslanların pençesi altında can vermiş.

Bu olay sürekli tekrarlanmış, her seferinde farklı bahanelerle. Sonunda öküzler zayıflamış, aslanlar küstahlaşmış. Artık, hiçbir bahane ileri sürmeden, doğrudan müdahale ederek, "Verin bize şunu, yoksa karışmayız" demeye başlamışlar.

Birer birer aslanların pençesinde can verirken, Boz öküz ve birkaç öküz kalmış geride. içlerinden biri liderlerine, "Ne oldu bize, nerede kaybettik biz bu savaşı? Oysa, vaktiyle ne kadar güçlüydük" diye sormuş. Boz öküz, Benekli öküz''ün sözlerini hatırlayarak, gözleri nemli "Biz" demiş, "Sarı öküz''ü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı.."

futbola gönül veren herkes oturup düşünmelidir. biz sarı öküzü ne zaman verdik?

umarım bu akşamın sonunda her iki taraftan da hayatını kaybedenler olmaz.

entariyi bu yazıya ilham veren merhum pierre bourdieu ağabeyin cümleleriyle bitirelim;

---------------alıntı---------------

"hiçbir şey iyi bir futbolcunun oyunu kadar özgür ve kısıtlanmış değildir. futbolcu topun inmek üzere olduğu noktada gayet doğal bir şekilde maddeleşir, sanki top kendisine hükmediyormuş gibi - ama tam da bu olgu sayesinde, topun kontrolü kendisindedir."

---------------alıntı---------------

adana demirspor

gidiyorum bu
bu toprakların güneyinde teni gökyüzünün lacivertinden yanmış insanlar vardır. bakmayın siz esmerliklerinin çukurova'nın kavurucu sıcağıyla gelişi güzel resmedildiğine. yine en iyi onlar bilir bedenlerini yıkadıkları suyun mavisiyle nasıl alev aldıklarını. işte o yangının bütün kenti sarıp sarmalamasının ancak 1940 yılında adını koyabildikleri bir gerçeği işaret eder adana demirspor.

demirspor'un kuruluş öyküsüne baktığımızda "sivil savunma mükellefiyeti" adı altında çıkarılan kanun uyarınca 500 kişiden fazla işçi çalıştıran kamu kuruluşlarının bir spor kulübü kurma zorunluluğu üzerine ortaya çıktığına şahit oluyoruz. bu çerçevede devlet demiryolları adana'da 1940 yılında bu tip bir girişimde bulunuyor. demiyolu işçilerinin ücretlerinden kesilen aidatlarla kendisini idame ettirmeye çalışan bir takım o zamanlar. bir benzeri de ankara'da ankara demirspor adıyla kuruluyor. aslında dünya geneli incelendiğinde ilk örneklerine 1920'li yıllarda demir perde ülkelerinde rastladığımızı söylemek mümkün. bugün hâlen varlığını sürdüren ve başlarına lokomotiv sıfatını alan ekipler de bu anlayış içerisinde vücut buluyorlar. (vurgula: lokomotiv moskova), (vurgula: lokomotiv sofya ) gibi.

aslında bu parmakların söz konusu realiteyi dile getirebilmesi çok kolay değil. büyük şehirde doğup büyümüş, aidiyet hissettiği coğrafyayı çok sınırlı ve uzun aralıklarla görmüş birisi olarak demirsporu anlatmaya çalışmak kendimi milli mücadele yıllarında pera palas'ın lobisinde pinekleyip de erken cumhuriyet döneminde anadolu köylüsünün faziletleri üzerine denemeler karalayan yarı aydınlar gibi hissetmeme neden oluyor. hüznünü, öfkeni yahut sevincini siyah-beyaz'daki kadar kolay yazıya dökemiyorsun. elbette bunu çeşitli sebeplere dayandırabiliriz.

ancak izninizle önce bir sigara içmeliyim.[ybkz]swh[/ybkz]

bir kere modernite dediğimiz olgu sanıldığı gibi her daim uzağı yakın kılmıyor. zira "ya o - ya o" anlayışı üzerine inşa edilmiş bir süreçten bahsediyoruz. ya sekülersin ya dindar. ya realistsin ya romantik. ya marx'a meyledersin ya weber'e. futbolda da durum çok farklı değil. çocukluğunuzda sizi yanına çağıran bir yetişkinin hakkınızda bir fikir sahibi olabilmek adına yönelttiği en popüler sorulardan birisi de "sen hangi takımı tutuyorsun bakayım?" kalıbında somutlaşmakta. "beşiktaş" deyip hafif bir duraksamadan sonra "ama adana demirspor'u da tutuyorum." yanıtını verirseniz gayet mağrur bir edayla "öyle şey olmaz. birinden birini seçeceksin." karşılığını alıyorsunuz. bu da ister istemez sizi en yakınınızda olanını tercih etmeye zorluyor.

postmodernite olarak adlandırdığımız ve en kaba tarifiyle modernite sonrası süreçte "ya o - ya o" yerini "hem o - hem o" formülüne bırakınca benim gibiler açısından da "hem beşiktaş hem adanademirspor" şeklinde ikili bir sempatiyi koynunda beslemek, tam da zamanın ruhuna uygun olarak hem kaliteli hem hesaplı şeklinde kendisini göstermeye başlıyor. tabii bu durumun beraberinde getirdiği bir takım enteresanlıklar da yok değil. mona lisa rönesans döneminden sonra, ekim 1989'da beşiktaş'ın demirspor'u 10-0 mağlup etmesiyle birlikte bizlerin yüzünde beliriyor. afallıyorsunuz. her beşiktaşlı gibi caka satma imkânınız olmuyor mesela. leonardo da vinci'nin hem beşiktaş'a hem de demirspor'a sempati duyduğunu iddia etmek de var ama beri yandan da anokronizm diye de bir şey mevcut. bir başka maçta beşiktaş 5 ocak stadı'nda 1-0 öndeyken serbest vuruştan yediği golle berabere kalması sonucu küçük bir çocuğun çim sahaya koşarak meşin topu golün atıldığı mesafeye dikip aynısını atmaya çalışmasını kendisini seyredenlere izah edebilmesi de çok olanaklı gözükmüyor. kurgu değil bu. öyle çocuklar vardı. ben hatırlıyorum.[ybkz]swh[/ybkz] üç tanesini sallandır bakalım taksim meydanı'nda bak bir daha yapıyorlar mı.

çok uzatmayalım. çünkü uykum geldi. umarım sizin bunları okurken gelmez. efenim bu toprakların güneyinde teni gökyüzünün lacivertinden yanmış insanlar vardır. demirspor'un üstüne bir de beşiktaş'ı tutuyorlarsa bilin ki yükte hafif yürekte ağırlardır.

çıkış ne taraftaydı?

tokat gibi cevaplar

gidiyorum bu
beşiktaş teknik direktörü tayfur havutçu'nun 11 mayıs 2012 beşiktaş trabzonspor maçı sonrası basın toplantısı yapmaması sonucu aklıma gelendir. hanımlar beyler, olay mircea lucescu'nun teknik direktörlüğü döneminde istanbul'da yenişemediğimiz bir adanaspor maçı sonrasına tekabül eder. lucescu maç sonrası yayıncı kuruluşun uzattığı mikrofona konuşmuş; sonrasında maç esnasında fazlaca bağırmaktan sesi kısıldığı için yardımcısı feyyaz uçar'ı basın toplantısına göndermiştir. feyyaz masaya oturur ve durumu anlatır. kendisini dinleyen basın mensupları arasında bulunan deniz gökçe, lucescu'nun gelmemesine sinirlenerek, "sayın lucescu niye burada değil? bu beşinci kez oluyor. basını küçük görüyor." şeklinde bir çıkış yapar. feyyaz "ben de bu takımın antrenörüyüm. siz de beni küçük görüyorsunuz." diyerek masadan kalkar. toplantı başlamadan biter. özetle, bu takımı yönetenlerin her şartta söyleyecek bir sözü mutlaka vardı. ha bir de,

uçan kuşlar martılar, yeşil tatlı bir bahar, gülen şen sevdalılar vardı.

11 mayıs 2012 olympiacos barcelona regal maçı

gidiyorum bu
68-64 olimpiakos'un üstünlüğü ile sona eren maçtır. vassilis spanouilis'in saha içi komutanlığında müthiş bir özveri, müthiş bir mücadele örneği gösterdi kırmızılılar. joey dorsey'in topladığı ribaundlarla boyalı alanı domine etmesi, georgios printezis ve kostas papanikolaou'nun spanouilis'e ayak uydurmaları dikkati çeken unsurlar oldu.

barcelona'da ise juan carlos navarro'nun soyunduğu one man show bu karşılaşmanın ana fikri olamazdı, olmadı da. asıl hayal kırıklığı ise avrupa'nın üst sınıf şutörlerinden sayabileceğimiz chuck eidson'un performansı oldu. tabii burada performans sözcüğünü prosedür icabı kullandığımızı belirtmek lâzım.

ez cümle kırmızılılar bu bütçeyle, bu mütevazı kadroyla bana göre bu akşam şampiyon olmuştur. şimdi pazar akşamı önlerinde bir cska maçı var. bir mucize daha olur mu?

ben bilmem beyim bilir.

(bkz: dusan ivkovic)

deron williams

gidiyorum bu
play off serisinde beşiktaş forması giymesi ve güldür güldür coşması hâlinde galatasaray medical park karşısında siyah beyazlıları hem mental hem de teknik açıdan iki adım öne geçirecek oyuncu. takımda hiç kimse gününde değilken 50 sayı atarak avrupa kupası maçı kazandıran bir adamdan bahsediyorsak, oynaması durumunda rotasyon darlığının dezavantajları önemli ölçüde ortadan kalkacaktır.

sütten zehirlenmek

gidiyorum bu
müjdeler olsun, artık okullarımızda dağıtılanlar için kesin çözüm bulunmuştur. bence ilk önce atanamayan öğretmenlerin denemesi gerekir. böylece bakanlık önünde hiç de rastlamak istemediğimiz o nahoş görüntülerden de kurtulmuş oluruz. öğretmenler yeni steril sütler sizlerin eseri olacaktır. yaba daba düüüüü.

http://tinyurl.com/c4mouvb

hikmet karaman

gidiyorum bu
keyfiniz hafiften kaçmışsa, renklilerin daha renkli beyazların daha beyaz çıkmadığı deterjanlar satın almışsanız, eski camel sigarasının artık üretilmediğine durup durup hayıflanıyorsanız, lacivert mavi çubuklu adana demirspor formanızı nereye koyduğunuza dair hiç bir fikrinizin olmaması sizi gerginliğe itiyorsa, cnbc-e dizilerini bıkıp usanmadan adeta bir (vurgula: frankfurt okulu ) anlatıyormuşcasına çenelerine bağ yapmış çalışma arkadaşlarınızın sayısı etrafınızda günden güne artıyorsa,

twitter sayfasına eklediği fotoğraflara bakıp her şeyi unutmanızı sağlayacak teknik adamdır.

kürşad tüzmen

gidiyorum bu
ülkücü camiadan yetişme olup, dsp-mhp-anap koalisyon hükümeti döneminde dış ticaretten sorumlu devlet bakanı (b: tunca toskay)'ın müsteşarlığını yapmıştır. 2002 yılında dönemin politik gidişatını iyi okuyarak, çoğu kişinin mhp'den adaylığını koymasını beklerken akp'den milletvekili adaylığını koymuş ve kabinede bakanlık görevinde de bulunmuştur.

bozcaada

gidiyorum bu
bir zamanların sakinliği ile bilinen, güney ege tatil beldelerinin gölgesinde kalmış olmanın verdiği tarifsiz hazla herkesin birbirini tanıdığı bir yer iken artık bu vasfını yitirmiş ada. türlü reçeller, şarap tadım evleri, ayazma plajı derken artık kapasitesinin çok üstünde insanı misafir etmeye başlamıştır. en büyük avuntu kaynağımız turizm sezonunun kısa olmasıdır. zira meşhur rüzgârı ağustos ayından sonra klasik anlamda tatilcileri pek mutlu etmemektedir.

küçük, şirin bir ada olmasına aldanmayın.konaklama yerleri çok öyle hesaplı değildir. ada halkı, oraya gelen her tatilciyi, adaya gelene kadar yerde gördüğü paraları toplayarak geldiğini düşündüğü için 1'i 5'e satmanın plânlarını yapar. örneğin iki yıl önce adaya gelseydiniz tanesi 5 liradan çiğ börek yiyebilirdiniz. çiğ börekle karın doyurmanın kaliteli şarap içmekten daha pahalı olduğu başka bir yer var mıdır bilmiyorum. gerçekten sukûnet isteyenler için en güzel dönemi eylül dönemidir. hem bağ bozumuna yetişirsiniz. şarap tadım festivalleri renkli geçer. hatta yüksek lisans tezi bile yazabilirsiniz[ybkz]swh[/ybkz] domates reçeli oldukça meşhur olmakla birlikte hemen her reçeli çekinmeden tadabilirsiniz. konakladığınız pansiyonu işleten kadınların hazırladıkları enfestir. (b: ataol), (b: talay), (b: corvus ) gibi şarap markalarına ve satış evlerine rastgeleceksiniz. benim tavsiyem (b: corvus) olacaktır. pişman olmazsınız. kasalarla üzüm satılır. taşıyabilirseniz alın derim. akdeniz'in sıcak deniz suyuna alışkın olanlar burada pek denize girmezse iyi olur. zira ege, hele ki kuzey ege'de deniz buz gibidir. ancak gayet temizdir. annemin deyimiyle bardağa koyup iç.

adaya geldiğinde çok sevip burada yaz-kış kalmayı hayal edenlerin sayısı azımsanmayacak düzeydedir. yalnız kazın ayağı pek öyle değil. yazın gördüğünüz rüzgârın şiddetli fırtınaya dönüşmüş hâli, sert hava şartları sizlere eşlik edecektir. aşırı sessizlik bir noktadan sonra sizi dönüştürebilir. en ufak bir çıtırtıda irkilip sağa sola bakmak durumunda kalabilirsiniz. metropollerde alıştığınız bir takım olanakları orada bulamayacak ya da çoğu zaman teknik yetersizlikler nedeniyle mahrum kalacak oluşunuz bir noktadan sonra sizi sıkabilir. bazen haftalarca dışarıyla ulaşım ve haberleşme bağlantınız kesilebilir. ileri yaşlarda yerleşmeyi düşünüyorsanız. 25-30 yıl sonra nasıl bir bozcaada ile karşılaşacağınızı kestirmek güç olacaktır.

güzeldir ada. feribotla kendisine yaklaştığınızda bozcaada kalesi sizi karşıladığında (b: inönü stadı)'nı görmüşcesine tebessüm edersiniz. (b: vahit'in yeri)'nde de kadehinizi denize doğru kaldırdığınızda, (b: beşiktaş)'a içerseniz olur biter.

11 mayıs 2012 olympiacos barcelona regal maçı

gidiyorum bu
bu akşam saat 21.00'de ntvspor ekranlarından canlı yayınlanacak dörtlü finalin ikinci maçı. ülkelerinde yaşanan ağır ekonomik bunalım nedeniyle sezon başında küçülme kararı alan olimpiakos'un iki çok önemli kozu var. bir tanesi şüphesiz koca kurt koç dusan ivkoviç. bir diğeri ise saha içi organizatörü vassilis spanoulis. boyalı alanda ayağı yere çok sağlam basan ve kolay kolay yıkılmayan bir kyle hines ve sezon ortasında beş numara pozisyonuna katkı vermesi için alınan joey dorsey belli bir standardın altına düşmeyen oyuncular. yine bana göre final four seviyesinde bir adam olmasa da mücadele azmiyle pota altı sertliğini sağlayabilecek bir pero antic var. georgios printezis ve kostas papanikolaou'nun nasıl bir maç çıkaracakları da bu akşam kırmızıların kaderini çizecektir. benim açımdan bir merak konusu da milli takımda dikkat çekici bir performans göstermesine rağmen yunan ekibinde son derece tutuk bir sezon geçiren sırp marko keselj'in patlama yapıp yapmayacağı olacak.

katalan ekibine baktığımızda ise kadro kalitesi açısından olimpiakos'un kesinlikle önündeler. orkestra şefleri brezilyalı oyun kurucu marcelinho huertas liderliğinde, juan carlos navarro ve bana göre şu anda avrupa'nın en iyi dört numarası erazem lorbek ile maçı domine edeceklerdir. yine geçen sene maccabi forması ile harikalar yaratan chuck eidson barca'nın en önemli şut tehditlerinden birisi olacaktır. boyalı alanda da boniface ndong, kosta perovic ve fran vasquez ile kırmızılara karşı üstün oldukları aşikâr. ancak koçları xavier pascual, buralar için henüz çok toy. adamın zaten dün koçlar tarafından düzenlenen yapılan basın toplantısında heyecandan eli ayağı titriyordu. e kolay değil. adam şöyle kafasını sağa çevirip bir bakıyor jonas kazlauskas, zeljko obradovic, dusan ivkovic.

barcelona kazanacak gibi duruyor ancak dusan ivkovic'in olduğu yerde her zaman bir acaba olmalı. hemen ekleyelim ergin ataman hoca, barcelona'nın finalde cska'yı yenerek euroleague şampiyonu olacağını düşünüyor.

11 mayıs 2012 panathinaikos cska moskova maçı

gidiyorum bu
bu akşam saat 18.00'de ntvspor tarafından canlı yayınlanacak maç olup, istanbul'da düzenlenen dörtlü finalin ilk ayağına sahne olacaktır. final four maçları hakkında konuşurken alışılagelmiş bir "denk güçlerin mücadelesi" kalıbını bu karşılaşma özelinde kullanmak güç. zira kadro kalitesi açısından dengenin rus ekibi lehine ciddi şekilde bozuk olduğunu söylemek gerekir. önemli paralar harcayarak oldukça kalbur üstü oyucular transfer ettiler ve bunun karşılığını bu aşamaya kadar biri galatasaray medical park olmak üzere sadece iki kez mağlup olarak kısmen aldılar. elbette gelinen nokta harcanan paranın tam karşılığı değil ve şampiyonluk beklentisi en üst seviyede. miloş teodosic ve nenad krstic gibi sırp basketbolunun birbirini tamamlayan en önemli ikilisini bünyesinde barındırmanın yanı sıra, ramunas siskauskas gibi keskin bir şutörle 20'li yaşlarının ortasına gelen ve artık genç oyuncu olarak kabul edemeyeceğimiz alexey shved gibi yetenekleri bilinen bir oyun kurucuya sahipler. ama bundan daha önemli iki unsur var. bir tanesi takımın boyalı alandaki oyun zekasını temsil eden viktor khryapa, diğeri ise rus basketbolu'nun yetiştirdiği en büyük oyuncu olarak kabul edilen - sovyetler dönemini dahil etmiyorum. zira oraya girince işler karışıyor. arvydas sabonis ustaya saygısızlık etmeyelim.- andrei kirilenko. kirilenko'nun lokavtın sona ermesiyle nba organizasyonuna katılmayarak sezonu ülkesinde tamamlayacağını açıklaması bana göre cska moskova'yı bu turnuvanın doğal favorisi hâline getirmiştir. ve son olarak 1999 yılında zalgiris kaunas ile bir basketbol mucizesine imza atarak euroleague şampiyonluğunu elde litvanyalı koç jonas kazlauskas var elbette. yalnız kazlauskas'ın işi o döneme göre bir açıdan daha zor. zira şu anda çalıştırdığı takımın üstünde büyük bir şampiyonluk baskısı var. ve hemen herkes onları favori gösteriyor. bu durum onlarda bir miktar stres yaratacaktır.

işin yeşiller kısmına gelirsek hiç şüphesiz en büyük avantajları başta ateşli seyircileri. bunun dışında usta koç zeljko obradovic ve saha içi lideri dimitris diamantidis açıkçası var güçleriyle cska'ya karşı koymaya çalışacaklar. bu aşamalarda oldukça tecrübeli mike batiste ve sarunas jasikevicius da kendilerine yardımcı olacaklardır. elbette en büyük belirleyicilerden bir tanesi de nick calathes ve stratos perperoglou'nun yapacakları katkı. şurası bir gerçek ki rus ekibinin mevcut kadrosunu atarak yenemezsiniz. obradovic'in mutlaka ama mutlaka savunmada takımını maçın sonuna kadar sert ve diri tutması gerekecektir. neyse tereciye tere satmayalım.[ybkz]swh[/ybkz]

toparlayacak olursak, normal şartlarda cska moskova'nın kazanma şansının çok yüksek olduğu ancak gönlümden panathinaikos'un geçtiği maçtır.

ali emeç

gidiyorum bu
gordon milne'in (b: beşiktaş)'ı çalıştırdığı dönemlerde maç sonrasındaki röportajlarında yanında gördüğümüz iri kıyım tercüman ağabeyimiz ve aynı zamanda beşiktaş kongre üyesi. 12 ocak 2009 tarihinde aramızdan ayrılmıştır. levent camii'nden kalkan cenazesine gordon da çiçek göndermiştir. beşiktaş pek bıraktığın gibi değil ağabey. aslında futbol da bıraktığın gibi değil. aslında hiçbir şey bıraktığın gibi değil. yine de sen pek bakma bu taraflara. huzur içinde yat.

bahattin baydar

gidiyorum bu
1957-1961 yılları arasında beşiktaş forması giymiş sembol futbolcularımızdandır. 1959 - 1960 sezonunda siyah beyazlı forma ile lig şampiyonluğu da yaşamıştır. ama bizim onu gordon milne'in, beşiktaş'ı çalıştırdığı dönemde beyaz saçları ve bıyığıyla kendisinin yardımcılığını üstlenirken görme imkânımız olmuştur. çok kıymetli bir futbol emekçisidir.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol