unutulmayan çocukluk anıları

saniyede yirmidört kare
çocukluğun en güzel ve en hareketli yıllarında yaşanan ve üstünden yıllar yıllaar geçse bile hâlâ anlatılan, anlatıldıkça da gülünen anılardır. çoğu anıda en az 4 dikiş, 1 kol kırılması, 2 hırsızlık vakası, 2 yangın, cinayete teşebbüs [ybkz]swh[/ybkz] gibi fantastik olaylar vardır. o günlerde olayların içindeyken korkunç olsalar da bugün, keyifli sohbetin en yegane konu başlıklarıdır.
isyan devrim beşiktaş
üzerinden yıllar geçitikten sonra genellikle gülümseyerek anlatılan, sizi bugünlere getiren güzel günlerin akıllarda kalmış halidir. anlatmaya başlayınca hep bir başkası da akla gelir ve saatlerce, unutulmayan o günleri yaşarsınız adeta. tabii o anıların en ilgi çekicileri üzerinizde o günlerin eserlerini taşıdıklarınızdır.
huzunkovankusu
bazen sizin unutmak istediğiniz ama ailenizin asla unutmadığı çocukluk anılarıdır.

+ var ya bu hep sen ayartıyon bizi emel ile kardeşini bir gün gezmeye götürdük....
-anneeeee!!!
saniyede yirmidört kare
bazıları yaşandığı anda dehşet verici olsalar bile, yıllar geçince büyük çıkarımlar yapabileceğiniz sahnelerle doludur.

bir gün kalbim beşiktaşa zikreder 6-7 yaşlarındayken 2 abisi [ybkz]swh[/ybkz] ile yolda yürümektedir. kenarında demirler bulunmayan ve yüksekliği 2 metrelik bir yerden geçerken, kalbim beşiktaşa zikreder duvarın kenarından kenarından yürümektedir ve olaylar gelişir.

1. abi: şşş kızım gel bu tarafa düşeceksin.
kbz: yok yea düşmem, yürüyom ki ağğbiii bak kollarıma [ybkz]swh[/ybkz]
2. abi: bak ayağın takılacak gelsene!!!
kbz: yok düşm-... küüüüt!!!

elbette o duvardan kafa üstü yere çakılmıştır. o öyle efsanevi bir küüüt sesiymiş ki, apartmanın üçüncü katındakiler duymuş pencereye çıkmıştır. sonrasını kesik kesik hatırlıyorum. bayılmışım. yoldan geçen birisi beni almış kucağına koşuyoruz ama nereye bilmiyorum. o yoldan geçen birisinin kucağında, omzunun üzerinden arkamızdan koşarak gelen ve salya sümük ağlayan iki abimi gördüm. sadece o omuz üstünden gördüğüm o kareyi hatırlıyorum, bir de düşmeden önceki diyalogları. işte bu unutmadığım iki kare, özellikle iki abimin ağlaya ağlaya peşimizden koşması ne zaman aklıma gelse içimi titretir. bana 'kardeş olmak' nedir derseniz, ben o kareyi anlatırım.
brigate autonome
çocukluğu gördüğü kızın peşinden koşmak olarak geçen bendeniz için hiç de hoş anımsanmayan şeylerdir. ömrümü çürüttünüz ulan.

ilk vukuat 8 yaşlarında parkta yaşandı. dönemin meşhur hareketi "salıncaktan atlama" revaçtayken, parktaki kız popülasyonu da istenilen düzeye gelince birdenbire bu arkadaşta bi özgüven patlaması yaşanır. hareketi 4 kere başarıyla yapan ve kızlardan alkışları toplayan bu arkadaş, 5.'sinde kolları arkaya almayı unutur ve o salıncağın altındaki boşluğa düşer. tabii ilerde olduğu unutulan salıncak arkadan sinsice yaklaşır ve dikişi de yanlış yapan şerefsiz doktor sayesinde o gün ömrünün sonuna kadar saklayacağı bir armağan verir. kafadaki yara hala var, hala var.

bu arkadaşın ikinci vukuatı bir mahalle maçında yaşandı. hatırlayanlar bilir, o aralar thierry henry'nin pepsi reklamında meşhur bi hareketi vardı, iki ayağıyla topun üzerine çıkıp 180 derece dönüyodu.[ybkz]swh[/ybkz] neyse işte zaten maçta farkı koymuşlar, hazır mahalledeki tüm kızlar meybuz yiyerek bu arkadaşı izliyor diyerek hareket yapmaya kalkışılır ancak tam o anda karşı mahallenin servet çetin'inin topa müdahelesiyle bu arkadaş yerden yaklaşık 1.5 metre sıçrar. işte o an tam 5 defa daha sürecek kol kırığı silsilesinin başlangıcıdır. bunlar hep vücudun ektomorf yapıda olmasının zararları.

şimdi tekrardan düşünüyorum da, allah belanızı versin mi kızlar bu ne lan?
cool
merdivenlerden düşüp çenemi yardım 4 dikiş atmışlardı..
annemin özenle sakladığı çaydanlığa kaynarken ayağımı sokmuştum..
annemin nefes açıcı ilaçlarını alıp gizli gizli yatağın altına giri çinerdim ve dışı çikolata kaplı vitaminlerininde dışını emip ilaç kısmı acı yanı gelince yatağın altına tükürürdüm..
pepük
dolunay olan gecelerde kesinlikle dışarı çıkmazdım. dolunaya 3 saniye boyunca gözlerimi ayırmadan bakarsam eğer beni içine çekecekmiş zannederdim. hatta bir gece akşam ekmek almaya gönderdiler; babamın güneş gözlüğünü takıp gitmiştim. kim soktuysa bunu kafama canı cehenneme!
huzur tribünde
bazen unutmak istesen de unutamadığın anılardır.

adı üstünde çocukluk ama zar zor hatırlıyorum o derece küçüğüm! bir akşam televizyon izlerken babam, birazdan biz televizyona çıkacağız diye başlamıştı konuya. ben saçımı falan düzeltmeye başlayıp, nasıl olacak diye soruyorum. babam da televizyonun içinden gelip bizi alacaklar demişti. öylece oturup kaç saat beklediğimi hatırlamıyorum. tabi altını çiziyorum çok küçüktüm.[ybkz]swh[/ybkz]

aklıma geldikçe gülerim, siz de gülün.
pepük
5-6 yaşlarında ana okulunda...(başka nerede olacaksam)
diş fırçalamayı öğretiyor öğretmen. dişleri en beyaz olana da ödül var.
hızla lavaboya koştum ve dişlerimi fırçalamaya başladım.
döndüğümde sınıfta kimse yoktu. bende masanın altına saklanıp öğretmeni korkutmaya karar verdim.
mine öğretmen... hiç unutmam.
sosyal medyada aradım bulamadım. bir çift lafım olacaktı kendisine...
neyse bütün öğrenciler yerine geçti ve öğretmen geldi.
oturduktan 2 dakika sonra sınıfta benim olmadığımı anlayınca arkadaşlarıma beni sordu.
en önce o çıktı diye çığırıyor bebeler.
tam o esnada bacaklarına sert şekilde vurarak korkuttum onu.
sen sapık mısın diye kafamda şemsiye kırmıştı. ufacıktım daha halbuki.
zır zır ağlayarak sınıftan kaçtım. babam sağlık memuru olduğundan hemşireler ve doktorları iyi tanıyorduk.
ben ağlayarak koşarken bahar hemşire görmüştü beni. elimden tuttu ve koştur koştur hastaneye götürdü.
iki dikiş atmıştılar kafama. sonra hemşire odasında oturuyorduk.
babamı bekliyorlar beni teslim edecekler ama ödüm kopuyor birde babamdan.
ama durumu anlattım diye hemşireler bir yandan gülüyorlar bir yandan da öğretmenin ağzını yırtacaklarını söylüyorlar.
babam geldi aldı eve götürdü daha bir şey sormadan ne bok yedin yine dedi bana.
sesimi çıkarmadım. babamda herhalde düştü diye üzerine gitmedi. çünkü haftada bir, bir tarafımı kırıyordum.
ertesi gün bahar hemşire götürdü okula beni.
mine öğretmen görmüştü kafam sarılı halde. kafama bakmaya niyetlendi.
ittim elini. bahar hemşire de ne biçim öğretme olduğunu sorguluyordu o sıra.
tartışma alevlenmişti.
mine öğretmenin bir cümlesi çakılı aklımda hala.
-ne boka gönderdiler beni allah'ın dağına, kürt değiller mi ne gerek var öğretmene doktora...
anlamamıştım tabi o sıra. bahar hemşire ile sürtüşmeleri uzun sürmüştü.
ana okul bitene kadar 2 kere daha dayak yemiştim.
orta okulun sonlarına doğru incitmeye başlamıştı kafamdaki yarık.
kafamdan soluma işlemişti aslında. lise çağında hala beynimde trilyon tur atıyordu aynı cümle.
aklıma geldikçe canım yanıyor hala. kafamda yarık olan yerde saç çıkmıyor artık.
ufak bir yarık belki ama geçmiyor işte.






neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol