kubilay keçeli'nin aldığı duyumlara göre büyük bir aksilik olmazsa carlos arroyo'nun forma giyebileceği, serhat çetin'in durumunun ise maç saatinde belli olacağı müsabaka.
1990'ların başından itibaren dünya basketboluna damgasını vurmaya başlamış; (vurgula: the waiter) lakaplı (vurgula: hırvat) kökenli (vurgula: power forward). 1980'lerin yugoslavyasının basketbolcu fabrikası olan (vurgula: jugoplastica)'da (diğer ismi ile (vurgula: pop 84)) yetişen (vurgula: kukoc), burada oynadığı 6 sezon içinde (1985-1991), ikisi efsane koç bozidar maljkovic yönetiminde olmak üzere üst üste üç kez (1989, 1990, 1991) (vurgula: avrupa şampiyonluğu) sevincini yaşamıştır. içinde olduğu kadro da alevli meyva tabağı gibidir laf aramızda: dino radja, zan tabak, velimir perasovic, zoran savic. bir de henüz o zamanlar bu takımın gencecik bir yedeği olup da 3-5 yıl sonra adını duyurmaya başlayacak olan tanıdık bir sima: (bkz: petar naumoski)
1990 yılında ikinci turda chicago bulls tarafından seçilmesine rağmen (vurgula: nba)'e gitmez. nedenini ise kendisini takip eden hemen herkesin bildiği şu cümle ile açıklar: "ben basketbol oynamayı seviyorum, seyretmeyi değil. seyredeceğim oyuncu michael jordan olsa bile."
1991 yılında önemli bir bedelle o dönem (vurgula: italya)'nın söz sahibi takımlarından (vurgula: benetton treviso)'ya transfer olarak sılaya veda eder. burada lig şampiyonluğu ve (vurgula: italya) kupası şampiyonluğu görmesinin yanı sıra üç kez de yılın oyuncusu seçilir. bana bir (vurgula: biskrem) verirseniz bu adamın 2.11 boyu ile (vurgula: benetton)'da oyun kurucu pozisyonunda da oynadığını söyleyebilirim. herhalde basketbolda (vurgula: match up/eşleşme) problemi kavramının mucidi bu adam olsa gerek. 1993 yılında (vurgula: bulls) tarafından çağrıldığında, (vurgula: jordan) da basketbolu bırakma kararı almıştır. takımın ikinci önemli oyuncusu olan scottie pippen kendisinden pek hazzetmez. hatta (vurgula: kukoc)'a olan alerjisi yüzünden koç phil jackson'la bile araları açılır. (vurgula: kukoc) açısından işin hazin yanı yaratılan bu anlamsız kargaşa içinde (vurgula: bulls) seyircisinin de açıkça (vurgula: pippen)'ın tarafını tutmasıdır. her şeye rağmen bu beyaz gölge, sessiz sedasız elinden gelen en iyi şekilde işini yapmaya gayret etmektedir. tek sıkıntısı savunma yapmayı çok sevmemesidir. hatta amerikalıların, (vurgula: kukoc) gibi avrupa'dan gelen pek çok önemli oyuncunun savunma zaafiyetlerine dikkat çekmek için kullandıkları bir kalıp vardır: "(vurgula: bir sandalyeyi bile savunamaz)".
telefon geldi de kusura bakmayın. hah nerede kaldık. işte bu (vurgula: pippen) hizibinin "bu avrupalılar olmasa ne güzel idare ederdik nba doğu konferansını" temalı çıkışlarıyla geçen iki sezondan sonra 1995 yılında (vurgula: jordan)'ın "yettim gari" diyerek yeniden basketbola dönmesiyle sorunların üstü örtülür. bir de kadroya dönemin en uysal, en mantıklı, böyle etliye sütlüye karışmayan, sansasyondan uzak duran en aklı selim oyuncusu ribaund canavarı dennis rodman da dahil olunca o bildiğimiz 90'ların ortasındaki yenilmez armada meydana getirilir. (vurgula: kukoc) da artık bu yapılanmanın en iyi altıncı adamıdır. sonra gelsin şampiyonluklar, takılsın yüzükler falan feşmekan...
90'ların sonunda kesin bir çöküş dönemine giren (vurgula: bulls)'ta (ortada artık ne (vurgula: jordan) vardır ne de (vurgula: pippen)) takımın elle tutulur tek oyuncusudur. tek başına (vurgula: bulls)'u ayakta tutmaya çalışır. ancak daha fazla dayanamaz. 2000-2001 sezonunu philadelphia 76'ers 'ta, 2001 -2002 sezonunu ise atlanta hawks'ta geçirir. son olarak ağır diz sakatlıklarıyla boğuştuğu milwaukee bucks'ta 2006 yılında aktif basketbol yaşamını tamamlar.
şimdilerde kendisini golf sporuna adayan (vurgula: kukoc)'un bu alandaki en büyük rakibi camiamızın renkli siması kaya çilingiroğludur.
1990 yılında ikinci turda chicago bulls tarafından seçilmesine rağmen (vurgula: nba)'e gitmez. nedenini ise kendisini takip eden hemen herkesin bildiği şu cümle ile açıklar: "ben basketbol oynamayı seviyorum, seyretmeyi değil. seyredeceğim oyuncu michael jordan olsa bile."
1991 yılında önemli bir bedelle o dönem (vurgula: italya)'nın söz sahibi takımlarından (vurgula: benetton treviso)'ya transfer olarak sılaya veda eder. burada lig şampiyonluğu ve (vurgula: italya) kupası şampiyonluğu görmesinin yanı sıra üç kez de yılın oyuncusu seçilir. bana bir (vurgula: biskrem) verirseniz bu adamın 2.11 boyu ile (vurgula: benetton)'da oyun kurucu pozisyonunda da oynadığını söyleyebilirim. herhalde basketbolda (vurgula: match up/eşleşme) problemi kavramının mucidi bu adam olsa gerek. 1993 yılında (vurgula: bulls) tarafından çağrıldığında, (vurgula: jordan) da basketbolu bırakma kararı almıştır. takımın ikinci önemli oyuncusu olan scottie pippen kendisinden pek hazzetmez. hatta (vurgula: kukoc)'a olan alerjisi yüzünden koç phil jackson'la bile araları açılır. (vurgula: kukoc) açısından işin hazin yanı yaratılan bu anlamsız kargaşa içinde (vurgula: bulls) seyircisinin de açıkça (vurgula: pippen)'ın tarafını tutmasıdır. her şeye rağmen bu beyaz gölge, sessiz sedasız elinden gelen en iyi şekilde işini yapmaya gayret etmektedir. tek sıkıntısı savunma yapmayı çok sevmemesidir. hatta amerikalıların, (vurgula: kukoc) gibi avrupa'dan gelen pek çok önemli oyuncunun savunma zaafiyetlerine dikkat çekmek için kullandıkları bir kalıp vardır: "(vurgula: bir sandalyeyi bile savunamaz)".
telefon geldi de kusura bakmayın. hah nerede kaldık. işte bu (vurgula: pippen) hizibinin "bu avrupalılar olmasa ne güzel idare ederdik nba doğu konferansını" temalı çıkışlarıyla geçen iki sezondan sonra 1995 yılında (vurgula: jordan)'ın "yettim gari" diyerek yeniden basketbola dönmesiyle sorunların üstü örtülür. bir de kadroya dönemin en uysal, en mantıklı, böyle etliye sütlüye karışmayan, sansasyondan uzak duran en aklı selim oyuncusu ribaund canavarı dennis rodman da dahil olunca o bildiğimiz 90'ların ortasındaki yenilmez armada meydana getirilir. (vurgula: kukoc) da artık bu yapılanmanın en iyi altıncı adamıdır. sonra gelsin şampiyonluklar, takılsın yüzükler falan feşmekan...
90'ların sonunda kesin bir çöküş dönemine giren (vurgula: bulls)'ta (ortada artık ne (vurgula: jordan) vardır ne de (vurgula: pippen)) takımın elle tutulur tek oyuncusudur. tek başına (vurgula: bulls)'u ayakta tutmaya çalışır. ancak daha fazla dayanamaz. 2000-2001 sezonunu philadelphia 76'ers 'ta, 2001 -2002 sezonunu ise atlanta hawks'ta geçirir. son olarak ağır diz sakatlıklarıyla boğuştuğu milwaukee bucks'ta 2006 yılında aktif basketbol yaşamını tamamlar.
şimdilerde kendisini golf sporuna adayan (vurgula: kukoc)'un bu alandaki en büyük rakibi camiamızın renkli siması kaya çilingiroğludur.
an itibariyle telegol programına konuktur.
çok büyük oranda kendi oluşturmadığı bir kadronun başına teknik direktör olarak getirilmesinin dezavantajlarını kabul etmekle birlikte artık yerleşik hale gelmiş hatalarından bağımsız olarak değerlendiremeyeceğimiz portekizli antrenör. en belirgini de oyuna müdahale noktasındaki bariz yetersizliği. bunun sebebi haftada oynanan maç sayısının fazlalığı değil, oyunu okuma noktasında göstermiş olduğu zaaftır.
26 mart 2012 istanbul büyükşehir belediye spor beşiktaş maçı'nda, takım 2-1 öndeyken birbirinin kopyası şeklinde verilen pozisyonlara rağmen, yaptığı oyuncu değişikliklerinin, ödenmeyen futbolcu alacaklarıyla ilgisi olduğunu düşünmüyorum. "(vurgula: ben ne yapıp edip elimdekinin maksimumunu vererek önümüzdeki sezon da bu takımı çalıştırmam halinde bir şeyleri başarabileceğimin mesajını vermeliyim)" iddiasını taşımıyor (vurgula: carvalhal). benim içimin sıkıldığı nokta da tam burasıdır. "(vurgula: ben bu takımın hocası değilim)" i açık bir kabullenmişliktir isyan ettiren. biz bunu taraftar olarak söyleyebiliriz. nitekim de en ağır eleştiriler hemen her platformda kendisine yöneltiliyor. ancak sen Beşiktaş teknik direktörü sıfatıyla (vurgula: carlos carvalhal) olarak bu durumu içselleştiremezsin. sen gerek kadro tercihlerinle gerekse oyunun gidişatına yön verme konusunda en yüksek konsantrasyonu göstermekle mükellefsin.
nihayetinde bizler senin bu takımın hocalığı noktasında zayıf kaldığını bazen de oldukça sert bir üslupla dile getirebiliriz sayın (vurgula: carvalhal). ancak senin, hali hazırda beşiktaş'ın başındayken, bu zayıflığı türlü gerekçelerle benimseyip acizliğe dönüştürmen bu insanları daha çok yaralamaktadır.
saha dışında pek çok sıkıntıyla uğraştığın muhakkak. ancak bir seneye yakındır top yüzü görmeyen tiago manuel dias bebe, sezon başından bu yana takımla idman yapan mehmet akyüz'den önce oyuna giriyorsa; senin de bir şeyleri değiştirmek adına çok da hevesli olmadığın ortada hocam.
26 mart 2012 istanbul büyükşehir belediye spor beşiktaş maçı'nda, takım 2-1 öndeyken birbirinin kopyası şeklinde verilen pozisyonlara rağmen, yaptığı oyuncu değişikliklerinin, ödenmeyen futbolcu alacaklarıyla ilgisi olduğunu düşünmüyorum. "(vurgula: ben ne yapıp edip elimdekinin maksimumunu vererek önümüzdeki sezon da bu takımı çalıştırmam halinde bir şeyleri başarabileceğimin mesajını vermeliyim)" iddiasını taşımıyor (vurgula: carvalhal). benim içimin sıkıldığı nokta da tam burasıdır. "(vurgula: ben bu takımın hocası değilim)" i açık bir kabullenmişliktir isyan ettiren. biz bunu taraftar olarak söyleyebiliriz. nitekim de en ağır eleştiriler hemen her platformda kendisine yöneltiliyor. ancak sen Beşiktaş teknik direktörü sıfatıyla (vurgula: carlos carvalhal) olarak bu durumu içselleştiremezsin. sen gerek kadro tercihlerinle gerekse oyunun gidişatına yön verme konusunda en yüksek konsantrasyonu göstermekle mükellefsin.
nihayetinde bizler senin bu takımın hocalığı noktasında zayıf kaldığını bazen de oldukça sert bir üslupla dile getirebiliriz sayın (vurgula: carvalhal). ancak senin, hali hazırda beşiktaş'ın başındayken, bu zayıflığı türlü gerekçelerle benimseyip acizliğe dönüştürmen bu insanları daha çok yaralamaktadır.
saha dışında pek çok sıkıntıyla uğraştığın muhakkak. ancak bir seneye yakındır top yüzü görmeyen tiago manuel dias bebe, sezon başından bu yana takımla idman yapan mehmet akyüz'den önce oyuna giriyorsa; senin de bir şeyleri değiştirmek adına çok da hevesli olmadığın ortada hocam.
bu da dahil olmak üzere, entry girerken yazdığım her cümleyi içimden bir kez tekrar ediyorum.
7 haziran 1993 günü (vurgula: almanya)'da geçirdiği bir trafik kazası sonucu yaşamını yitirerek seksenli yıllarda içine basketbol sevdası yerleştirmiş yediden yetmişe herkesi derin bir üzüntüye boğan basketbolun wolfgang amedeus mozartı. nam-ı diğer (vurgula: petrovic "aka" mozart).
profesyonel kariyerine başladığı (vurgula: cibona zagrep ) ile 1985 yılında avrupa kupası finalinde real madrid'e karşı muazzam bir maç çıkarır. (vurgula: cibona zagrep) 87-78'lik sonuçla o sene avrupa şampiyonu olurken henüz 20 yaşındaki (vurgula: drazen), rakip takımın potasına 36 sayı bırakarak dikkatleri çeker. iki takım 1998 yılında bu sefer bir (vurgula: koraç kupası) finalinde karşı karşıya gelecektir. o zaman ki statüye göre iki maç üzerinden oynanılan final müsabakaları sonucu bu sefer kazanan ispanyol temsilcisi olurken, (vurgula: drazen) bu iki maçta (vurgula: real madrid)'e -ilki 21 ikincisi 47 olmak üzere- toplam 68 sayı atmayı ihmal etmemiştir.
1989 yılına gelindiğinde o artık (vurgula: real madrid)lidir. ligde play-off finallerinde barcelona'ya şampiyonluğu kaptırırlar. ancak bunun acısı 14 mayıs 1989 tarihinde atina'da oynanan real madrid - snaidero caserta kupa galipleri kupası final maçı ile çıkacaktır. üstelik bu kez karşısında en kendisi kadar şutör ve kendisinden çok daha tecrübeli brezilyalı efsane (vurgula: oscar shmidt ) vardır. normal süresi 102-102 biten maçı uzatmalar sonunda 119-113 kazanan (vurgula: real madrid ) kupayı kaldırır. (vurgula: drazen) 62 sayı ile oynarken yaşlı kurt (vurgula: oscar shmidt) 44 sayı ile maçı tamamlamıştır.
bu ikilinin düellosundan bir kesit için.
http://tinyurl.com/29ptdky
"yok arkadaşım bu beni kesmez", ben bu efsane maçın tamamını izlemek istiyorum diyenler için. (uygun zamanınızda bakın. işi gücü aksatmayın. adamı zıvanadan çıkarmayın. holosko'ya açısını kaybettirmeyin.)
http://tinyurl.com/7oo8ta4
henüz 1986 yılında portland trail blazers tarafından seçilen drazen, henüz kendisini hazır hissetmediğinden olsa gerek üç yılını real madrid forması altında geçirmiş; 1989 yılında (vurgula: portland) tarafından "al bunu al al al al" refleksiyle apar topar amerika'ya getirtilmiştir. ancak burada mutsuzdur (vurgula: drazen). aldığı minimum süreler onurunu kırmaktadır, adeta basketbola küsmüştür. iki yıl süren bu kabustan sonra pes etmeyip, kim olduğunu göstermek ve yeni bir sayfa açmak adına new jersey nets'e transfer olur. ve (vurgula: nba)'deki en iyi zamanlarını meşhur 3 numaralı forması ile burada geçirir. o (vurgula: new jersey)'i benisemiş, (vurgula: new jersey ) de onu bağrına basmıştır. % 43,7 gibi müthiş bir üç sayı ortalaması tutturur.
bu büyük efsane yamulmuyorsam milli takım kampı dönüşü (vurgula: zagreb)'e gitmekte olan uçağın (vurgula: frankfurt)'ta aktarma yapması üzerine, alman kız arkadaşıyla birlikte (vurgula: almanya)'da zaman geçirmeye karar verir. her zaman evine dönen (vurgula: drazen), ilk defa böyle bir karar almıştır. kız arkadaşı direksiyondadır, kendisi yan koltukta son uykusuna dalar. araba, aniden önlerine çıkan tıra çarpar. emniyet kemeri takılı olmadığı için ön camdan dışarı fırlar.
milyonlarca basketbolsevere son üçlüğünü atmıştır.
adı (vurgula: cibona zagreb)'in halen oynamakta olduğu spor salonuna verilir. (vurgula: new jersey nets ) üç numaralı formayı bir daha giyilmemek üzere emekli ederek, salona asar. ancak 2012 itibariyle soğutma çalışmaları halen sonuç vermemektedir.
kendisi gibi basketbolcu olan ağabeyi (vurgula: alexander petrovic)'in ağzından dökülen sözcüklerle yazıyı noktalayalım:
"drazen petrovic'i sevenlerden bir isteğim var. hafızalarınızdaki drazen'in, attığı her basketten sonra ellerini havaya kaldıran drazen olmasını istiyorum. çünkü o, ellerini size, taraftarlarına kaldırıyordu. drazen'i sizlere neşe getiren biri olarak hatırlamanızı diliyorum. drazen'in bu hatıralarına değer verin. kader onu kariyerinin zirvesinde bizden aldı. bir efsane olması için, bize yol göstermesi için..."
saygıyla anıyoruz.
(bkz: once brothers)
profesyonel kariyerine başladığı (vurgula: cibona zagrep ) ile 1985 yılında avrupa kupası finalinde real madrid'e karşı muazzam bir maç çıkarır. (vurgula: cibona zagrep) 87-78'lik sonuçla o sene avrupa şampiyonu olurken henüz 20 yaşındaki (vurgula: drazen), rakip takımın potasına 36 sayı bırakarak dikkatleri çeker. iki takım 1998 yılında bu sefer bir (vurgula: koraç kupası) finalinde karşı karşıya gelecektir. o zaman ki statüye göre iki maç üzerinden oynanılan final müsabakaları sonucu bu sefer kazanan ispanyol temsilcisi olurken, (vurgula: drazen) bu iki maçta (vurgula: real madrid)'e -ilki 21 ikincisi 47 olmak üzere- toplam 68 sayı atmayı ihmal etmemiştir.
1989 yılına gelindiğinde o artık (vurgula: real madrid)lidir. ligde play-off finallerinde barcelona'ya şampiyonluğu kaptırırlar. ancak bunun acısı 14 mayıs 1989 tarihinde atina'da oynanan real madrid - snaidero caserta kupa galipleri kupası final maçı ile çıkacaktır. üstelik bu kez karşısında en kendisi kadar şutör ve kendisinden çok daha tecrübeli brezilyalı efsane (vurgula: oscar shmidt ) vardır. normal süresi 102-102 biten maçı uzatmalar sonunda 119-113 kazanan (vurgula: real madrid ) kupayı kaldırır. (vurgula: drazen) 62 sayı ile oynarken yaşlı kurt (vurgula: oscar shmidt) 44 sayı ile maçı tamamlamıştır.
bu ikilinin düellosundan bir kesit için.
http://tinyurl.com/29ptdky
"yok arkadaşım bu beni kesmez", ben bu efsane maçın tamamını izlemek istiyorum diyenler için. (uygun zamanınızda bakın. işi gücü aksatmayın. adamı zıvanadan çıkarmayın. holosko'ya açısını kaybettirmeyin.)
http://tinyurl.com/7oo8ta4
henüz 1986 yılında portland trail blazers tarafından seçilen drazen, henüz kendisini hazır hissetmediğinden olsa gerek üç yılını real madrid forması altında geçirmiş; 1989 yılında (vurgula: portland) tarafından "al bunu al al al al" refleksiyle apar topar amerika'ya getirtilmiştir. ancak burada mutsuzdur (vurgula: drazen). aldığı minimum süreler onurunu kırmaktadır, adeta basketbola küsmüştür. iki yıl süren bu kabustan sonra pes etmeyip, kim olduğunu göstermek ve yeni bir sayfa açmak adına new jersey nets'e transfer olur. ve (vurgula: nba)'deki en iyi zamanlarını meşhur 3 numaralı forması ile burada geçirir. o (vurgula: new jersey)'i benisemiş, (vurgula: new jersey ) de onu bağrına basmıştır. % 43,7 gibi müthiş bir üç sayı ortalaması tutturur.
bu büyük efsane yamulmuyorsam milli takım kampı dönüşü (vurgula: zagreb)'e gitmekte olan uçağın (vurgula: frankfurt)'ta aktarma yapması üzerine, alman kız arkadaşıyla birlikte (vurgula: almanya)'da zaman geçirmeye karar verir. her zaman evine dönen (vurgula: drazen), ilk defa böyle bir karar almıştır. kız arkadaşı direksiyondadır, kendisi yan koltukta son uykusuna dalar. araba, aniden önlerine çıkan tıra çarpar. emniyet kemeri takılı olmadığı için ön camdan dışarı fırlar.
milyonlarca basketbolsevere son üçlüğünü atmıştır.
adı (vurgula: cibona zagreb)'in halen oynamakta olduğu spor salonuna verilir. (vurgula: new jersey nets ) üç numaralı formayı bir daha giyilmemek üzere emekli ederek, salona asar. ancak 2012 itibariyle soğutma çalışmaları halen sonuç vermemektedir.
kendisi gibi basketbolcu olan ağabeyi (vurgula: alexander petrovic)'in ağzından dökülen sözcüklerle yazıyı noktalayalım:
"drazen petrovic'i sevenlerden bir isteğim var. hafızalarınızdaki drazen'in, attığı her basketten sonra ellerini havaya kaldıran drazen olmasını istiyorum. çünkü o, ellerini size, taraftarlarına kaldırıyordu. drazen'i sizlere neşe getiren biri olarak hatırlamanızı diliyorum. drazen'in bu hatıralarına değer verin. kader onu kariyerinin zirvesinde bizden aldı. bir efsane olması için, bize yol göstermesi için..."
saygıyla anıyoruz.
(bkz: once brothers)
yugoslav basketbolunun uluslararası arenadaki en önemli temsilcilerinden olan sırp kökenli pivot. ülkesinin kulüplerinden partizan'da yetişmiş, los angeles lakers ve sacramento kings gibi kulüplerde ter dökmüştür.
en büyük üzüntüsü elim bir trafik kazası sonucu yaşamını yitiren eski dostu drazen petrovic ile aralarındaki kırgınlığı giderme olanağı bulamamış olmasıdır.
(bkz: once brothers)
mutlulukları daim olsundur dedirten törendir.
(vurgula: 25 mart 2012 manisaspor - sivasspor) maçında , takımının üçüncü golü bulması sonrasında (vurgula: manisaspor)'un küme düşmesi kesinleştiğinden oyuncularının gol sevincini engelleyen teknik (vurgula: adam).
ha, bir de beşiktaşlı.
ha, bir de beşiktaşlı.
bu kadar dar bir rotasyon ile (b: banvit) gibi derinlikli ve dengeli bir kadroya karşı bu akşam oynanan maçta olabildiğince direnen takım. kenar yönetimiyle, oyuncusuyla, tribün desteği ile herkes elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştı.
bugün karşılaştığımız sıkıntıların temeline inebilmek ve lig şampiyonluğuna yönelik öngörülerde bulunabilmek adına sezon öncesine dönmenin faydalı olacağı kanısındayım. transfer dönemi başladığında rakipleri birer birer eksik mevkilerini alternatifleri ile birlikte takviye etme yoluna giderken; (b: beşiktaş), basketbol şubesi için halen sponsor aramakla meşguldü. ha bugün ha yarın bir firma ile anlaşma sağlanılacak haberleri arasında bilhassa yerli oyuncu transferinde oldukça geride kalındı. sponsor belirsizliği yüzünden serkan erdoğan takımda tutulamadı. nedim yücel ile ön anlaşma sağlanmasına rağmen, geç kalındığı için (b: telekom)'a kaptırıldı. çok sıcak bakmamama rağmen yine ön anlaşma yapılan (b: cemal nalga) (b: banvit)'e gitti.
diğer bir sorun ise içeride yaşanmaktaydı. bir önceki sezondan kalan alacaklarını talep eden cüneyt erden, bekir yarangüme ve serhat çetin için cezalandırılma (?) yoluna gidildi. bu oyunculara noter tespiti de yapılmak suretiyle bütün yaz günde üç idman yapma zorunluluğu getirildi. kendi adıma konuşayım. hiçbir sportif başarı bu ayıbın üzerine örtemez.
diğer ön anlaşma yapılan mehmet yağmur, ersin dağlı, can akın ve barış hersek de elden kaçmak ve ergin ataman da istifa etmek üzereyken baba demirören duruma el koyarak sezonun başlamasına çok kısa bir süre kala (b: milangaz)'ın, (b: beşiktaş) basketbol şubesine sponsor olmasını sağladı. can havliyle yabancı oyuncu transferine girişildi. burada (b: ergin ataman)'ın avrupa basketbolu'nu iyi bilmesinin avantajı ile önemli oyuncular takıma kazandırıldı. ancak yerli kadro oldukça sınırlıydı. bu yüzden kadro dışı bırakılan oyunculardan serhat çetin ile uzlaşma sağlanarak takıma kazandırıldı. ne yazık ki erken sponsor bulunmasıyla alınabilecek bir çok önemli yerli oyuncu başka takımlarla anlaştı. ki en çok üzüldüklerimden birisi de (b: aliağa petkim) ile anlaşan (b: ümit sonkol)dur.
oyuncuların üst düzey özverisi ve elbette (b: ergin ataman) faktörü ile şampiyonluk yolundaki rakiplerini mağlup eden,(b: türkiye kupası)'nı kazanan ve (b: eurochallenge) kupasında dörtlü finale kalan bir (b: beşiktaş milangaz) bugüne kadar geldi. ne var ki bu tip bir takımı frenleyecek en kötü etmen olan sakatlık belası şimdilerde takımın belini bükmüştür. açık konuşmak gerekirse (b: beşiktaş milangaz)'ın kadrosu şu an ki durumuyla -hiç bir oyuncusu sakat olmasa bile- (b: banvit)'in de,(b: anadolu efes)'in de, (b: galatasaray medical park)'ın da, (b: fenerbahçe ülker)'in de gerisindedir.
"e ama biz bunların hepsini yenmedik mi?"
doğrudur yendik. ama galibiyetleri getiren sebep kadromuzun bu takımlara göre üstünlüğü değil; coaching ve sonuna kadar mücadele faktörleri olmuştur. açıkça ifade edeyim beşiktaş milangaz'da ilk beş oynayan oyuncularla onları yedekleyen oyuncular arasındaki seviye farkı diğer takımlara göre endişe verici boyuttadır. sizin oyun kurucunuz dinlemek için kenara geldiğinde yerine giren (b: mehmet yağmur) iken, (b: galatasaray)'da bu kişi ender arslan oluyor. pop mensah bonsu oyundan alındığında sahaya (b: barış hersek) girerken -ki bana göre bu sezon önemli katkı vermiştir-, (b: anadolu efes)'te stanko barac, esteban batista ile değişiyor.
play off'larda (b: ergin ataman)'ı bekleyen bir takım sıkıntılar var:
- zaten sınırlı olan rotasyonun mevcut sakatlıklarla daha da daralması.
- carlos arroyo iyileşene kadar normal sezonda rakiplerle (anadolu efes, galatasaray) yapılacak mücadelelerin -ki yamulmuyorsam ikisi de deplasmanda olacak- kaybedilme riski.
- marcelus kemp - adam morrison ikilemi. (b: kemp) iki ucu keskin bıçak. sana tek başına maç da kazandırabilir. saçma sapan şut tercihleriyle oyunu sabote de edebilir.
özetle bana göre, bu (b: beşiktaş milangaz)'ın gerek normal sezonda gerekse türkiye kupası'nda kadro derinliği açısından kendisinden bu kadar önde olan takımları mağlup etmesi inanılmaz büyük bir başarıdır. bu mücadelenin ve özverinin sınırlı bir kadro ile uzun soluklu play off döneminde sürdürülebilirliği sağlanacak mıdır?
ben de herkes gibi merak ediyorum.
not: merak eden olursa, bildiğim kadarıyla (b: cüneyt erden) hala tek başına idmanlarına devam etmekte. ekmekle oynamak bizim mazimizde yoktu.
bugün karşılaştığımız sıkıntıların temeline inebilmek ve lig şampiyonluğuna yönelik öngörülerde bulunabilmek adına sezon öncesine dönmenin faydalı olacağı kanısındayım. transfer dönemi başladığında rakipleri birer birer eksik mevkilerini alternatifleri ile birlikte takviye etme yoluna giderken; (b: beşiktaş), basketbol şubesi için halen sponsor aramakla meşguldü. ha bugün ha yarın bir firma ile anlaşma sağlanılacak haberleri arasında bilhassa yerli oyuncu transferinde oldukça geride kalındı. sponsor belirsizliği yüzünden serkan erdoğan takımda tutulamadı. nedim yücel ile ön anlaşma sağlanmasına rağmen, geç kalındığı için (b: telekom)'a kaptırıldı. çok sıcak bakmamama rağmen yine ön anlaşma yapılan (b: cemal nalga) (b: banvit)'e gitti.
diğer bir sorun ise içeride yaşanmaktaydı. bir önceki sezondan kalan alacaklarını talep eden cüneyt erden, bekir yarangüme ve serhat çetin için cezalandırılma (?) yoluna gidildi. bu oyunculara noter tespiti de yapılmak suretiyle bütün yaz günde üç idman yapma zorunluluğu getirildi. kendi adıma konuşayım. hiçbir sportif başarı bu ayıbın üzerine örtemez.
diğer ön anlaşma yapılan mehmet yağmur, ersin dağlı, can akın ve barış hersek de elden kaçmak ve ergin ataman da istifa etmek üzereyken baba demirören duruma el koyarak sezonun başlamasına çok kısa bir süre kala (b: milangaz)'ın, (b: beşiktaş) basketbol şubesine sponsor olmasını sağladı. can havliyle yabancı oyuncu transferine girişildi. burada (b: ergin ataman)'ın avrupa basketbolu'nu iyi bilmesinin avantajı ile önemli oyuncular takıma kazandırıldı. ancak yerli kadro oldukça sınırlıydı. bu yüzden kadro dışı bırakılan oyunculardan serhat çetin ile uzlaşma sağlanarak takıma kazandırıldı. ne yazık ki erken sponsor bulunmasıyla alınabilecek bir çok önemli yerli oyuncu başka takımlarla anlaştı. ki en çok üzüldüklerimden birisi de (b: aliağa petkim) ile anlaşan (b: ümit sonkol)dur.
oyuncuların üst düzey özverisi ve elbette (b: ergin ataman) faktörü ile şampiyonluk yolundaki rakiplerini mağlup eden,(b: türkiye kupası)'nı kazanan ve (b: eurochallenge) kupasında dörtlü finale kalan bir (b: beşiktaş milangaz) bugüne kadar geldi. ne var ki bu tip bir takımı frenleyecek en kötü etmen olan sakatlık belası şimdilerde takımın belini bükmüştür. açık konuşmak gerekirse (b: beşiktaş milangaz)'ın kadrosu şu an ki durumuyla -hiç bir oyuncusu sakat olmasa bile- (b: banvit)'in de,(b: anadolu efes)'in de, (b: galatasaray medical park)'ın da, (b: fenerbahçe ülker)'in de gerisindedir.
"e ama biz bunların hepsini yenmedik mi?"
doğrudur yendik. ama galibiyetleri getiren sebep kadromuzun bu takımlara göre üstünlüğü değil; coaching ve sonuna kadar mücadele faktörleri olmuştur. açıkça ifade edeyim beşiktaş milangaz'da ilk beş oynayan oyuncularla onları yedekleyen oyuncular arasındaki seviye farkı diğer takımlara göre endişe verici boyuttadır. sizin oyun kurucunuz dinlemek için kenara geldiğinde yerine giren (b: mehmet yağmur) iken, (b: galatasaray)'da bu kişi ender arslan oluyor. pop mensah bonsu oyundan alındığında sahaya (b: barış hersek) girerken -ki bana göre bu sezon önemli katkı vermiştir-, (b: anadolu efes)'te stanko barac, esteban batista ile değişiyor.
play off'larda (b: ergin ataman)'ı bekleyen bir takım sıkıntılar var:
- zaten sınırlı olan rotasyonun mevcut sakatlıklarla daha da daralması.
- carlos arroyo iyileşene kadar normal sezonda rakiplerle (anadolu efes, galatasaray) yapılacak mücadelelerin -ki yamulmuyorsam ikisi de deplasmanda olacak- kaybedilme riski.
- marcelus kemp - adam morrison ikilemi. (b: kemp) iki ucu keskin bıçak. sana tek başına maç da kazandırabilir. saçma sapan şut tercihleriyle oyunu sabote de edebilir.
özetle bana göre, bu (b: beşiktaş milangaz)'ın gerek normal sezonda gerekse türkiye kupası'nda kadro derinliği açısından kendisinden bu kadar önde olan takımları mağlup etmesi inanılmaz büyük bir başarıdır. bu mücadelenin ve özverinin sınırlı bir kadro ile uzun soluklu play off döneminde sürdürülebilirliği sağlanacak mıdır?
ben de herkes gibi merak ediyorum.
not: merak eden olursa, bildiğim kadarıyla (b: cüneyt erden) hala tek başına idmanlarına devam etmekte. ekmekle oynamak bizim mazimizde yoktu.
abd spor kanalı (vurgula: espn) aracılığıyla "(vurgula: 30 for 30)" serisi kapsamında zihnime saplanan belgesel kılığına girmiş kör bıçak. türkçe'ye "(vurgula: bir zamanlar kardeştiler)" ismiyle çevrilmiş olup ünlü sırp basketbolcu vlade divac'ın penceresinden çok genç yaşta yitirdiğimiz gerçek bir basketbol efsanesi olan drazen petrovic ile yaşadıkları sıkı dostluğun etnisite temelinde nasıl yerle bir olduğunun görüntüye dökülmüş hâlidir. kimler yoktur ki o efsane (vurgula: yugoslavya) milli takımından. drazen petrovic, vlade divac, zarko paspalj, toni kukoc, dino radja, alexander petrovic, zeljko obradovic (şu an ki (vurgula: panathinakios) koçu), zoran savic. ve tabii ki başlarında şimdilerde (vurgula: olimpiakos)'u çalıştıran koca kurt dusan ivkovic.
etnik temelli politik huzursuzluklardan siyasal kariyer uman egosu yüksek organizmaların, basketbol ile bir araya gelmiş bu dünyanın en yetenekli genç çocuklarının yaşamını adeta alt-üst ettiğinin somut göstergesidir bu yapım. aynı zamanda o dönem gösteri maçı yaptıkları boston celtics'in oyuncularını da görmek mümkün. benim gibi nba'den ziyade avrupa basketboluna -bilhassa yugoslav ekolüne- düşkün biriyseniz ve henüz bu belgeseli izlemediyseniz kulaklarınızı çekerim. (vurgula: drazen)'in hayatını kaybettiğini televizyondan öğrendiğimde basketbol büyük ölçüde anlamını yitirimişti benim için. zaten (vurgula: celtics) de duraklama dönemine girmişti. değişikti işte her şey. 31 aralık 2011'de ntv spor bu programı yayınladığında filmi geri sardım. gözler de doluyor ister istemez.
hülasa efendim. izleyin, izlettirin.
http://tinyurl.com/6vozmt8
etnik temelli politik huzursuzluklardan siyasal kariyer uman egosu yüksek organizmaların, basketbol ile bir araya gelmiş bu dünyanın en yetenekli genç çocuklarının yaşamını adeta alt-üst ettiğinin somut göstergesidir bu yapım. aynı zamanda o dönem gösteri maçı yaptıkları boston celtics'in oyuncularını da görmek mümkün. benim gibi nba'den ziyade avrupa basketboluna -bilhassa yugoslav ekolüne- düşkün biriyseniz ve henüz bu belgeseli izlemediyseniz kulaklarınızı çekerim. (vurgula: drazen)'in hayatını kaybettiğini televizyondan öğrendiğimde basketbol büyük ölçüde anlamını yitirimişti benim için. zaten (vurgula: celtics) de duraklama dönemine girmişti. değişikti işte her şey. 31 aralık 2011'de ntv spor bu programı yayınladığında filmi geri sardım. gözler de doluyor ister istemez.
hülasa efendim. izleyin, izlettirin.
http://tinyurl.com/6vozmt8
mehmet özdilek düşünülmüyorsa - getirilemiyorsa demiyorum, camianın bir çağrısına bakar-, takımıyla sözleşmesi devam ettiği için çok zor olacak ama şota arveladze.
yıllardır beşiktaş bünyesinden yetişme teknik adamların teknik/taktik açısından zayıf kaldığını düşünen bana "bu sefer oluyor galiba" dedirten en güzel dokuz numaralı formanın sahibi. sözlükte de bu yönde düşünen arkadaşların varlığı şahsımı çok memnun etti. bildiğin bir sırıtma yerleşti yüzüme lan.
malum isviçre maçından sonra, seni akılları sıra sahipsiz sanıp ortada bırakanlar köşe başlarını tuttu. hayatında taktığın tek çelmeyi, seni düşürmek için kullandılar. suskunluğun asaletindendi bilmekteyiz. ama o imparatoreler bilmez ki en çok da sustuğumuz yerden kanarız biz. sen unutmadıysan emin ol biz hiç unutmadık.
bu takımın başına geçtiğinde, inan bana en çok galatasaray maçını bekleyeceğim.
zarf-mazruf ikilemindeki konum tercihinin öneri zemininde vücut bulmuş söz öbeği. anlamın okumasını filtreden geçirerek yapacak olursak burada her iki tavıra yöneltilen bir ithamdan ziyade zaman kaybına dikkat çekiş söz konusudur. zira iki tercih (başarısızlığı da sahiplenme/başarıya endekslenme) adına da söylenebilen hemen herşey söylenmiş, belli bir eşikten sonra tekrara düşülmeye başlanmıştır.
yukarıda da somut bir şekilde örneklendirildiği üzere taraftarlık dediğimiz olgu doğası gereği bünyesinde yoğun olarak duygusallık ve irrasyonalite barındırır. tuttuğunuz takımın atkısını boynuna doladığı için birisine yakınlık hissetmeniz, sırılsıklam aşık olduğunuz birinden sırf başka bir takımı tuttuğu için vazgeçmeniz ya da çok başarısız olacağına kanaat getirmenize rağmen takımınız için sezonluk kombine almanız bu irrasyonalitenin değişik tonlardaki işaretleridir.
ancak günümüz dünyasında bireyin, taraftar kimliğinin yanı sıra edinmiş olduğu tüketici kimliği de vardır ki, bu durum kişiyi duygusallık/akılcılık noktasında belirgin bir paradoksa iter. misalen (b: kartal yuvası )mağazaları ister istemez (b: beşiktaş) taraftarını aynı zamanda tüketici olmaya da itmiştir. her koşulda ve her şekilde takımına destek olmayı şiar edinmiş bir taraftar 90 tl vererek lisanslı forma satın alır. formanın işçiliğinin, kumaşın kalitesinin bu bedelin çok altında olduğunun farkındadır. burada taraftarlığın getirdiği irrasyonalite devreye girer. aynı şiardan hareket eden bir başka taraftar ise ekonomik imkânlarının el vermemesi nedeniyle işporta tezgahından bir beşiktaş forması edinir. bu da tüketici rasyonalitesidir.
her camianın mazisini dayandırdığı bir gelenek vardır. başarı modellerini de bu gelenek üzerine inşa eder. örneğin (b: fenerbahçe) geçmişten bugüne oldukça sansasyonel ve pahalı transferler yaparak bir büyüme modeli tasarlar. alt yapıyı çok fazla benimsemez. eleştiri anlamında söylemiyorum. bu bir tercihtir. (b: fenerbahçe), camia olarak bu yönde tercihini kullanmıştır. çok basit bir örnek verecek olursak (b: fenerbahçe) alt yapısından yetişip de düzenli şekilde ilk onbir'e giren en son oyuncu (b: müjdat yetkiner)dir.
(b: beşiktaş)'ın başarı/sportif büyüme modeli -futbol özelinde konuşacak olursak- büyük oranda özkaynak düzenine dayanır. yıldız oyuncusunu da büyük paralarla transfer etmek yerine, kendi alt yapısından çıkarır. yusuf tunaoğlu, fikret demirer, gökhan keskin, feyyaz uçar, sergen yalçın, nihat kahveci gibi. diğer yıldız oyuncuları da titiz bir arama taramayla ve uygun maliyetlerle bünyesine katmıştır. metin tekin (kocaelispor), ali gültiken (bakırköy yücespor), mehmet özdilek (kahramanmaraşspor) gibi. ne zaman ki yeni nesil yönetciler elinde fenerbahçeleştirilmeye çalışılarak, büyük paralara isimli futbolcular transfer etmeye başlamıştır beklediği başarıları elde edememiştir. bu da bir tercihtir ancak, (b: beşiktaş)'ta yerleşik hâle gelmiş kurumsal kültüre ters düşer. ters düştüğü için de bugün (b: beşiktaş) başkalaşım dahi geçirememiş bir mutant görünümündedir.
şahsi kanaatim bu takım, salt avrupa futbolunda isim yapmış yabancı futbolcularla donatılarak bir dünya kulübü olamaz. dünya kulubünden kastımız (b: manchester united, chelsea, barcelona, real madrid, bayern munchen, internazionale, ac milan, juventus, porto ) vs. ise kusura bakmayın arkadaşlar ama (b: beşiktaş) asla bir dünya kulübü olamaz. çünkü sizin de bildiğiniz üzere bilhassa ekonomik açıdan eşit şartlarda rekabet ortamı yoktur.
(b: beşiktaş) çok çok avrupa futbolunda belirli dönemlere damgasını vuran bir kulüp olabilir. (b: dinamo kiev, anderlecht, ajax, borussia dortmund, borussia m'gladbach, fiorentina, valencia, leeds united, benfica, celtic) gibi. bu da beslendiği geleneği günümüz futbolunun gerekleriyle gerçekçi bir şekilde kaynaştırmasıyla gerçekleşir diye düşünüyorum. ancak buradaki temel sorun da (b: beşiktaş) camiasının, bu sürece her koşulda göğüs gerecek bir taraftar profiline sahip olup olmadığı ile alakalıdır.
özetle mesele (b: fikret orman, serdal adalı, mircea lucescu, ricardo quaresma) meselesi değildir. mesele önceden belirlenen gerçekçi hedeflere ulaşmak için (b: beşiktaş)'ı meydana getiren unsurların payına düşen sorumluluk nedir? ne gibi stratejiler uygulanmalıdır? meselesidir. iş bu başlığın açılma nedeni de bu olsa gerek herhalde galiba sanırsam.
her ne kadar sürç-ü lisan ettiysek affola.
yukarıda da somut bir şekilde örneklendirildiği üzere taraftarlık dediğimiz olgu doğası gereği bünyesinde yoğun olarak duygusallık ve irrasyonalite barındırır. tuttuğunuz takımın atkısını boynuna doladığı için birisine yakınlık hissetmeniz, sırılsıklam aşık olduğunuz birinden sırf başka bir takımı tuttuğu için vazgeçmeniz ya da çok başarısız olacağına kanaat getirmenize rağmen takımınız için sezonluk kombine almanız bu irrasyonalitenin değişik tonlardaki işaretleridir.
ancak günümüz dünyasında bireyin, taraftar kimliğinin yanı sıra edinmiş olduğu tüketici kimliği de vardır ki, bu durum kişiyi duygusallık/akılcılık noktasında belirgin bir paradoksa iter. misalen (b: kartal yuvası )mağazaları ister istemez (b: beşiktaş) taraftarını aynı zamanda tüketici olmaya da itmiştir. her koşulda ve her şekilde takımına destek olmayı şiar edinmiş bir taraftar 90 tl vererek lisanslı forma satın alır. formanın işçiliğinin, kumaşın kalitesinin bu bedelin çok altında olduğunun farkındadır. burada taraftarlığın getirdiği irrasyonalite devreye girer. aynı şiardan hareket eden bir başka taraftar ise ekonomik imkânlarının el vermemesi nedeniyle işporta tezgahından bir beşiktaş forması edinir. bu da tüketici rasyonalitesidir.
her camianın mazisini dayandırdığı bir gelenek vardır. başarı modellerini de bu gelenek üzerine inşa eder. örneğin (b: fenerbahçe) geçmişten bugüne oldukça sansasyonel ve pahalı transferler yaparak bir büyüme modeli tasarlar. alt yapıyı çok fazla benimsemez. eleştiri anlamında söylemiyorum. bu bir tercihtir. (b: fenerbahçe), camia olarak bu yönde tercihini kullanmıştır. çok basit bir örnek verecek olursak (b: fenerbahçe) alt yapısından yetişip de düzenli şekilde ilk onbir'e giren en son oyuncu (b: müjdat yetkiner)dir.
(b: beşiktaş)'ın başarı/sportif büyüme modeli -futbol özelinde konuşacak olursak- büyük oranda özkaynak düzenine dayanır. yıldız oyuncusunu da büyük paralarla transfer etmek yerine, kendi alt yapısından çıkarır. yusuf tunaoğlu, fikret demirer, gökhan keskin, feyyaz uçar, sergen yalçın, nihat kahveci gibi. diğer yıldız oyuncuları da titiz bir arama taramayla ve uygun maliyetlerle bünyesine katmıştır. metin tekin (kocaelispor), ali gültiken (bakırköy yücespor), mehmet özdilek (kahramanmaraşspor) gibi. ne zaman ki yeni nesil yönetciler elinde fenerbahçeleştirilmeye çalışılarak, büyük paralara isimli futbolcular transfer etmeye başlamıştır beklediği başarıları elde edememiştir. bu da bir tercihtir ancak, (b: beşiktaş)'ta yerleşik hâle gelmiş kurumsal kültüre ters düşer. ters düştüğü için de bugün (b: beşiktaş) başkalaşım dahi geçirememiş bir mutant görünümündedir.
şahsi kanaatim bu takım, salt avrupa futbolunda isim yapmış yabancı futbolcularla donatılarak bir dünya kulübü olamaz. dünya kulubünden kastımız (b: manchester united, chelsea, barcelona, real madrid, bayern munchen, internazionale, ac milan, juventus, porto ) vs. ise kusura bakmayın arkadaşlar ama (b: beşiktaş) asla bir dünya kulübü olamaz. çünkü sizin de bildiğiniz üzere bilhassa ekonomik açıdan eşit şartlarda rekabet ortamı yoktur.
(b: beşiktaş) çok çok avrupa futbolunda belirli dönemlere damgasını vuran bir kulüp olabilir. (b: dinamo kiev, anderlecht, ajax, borussia dortmund, borussia m'gladbach, fiorentina, valencia, leeds united, benfica, celtic) gibi. bu da beslendiği geleneği günümüz futbolunun gerekleriyle gerçekçi bir şekilde kaynaştırmasıyla gerçekleşir diye düşünüyorum. ancak buradaki temel sorun da (b: beşiktaş) camiasının, bu sürece her koşulda göğüs gerecek bir taraftar profiline sahip olup olmadığı ile alakalıdır.
özetle mesele (b: fikret orman, serdal adalı, mircea lucescu, ricardo quaresma) meselesi değildir. mesele önceden belirlenen gerçekçi hedeflere ulaşmak için (b: beşiktaş)'ı meydana getiren unsurların payına düşen sorumluluk nedir? ne gibi stratejiler uygulanmalıdır? meselesidir. iş bu başlığın açılma nedeni de bu olsa gerek herhalde galiba sanırsam.
her ne kadar sürç-ü lisan ettiysek affola.
"ne sihirdir ne keramet, benim adamım - senin adamın kavgası marifet" pin kodu ile (b: türkiye)'nin siyasal yaşamının merkezine oturmuş netekim.
1977 yılında (b: orgeneral namık kemal ersun)'dan boşalan (b: kara kuvvetleri komutanlığı) koltuğu için iki isim gündeme gelir. dönemin cumhurbaşkanı (b: fahri korutürk), (b: orgeneral adnan ersöz)'ü bu makam için düşünürken, başbakan süleyman demirel'in aklındaki komutan ise kendisine olan koşulsuz sadakatini hemen herkesin bildiği (b: orgeneral ali fethi esener)'den başkası değildir. aynı zamanda dönemin genelkurmay başkanı (b: orgeneral semih sancar) da bir yıl sonra emekliye ayrılacaktır. dolayısıyla kimin desteklediği aday kara kuvvetleri komutanı olursa, çok geçmeden genelkurmay başkanlığına da yükselecektir.
(b: demirel) başbakanlığındaki hükümet, (b: orgeneral ali fethi esener)'in kara kuvvetleri komutanı olmasına ilişkin kararnameyi köşke gönderir. gönderir göndermesine ya (b: orgeneral adnan ersöz)'ün kara kuvvetleri komutanı olmasını isteyen cumhurbaşkanı (b: fahri korutürk) (ki kendisi de asker kökenli olup, genelkurmay başkanlığı yapmış ilk ve tek denizci komutandır) kararnameyi imzalamaz. iki tarafın da kendi isminde diretmesi sonucu 30 ağustos'ta toplanacak yüksek askeri şura toplantısından önce hem (b: orgeneral ali fethi esener)'in hem de (b: orgeneral adnan ersöz)'ün görev süreleri dolduğu için otomatikman emekliye ayrılırlar.
bu durumda konum olarak kendilerinden sonra gelen orgeneral, kara kuvvetleri komutanı olacaktır. o kişi de gelecekten bir beklentisi olmayan bulunduğu yerde son dönemini geçirip emekli olmayı hayal eden dönemin ege ordu komutanı (b: orgeneral kenan evren)dir. yaş kararı ile kara kuvvetleri komutanı olan (b: evren), görev süresi dolduğu için 1978 yılında emekliye ayrılan (b: orgeneral semih sancar)'ın yerine genelkurmay başkanlığına yerleşir. sonrasını hemen herkes biliyor.
öyleyse hep beraber heceliyoruz: ışıl ılık süt iç.
1977 yılında (b: orgeneral namık kemal ersun)'dan boşalan (b: kara kuvvetleri komutanlığı) koltuğu için iki isim gündeme gelir. dönemin cumhurbaşkanı (b: fahri korutürk), (b: orgeneral adnan ersöz)'ü bu makam için düşünürken, başbakan süleyman demirel'in aklındaki komutan ise kendisine olan koşulsuz sadakatini hemen herkesin bildiği (b: orgeneral ali fethi esener)'den başkası değildir. aynı zamanda dönemin genelkurmay başkanı (b: orgeneral semih sancar) da bir yıl sonra emekliye ayrılacaktır. dolayısıyla kimin desteklediği aday kara kuvvetleri komutanı olursa, çok geçmeden genelkurmay başkanlığına da yükselecektir.
(b: demirel) başbakanlığındaki hükümet, (b: orgeneral ali fethi esener)'in kara kuvvetleri komutanı olmasına ilişkin kararnameyi köşke gönderir. gönderir göndermesine ya (b: orgeneral adnan ersöz)'ün kara kuvvetleri komutanı olmasını isteyen cumhurbaşkanı (b: fahri korutürk) (ki kendisi de asker kökenli olup, genelkurmay başkanlığı yapmış ilk ve tek denizci komutandır) kararnameyi imzalamaz. iki tarafın da kendi isminde diretmesi sonucu 30 ağustos'ta toplanacak yüksek askeri şura toplantısından önce hem (b: orgeneral ali fethi esener)'in hem de (b: orgeneral adnan ersöz)'ün görev süreleri dolduğu için otomatikman emekliye ayrılırlar.
bu durumda konum olarak kendilerinden sonra gelen orgeneral, kara kuvvetleri komutanı olacaktır. o kişi de gelecekten bir beklentisi olmayan bulunduğu yerde son dönemini geçirip emekli olmayı hayal eden dönemin ege ordu komutanı (b: orgeneral kenan evren)dir. yaş kararı ile kara kuvvetleri komutanı olan (b: evren), görev süresi dolduğu için 1978 yılında emekliye ayrılan (b: orgeneral semih sancar)'ın yerine genelkurmay başkanlığına yerleşir. sonrasını hemen herkes biliyor.
öyleyse hep beraber heceliyoruz: ışıl ılık süt iç.
radikal gazetesi eski genel yayın yönetmeni ve köşe yazarı. aynı zamanda skyturk 360 adlı haber kanalında "kelebek etkisi" isimli programı yapmakta. başkan adaylarından fikret orman'ın yönetim kurulu listesinde yer alıyor. fikret orman başkan seçildiği takdirde muhtemelen kulubün yeni basın sözcüsü olacaktır.
ekşibeşiktaş yazarlarından bir grup kendisiyle bir görüşme yapmış.
http://www.eksibesiktas.blogspot.com/
yıldırım demirören'in verdiği senetlerin ilk vadesi mayıs 2014. (b: beşiktaş olağan genel kurulu )2014 yılında yapılacak.
http://www.eksibesiktas.blogspot.com/
yıldırım demirören'in verdiği senetlerin ilk vadesi mayıs 2014. (b: beşiktaş olağan genel kurulu )2014 yılında yapılacak.
başkan seçildiği takdirde futbol şubesindeki yabancı transferi stratejisini oluştururken genel anlamda profesyonellikten ödün vermemeleri ile tanınan (b: batı avrupa) (almanya, hollanda, belçika, fransa), (b: orta avrupa) (çek cumhuriyeti, hırvatistan, polonya) ve (b: iskandinavya) (danimarka, isveç, norveç) kökenli ve ülkelerinin milli takımlarının formasını düzenli olarak giyebilen oyunculara yönelmesini umut ettiğim başkan adayıdır.
yok ille de (vurgula: latin amerika), ille de (vurgula: iber yarımadası) diyorsa şayet, onlardan da avrupa'nın sert liglerine uyum sağlamış, ben dahil hiçbirimize "(vurgula: canı istediği zaman)", "(vurgula: gününde olursa)", "(vurgula: eğer isterse)" tarzı kalıplarla cümle kurdurmayacak futbolcuları arayıp bulması menfaatimize olacaktır.
şahsım bir simao sabrosa yerine, kamil grosicki'yi görmek ister önümüzdeki sezon.
yok ille de (vurgula: latin amerika), ille de (vurgula: iber yarımadası) diyorsa şayet, onlardan da avrupa'nın sert liglerine uyum sağlamış, ben dahil hiçbirimize "(vurgula: canı istediği zaman)", "(vurgula: gününde olursa)", "(vurgula: eğer isterse)" tarzı kalıplarla cümle kurdurmayacak futbolcuları arayıp bulması menfaatimize olacaktır.
şahsım bir simao sabrosa yerine, kamil grosicki'yi görmek ister önümüzdeki sezon.
"(vurgula: büyük lokma ye, büyük söz söyleme)" şeklindeki atasözümüzün yugoslavcada bir karşılığı olmaması nedeniyle düşülen gafletin, (vurgula: kanaryam güzel kuşum) üzerinde gerçekleşen doksan dakikalık cisimleşmiş halidir.
1989-1990 sezonu gordon milne yönetimindeki beşiktaş'ın yavaştan ayak seslerini duyurmaya başladığı bir süreci işaret eder. her ne kadar yabancı transferleri -başta ian wilson olmak üzere- basında alay konusu durumuna gelmişse de, yerli jenerasyon mükemmel bir uyum yakalamış; "(vurgula: kolej takımı)" yakıştırması (vurgula: beşiktaş) ile ilgilenen hemen herkesin giriş cümlesi olmuştur. güzel devam eden bir sezonun 16. haftasında (vurgula: beşiktaş), kadıköy'de fenerbahçe ile karşı karşıya gelecektir. ilk başlarda spor kamuoyunun klasik derbi maçlardan birisi gözüyle baktığı bu müsabaka, hiç beklenmeyen bir anda hiç umulmayan niteliğe bürünür.
bir önceki sezonu gol rekoru kırarak şampiyon tamamlayan todor veselinovic yönetimindeki (vurgula: fenerbahçe)'de belirgin bir kibir (vurgula: dereağzı tesisleri)'nden (vurgula: kurbağalı dere)'ye akmakta olup, oradan da marmara denizi'ne karışmaktadır. maçtan bir kaç gün önce (vurgula: veselinovic), (vurgula: güneş gazetesi)'ne bir demeç (?) verir: "(vurgula: gönlümde beş yatıyor. şu beşiktaş'a beş atmak en büyük isteğim.)" yalnız bununla da kalmaz elini beş yaparak yılışık bir tebessümle fotoğraf da çektirir. herkes (vurgula: beşiktaş) tarafından gelecek karşı bir yanıtla ortalığın iyice kızışmasını beklerken, camiadan bu çıkışa yönelik herhangi bir yanıt gelmez. takım gayet sessiz ve sakin; gayet rahat, sağlam ve esnektir.
tarihler 6 ocak 1990'ı gösterdiğinde iki takım o zaman ki adıyla (vurgula: fenerbahçe stadı)'nda sahaya çıkarlar. maça hızlı başlar (vurgula: beşiktaş). henüz 5. dk'da metin tekin'in sağ kanattan yaptığı ortaya yaşı nedeniyle o dönem (vurgula: seba'nın asker arkadaşı ) diye dalga geçilen (vurgula: ian wilson)'un vurduğu kafayla 1-0 öne geçer. bu durum fenerbahçe'de küçük çaplı bir şoka neden olmuşsa da; 8. dk'da gökhan keskin'i faul yaparak ekarte eden aykut kocaman'ın yerden ortasında oğuz çetin durumu eşitler. (vurgula: veselinovic), beraberlikten sonra muhtemelen yardımcısı (vurgula: ömer kaner)'e "heheh bir an çok korkmuştum lan, neyse götürürüz biz bu işi" diye gevelerken 20.dk'da sol tarafta kazanılan bir serbest vuruş sonrası kadir akbulut'un yaptığı ortayı ulvi güveneroğlu kafayla altıpasa doğru gönderir, yerde seken topu ali gültiken kafa ile tamamlar: 1-2.
devre arasında (vurgula: fenerbahçe) taraftarı "acımadı kiii acımadı kiiii" şeklinde bağıra dursun, ikinci yarı başladıktan yedi dakika sonra sağ kanattan recep çetin'in gönderdiği topu sektiren sarı lacivertli defansın hatasını yine (vurgula: ali gültiken) güzel bir plase ile cezalandırır:1-3. daha bunun şokunu atlatamadan yine sağ kanattan bu sefer rıza çalımbay'ın yaptığı ortada (vurgula: metin tekin) kaleci ile karşı karşıya kalır. "dur lan bir de aşırtma atalım" diyerek 59. dk'da topu (vurgula: fenerbahçe) kalecisi (vurgula: nurettin yıldız)'ın üzerinden filelere gönderir: 1-4.
toplu taşımalarda seyyar satıcılık yapan ahmet amca'dan (vurgula: fenerbahçe) için gelsin: olay bitti mi? hayır sayın yolcular. bunun yanında bir de 71.dk'da (vurgula: ali gültiken)'in soldan getirdiği topta feyyaz uçar'ın (vurgula: fenerbahçe) stoperine nefis bir çalım atarak kaydettiği golü veriyoruz: 1-5. tabi bu gol için maç 1-4 iken (vurgula: recep çetin)'in (vurgula: feyyaz)'ın yanına gelip "sen niye atmıyorsun lan, gören de akşam benimle uyudun zannedecek." şeklinde çıkışmasının çok etkili olduğu söylenir.
ve maç sonucu: (vurgula: fenerbahçe 1 beşiktaş 5 ) olarak skorbordda gözükür. maç sonrası kendisine uzatılan mikrofonlara (vurgula: recep çetin) şunu söyler: "(vurgula: veselinovic beş istedi beş attık. altı isteseydi altı atardık.)"
http://tinyurl.com/6ujrn7q
bu da görüntülü sunum. maçın hakemini çıkarabilecek misiniz bakalım hehe.
http://tinyurl.com/7qhkzsm
ha unutmadan.
"(vurgula: beşiktaş, büyük taştır.)"
vedat okyar
1989-1990 sezonu gordon milne yönetimindeki beşiktaş'ın yavaştan ayak seslerini duyurmaya başladığı bir süreci işaret eder. her ne kadar yabancı transferleri -başta ian wilson olmak üzere- basında alay konusu durumuna gelmişse de, yerli jenerasyon mükemmel bir uyum yakalamış; "(vurgula: kolej takımı)" yakıştırması (vurgula: beşiktaş) ile ilgilenen hemen herkesin giriş cümlesi olmuştur. güzel devam eden bir sezonun 16. haftasında (vurgula: beşiktaş), kadıköy'de fenerbahçe ile karşı karşıya gelecektir. ilk başlarda spor kamuoyunun klasik derbi maçlardan birisi gözüyle baktığı bu müsabaka, hiç beklenmeyen bir anda hiç umulmayan niteliğe bürünür.
bir önceki sezonu gol rekoru kırarak şampiyon tamamlayan todor veselinovic yönetimindeki (vurgula: fenerbahçe)'de belirgin bir kibir (vurgula: dereağzı tesisleri)'nden (vurgula: kurbağalı dere)'ye akmakta olup, oradan da marmara denizi'ne karışmaktadır. maçtan bir kaç gün önce (vurgula: veselinovic), (vurgula: güneş gazetesi)'ne bir demeç (?) verir: "(vurgula: gönlümde beş yatıyor. şu beşiktaş'a beş atmak en büyük isteğim.)" yalnız bununla da kalmaz elini beş yaparak yılışık bir tebessümle fotoğraf da çektirir. herkes (vurgula: beşiktaş) tarafından gelecek karşı bir yanıtla ortalığın iyice kızışmasını beklerken, camiadan bu çıkışa yönelik herhangi bir yanıt gelmez. takım gayet sessiz ve sakin; gayet rahat, sağlam ve esnektir.
tarihler 6 ocak 1990'ı gösterdiğinde iki takım o zaman ki adıyla (vurgula: fenerbahçe stadı)'nda sahaya çıkarlar. maça hızlı başlar (vurgula: beşiktaş). henüz 5. dk'da metin tekin'in sağ kanattan yaptığı ortaya yaşı nedeniyle o dönem (vurgula: seba'nın asker arkadaşı ) diye dalga geçilen (vurgula: ian wilson)'un vurduğu kafayla 1-0 öne geçer. bu durum fenerbahçe'de küçük çaplı bir şoka neden olmuşsa da; 8. dk'da gökhan keskin'i faul yaparak ekarte eden aykut kocaman'ın yerden ortasında oğuz çetin durumu eşitler. (vurgula: veselinovic), beraberlikten sonra muhtemelen yardımcısı (vurgula: ömer kaner)'e "heheh bir an çok korkmuştum lan, neyse götürürüz biz bu işi" diye gevelerken 20.dk'da sol tarafta kazanılan bir serbest vuruş sonrası kadir akbulut'un yaptığı ortayı ulvi güveneroğlu kafayla altıpasa doğru gönderir, yerde seken topu ali gültiken kafa ile tamamlar: 1-2.
devre arasında (vurgula: fenerbahçe) taraftarı "acımadı kiii acımadı kiiii" şeklinde bağıra dursun, ikinci yarı başladıktan yedi dakika sonra sağ kanattan recep çetin'in gönderdiği topu sektiren sarı lacivertli defansın hatasını yine (vurgula: ali gültiken) güzel bir plase ile cezalandırır:1-3. daha bunun şokunu atlatamadan yine sağ kanattan bu sefer rıza çalımbay'ın yaptığı ortada (vurgula: metin tekin) kaleci ile karşı karşıya kalır. "dur lan bir de aşırtma atalım" diyerek 59. dk'da topu (vurgula: fenerbahçe) kalecisi (vurgula: nurettin yıldız)'ın üzerinden filelere gönderir: 1-4.
toplu taşımalarda seyyar satıcılık yapan ahmet amca'dan (vurgula: fenerbahçe) için gelsin: olay bitti mi? hayır sayın yolcular. bunun yanında bir de 71.dk'da (vurgula: ali gültiken)'in soldan getirdiği topta feyyaz uçar'ın (vurgula: fenerbahçe) stoperine nefis bir çalım atarak kaydettiği golü veriyoruz: 1-5. tabi bu gol için maç 1-4 iken (vurgula: recep çetin)'in (vurgula: feyyaz)'ın yanına gelip "sen niye atmıyorsun lan, gören de akşam benimle uyudun zannedecek." şeklinde çıkışmasının çok etkili olduğu söylenir.
ve maç sonucu: (vurgula: fenerbahçe 1 beşiktaş 5 ) olarak skorbordda gözükür. maç sonrası kendisine uzatılan mikrofonlara (vurgula: recep çetin) şunu söyler: "(vurgula: veselinovic beş istedi beş attık. altı isteseydi altı atardık.)"
http://tinyurl.com/6ujrn7q
bu da görüntülü sunum. maçın hakemini çıkarabilecek misiniz bakalım hehe.
http://tinyurl.com/7qhkzsm
ha unutmadan.
"(vurgula: beşiktaş, büyük taştır.)"
vedat okyar
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?