emirhan oğuz

artin
beşiktaşlı şair zaman zaman gençlere taş çıkartan performansı ile tirübünlerde gördüğümüz kah şairler parkında doyumsuz sohbetine tanık olduğumuz kamburun bahçesinde yedi sekiz hasanpaşa fırınından alınan acıbademler eşliğinde ince belli bardaklarla çay yudumladığımız deplasman maçlarını zaman zaman kadıköy akdeniz kafede izleyen sayfalarca anlatsak eksik kalacağımız güzel insan yaşam şuncağız birşey işte sözünü pankart yapmak istediğim güzel beşiktaşlı

yaşam şuncağız bir şey işte
bir defter kalır gidenlerden
ayrı düştüklerimizden bir kitap
yıllar sonra aklına gelir de birden
bakarsın/kuytu dalında bir sayfanın
incecik izler vardır
diretmişliğimizden

yaşam şuncağız bir şey işte
altı çizilmiştir kimi satırların
gelseydiniz, karışsaydı gözleriniz çayın buğusuna
böyle koymazdı tozutarak esmesi karın
okursun/için burkulur da biraz
derin gizler vardır
birikmiş eski mektupların

yaşam şuncağız bir şey işte

bir dostun ölüm haberi gelir
bir ihzar müzekkeresi bir arama emri
sen bir ilmek daha arasın acının şiirine
duyarsın/biri sevdiğini öper son kez ağzından
sokaklar iz tarlası
adresin belirsizdir

yaşam şuncağız bir şey işte

güneş fabrika duvarlarına düşünce
sessiz adımlarla yürür sabahı umut
karışsan yankıların bir ışık salkımında yitişinde
dinlersin/yazılmamış bir tarihin
yalın dipnotudur bunlar
yazılır günü gelince .
artin
sendin seni verilmiş bir sır gibi sakladım diyen beşiktaşlı


tehcir

sendin. seni verilmiş sır

gibi sakladım. uzundun sonsuz
uzun. bildiğim yollar gibi uzun.

avcı. uçurumunu görür. geyiğin yarasında.

sendin. seni sınanmış kor

gibi sakladım. yedi dağın
bir göğü. gittiğim seller gibi uzun.

yağmur. yağmaz bir daha. koyağın burgacında.

sendin. seni dağılmış nar

gibi sakladım. tarumar bağın
gülü. vardığım vahşet gibi uzun.

sahra. zehrini içer. engereğin sorgusunda.

sendin. seni yıkılmış duvar

gibi sakladım. söylensel ağın
gönü. giydiğim esvab gibi uzun.

yolcu. heybesine kapanmış. kör vaktin hallacında.

sendin. seni yeşermiş bahar

gibi sakladım. gökler kuşağının
dünü. kaçtığım düşler gibi uzun.

kilit. anahtarın zor hükmü. zulmetin sarnıcında.

sendin. seni ağarmış efkar

gibi sakladım. divane aşığın
künü. sürdüğüm şarkı gibi uzun.

ölüm. kara kalbin techiri. leyla'nın kuyusunda.

sendin. seni kazınmış adlar

gibi sakladım. haykıran kanın
kömü. sorduğum divan gibi uzun.
artin
ateşi çalmaya gittim promete'nin dağlara zincirli bileklerinden
geçip buzakesmiş yanardağ ağızlarında uğuldayan rüzgar mızraklarından
geçip ateşalmış buzul ırmaklarındaki ince su damarlarından
ateşi çalmaya gittim ikarus'un yanık kanatlarını ahi evran çeliğiyle sararak
geçip spartacus'un bir dağ yamacında gömülü duran kılıç ışıltısından
geçip bedreddin'in sıska bir söğüt dalında ıslanan rahlesinden
ateşi çalmaya gittim tanrıların yıldırımlarını çelimsiz ellerimle yararak

ateşi çalmaya gittim
ve yenildim, ricat yollarından geri çekiliyorum bayraklarımı toplayarak
artin
şu ak kağıt şu kara kalem

şairler size ben
hep kandan karanfillerden
söz ettimse bağışlayın
-ama ölenler vardı, usulca gün ışırken
ve rüzgarda sallanıyordu durmaksızın
karla ağırlaşmış bir selvi dalı
kardeşler / size ben
yosun tutmuş bir demirden
söz ettimse anımsayın
-sokaklarınızda devriyeler gezerken
birileri vardı alnını ayaza yaslayıp
susturulduğunuz türküleri söyleyen
çocuklar / size ben
kuş ıslığı uykunuzda kara düşlerden
söz ettimse kınamayın
-ne bir şeytan uçurtmasıydı haşarı şaşkın
ne de benekli bir balonu uçuruyordu dünya
insanlar ölüyordu, barışı düşünürken
anneler / size ben
acıdan özlemlerden
söz ettimse bağışlayın
-ellerinizin izi tel örgüye sinerken
ıslanmış mendilini ısırıyordu bir kadın
ülkemin yüzü geçiyordu gözlerinizden
şu ak kağıt şu kara kalem
unutmaz belleği, yaşadığımız tanıklığın
yazıtsız gömüt taşı, bir pusula, bir teşhis tutanağı
yazılmamış şeyler vardır/ben
acıyla eğileceğim yüzünüze
susmayın


emirhan oğuz
artin
üç yarayla gelmisti:

aşk yarası
ölüm yarası
hayat yarası

üç yarası var onun;

hayat yarası
aşk yarası
ölüm yarası

üç yaramla yaşarım ben;

hayat yarasi
ölüm yarası
aşk yarası

(emirhan oguz, serbest ceviri, myndos gecisi)
artin
kara gül

ona neden kara gül dediğimi, o'nu ilk öptüğüm gün
rüzgâra söylemiştim..
rüzgâr biliyor dedim

...

koştular, rüzgârı yakalamaya gittiler
zincir
kelepçe
tüfek
şair değildi hiç biri
elleri boş döndüler
artin
ateşi çalmaya gittim promete'nin dağlara zincirli bileklerinden
geçip buzakesmiş yanardağ ağızlarında uğuldayan rüzgar mızraklarından
geçip ateşalmış buzul ırmaklarındaki ince su damarlarından
ateşi çalmaya gittim ikarus'un yanık kanatlarını ahi evran çeliğiyle sararak
geçip spartacus'un bir dağ yamacında gömülü duran kılıç ışıltısından
geçip bedreddin'in sıska bir söğüt dalında ıslanan rahlesinden
ateşi çalmaya gittim tanrıların yıldırımlarını çelimsiz ellerimle yararak

ateşi çalmaya gittim
ve yenildim, ricat yollarından geri çekiliyorum bayraklarımı toplayarak
artin
bir dost şubat’ta çıkacakmış - dedim: anımsadın mı, hani her kuşun
kurşunların erişemediği gizli bir ufku vardır diyen...
anımsadım-dedi: elleri midye kesiği, ayak bileklerinde mavi diken
ve saçlarında yosun lifleri vardı; dizkapağında, soğuyan kurşun


nasıldır içerden çıkmak – dedim: ilk adımın kara değmesi
toprak çok mu farklıdır eskisinden, nasıldır rüzgârın sesi...
İncecik bir kar tanesinin karanlıkta ışımasına benzer – dedi
sevgisizliğe karşı direnebilmektir yaşamın öz türkçesi


çok sürmez, sen de gideceksin – dedim: kente kar düşerken, akşam üzeri belki
defterde yarım kalır şiirin; bir de pencerede, yaz’dır kuruyan kayısı çekirdeği...
gideceğim – dedi: evet, belki karlı bir gün, gelip son kez mazgaldan
elini sıkacağım, gözlerimde kardeşliğin dil vermez lehçesi


o zaman hoşçakal-dedim: unutma, hava kararırken seninle bir gün
kızıl saçlı bir çocuğun martılarından söz ettiğimizi...
demirörgünün üstünde gökkafes; unutmam onlar ordalar-dedi
dostlar göz erimi uzakta, emek kendi yurdunda sürgün


martılar çığlıklarla geçtiler
bunlar kimin martıları – dedim
bunlar senin martıların – dedi
artin
Gideceğimiz yeri biliyoruz

izler var

gideceğimiz yeri biliyoruz

izler var

bizden önce bırakılmış.

sulardan yine nisan.

suların güneşine değil

diplerin güneşine bakıyoruz.

kolcuların vesayetini şi’rin âhı ile okuduğumuzdur.

birzaman geçtiğimiz yol

buğday tanesine rüzgârın yazdığı dua
çakır kayanın tanıklığı

susamışlığının önceki günü
başağın.

bunları yolun koruk bağında bırakmayalım, diyorsun

tütün yaprağına sarmışız, bu değerledir
açıp bakalım:

okunamayan kurşun kalemi
yemenisine tarih
düşülmemiş güzergâhın.

geçit bize el eder
al şimşeğin
mor şimşeğin ebrusunda:
tek bir kelime kalmış olsun
tek bir kelimeden aklın nârına çıkalım.

kolcular görmez bunları, diyorsun:

onlar görklü ambarı isterler
ceylan derisine kazınmış mülkü

sırlı hartayı.

gideceğimiz yeri biliyoruz:

bir kıyıya varmak iztiyoruz

kıyının heybesine

sırtımızdaki sancıyı mı indireceğiz
yoksa çakılların kumundan
bir şarkı mı söz verilmiş bize.

bunları bilmezdik önceleri:

zeytinin göksel teni ve
laika’nın tuzu
aklımızı çelebilir:

adını arıyoruz kara gökten ışık
devşiren balıkçı ağının.
……….

biz

gideceğimiz yeri biliyoruz.
artin
beşiktaşlı şair


sen gülümserken, yağmurla bölündüğünü gördük
tepeleri döven şimşekle
sahildeki tedirginliğimize yıllarca yataklık
etmiş gecenin

(...)

ama bu yağmur
o nisan'ın değil!..
artin
Plaza De Mayo Anneleri

en argentina
no pasa nada>>

künyemde onbeşbin ad okunuyor
hem derin uçurumlardayım hem kör dehlizlerde
her evin temel çukurundayım
mezarım belirsiz

yedi yıl yirmiyedi mevsim anne
kurudu kanım tank paletleri altında
törenleriyle sirenleriyle çiğnediler cesedimi
gözlerimi kara çaputlarla bağladılar
çaldılar benden günü geceyi
gördüm kaç genç kızın gelinliğini kirlettiler
kaç bebeğin beşiğini sarstı postalları
gördüm anne
çelik miğferleriyle tuttular sabahın kapısını
sorgulara taşındım
mitralyöz tarakaları yaladı
çiçek tarhlarında çürüyen saçlarımı

dinle anne
bir desparesido’nun kurşun geçmez sesiyim
beni bir dağın kıyısında vurmuşlardı
mezarım belirsiz

erimiş gözlerinin menevşe vakti
yirmiyedi güz yaşlanmışsın anne
kayısı dallarından süzülen yağmur damlası gibi
akardı ayışığı boynundan omuzlarına
rüzgar ıhlamur kokusu getirirdi dağdan
ocakta közler ışıldardı
kıvılcımlar uçururdu ateşböceklerinin ışığına
ölü demire can veren elleri babamın
çocuk gözlerimizde duyardık anne
göçer kemanların çağrısı gelirdi uzaktan
koşar gelirdi ablamın ezgili sesine
acı aşk şarkıları kır gecesinin

dinle anne
bir desparesido’nun ağıt tutmaz sesiyim
beni bir gecekondu avlusunda vurmuşlardı
mezarım belirsiz

dumanrengi bir gökyüzü anne
çökerdi karanlık sokaklarına akşamın
oturup camın kıyısına yolumu gözlerdin
kirpiklerine değerdi pervazdan sızan rüzgâr
kulağın kapıda korkuyla ürperirdi yüreğin
dışarda kar anne karda ayak izleri
neyi anlatırdı geceye bırakılan kâğıtlar
onlar hiç ana sütü emmemişlerdi
ve anaları hiç oğul emzirmemişti onların
birağızdan söylenmemiş türkülerle ışıyacaktı
gün bizim sokaklarımızdan akacaktı kentlere
dinlerdi gözlerin iri iri açılırdı

bugün haftanın dördüncü günü anne
son perşembesi eylülün
mayıs meydanı’nda ilk çiçeklerini açıyor bahar
ve başörtün
ülkemin mavi kelebekleri gibi
dalga dalga uçuyor saçlarında

bir öfkenin öce yargılı sesisin anne
sarmışlar çevreni sırmalı kollarıyla
parmakları tetikte dirsekler kenetli
kaçırıyorlar gözlerini gözlerinden
gizlemeye çalışıyorlar yüzlerini
susturmak istiyorlar acı aşk şarkılarını kır gecesinin
silmek yok etmek istiyorlar kardaki ayak izlerini
seni yirmiyedi güz yaşlandıranlar
sana plaza de mayo’nun delisi diyorlar anne
çelik yelekleriyle uykularını basıp
gelinlik kızlarına saldıranlar
sana perşembe’nin delisi diyorlar

bugün haftanın dördüncü günü
ilk perşembesi ekim’in
mayıs meydanı’nda yuvalarını kuruyor kırlangıçlar
ve senin yumruklaşan ellerin
tıpkı sonsuz toprakları gibi ülkemin
doğacak günü taşıyor avuçlarında

bir acının sevince yazgılı sesisin anne
yolumu bekleyen gözlerin
bir daha göremeyecek karda savrulan atkımı
o emekçi ellerinle saçlarımı saramayacaksın
ama üzülme
gölgemin değdiği duvarlardan
tülden bir esintiyle geçecek mayıs sabahı
gün gelecek
sevinçle savurarak sigara dumanını
şarkılar söyleyecek fabrika kapılarında kardeşim
ve sen her Perşembe geleceksin
ve mezarımın toprağını hep gizleyecekler senden

bugün dördüncü günü haftanın
acıyı ve özlemi
umudu ve öfkeyi çağırıyor mayıs meydanı’nda toprak
duy çağrımı
ağarmış kızılderili alnınla gel anne
yorgun bilekleriyle ayaklarının
yurdumun uçsuz bucaksız pampaları gibi
üretken öpülesi ellerinle gel
toplumezar çiçeklerinden topla türkümü
türkümü söyleyen melez sesinle gel
listelerde onbeşbin kayıbım anne
onbeşbin ölü
onbeşbin kayıp

Eylül-Ekim 1983

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol