duygusallığı bir kenara bırakıp rasyonel düşünmek

fani madida
artık beşiktaş camiası tarafından yapılması önemle gereken eylem.

ne sevinmek için sevmedik deyip başımızı kuma gömmekle ne de futbolculara ana avrat küfür etmekle olmuyor bu iş. üstelik her geçen gün daha da büyüyen borç batağı da cabası. bu sezon zaten gitti, elimizde hiç bir hedef kalmadı. hazır yönetim de değişiyorken bu kötü dönemi fırsata çevirip oturup düşünme zamanı geldi. bu kulüp nasıl düzlüğe çıkar bunu konuşmalıyız bence artık.
avcarlıçürük
duygusallığı bir kenara bırakmadan da yapılabilecek eylemdir. söz konusu beşiktaş ise, duygusal faktörler göz önünde bulundurulduğunda çok daha güzel sonuçlara ulaşılacaktır. ancak bizim taraftarlar olarak bu gerçekleri görüp, bunları kendi aramızda konuşmamız yetmiyor bazı şeylerin düzelmesine.
dingoc
tam da ihtiyacımız olan, bizim için reçetinin ta kendisi sayılacak eylem. ne sahada ki oyuncuları yok sayarak, onları aşşağılayarak bir yere varabiliriz, ne de seviyoruz her türlüsünü diyerek yapılan tonla saçmalığı görmezden gelebiliriz. yeşil sahada gerçekten o formayı hak etmeyen futbolcularımız maalesef var, hatta takımın başında bizi taşıyamadığı her halinden belli olan bir hoca dahi mevcut. yapılacak değişiklikler sonrası, beklenen köklü bir değişiklik ile bu sorun giderilecektir.
newcastle
pis duygusallar sizi, bokunuzda boğulursunuz inşallah diyerek avuçlarım patlayana kadar ayakta alkışladığım fikir.

ulan içinde beşiktaş geçen hiçbir cümlem aşktan ari olmadı ki, hangi rasyonalizmden bahsediyoruz? eğer birgün beşiktaş a başkan olursam duygusallığı bir kenara bırakırım ya da gösterilecek herhangi bir yere de bırakabilirim ama şu an taraftarım ben.

yani takım tutma, sevme ve destekleme fikrini nasıl duygudan bağımsız düşünebilirsin ki? bir taraftar olarak olabileceğim en rasyonalist nokta; -iyidir, kötüdür tartışmıyorum- bu takımın futbolcusuna, hocasına sövme cüretinde bulunana karşı dahi sırf üstündeki siyah-beyaz forma yüzünden ve bulunduğumuz mecra anlamında[ybkz]swh[/ybkz] saygımı muhafaza etmek zorunda olduğum noktadır.

evet abi sonuna kadar sevinmek için sevmedik. her ne şart altında olursa olsun manisa maçına da giderim, geçtiğimiz sezonların başarısız basket takımını da izlemeye giderim... falan filan... kandırıldığımı bilerek giderim. basiretsiz insanlar tarafından yönetildiğimizi bilerek giderim; ulan hatta bırak basireti, yöneten dahi olmadığını bilerek giderim. sinirden kendimi sikeceğimi bile bile giderim. haftalardır dökülen kalecimiz[ybkz]swh[/ybkz] yine aptal aptal goller yediği bir maçta baş bölgesine aldığı darbeyle yere düştüğünde burnundan gelen kanın kulağından geldiğini zannedip "allam rüştüye bişey olmasın." diye hüngür hüngür ağlarım yine ben, yanlış gördüğümü anladığımda da gözlerimi siler mağlubiyetimizi izlemeye devam ederim.

kafayı kuma gömmekse bu, demek ki orada daha iyi nefes alabiliyormuşum derim.

ha bununla beraber eğer dişe dokunur birşeyler yapabileceksek birlikte, en kral rasyonalist ben olurum ama taraftar gözlüğüm gözümdeyken bırakın öyle kalsın be dayı.
gidiyorum bu
zarf-mazruf ikilemindeki konum tercihinin öneri zemininde vücut bulmuş söz öbeği. anlamın okumasını filtreden geçirerek yapacak olursak burada her iki tavıra yöneltilen bir ithamdan ziyade zaman kaybına dikkat çekiş söz konusudur. zira iki tercih (başarısızlığı da sahiplenme/başarıya endekslenme) adına da söylenebilen hemen herşey söylenmiş, belli bir eşikten sonra tekrara düşülmeye başlanmıştır.

yukarıda da somut bir şekilde örneklendirildiği üzere taraftarlık dediğimiz olgu doğası gereği bünyesinde yoğun olarak duygusallık ve irrasyonalite barındırır. tuttuğunuz takımın atkısını boynuna doladığı için birisine yakınlık hissetmeniz, sırılsıklam aşık olduğunuz birinden sırf başka bir takımı tuttuğu için vazgeçmeniz ya da çok başarısız olacağına kanaat getirmenize rağmen takımınız için sezonluk kombine almanız bu irrasyonalitenin değişik tonlardaki işaretleridir.

ancak günümüz dünyasında bireyin, taraftar kimliğinin yanı sıra edinmiş olduğu tüketici kimliği de vardır ki, bu durum kişiyi duygusallık/akılcılık noktasında belirgin bir paradoksa iter. misalen (b: kartal yuvası )mağazaları ister istemez (b: beşiktaş) taraftarını aynı zamanda tüketici olmaya da itmiştir. her koşulda ve her şekilde takımına destek olmayı şiar edinmiş bir taraftar 90 tl vererek lisanslı forma satın alır. formanın işçiliğinin, kumaşın kalitesinin bu bedelin çok altında olduğunun farkındadır. burada taraftarlığın getirdiği irrasyonalite devreye girer. aynı şiardan hareket eden bir başka taraftar ise ekonomik imkânlarının el vermemesi nedeniyle işporta tezgahından bir beşiktaş forması edinir. bu da tüketici rasyonalitesidir.

her camianın mazisini dayandırdığı bir gelenek vardır. başarı modellerini de bu gelenek üzerine inşa eder. örneğin (b: fenerbahçe) geçmişten bugüne oldukça sansasyonel ve pahalı transferler yaparak bir büyüme modeli tasarlar. alt yapıyı çok fazla benimsemez. eleştiri anlamında söylemiyorum. bu bir tercihtir. (b: fenerbahçe), camia olarak bu yönde tercihini kullanmıştır. çok basit bir örnek verecek olursak (b: fenerbahçe) alt yapısından yetişip de düzenli şekilde ilk onbir'e giren en son oyuncu (b: müjdat yetkiner)dir.

(b: beşiktaş)'ın başarı/sportif büyüme modeli -futbol özelinde konuşacak olursak- büyük oranda özkaynak düzenine dayanır. yıldız oyuncusunu da büyük paralarla transfer etmek yerine, kendi alt yapısından çıkarır. yusuf tunaoğlu, fikret demirer, gökhan keskin, feyyaz uçar, sergen yalçın, nihat kahveci gibi. diğer yıldız oyuncuları da titiz bir arama taramayla ve uygun maliyetlerle bünyesine katmıştır. metin tekin (kocaelispor), ali gültiken (bakırköy yücespor), mehmet özdilek (kahramanmaraşspor) gibi. ne zaman ki yeni nesil yönetciler elinde fenerbahçeleştirilmeye çalışılarak, büyük paralara isimli futbolcular transfer etmeye başlamıştır beklediği başarıları elde edememiştir. bu da bir tercihtir ancak, (b: beşiktaş)'ta yerleşik hâle gelmiş kurumsal kültüre ters düşer. ters düştüğü için de bugün (b: beşiktaş) başkalaşım dahi geçirememiş bir mutant görünümündedir.

şahsi kanaatim bu takım, salt avrupa futbolunda isim yapmış yabancı futbolcularla donatılarak bir dünya kulübü olamaz. dünya kulubünden kastımız (b: manchester united, chelsea, barcelona, real madrid, bayern munchen, internazionale, ac milan, juventus, porto ) vs. ise kusura bakmayın arkadaşlar ama (b: beşiktaş) asla bir dünya kulübü olamaz. çünkü sizin de bildiğiniz üzere bilhassa ekonomik açıdan eşit şartlarda rekabet ortamı yoktur.

(b: beşiktaş) çok çok avrupa futbolunda belirli dönemlere damgasını vuran bir kulüp olabilir. (b: dinamo kiev, anderlecht, ajax, borussia dortmund, borussia m'gladbach, fiorentina, valencia, leeds united, benfica, celtic) gibi. bu da beslendiği geleneği günümüz futbolunun gerekleriyle gerçekçi bir şekilde kaynaştırmasıyla gerçekleşir diye düşünüyorum. ancak buradaki temel sorun da (b: beşiktaş) camiasının, bu sürece her koşulda göğüs gerecek bir taraftar profiline sahip olup olmadığı ile alakalıdır.

özetle mesele (b: fikret orman, serdal adalı, mircea lucescu, ricardo quaresma) meselesi değildir. mesele önceden belirlenen gerçekçi hedeflere ulaşmak için (b: beşiktaş)'ı meydana getiren unsurların payına düşen sorumluluk nedir? ne gibi stratejiler uygulanmalıdır? meselesidir. iş bu başlığın açılma nedeni de bu olsa gerek herhalde galiba sanırsam.

her ne kadar sürç-ü lisan ettiysek affola.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol