yönetilenleri yönetimden uzak tutma sanatı
demokrasi
sistemi sizin malınız olarak görerek, canınızın istediğini oynatmayacağınız bir yönetim değildir. oyunun kuralı çok önce belirlenir ve eşit olduğu idda edilen herkes bundan faydalanmalıdır.
yöneticiyi seçmenin belirlediği bir tür yönetim şeklidir.
halkın tatmin olacağı partiyi seçmesidir.
sizin olmayan cumhurbaşkanı, başbakan ve kulüp başkanına sahip olmaya yol açan idare şekli.
(bkz: monarşi)
(bkz: oligarşi)
(bkz: monarşi)
(bkz: oligarşi)
hangi demokrasi sorusunu kendi kendime sorduğum çeşitleri mevcuttur. Emperyalist demokrasi türünde , emperyalist sömürgeci sömürücülerin ( ki bunlar ağırlıklı olarak ingiliz,fransız ve amerilka olur) sömürmek için belirlediği ülkelere (ki bunlar da afrika ve ortadoğu ülkeleri olur) demokrasi getireceğiz adı altında, sömürmek için faaliyette bulundukları türdür.
öyle veya böyle, herkes Irak'ta kitle imha silahı olmadığını, Libya'ya neden saldırıldığını, halkların özgürlüğünün kimsenin umrunda olmadığını bilmektedirler.
halk özgürlüğünü umursayan birleşmiş milletler ve Nato keşke kuruluş amaçlarını hatırlayıp "Aç" evet Aç olan ülkelere yardım etselermiş..
gerisi fasa fiso..
bir de bereketli bir adam var... gerçekten adam ...
işte aşağıda...
abuk şeyler ve argo başlıklarda tanım girenler için biraz uzun olacak ama gene de alıntı olarak kopyalıyorum.
---------------alıntı---------------
Yine aynı şeyler yaşanıyor...
iktidardan zorla indirilmiş bir diktatör...
çılgınca sevinen; zafer sarhoşluğu içinde herkesi öldürmeyi ya da vurmayı kırmayı; her istediklerini yapmayı kendilerinde doğal bir hak gibi gören eli silahlı adamlar...
Diktatörün gittiğine sevinen; ama, gelecekte kendilerini nelerin beklediğini bilmedikleri için biraz da boş bakışlarla ve kararsızca sevinen halk...
Ayaklar altına alınan; ezilen ve parçalanan diktatör büstleri ya da heykelleri...
Ve bu tablonun vazgeçilmez replikleri: bağımsızlık ve özgürlük naraları...
Nihayet, bir kurtarıcı endamıyla gelen ve tablodaki yerini alan Amerikan askerleri...
2008 Martında, Saddam Hüseyinin Devrim Muhafızları bir gün içinde silahlarını bırakıp dağılınca (ki sonradan muhafızların CIAden 2 milyar dolara yakın para aldıkları ortaya çıkacaktı !) Amerikan ordusu hiç savaşmadan Bağdata girdiklerinde aynı sahneleri bizzat yaşamıştım... Ondan bir yıl önceyse, benzer bir tablo, Talibanın yıkıldığı Afgansitanda; Kabilde önüme çıkmıştı...
Hep aynı resim... Hep aynı tablo...
Bu kez Libyada... Yine aynı sahne... Bir tuhaflık var gibi.
Amerikalılar Afganistandan ya da Iraktan ders almıyorlar, tamam. Belki de işlerine gelmediği için görmezlikten geliyorlar. Hep aynı şeyleri tekrarlıyorlar...
Tuhaf olan, onlar değil; biziz. Daha doğrusu bizim tutumumuz. Biz de her defasında bu tabloya kanıyoruz ve o ülke için seviniyoruz: Yaşasın, bir şekilde eli kanlı diktatör devrildi; şimdi artık o ülkeye demokrasi gelecek!...
Ama, sonuç hiç te öyle olmuyor. Yaşıyoruz... Anlıyoruz... Anlatıyoruz...
Ama, her defasında sanki ilk defa görmüş ya da yaşamış gibi yapıyoruz. Karşı çıkmak ya da sorgulamak yerine güçlü ülkelerin yanında yemek masasında yer bulabilmek için görmezden geliyoruz. Bir şekilde kendimizi kandırmayı seçiyoruz belki de; kimbilir...
Libyada şimdi tek eksik kalan, Başkan Barack Obamanın sırtında pilot montuyla bölgedeki bir Amerikan Uçak Gemisine gelip, görev başarıyla tamamlandı, ey halkım, demesi...
Oysa, son 15-16 yıldır Libyaya defalarca gitmiş; Muammer Kaddafiyle ve diğer önde gelen yetkililerle birçok kez özel söyleşiler yapmış ve Libya halkıyla ülkedeki değişimleri yerinde izlemiş bir gazeteci; bir muhabir olarak size garanti ederim ki, bu ülkedeki, kaos ve eskilerin deyimiyle hacamat; yani, kan dökme, kan alma; kanlı olaylar daha yeni başlıyor.
Bundan sonra olacakları daha net görmek için Amerikanın ve NATOnun iki yüzlülüğünü iyi anlamak gerekiyor. Başkan Obama, Libya operasyonu başladığında, amaçlarının rejim değişikliği olmadığını iddia ediyordu. Ama, işin hiç te öyle olmadığı şimdi daha iyi anlaşılıyor. Seçim kampanyasını Amerikan askerlerinin Afganistan ve Irakta bulunmalarına karşı bir tutum üzerine kuran Obama, Beyaz Sarayda Oval Ofisteki koltuğa oturduğunda Amerikan askerlerinin Afganistan ve Irakta daha uzun süre kalması gerektiğinden bahsetmeye başladı...
NATOya gelince... NATOya bağlı savaş uçakları bugünlerde Libyanın Sirte kentini acımasızca bombalıyor. Kaddafinin memleketi olarak bilinen Sirtede yaşayan masum halk, sırf Kaddafinin hemşehrisi diye NATO bombardımanı altında. NATO, geçtiğimiz hafta, Sirtede,yanlışlıkla 9 kişinin öldürüldüğünü açıkladı. Sirte yerlebir ediliyor. Sebep oradakilerin Kaddafinin aşiretinden olmaları. NATOnun burada yaptıkları, operasyonun aslında ne kadar insani amaçlarla yapıldığını da ortaya koyuyor. Dolayısıyla, hertarafa basbas bağırılan Libyalıların hayatlarını kurtarmak için hava operasyonu yapıldığı açıklaması koca bir yalana çevriliyor. Amerikanın ve Batılıların tek bir amacı var: Libyadaki petrol ve doğal gaz kaynaklarının kontrolünü ele geçirmek...
Afgan halkıyla Iraklıların şu anda farkına vardıkları acı gerçekle çok geçmeden Libyalılar da karşılaşacaklar. Amerikalıların, ingilizlerin ve Fransızların asıl amacı Libyayı diktatör Kaddafiden kurtarıp demokrasiyi getirmek değil, Libyanın sahip olduğu zengin petrol ve doğal gaz yatakların mümkün olan en ucuz maliyetle kapatmak. Bu amaç için de kimsenin gözünün yaşına bakmayıp
Onbinlerce Libyalının telef olmasına aldırış etmeyecekler...
Aslında bayağı iştah kabartıcı... Libya, dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip 9. ülkesi...
Aslında insanlık tarihi, kurtarıcı sıfatıyla gelen yabancı güçlerin nasıl olup ta birgün şeytan kılıklı işgalcilere dönüştüğünün örnekleriyle dolu. Hangi birini sayalım ki? 2.Dünya Savaşında Ukraynadaki Nazi işgalini mi, israilin Güney Lübnanı işgalini mi; yoksa, yukarda belirttiğimiz Amerikan askerlerinin Bağdata girişini mi... Bunların hepsi de kurtarıcıların bir süre sonra adeta br mutasyon geçirip düşmana dönüştüğünü gösteriyor...Amerikan şirketleri Libya petrolüne el koyunca olacak olan şey çok açık: Amerikaya karşı Cihad fikriyle beyinleri yıkanan yeni 11 Eylül teröristleri yetişmiş olacak.
Libyadaysa şunlar olacak: çoğu birbirinden nefret eden, eski Kaddafi yanlıları, islamcılar ve kabile liderlerinden oluşan Geçiş Konseyi, Batılıların Libyayı istedikleri gibi sömürmeleri için kullanılacak. Libya, Kaddafi ve genç arkadaşlarının 1969da Kral idrisi devirmelerinden önceki günlere dönecek. Yani, yabancılardan alınıp millileştirilen zengin petrol yatakları yine yabancıların eline geçecek; millileştirilen yabancı bankalar yine yabancılara ucuz fiyatlara satılacak ve ülkede kapatılan Amerikan ve ingiliz askeri üsleri yeniden açılacak. Libya yine bir sömürge olacak...
Demokrasiyse koca bir yalan olarak kalacak...
Mithat bereket
---------------alıntı---------------
öyle veya böyle, herkes Irak'ta kitle imha silahı olmadığını, Libya'ya neden saldırıldığını, halkların özgürlüğünün kimsenin umrunda olmadığını bilmektedirler.
halk özgürlüğünü umursayan birleşmiş milletler ve Nato keşke kuruluş amaçlarını hatırlayıp "Aç" evet Aç olan ülkelere yardım etselermiş..
gerisi fasa fiso..
bir de bereketli bir adam var... gerçekten adam ...
işte aşağıda...
abuk şeyler ve argo başlıklarda tanım girenler için biraz uzun olacak ama gene de alıntı olarak kopyalıyorum.
---------------alıntı---------------
Yine aynı şeyler yaşanıyor...
iktidardan zorla indirilmiş bir diktatör...
çılgınca sevinen; zafer sarhoşluğu içinde herkesi öldürmeyi ya da vurmayı kırmayı; her istediklerini yapmayı kendilerinde doğal bir hak gibi gören eli silahlı adamlar...
Diktatörün gittiğine sevinen; ama, gelecekte kendilerini nelerin beklediğini bilmedikleri için biraz da boş bakışlarla ve kararsızca sevinen halk...
Ayaklar altına alınan; ezilen ve parçalanan diktatör büstleri ya da heykelleri...
Ve bu tablonun vazgeçilmez replikleri: bağımsızlık ve özgürlük naraları...
Nihayet, bir kurtarıcı endamıyla gelen ve tablodaki yerini alan Amerikan askerleri...
2008 Martında, Saddam Hüseyinin Devrim Muhafızları bir gün içinde silahlarını bırakıp dağılınca (ki sonradan muhafızların CIAden 2 milyar dolara yakın para aldıkları ortaya çıkacaktı !) Amerikan ordusu hiç savaşmadan Bağdata girdiklerinde aynı sahneleri bizzat yaşamıştım... Ondan bir yıl önceyse, benzer bir tablo, Talibanın yıkıldığı Afgansitanda; Kabilde önüme çıkmıştı...
Hep aynı resim... Hep aynı tablo...
Bu kez Libyada... Yine aynı sahne... Bir tuhaflık var gibi.
Amerikalılar Afganistandan ya da Iraktan ders almıyorlar, tamam. Belki de işlerine gelmediği için görmezlikten geliyorlar. Hep aynı şeyleri tekrarlıyorlar...
Tuhaf olan, onlar değil; biziz. Daha doğrusu bizim tutumumuz. Biz de her defasında bu tabloya kanıyoruz ve o ülke için seviniyoruz: Yaşasın, bir şekilde eli kanlı diktatör devrildi; şimdi artık o ülkeye demokrasi gelecek!...
Ama, sonuç hiç te öyle olmuyor. Yaşıyoruz... Anlıyoruz... Anlatıyoruz...
Ama, her defasında sanki ilk defa görmüş ya da yaşamış gibi yapıyoruz. Karşı çıkmak ya da sorgulamak yerine güçlü ülkelerin yanında yemek masasında yer bulabilmek için görmezden geliyoruz. Bir şekilde kendimizi kandırmayı seçiyoruz belki de; kimbilir...
Libyada şimdi tek eksik kalan, Başkan Barack Obamanın sırtında pilot montuyla bölgedeki bir Amerikan Uçak Gemisine gelip, görev başarıyla tamamlandı, ey halkım, demesi...
Oysa, son 15-16 yıldır Libyaya defalarca gitmiş; Muammer Kaddafiyle ve diğer önde gelen yetkililerle birçok kez özel söyleşiler yapmış ve Libya halkıyla ülkedeki değişimleri yerinde izlemiş bir gazeteci; bir muhabir olarak size garanti ederim ki, bu ülkedeki, kaos ve eskilerin deyimiyle hacamat; yani, kan dökme, kan alma; kanlı olaylar daha yeni başlıyor.
Bundan sonra olacakları daha net görmek için Amerikanın ve NATOnun iki yüzlülüğünü iyi anlamak gerekiyor. Başkan Obama, Libya operasyonu başladığında, amaçlarının rejim değişikliği olmadığını iddia ediyordu. Ama, işin hiç te öyle olmadığı şimdi daha iyi anlaşılıyor. Seçim kampanyasını Amerikan askerlerinin Afganistan ve Irakta bulunmalarına karşı bir tutum üzerine kuran Obama, Beyaz Sarayda Oval Ofisteki koltuğa oturduğunda Amerikan askerlerinin Afganistan ve Irakta daha uzun süre kalması gerektiğinden bahsetmeye başladı...
NATOya gelince... NATOya bağlı savaş uçakları bugünlerde Libyanın Sirte kentini acımasızca bombalıyor. Kaddafinin memleketi olarak bilinen Sirtede yaşayan masum halk, sırf Kaddafinin hemşehrisi diye NATO bombardımanı altında. NATO, geçtiğimiz hafta, Sirtede,yanlışlıkla 9 kişinin öldürüldüğünü açıkladı. Sirte yerlebir ediliyor. Sebep oradakilerin Kaddafinin aşiretinden olmaları. NATOnun burada yaptıkları, operasyonun aslında ne kadar insani amaçlarla yapıldığını da ortaya koyuyor. Dolayısıyla, hertarafa basbas bağırılan Libyalıların hayatlarını kurtarmak için hava operasyonu yapıldığı açıklaması koca bir yalana çevriliyor. Amerikanın ve Batılıların tek bir amacı var: Libyadaki petrol ve doğal gaz kaynaklarının kontrolünü ele geçirmek...
Afgan halkıyla Iraklıların şu anda farkına vardıkları acı gerçekle çok geçmeden Libyalılar da karşılaşacaklar. Amerikalıların, ingilizlerin ve Fransızların asıl amacı Libyayı diktatör Kaddafiden kurtarıp demokrasiyi getirmek değil, Libyanın sahip olduğu zengin petrol ve doğal gaz yatakların mümkün olan en ucuz maliyetle kapatmak. Bu amaç için de kimsenin gözünün yaşına bakmayıp
Onbinlerce Libyalının telef olmasına aldırış etmeyecekler...
Aslında bayağı iştah kabartıcı... Libya, dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip 9. ülkesi...
Aslında insanlık tarihi, kurtarıcı sıfatıyla gelen yabancı güçlerin nasıl olup ta birgün şeytan kılıklı işgalcilere dönüştüğünün örnekleriyle dolu. Hangi birini sayalım ki? 2.Dünya Savaşında Ukraynadaki Nazi işgalini mi, israilin Güney Lübnanı işgalini mi; yoksa, yukarda belirttiğimiz Amerikan askerlerinin Bağdata girişini mi... Bunların hepsi de kurtarıcıların bir süre sonra adeta br mutasyon geçirip düşmana dönüştüğünü gösteriyor...Amerikan şirketleri Libya petrolüne el koyunca olacak olan şey çok açık: Amerikaya karşı Cihad fikriyle beyinleri yıkanan yeni 11 Eylül teröristleri yetişmiş olacak.
Libyadaysa şunlar olacak: çoğu birbirinden nefret eden, eski Kaddafi yanlıları, islamcılar ve kabile liderlerinden oluşan Geçiş Konseyi, Batılıların Libyayı istedikleri gibi sömürmeleri için kullanılacak. Libya, Kaddafi ve genç arkadaşlarının 1969da Kral idrisi devirmelerinden önceki günlere dönecek. Yani, yabancılardan alınıp millileştirilen zengin petrol yatakları yine yabancıların eline geçecek; millileştirilen yabancı bankalar yine yabancılara ucuz fiyatlara satılacak ve ülkede kapatılan Amerikan ve ingiliz askeri üsleri yeniden açılacak. Libya yine bir sömürge olacak...
Demokrasiyse koca bir yalan olarak kalacak...
Mithat bereket
---------------alıntı---------------
tanımını,uzun süredir,sadece ilkokul sıralarında sınavlarda soru çıkartmak için öğrettiğimiz öğedir. tanım olarak,halkın kendini yönetmesidir,diye geçse de şu aralar,taraf olmayan bertaraf olur,şeklinde uygulanmaktadır.
yıllardır uygulama hatalarının bol bol ve sehven yapıldığı bu ülkede,varlığından söz etmek artık 'dinsizlik' yada 'kemalistlik' yakıştırmaları ile (ki insanların seçimleri ve inançları üzerine yargılamak ata sporumuzdur) birlikte bir pakette vatandaşlara sunulmaktadır.
kafa değiştiremememizin sebebi yüzyıllardır 'gelenekçi' bir zihniyetle yaşayıp;dinimizi,ahlakımızı,seçimlerimizi bizden öncekiler nasıl yaptı ise aynı fabrika çıkışıymışçasına yaşamak,bir nevi insanlar tarafından kodlanmaktır.
yıllardır uygulama hatalarının bol bol ve sehven yapıldığı bu ülkede,varlığından söz etmek artık 'dinsizlik' yada 'kemalistlik' yakıştırmaları ile (ki insanların seçimleri ve inançları üzerine yargılamak ata sporumuzdur) birlikte bir pakette vatandaşlara sunulmaktadır.
kafa değiştiremememizin sebebi yüzyıllardır 'gelenekçi' bir zihniyetle yaşayıp;dinimizi,ahlakımızı,seçimlerimizi bizden öncekiler nasıl yaptı ise aynı fabrika çıkışıymışçasına yaşamak,bir nevi insanlar tarafından kodlanmaktır.
bazılarının sandığı gibi çoğunlukçu olmak değildir demokrasi. çoğulcu olmaktır. çoğunluğun azınlığa tahakkümü değildir. kurumlar arası uzlaşmadır. demokrasi adına yapıldığı söylenen şeyler uluslararası hukuk normlarına da uygun olmalıdır. yoksa altına imza attığınız o antlaşmaların hepsi birer birer götünüzde patlar.
bir taraftan her türlü muhalif sesi baskı altına alıp, halkı muhtaç bıraktığınız 3 kuruşla avutup, diğer tarafta da "en çok oyu ben aldım ben ne dersem o olur diğerleri sikimde bile değil" derseniz, buradaki durum demokrasi görünümlü otokrasi olur.
demokrasinin içinde barındırdığı uzlaşma kültürünü sikip at, denetim mekanizmalarının amına koy, ondan sonra demokrasiden bahset.
he tabi biz de yedik.
bir taraftan her türlü muhalif sesi baskı altına alıp, halkı muhtaç bıraktığınız 3 kuruşla avutup, diğer tarafta da "en çok oyu ben aldım ben ne dersem o olur diğerleri sikimde bile değil" derseniz, buradaki durum demokrasi görünümlü otokrasi olur.
demokrasinin içinde barındırdığı uzlaşma kültürünü sikip at, denetim mekanizmalarının amına koy, ondan sonra demokrasiden bahset.
he tabi biz de yedik.
en önemli özelliği olan eşitlik kavramını, çoğunluktan alan yönetim biçimi. başka bir deyişle, genel iyi olanı belirleyen, toplum için faydalıyı belirleyen çoğunluktur. ve unutulmamalıdır ki, o çok inandığımız uluslarası değerleride çoğunluk belirlemiştir.
uzun süredir siyasal öğretide modern insan için en uygun yönetim biçimi olarak sunulan metod. oysa uygulamalar bunun tam aksini göstermekte
kelime anlamı olarak halk iktidarıdır.
dimos+kratos=halk+iktidar=demokrasi.üzerine binlerce sayfalık kitaplar yazılan kavramı ben mi anlatacağım.
(bkz: güldürme beni sözlük)
dimos+kratos=halk+iktidar=demokrasi.üzerine binlerce sayfalık kitaplar yazılan kavramı ben mi anlatacağım.
(bkz: güldürme beni sözlük)
Taksim'e giden bütün yolları kapatıp, Kazlıçeşme'ye giden bütün yollar açık bırakmaktır demokrasi.günümüz anlamı bu en azından.
şöyle bir şey değildir:https://fbcdn-sphotos-e-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn1/1044925_485203211567665_474675523_n.jpg
öyle sanıyorsanız, siz çok yanlış anlamışsınız. hadi yukarıdaki örneği de geç, %10 seçim barajı var olduğu sürece demokrasinin d'sinden bile söz edemezsin. ülkenin yarısından çoğunun görüşünün temsil edilmediği bir demokrasi şekli yok dünya üzerinde.
öyle sanıyorsanız, siz çok yanlış anlamışsınız. hadi yukarıdaki örneği de geç, %10 seçim barajı var olduğu sürece demokrasinin d'sinden bile söz edemezsin. ülkenin yarısından çoğunun görüşünün temsil edilmediği bir demokrasi şekli yok dünya üzerinde.
çoğunluğun kararırın uygulanmasıdır.
aynen şunun gibi;
https://fbcdn-sphotos-e-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn1/1044925_485203211567665_474675523_n.jpg
aynen şunun gibi;
https://fbcdn-sphotos-e-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn1/1044925_485203211567665_474675523_n.jpg
tanımı şudur: Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede (vurgula: eşit hakka sahip olduğu) bir yönetim biçimidir. çoğunluğun dediğinin olduğu düzene, çoğunlukçuluk deniyor. demokrasi öyle bir şey değil canlar. insan hayatı boyunca hiç görmeyince, nasıl bir şey olduğunu bilmemesi normal tabi. bizim ülke tarihinde hiç görülmedi mesela. ama, "çoğunluğun dediğinin olması" ile alakası olmadığından emin olabilirsiniz.
çoğunluğun azınlığa tahakkümü falan değildir demokrasi. bunu böyle bilen adam bi gitsin çay koysun lütfen artık ya. biraz okuyun araştırın öğrenin amk. işkembe-i kübradan sallamakla olmuyor bu işler. çoğunluğun dediğinin olduğu dmeokrasi doğrudan demokrasidir. ve doğrudan demokrasi uygulayan hiç bir ülke yoktur dünya üzerinde.
bizim ülkemizde uygulanan demokrasi temsili demokrasidir. ve esas demokrasi azınlığın dışlanmadığı, çoğunluğun denetlenebilir olduğu ve sınırlandırıldığı demokrasi türüdür. yani o "derdin varsa sandıkta çöz" bahaneleriniz demokrasi falan değil. demokrasilerde toplantı ve gösteriler en temel haktır. yargı bağımsız olmalıdır. siyasetin kıskacında olmamalıdır. sivil toplum örgütleri ve medya özgür olmalıdır. bunlardan hangisi var bizim ülkemizde?
öğrenin de gelin yeter artık ya.
bizim ülkemizde uygulanan demokrasi temsili demokrasidir. ve esas demokrasi azınlığın dışlanmadığı, çoğunluğun denetlenebilir olduğu ve sınırlandırıldığı demokrasi türüdür. yani o "derdin varsa sandıkta çöz" bahaneleriniz demokrasi falan değil. demokrasilerde toplantı ve gösteriler en temel haktır. yargı bağımsız olmalıdır. siyasetin kıskacında olmamalıdır. sivil toplum örgütleri ve medya özgür olmalıdır. bunlardan hangisi var bizim ülkemizde?
öğrenin de gelin yeter artık ya.
akp insanları ve başbakanın anlayışı gerçekten garip olan olgu. aldığı oyu %38'i , halkın iradesi olarak görüyor ve buna göre yaptığı tüm şeyleri kendinde hak görüyor. misal yolsuzluklar ortaya saçılıyor, halk buna kara verir diyor, ne yani mahkemelere ne oldu, adalet mülkün temeli değil miydi? Bir usulsüzlük oluyor, savcılar ,valiler haksız olarak görevden alınıyor, suçsuz insanlar sahte belgeler ile hapislere tıkılıyor, soruyorsun milli iradeye saygı duyalım. şimdi ben soruyorum başbakana seçimlerden galip çıkmak, tek partili iktidar demek , her şeyde o seçilenlerin hakkı olduğunu mu gösterir?
sayıştay kamu kuruluşlarını denetleyemezken, savcı sorgulama yapamazken, insanlar fikrini söyleyemez, eleştiri yapmak suç sayılmışken bunun neresi demokrasidir.
şu unutulmamalıdır istersen %95 oy al, eğer kanunsuz işlere karışmış isen senin hesap vereceğin yer sandık değil yüce divandır.
sayıştay kamu kuruluşlarını denetleyemezken, savcı sorgulama yapamazken, insanlar fikrini söyleyemez, eleştiri yapmak suç sayılmışken bunun neresi demokrasidir.
şu unutulmamalıdır istersen %95 oy al, eğer kanunsuz işlere karışmış isen senin hesap vereceğin yer sandık değil yüce divandır.
arkasına saklanarak bir çok zorbalığın yapıldığı kavram.
inanmak elden gelmese de; halkın direk tercihini yapabildiği yönetim şekli
(bkz: 30 mart 2014 yerel seçimleri )
(bkz: 30 mart 2014 yerel seçimleri )
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?