confessions

gidiyorum bu

3. nesil Moderatör - - Moderatör -

  1. toplam entry 34585
  2. takipçi 3
  3. puan 673868

jorge valdano

gidiyorum bu
real madrid efsanesi arjantinli futbol adamı. sportif direktörlüğü boyunca (b: los galacticos)'un bir arada yer almasının en büyük sebebidir kendisi. aynı zamanda raul gonzalez'i 17 yaşında sahaya sürerek dünya futboluna tanıtmıştır.(b: raul gonzalez ) de bunun farkında olacak ki ilk oğluna jorge ismini vermiştir. 2011 mayıs ayında jose mourinho ile yıldızının bir türlü barışmaması, sportif direktörlük görevine son verilmesine neden olmuştur. yaşı geçkin real madrid taraftarlarının boğazında yumruk gibi düğümlenmiştir bu olay.

(bkz: öksüz başlık sevmeyen birkaç iyi adam)

jose mourinho

gidiyorum bu
müthiş bir saygınlığı var şüphe yok. batılıların (vurgula: trash talk ) dediği işi de zamanında ve yerinde yapan bir adam. çalıştırdığı takıma çalıştırdığı süre içerisinde aşkla bağlı. o yüzden o gelene kadar real madrid, o geldikten sonra mourinho'nun real madrid'i diye başlıyor tüm cümleler. az buz değil. chelsea teknik direktörü iken cezalı olduğu bir şampiyonlar ligi maçında çamaşır sepeti içinde stamford bridge'e girip devre arası takımına taktik veren bir adamdan bahsediyoruz. ama ben yine biraz gıcıklık yapayım;

tam yılın spor adamı diyecektim ki, (bkz: dusan ivkovic). [ybkz]swh[/ybkz]

boston celtics

gidiyorum bu
atlanta hawks'ı 4-2 ile geride bıraktıktan sonra oynamaya başladığı 76'ers serisinin ilk maçında rakibini td garden'da 92-91 mağlup ederek 1-0 öne geçen takım. birileri kevin garnett'e gençlik iksiri içirmiş, keçi boynuzu kemirtmiş ya da kuvvet macunu yedirtmiş olmalı. fena. çok fena.

hocam canlı yayındayız

gidiyorum bu
genellikle önemli maçlardan sonra elde edilen galibiyetler sonrasında kazanan takımın teknik direktörünü/koçunu soyunma odasına doğru ilerlerken alıkoyan televizyon muhabiri repliği. açılımı "hocam çok stresli bir süreçten geçip maçı/şampiyonluğu/ uluslararası bir turnuvaya katılmayı kazanabilirsin. mutlaka bunu da bir an önce soyunma odasına gidip oyuncularına kutlamak istiyorsun. ama şu mikrofona üç - beş kelam etmeden seni şuradan şuraya salmam." şeklinde özetlenebilir.

birinci aşamada "hocam" diye seslenilir. hoca yorgundur başıyla şöyle bir selam verir ve "daha sonra" anlamına gelecek işaretler yapar. hemen arkasından acar muhabirlerimiz ikinci hamleyi gerçekleştirir. "hocam canlı yayındayız". kolundan tutup, kameranın alacağı şekilde adamı bir de yanlarına çekerler. haaa bak o zaman işler değişir. yani canlı yayında da konuşmayacaksan daha ne zaman konuşacaksın be adam. işi daha da garantiye almak için üçüncü replik gelir. "şu anda bütün türkiye ekran başında, sizin ağzınızdan çıkacak sözleri bekliyor." sanırsın adam memur maaş zamlarını açıklayacak.

aynı şeyi yabancı hocalara/koçlara ingilizce yapıyorlar, adamlar umursamadan soyunma odasının yolunu tutunca bunların suratındaki o "haydaaa" ifadesi yok mu. hayal-i cihan değer.

andrei kirilenko

gidiyorum bu
euroleague 2012 en değerli oyuncu ödülünü alan "ahtapot" lâkaplı rus basketbol yıldızı. nba ve milli takım kariyerini hakkında hemen herkes bir miktar bilgiye sahip zaten. gerçekten büyük oyuncu. şundan dolayı;

"bu ödülü on beş'e bölmeyi çok isterdim. çünkü takımımızda on beş tane oyuncu var. takım arkadaşlarım gerek antremanlarda gerekse maçlarda benim iyi bir oyuncu olmamı sağlayan kişiler. onlara çok teşekkür ediyorum."

13 mayıs 2012 panathinaikos barcelona regal euroleague final four üçüncülük maçı

gidiyorum bu
an itibariyle 69-74 barcelona regal'in kazanarak 2012 yılının avrupa üçüncüsü olduğu maçtır. bu tip müsabakalara "üçüncülük-dördüncülük maçı" diye bir tanım uydurmuşlar. yok öyle bir şey. kazananın üçüncü olacağı bir maç üçüncülük maçıdır. final maçına da "birincilik - ikincilik" maçı mı diyeceğiz o zaman? neyse türk spor basınına bu ufak çaplı serzenişten sonra maça geçecek olursak; efendim bu tip maçlar takdir edeceğiniz üzere çok yüksek konsantrasyonun olmadığı sadece iki takımın da çıkıp oynadığı maçlar oluyor genelde. aklı hâlâ iki gün önce avuçlarına kadar gelen finali bireysel hatalarla (b: cska moskova)'ya teslim ettikleri maçta olan zeljko obradovic'in öğrencileriyle, bariz favori çıktıkları yarı final maçında (b: olympiakos)'a elenen (b: barcelona regal ) bu akşam durumu biraz idare ettiler işte. daha çok morali bozuk olan takım kaybetti özetle.

final four müsabakaları öncesi zeljko obradovic yunan basınına "bu sezon panathinaikos ile son final four turnuvam olabilir." mealinden bir şeyler söylemiş. bizde ergin ataman var, düzenimiz dirliğimiz yerinde. anadolu efes yönetimindeki amcalar bu aralar bir atina'yı yoklasınlar bakalım.

ralf rangnick

gidiyorum bu
"profesör" lâkaplı 1958 doğumlu alman teknik adam. her ne kadar avrupa çapında başarısını schalke 04'ü çalıştırırken yakalasa da onu asıl efsaneleştiren özene bezene ortaya çıkardığı tsg hoffenheim isimli baş yapıtıdır demek sanırım yanlış olmaz. 1990'lı yılların başında alman futbolunun dolayısıyla her alman teknik adamın baş ucu dizilişi olan 3 5 2'nin aksine 4 4 2'yi benimsemiş ve bunda ısrarcı olmuştur. 2000'li yılların başında vfb stuttgart bünyesinde kendisini geliştirme imkânı bulurken, bunu takiben hannover 96 ve schalke 04 takımlarını çalıştırmıştır.

ama asıl macera 2005 yazında schalke'den ayrılmasıyla başlar. dietmar hopp'un başkanı olduğu ve o dönem almanya'nın alt liglerinde mücadele eden tsg hoffenheim'in başına geçer ve 3000 nüfuslu bu kasaba takımını iki sene içerisinde bundesliga'ya taşır. sap isimli yazılım firmasının desteğinde ancak parayı har vurup harman savurmadan yaptığı transferlerle çok geçmeden ortalığı kasıp kavurmaya başlar. kimler yoktur ki o takımda gol makinası vedad ibisevic, sol ayağını raket gibi kullanan ve on sekiz yuvarlağı üzerinden çok kaleciyi ağlatmasıyla bilinen sejad salihovic, orta sahadaki çalışkanlığı ile parmak ısırtan luiz gustavo ve niceleri. kendisinden habersiz olarak luiz gustavo'nun bayern münih'e satılması üzerine "ayıp ettiniz dedeler" diyerek düşünmeden basar istifayı. 2011 yılında yeniden schalke 04'ün başına geçen rangnick, o sezon hafızalardan silinmeyecek fc internazionale ile karşılaşılan şampiyonlar ligi çeyrek finalinde italyan ekibine toplam yedi gol atan takımın muzaffer komutanıdır. gülümsetecek bir anektod, guiseppe meazza'daki 2-5 schalke'nin galibiyetiyle sonuçlanan maçta kısa boylu tıknaz bir brezilyalı takımının iki golüne imza atarak turun kapısını açmıştır: (bkz: eduardo gonçalves de oliveira). 2011 yılının eylül ayında sağlık sorunlarını gerekçe göstererek mavi beyazlılardan ayrılır.

sadece usta bir taktisyen değil aynı zamanda gerçek bir eğitmendir ralf ragnick. kendisinin tedrisatından sadece futbolcular değil; şu an bundesligada çeşitli takımları çalıştıran hocalar da geçmiştir. ne güzel olurdu beşiktaş'ı çalıştırsa.

13 mayıs 2012 cska moskova olympiacos maçı

gidiyorum bu
bu akşam 21.00'de ntvspor'dan canlı yayınlanacak ve avrupa basketbolunun bu sene için en büyüğünün belli olacağı karşılaşma. kâğıt üzerinde kadro karşılaştırması yapılacak olursa maçın favorisi şüphesiz cska moskova. ama oyunun sahada oynandığını basketbol bize defalarca gösterdi. en yakın örneğine de olympiakos'un barcelona regal ile oynadığı yarı final maçında yakından şahit olduk. tabii ki cska'nın hemen her mevkisinde sıra dışı ve büyük oyuncular var ancak panathinaikos maçının özellikle ilk çeyreğinde anlaşıldı ki şampiyonluk baskısının yarattığı stresi kaldırmakta güçlük çekiyorlar. maça çok tutuk başladılar ve itiraf etmek gerekirse kendi takım performanslarından ziyade panathinaikos'lu oyuncuların yanlış tercihleri ve bireysel hataları sonucu güçlükle finale kaldılar.

olympiakos bence maça rus ekibine oranla çok daha rahat çıkacaktır. kimsenin buralara kadar geleceğine ihtimal vermediği ivkovic'in talebeleri, yarı finalde barcelona'yı elediklerinden itibaren tüm otoritelerce bir noktada şampiyon olarak kabul edildi. fakat dusan ivkovic bununla yetinecek mizaca sahip bir basketbol adamı değil. zira kendisi de biliyor ki elindeki kadro ile final four finali oynamaktan daha büyük bir mucize varsa o da aynı kadro ile oyuncu bazında senin çok önünde ve herkesin favorisi olan cska moskova'yı yenerek şampiyon olmaktır.

nihayetinde bana göre cska moskova iyi konsantre olarak soğuk kanlı bir şekilde oyununu sergilerse maç hiçbir çekişmeye sahne olmadan sonuçlanabilir. ancak rus takımı yarı finaldeki tutukluğunu bu maça da yansıtırsa külâhlar değişilir. panathinaikos karşısındaki kadar şanslı olamayabilirler. hatırlatalım dusan ivkovic 80'lerin sonlarında yugoslavya milli takımı'nın koçluğunu yaparken zeljko obradovic o takımda oyuncuydu.[ybkz]swh[/ybkz]

yaran diyaloglar

gidiyorum bu
12 mayıs 2012 akşamı, beşiktaş semti.

---------------alıntı---------------

polis: arkadaşlar formanızı çıkartıp öyle geçin.

galatasaray taraftarı: memur bey burası türkiye değil mi?

polis: burası beşiktaş.

---------------alıntı---------------

türk futbolunun ırzına geçtiniz toplu tecavüzden yargılanacaksınız

gidiyorum bu
beşiktaş refleksinin özel ismidir. mevcut duruma karşı oluşla atılan bir adım insanları olduğu gibi kurumları da çolaklaştırmaz. bu noktada atılan adımın içinin nasıl doldurulacağı en az kendisi kadar önem taşır. bu anlamda gidişattan tiksinen kitlelerin karşısına çıkarılan bourdieu'nun dediği üzere simgesel iktidarlardır. bu iktidarlara hayatın hangi alanında rastlarsanız rastlayın mutlaka beraberinde bir "saha" gerçeği ile tanışırsınız. sosyolog da bu sahada alan araştırması yapar.

futbol'da da bir saha yok mu? gerçi biz yeni sportif terminoloji/jargon gereği sahayı yansıyan ve yansımayan olmak üzere ikiye ayırıyoruz. bu aşamada karşımıza çıkan simgesel iktidarlar kimler? türkiye futbol federasyonu, profesyonel futbol disiplin kurulu, etik kurulu, başta aziz yıldırım'ın şahsında cisimleşmiş bir fenerbahçe olmak üzere tüm futbol kulüpleri, uefa, futbol medyası. kullanılan enstrümanlar neler? onur, temiz futbol, büyük yürüyüş, kişiler, kurumlar. "tüm dünya bize karşı" sanrısı üzerinden yontulan mağduriyet heykelleri, açık görülen her meydana dikilirse bu afyonla uyutulmuş geniş topluluklar da formaları kuşanıp önlerinde ayin yapmaya başlarlar. peki ayin gibi mi bu aşk?

bu tip tahakküm sistemlerinin dirençle karşılaşmadığı sahalarda simgesel iktidarlar kendisini yine yeni yeniden üretir. iki temel dayanak noktası vardır. bir tanesi "çıkar". buna göre ikitdar, peşinden koşanları var etmeye yönelik, onlara yarayan hususların peşinde olmalıdır. futbol özelinde bunun karşılığı yaşanan süreçte bellidir. ikinci dayanak noktası ise "toplumsal kabul görme". bu da zamanın ruhu neyse ona uyum sağlamak üzerinden kendisine yol bulur.

zannımca toplumsal kabul görme şu saatten sonra "toplumsal akıl tutulması" safhasına evrilmiş durumda. bundan yirmi beş sene öncesine kadar aynı tribünde yan yana futbol izleyen insanlar bugün birbirlerini boğazlama noktasına geldiyse oturup bir şeyleri yeniden düşünmemiz gerekiyor. zahmet olmayacaksa bu sefer kişilerle kurumları birbirinden ayırmadan düşünmemiz gerekiyor.

soralım kendimize, 3 temmuzda bu yana yaşadıklarımız sebep midir sonuç mudur?. bu noktada sanırım sarı öküz hikayesi biraz olsun bizlere ışık tutacaktır. bilenleriniz çoktur. ama ola ki bilmeyenler vardır. değinelim.

Otlakların birinde bir öküz sürüsü yaşarmış. çevredeki aslan sürüsünün de gözü öküzlerdeymiş.Ancak, öküzler saldırı anında bir araya geldiği zaman, aslanların yapacak bir şeyi kalmazmış. Bu yüzden küçük hayvanlarla beslenmek zorunda kalan aslanlar, iyi beslenememeye başlayınca bir çare düşünmüşler. Topal aslan yanına bir iki aslanı da alarak, beyaz bayrak çekmiş ve öküz sürüsüne yanaşmış.

öküzlerin lideri Boz öküz ve yanındakilere tatlı dille konuşmaya başlamış:
"Saygıdeğer öküz efendiler. Bugün buraya sizden özür dilemeye geldik. Biliyorum bugüne kadar sizlere zarar verdik. Ama inanın ki, bunların hiçbirini isteyerek yapmadık. Bütün suç hep o Sarı öküz''de. Onun rengi sizinkilerden farklı ve bizim de gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Biz de barışseverliğimizi unutuyor ve saldırganlaşıyoruz. Sizle bir sorunumuz yok. Verin onu bize, siz kurtulun, yine barış içinde yaşayalım."

Boz öküz ve heyeti bu sözler üzerine aralarında tartışmış ve teklifi haklı bularak, Sarı öküz''ü vermişler aslanlara. Bir tek Benekli öküz karşı çıkmış ama kimseye derdini anlatamamış.

Bir süre sonra aslanlar yine aynı yöntemle gelip, bu kez Uzun Kuyruk''u istemişler:
"Gördünüz mü ne kadar barış severiz. Sizi de kararınızdan dolayı kutlarız. Ancak, şu sizin Uzun Kuyruk var ya, kuyruğunu salladıkça nereden baksak görünüyor ve aklımızı başımızdan alıyor. Size saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Oysa sizler normal kuyruklusunuz. Verin onu bize, bu konuyu kapatıp, barış içinde yaşamaya devam edelim."

Boz öküz ve heyeti, Uzun Kuyruk''u teslim etmiş, yine Benekli öküz karşı çıkmış. Uzun Kuyruk, aslanların pençesi altında can vermiş.

Bu olay sürekli tekrarlanmış, her seferinde farklı bahanelerle. Sonunda öküzler zayıflamış, aslanlar küstahlaşmış. Artık, hiçbir bahane ileri sürmeden, doğrudan müdahale ederek, "Verin bize şunu, yoksa karışmayız" demeye başlamışlar.

Birer birer aslanların pençesinde can verirken, Boz öküz ve birkaç öküz kalmış geride. içlerinden biri liderlerine, "Ne oldu bize, nerede kaybettik biz bu savaşı? Oysa, vaktiyle ne kadar güçlüydük" diye sormuş. Boz öküz, Benekli öküz''ün sözlerini hatırlayarak, gözleri nemli "Biz" demiş, "Sarı öküz''ü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı.."

futbola gönül veren herkes oturup düşünmelidir. biz sarı öküzü ne zaman verdik?

umarım bu akşamın sonunda her iki taraftan da hayatını kaybedenler olmaz.

entariyi bu yazıya ilham veren merhum pierre bourdieu ağabeyin cümleleriyle bitirelim;

---------------alıntı---------------

"hiçbir şey iyi bir futbolcunun oyunu kadar özgür ve kısıtlanmış değildir. futbolcu topun inmek üzere olduğu noktada gayet doğal bir şekilde maddeleşir, sanki top kendisine hükmediyormuş gibi - ama tam da bu olgu sayesinde, topun kontrolü kendisindedir."

---------------alıntı---------------

adana demirspor

gidiyorum bu
bu toprakların güneyinde teni gökyüzünün lacivertinden yanmış insanlar vardır. bakmayın siz esmerliklerinin çukurova'nın kavurucu sıcağıyla gelişi güzel resmedildiğine. yine en iyi onlar bilir bedenlerini yıkadıkları suyun mavisiyle nasıl alev aldıklarını. işte o yangının bütün kenti sarıp sarmalamasının ancak 1940 yılında adını koyabildikleri bir gerçeği işaret eder adana demirspor.

demirspor'un kuruluş öyküsüne baktığımızda "sivil savunma mükellefiyeti" adı altında çıkarılan kanun uyarınca 500 kişiden fazla işçi çalıştıran kamu kuruluşlarının bir spor kulübü kurma zorunluluğu üzerine ortaya çıktığına şahit oluyoruz. bu çerçevede devlet demiryolları adana'da 1940 yılında bu tip bir girişimde bulunuyor. demiyolu işçilerinin ücretlerinden kesilen aidatlarla kendisini idame ettirmeye çalışan bir takım o zamanlar. bir benzeri de ankara'da ankara demirspor adıyla kuruluyor. aslında dünya geneli incelendiğinde ilk örneklerine 1920'li yıllarda demir perde ülkelerinde rastladığımızı söylemek mümkün. bugün hâlen varlığını sürdüren ve başlarına lokomotiv sıfatını alan ekipler de bu anlayış içerisinde vücut buluyorlar. (vurgula: lokomotiv moskova), (vurgula: lokomotiv sofya ) gibi.

aslında bu parmakların söz konusu realiteyi dile getirebilmesi çok kolay değil. büyük şehirde doğup büyümüş, aidiyet hissettiği coğrafyayı çok sınırlı ve uzun aralıklarla görmüş birisi olarak demirsporu anlatmaya çalışmak kendimi milli mücadele yıllarında pera palas'ın lobisinde pinekleyip de erken cumhuriyet döneminde anadolu köylüsünün faziletleri üzerine denemeler karalayan yarı aydınlar gibi hissetmeme neden oluyor. hüznünü, öfkeni yahut sevincini siyah-beyaz'daki kadar kolay yazıya dökemiyorsun. elbette bunu çeşitli sebeplere dayandırabiliriz.

ancak izninizle önce bir sigara içmeliyim.[ybkz]swh[/ybkz]

bir kere modernite dediğimiz olgu sanıldığı gibi her daim uzağı yakın kılmıyor. zira "ya o - ya o" anlayışı üzerine inşa edilmiş bir süreçten bahsediyoruz. ya sekülersin ya dindar. ya realistsin ya romantik. ya marx'a meyledersin ya weber'e. futbolda da durum çok farklı değil. çocukluğunuzda sizi yanına çağıran bir yetişkinin hakkınızda bir fikir sahibi olabilmek adına yönelttiği en popüler sorulardan birisi de "sen hangi takımı tutuyorsun bakayım?" kalıbında somutlaşmakta. "beşiktaş" deyip hafif bir duraksamadan sonra "ama adana demirspor'u da tutuyorum." yanıtını verirseniz gayet mağrur bir edayla "öyle şey olmaz. birinden birini seçeceksin." karşılığını alıyorsunuz. bu da ister istemez sizi en yakınınızda olanını tercih etmeye zorluyor.

postmodernite olarak adlandırdığımız ve en kaba tarifiyle modernite sonrası süreçte "ya o - ya o" yerini "hem o - hem o" formülüne bırakınca benim gibiler açısından da "hem beşiktaş hem adanademirspor" şeklinde ikili bir sempatiyi koynunda beslemek, tam da zamanın ruhuna uygun olarak hem kaliteli hem hesaplı şeklinde kendisini göstermeye başlıyor. tabii bu durumun beraberinde getirdiği bir takım enteresanlıklar da yok değil. mona lisa rönesans döneminden sonra, ekim 1989'da beşiktaş'ın demirspor'u 10-0 mağlup etmesiyle birlikte bizlerin yüzünde beliriyor. afallıyorsunuz. her beşiktaşlı gibi caka satma imkânınız olmuyor mesela. leonardo da vinci'nin hem beşiktaş'a hem de demirspor'a sempati duyduğunu iddia etmek de var ama beri yandan da anokronizm diye de bir şey mevcut. bir başka maçta beşiktaş 5 ocak stadı'nda 1-0 öndeyken serbest vuruştan yediği golle berabere kalması sonucu küçük bir çocuğun çim sahaya koşarak meşin topu golün atıldığı mesafeye dikip aynısını atmaya çalışmasını kendisini seyredenlere izah edebilmesi de çok olanaklı gözükmüyor. kurgu değil bu. öyle çocuklar vardı. ben hatırlıyorum.[ybkz]swh[/ybkz] üç tanesini sallandır bakalım taksim meydanı'nda bak bir daha yapıyorlar mı.

çok uzatmayalım. çünkü uykum geldi. umarım sizin bunları okurken gelmez. efenim bu toprakların güneyinde teni gökyüzünün lacivertinden yanmış insanlar vardır. demirspor'un üstüne bir de beşiktaş'ı tutuyorlarsa bilin ki yükte hafif yürekte ağırlardır.

çıkış ne taraftaydı?

tokat gibi cevaplar

gidiyorum bu
beşiktaş teknik direktörü tayfur havutçu'nun 11 mayıs 2012 beşiktaş trabzonspor maçı sonrası basın toplantısı yapmaması sonucu aklıma gelendir. hanımlar beyler, olay mircea lucescu'nun teknik direktörlüğü döneminde istanbul'da yenişemediğimiz bir adanaspor maçı sonrasına tekabül eder. lucescu maç sonrası yayıncı kuruluşun uzattığı mikrofona konuşmuş; sonrasında maç esnasında fazlaca bağırmaktan sesi kısıldığı için yardımcısı feyyaz uçar'ı basın toplantısına göndermiştir. feyyaz masaya oturur ve durumu anlatır. kendisini dinleyen basın mensupları arasında bulunan deniz gökçe, lucescu'nun gelmemesine sinirlenerek, "sayın lucescu niye burada değil? bu beşinci kez oluyor. basını küçük görüyor." şeklinde bir çıkış yapar. feyyaz "ben de bu takımın antrenörüyüm. siz de beni küçük görüyorsunuz." diyerek masadan kalkar. toplantı başlamadan biter. özetle, bu takımı yönetenlerin her şartta söyleyecek bir sözü mutlaka vardı. ha bir de,

uçan kuşlar martılar, yeşil tatlı bir bahar, gülen şen sevdalılar vardı.

11 mayıs 2012 olympiacos barcelona regal maçı

gidiyorum bu
68-64 olimpiakos'un üstünlüğü ile sona eren maçtır. vassilis spanouilis'in saha içi komutanlığında müthiş bir özveri, müthiş bir mücadele örneği gösterdi kırmızılılar. joey dorsey'in topladığı ribaundlarla boyalı alanı domine etmesi, georgios printezis ve kostas papanikolaou'nun spanouilis'e ayak uydurmaları dikkati çeken unsurlar oldu.

barcelona'da ise juan carlos navarro'nun soyunduğu one man show bu karşılaşmanın ana fikri olamazdı, olmadı da. asıl hayal kırıklığı ise avrupa'nın üst sınıf şutörlerinden sayabileceğimiz chuck eidson'un performansı oldu. tabii burada performans sözcüğünü prosedür icabı kullandığımızı belirtmek lâzım.

ez cümle kırmızılılar bu bütçeyle, bu mütevazı kadroyla bana göre bu akşam şampiyon olmuştur. şimdi pazar akşamı önlerinde bir cska maçı var. bir mucize daha olur mu?

ben bilmem beyim bilir.

(bkz: dusan ivkovic)

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol