beni yazar yaptıkları an çaylakları bir eksiltecek olduklarından alınan eleştirileri hafifletmesi itibariyle bir an evvel yazar yapılmamı önerdiğim tespit. kendim için bir şey istiyorsam namerdim, hep sözlük için. (vurgula: şu an ağlıyor ve entry giriyorum biliyor musun )
Sabahattin Ali'ye ait "kürk mantolu madonna" romanını anımsatan kelime.
romana dair yapılan açıklamalardan biri yine sabahattin ali'nin sözlerinden şu şekilde aktarılmış: ”Dünya’nın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!... Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?”
romana dair yapılan açıklamalardan biri yine sabahattin ali'nin sözlerinden şu şekilde aktarılmış: ”Dünya’nın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!... Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?”
şu ana dek seyredip seyredebileceğiniz en iyi üç fantastik filmin birincisidir.
baş karakterin adı olan: Danny Boodman T.D. Lemons 1900 (Novecento), laf aramızda nick'imin de isim babasıdır.
baş karakterin adı olan: Danny Boodman T.D. Lemons 1900 (Novecento), laf aramızda nick'imin de isim babasıdır.
muhtemelen ürün yerine sansasyonel görüntüleri pazarlayan reklam türünün ürünleridir. misal magnum reklamı sıklıkla bir oral seks iması içermekte. varın siz düşünün nimeti neye benzetiyorlar. aynı reklamı erkeklerle çekseler herkes itiraz ederdi oysa.
malesef bazılarınca karizmatik gösterdiği zannedilen itici tavır. daha türkçesi "ben her boku bilirim sendromu".
lodos oldu mu aklıma düşen, soba yakma işi bu kadar hayatın içinde ve elzemken neden okullarda öğretilmez diye düşünmeme sebep olan eşya.
yine mi pazartesi dedirten maç.
pazartesi maçına gidebilmek için izni cumadan almak, yani zaten tatil olan iki günü de izinden düşmek, zaten tatil olan iki günün ardına bir gün daha izin ekleyince patron tarafından "oh, gez bakalım" tavrıyla karşılanmak, salı sabahı gittiğin mesaide uykusuz çalışmak, ben hepsine razıyım be beşiktaşım.
pazartesi maçına gidebilmek için izni cumadan almak, yani zaten tatil olan iki günü de izinden düşmek, zaten tatil olan iki günün ardına bir gün daha izin ekleyince patron tarafından "oh, gez bakalım" tavrıyla karşılanmak, salı sabahı gittiğin mesaide uykusuz çalışmak, ben hepsine razıyım be beşiktaşım.
her gördüğümde bir beşiktaş marşının içinde geçmesi gerek diye düşündüğüm yer adı.
bildiğiniz ama kelimelerin kifayetsiz kaldığı cevabın sorusu.
babam da beşiktaşlıydı. hepimiz öyleydik. ama hiç sorgulamamıştım bunu. sadece kabul etmiştim. tıpkı gözümün rengini, omzumdaki beni, elimi, kolumu kabul eder gibi. doğaldı, olağandı, olması gerekendi... sorgusuz sualsiz sürdürdüm hep beşiktaşlılığımı. yensen de yenilsen de diyerek sürdürdüm. metin, ali, feyyaz diye bağırdım, beşiktaşım sen çok yaşa diye ağladım, durmadım, düşünmedim.
ben kendimi bilmeye başladığımda seba başkandı. beşiktaş disiplini diye bir tabir vardı. milli takım beşiktaş'tan müteşekkil bir hal almıştı. ilginç rekorların ve son dakikaların takımıydık. futbolcularımız koşmayı 90. dakikada gelen düdükle bırakırdı. misal 1. ligde beşiktaş dışında 10 gol atan başka bir takım varsa da ben bilmiyorum. hatta çarşının çarşılığı o yıllarda temellenmişti. ligi 1. bitirmediysek mutlaka 2. idik. istikrar göbek adımızdı.
önce seba gitti. gitmek zorunda bırakıldı. sonra gençten futbolcu yetiştirme devri kapandı. sonra istikrar, sonra o ilginç rekorlar...
aradan yıllar geçti, ben gene beşiktaşlıydım, biraz daha yaşlanmış, yıpramış, olgunlaşmıştım ama beşiktaşlıydım. sonra bir şey oldu, o zaman anladım neden beşiktaşlı olduğumu. beşiktaş'ın nasıl bir takım olduğunu o zaman anladım. niye kendine böyle hayran ettiğini, sanki sevgiliye aşk gibi neden içime işlediğini...
bir gün ankara da bir caddede yürüyordum, ankara'nın ayazını bilen bilir, bıçak gibi keser atar etini. dayanamadım, çantamı, palto ceplerime boşaltıp bere gibi taktım kafama, kulaklarım düşecekti yoksa. sonra birkaç adım attım. bir abi omzuma dokunup durdurdu. sakındım önce, sarkıntılık edecek sanmıştım, ürkmüştüm. ben ona korkuyla bakarken o boynundaki beşiktaş atkısını çözüp kafamdan çantayı çıkardı. "Benim berem var, sen de bunu al" dedi. atkıyı örtü gibi başımın üzerine bıraktı. gerek yok, sağ olun diyebildim, "hangi takımsın bilmiyorum ama al sen, hem ısınırsın, hem beşiktaş iyidir" deyip yürüdü gitti. O zaman anladım. o ruhu başka yerde bulamadığım için beşiktaşlıydım...
bundan 10 sene evvel, ankara'da, ayrancı yokuşlarından birinde karşılaştığım, bana atkısını veren beşiktaşlı abiyi sevgi saygıyla anıyorum. Bana neden beşiktaşlı olduğumu öğrettiği için...
babam da beşiktaşlıydı. hepimiz öyleydik. ama hiç sorgulamamıştım bunu. sadece kabul etmiştim. tıpkı gözümün rengini, omzumdaki beni, elimi, kolumu kabul eder gibi. doğaldı, olağandı, olması gerekendi... sorgusuz sualsiz sürdürdüm hep beşiktaşlılığımı. yensen de yenilsen de diyerek sürdürdüm. metin, ali, feyyaz diye bağırdım, beşiktaşım sen çok yaşa diye ağladım, durmadım, düşünmedim.
ben kendimi bilmeye başladığımda seba başkandı. beşiktaş disiplini diye bir tabir vardı. milli takım beşiktaş'tan müteşekkil bir hal almıştı. ilginç rekorların ve son dakikaların takımıydık. futbolcularımız koşmayı 90. dakikada gelen düdükle bırakırdı. misal 1. ligde beşiktaş dışında 10 gol atan başka bir takım varsa da ben bilmiyorum. hatta çarşının çarşılığı o yıllarda temellenmişti. ligi 1. bitirmediysek mutlaka 2. idik. istikrar göbek adımızdı.
önce seba gitti. gitmek zorunda bırakıldı. sonra gençten futbolcu yetiştirme devri kapandı. sonra istikrar, sonra o ilginç rekorlar...
aradan yıllar geçti, ben gene beşiktaşlıydım, biraz daha yaşlanmış, yıpramış, olgunlaşmıştım ama beşiktaşlıydım. sonra bir şey oldu, o zaman anladım neden beşiktaşlı olduğumu. beşiktaş'ın nasıl bir takım olduğunu o zaman anladım. niye kendine böyle hayran ettiğini, sanki sevgiliye aşk gibi neden içime işlediğini...
bir gün ankara da bir caddede yürüyordum, ankara'nın ayazını bilen bilir, bıçak gibi keser atar etini. dayanamadım, çantamı, palto ceplerime boşaltıp bere gibi taktım kafama, kulaklarım düşecekti yoksa. sonra birkaç adım attım. bir abi omzuma dokunup durdurdu. sakındım önce, sarkıntılık edecek sanmıştım, ürkmüştüm. ben ona korkuyla bakarken o boynundaki beşiktaş atkısını çözüp kafamdan çantayı çıkardı. "Benim berem var, sen de bunu al" dedi. atkıyı örtü gibi başımın üzerine bıraktı. gerek yok, sağ olun diyebildim, "hangi takımsın bilmiyorum ama al sen, hem ısınırsın, hem beşiktaş iyidir" deyip yürüdü gitti. O zaman anladım. o ruhu başka yerde bulamadığım için beşiktaşlıydım...
bundan 10 sene evvel, ankara'da, ayrancı yokuşlarından birinde karşılaştığım, bana atkısını veren beşiktaşlı abiyi sevgi saygıyla anıyorum. Bana neden beşiktaşlı olduğumu öğrettiği için...
beşiktaş hakkında yazdığım her entry'de göze çarpan uyum olacaktır o kesin.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?