bisiklet

0 /
saniyede yirmidört kare
yaklaşık 10 yaşlarından itibaren müdemadiyen isteyip 21 yaşında kazık kadar olduğumda alıp, mutluluktan mutluluk beğendiğim harika bi'şey.

-dikkat aşırı uzun ve kişisel entry.
marla'ya ithaf edilmiştir.-

henüz çok küçükken, üç tekerlisine bile sahip olmadım. iki tane abime de her yıl yazlığa giderken birer tane alınırdı. her yıl diyorum çünkü o yaz içinde iki bisikleti de pert etmeyi başarırlardı. bu önlenemez başarı grafiği ise ebeveynlerimi korkutur, benim de bir bisikletim olduğunda onlar gibi hayvanca kullanacağıma ve kendime zarar verebileceğime inanırlardı. yaz gelmeden hemen önce, evde büyük kavgalar bisiklet için yaşanırdı.abilerim bu kavgadan hep galip gelir, ben yine ikisinden birisinin bisikletinin arkasına binmek zorunda kalırdım. bir keresinde, abim beni bisikletinden düşürünce o da yasaklandı.

liseye kadar aileme çeşitli baskılar yaptım, olmadı. dönem dönem baskılarımı şiddetlendirdim, gelen cevap hep aynıydı ''şehirde bisiklet sürülmez.'' savunma da hep aynıydı ''vallahi sahile kadar elimde götüreceğim, sahilde süreceğim''.bir de yıllarca ''sahil bölgesinde bir eve taşınacağız, o zaman alacağız'' denildi. biz o eve hiç taşınmadık, benim hiç bisikletim olmadı.

19 yaşında, bu defa acayip bir kararlıklıkla babama bisiklet istediğimi bir milyonuncu kez söylemiştim. yalnız zamanlama konusunda yaşadığım talihsizlik, benim yine bisiklet sahibi olmamı engelledi. ben son bisiklet dediğimden birkaç gün önce babamın bir arkadaşının kızına bisiklet ile yolda giderken kamyon çarpmış ve vefat etmişti. babamın gözlerinden ateş çıktığını ilk defa o gün görmüştüm. ''bana evlat acısı mı yaşatacaksın, ben ağlayacağıma, sen ağla'' demişti. babamı o günlerde bencillikle suçlamıştım, sonra ne demek istediğini anladım.

birkaç yıl sonra, üniversiteyi bisikletin sanki bu şehir için yaratıldığı bir yerde kazandım. çanakkale. kayda yalnız başıma gelmiştim ve hatırladığım tek şey kordon'da herkesin bisikletli olduğu ve aklımın başından gittiği. eve dönünce de babama sadece bisikletli insanlardan bahsettim. ama dilim 'ben de bisiklet istiyorum' demeye varmadı.
okul başlayınca, bir bisiklet almaya karar verdim. babam bilmese de önemli değildi nasıl olsa haberi olmayacaktı. ancak vicdanım buna izin vermedi, gerçekten bana bisikletleyken bir şey olsaydı bunun hesabını babama nasıl verecektim? veremezdim tabii! dönem arası gittiğimde babama çanakkale'de çektiğim fotoğrafları gösterdim, kısa filmleri izlettim. içinde hep bisiklet var, kordon var, gepgeniş yollar... bilerek içinde bisiklet olanları seçtim. konuşmanın alt metninde de ''bisiklet ya, herkes sürüyor orada, kimse ölmüyor'' vardı. özellikle belediye otobüslerinin rezilliğini, otobüse binmekten nefret ettiğimi ve eğer bir bisikletim olsaydı okula bisikletle gidebileceğimi söylediğimde, numaradan gözlerimi doldurdum, babama baktım, konuşsun bir şey desin diye. birkaç saniye durdu, düşündü, uzaklara baktı ve dudaklarından yıllardır beklediğim o cümle döküldü;

''sana da alalım o zaman bir tane..''

çanakkale'ye döndüğümde hemen bir bisiklet aldım. tam hayal ettiğim gibi, sepetli ve beyaz. adını da marla koydum. etrafımdaki kimse ona 'bisiklet' deyip geçmez, o'nun bir adı vardır, karakterlidir. onunla günaydınlaşılır, o'na iyi geceler denilir, durumunda o'nunla dertleşilir. sepetine kitaplarımı doldurup, okula 13 dakika gibi kısa bir sürede gittim. bunaldığımda çıkıp yorgunluktan ölene dek bisiklet sürdüm, bir nevi stres atıcıydı benim için, belki de hayatımın en zor dönemini marla ile atlattım. geceyi ve boş caddeleri daha çok sevdim. şu an burada çekilmiş tüm fotoğraflarımı gözümün önüne getirdiğinde, en mutlu halim marla ile beraber olanlar.

şimdi, okulun bitmesine çok kısa bir süre kalmışken, ne bu şehir, ne evim, ne de başka bir şey, ben sadece marla'yı ne yapacağım, onunla veya onsuz başka bir şehirde nasıl yaparım diye düşünüyorum. tabii ki bulamıyorum.
la vittoria sara nostra
uzunca bir süredir profesyonel olarak bindiğim, sporcu lisansına sahip olduğum ve yarışmalara katıldığım ulaşım aracı. ve binmekten en çok keyif aldığım şehirlerden biridir çanakkale. ve ne yazık ki tacizci orospu çocuklarından her yerde var artık.
isyan devrim beşiktaş
bir takım orospu çocukları yüzünden artık çanakkale'de bile kullanması zor olan ulaşım aracı.

öncelikle çanakkale gibi dümdüz bir şehirdeyseniz rahatlıkla kullanabileceğiniz bir şeydir bisiklet. bir ucundan diğer ucuna kadar bisikletle gidilebilecek nadide şehirlerdendir çanakkale. bu nedenle birçok bisikletliye rastlayabilirsiniz bu güzel şehirde. ama son zamanlarda burada da türeyen orospu çocukları artık bu keyfi çekilmez kılıyorlar. daha önce de birçok defa kornalı tacize, özellikle ışıklarda sıkıştırmaya maruz kaldım, kaldırım orada dururken yolun ortasından yürüyen yayalar, abuk subuk yerlere park eden arabalar nedeniyle çok zorlandım. fakat bu sabah yaşadığım son olay artık iyice canımı sıktı.

az önce ufak bir işimi halletmiş bir şekilde evime dönüyordum. aklımda fırından alacağım ekmeğim vardı sadece. yavaş yavaş fırına doğru gidiyordum. ışıklarda, tam da en öne park etmiş kangoo tarzı bir araba vardı. kırmızı ışık yanıyordu arabalar için, ben de her zaman yaptığım gibi kenardan geçmeye çalışıyordum. bir anda arabanın kapısı açıldı ve ben ne olduğunu anlamadan çarptım. göğsüme geldi en önemli darbe, bir an nefessiz kaldım. sol elim hafiften ezildi. gerçi önemli bir şey yok şu an ama ilk anda aptal gibi oldum. can acısından bir şey diyemedim adama, "napıyorsun abi yaa" diyebildim sadece. "aman kardeşim, aman" dedi sadece.

sonradan fark ettim ki kendisi telefonla konuştuğu için benim geldiğimi fark etmemiş. hadi sen fark etmedin be amına koyduğum çocuğu, o şoför ne sikime duruyor orada acaba? gözünü siktiğim adamı, dikiz aynalarını ne için koyuyorlar oraya?

neyse şu an önemli bir şey yok, ama sevdiceğimin emanet bisikletiyle yaptım kazayı en çok ona üzüldüm. sepetini yamulttum iyice. zaten en korktuğum şeylerden biriydi arabanın yanından geçerken kapının bir anda açılması. deneyerek öğrenmiş oldum bu kez.
kadıköy panteri
komik anılarımın olduğu alet.

çocukken hayvanlarımız falan vardı. bende bisikletle evlere süt servisi yapardım. kuzenim beni görünce sütçüüüüü diye bağırır utandırırdı ibnetor.
neyse efem bir keresinde uzaklardan bir süt delisi karıya süt götürüyorum 20 kilo. bi okulun önünden geçiyorum işte. öğrenciler falan teneffüsteydi. benimde önde 10 arkada 10 kiloluk bidonla sütler. ergenlikten gelen mallıkla utandım ve hızla gitmeye başladım okulu geride bırakmak için. ama o da ne amk belediye tümsek yapmış kocaman. tümseğe takılınca bidonlar fırladı yolda yuvarlanıyor. bende bisikletten düştüm arkadan kovalıyorum. öğrenciler katıla katıla gülüyo. o gün bu gündür nerde bisiklet görsem gider tekerini patlatırım amk.
dejareloaded
''çocuklara verilecek en güzel karne hediyelerinden biri'' tabusu yüzünden bizim toplumumuzda yetişkinlerin bisiklet sürmesi ''çocukça eylem'' olarak algılanıyor ne yazıkki. ama nedense yapılan araştırmalarda araçların kullanım oranına göre gelişmişlik seviyesi araba < motorsiklet < bisiklet şeklinde. başka bir ankete görede geçtiğimiz yüzyılın icadı bilgisayar değil uçak değil robot hiç değil bisiklet.aynı insan enerjisiyle yürüyerek gideceğiniz yolun 8 mislini gidebiliyorsunuz.http://tinyurl.com/c4x8jtf
sisman ve kezban
uzun süre kullanmayıp 4-5 saat surerseniz ertesi gün inanılmaz biz göt ağrısı yaşarsınız. gerdek sabaha markete giden yeni gelin gibi yürür insan.
lou salome
Hala sürmeyi bilmediğim her denememde düştüğüm için bir türlü sevemediğim akadaşlarımın aaa sen sürmeyi bilmiyor musun gibi hayıflamalarına mazruz bırakan pek sevgili ulaşım aracı.
dingoc
en basit ve maliyeti düşük ulaşım araçlarından biri. ayrıca otonom bir yaşam tarzı sunmakta olduğundan en sevdiğim araçtır kendisi
anasonik
yoran, bir o kadar da eğlendiren ulaşım aracı. çok severim pek severim be sözlük.[ybkz]swh[/ybkz] [ybkz]swh[/ybkz]
0 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol