"demokrasi " şenlikleri kapsamında kardeşi ile birlikte gözaltına alınan gazeteci.
(bkz: mehmet altan)
ahmet altan
son yazısında başbakana zehir zemberek giydirmiş yazar. yazısı aşağıda.
Devlet yardakçılığı ve ahlak
Devletin içindeki zehri temizlemeden o devleti on yıl boyunca yönetmeye kalkarsan, o devletin en tepesine tırmanabilmek için kendi halkına arkanı döner, devletin yardakçılığına soyunursan, o zehir kaçınılmaz olarak senin damarlarına da akar.
Sen de zehirlenirsin.
Zehirlenmiş bir devletin zehirlenmiş bir parçası haline gelirsin.
O zaman başlarsın tehditlere, yalanlara, saptırmalara, iftiralara.
O yönettiğini sandığın devlet senin emrinde halkını bombalar, sen devlete sahip çıkarsın.
Bir özür bile dilemezsin.
Senin başbakanlığını yaptığın devlet bu ülkenin 35 çocuğunu bombalarla parçaladı.
Ya seni kendi yönetimindeki devlet tuzağa düşürdü...
Ya sen bile bile öldürttün.
Hangisi?
Biz senin tuzağa düşürüldüğünü düşünüyorduk ama sen bombacılara sahip çıkarak, gerçekleri halkından saklayarak, olayları saptırarak, tuzağa düşmediğini anlattın bize.
O zaman öldürülen çocukların hesabını ver.
Devlet halkını bombalamadı diye tepineceğine, devlet halkı nasıl bombaladı onu anlat.
O insanların ölüm emrini kim verdi?
Niye verdi?
Tugay komutanımla konuştum diyorsun, tugay komutanın sana bir dakika başbakanım, sınır karakoluna bir sorayım, orada gerçek kaçakçılar var mı demedi mi?
Demediyse niye demedi?
Niye bombardıman başlamadan önce durumu kontrol etmedi?
Sordun mu bunu o senin tugay komutanına?
Sen milletin bir parçasıydın işbaşına geldiğinde, devletin bu millete yaptıklarına karşı çıkıyordun, gidip milletinle konuşuyor, milletine danışıyordun, devletin suçunu saklamaya çalışmıyor, devletin suçlarını aydınlatmaya, engellemeye uğraşıyordun, şimdi devlet yardakçılığına soyununca sadece istihbaratçınla, generalinle, komutanınla konuşuyorsun.
Sorsana o köydeki insanlara o gece neler olduğunu.
Bak BDP Eşbaşkanı Demirtaş sormuş: Son bir aydır her gün gidiyorlar. Son bir aydır karakol izin vermiş durumda. 50 ve 100er kişilik gruplar her gün katırlarla gidiyorlar. 28 aralıkta öğlen saatinde devletin karakolunun önünden gidiyorlar. Kaç kişinin gittiğini karakol biliyor. iki yol var, ikisi de karakolun önünden geçiyor. Bunların hepsi tanık anlatımıdır. Alışverişini yapıyorlar, geri geliyorlar. öğlen geçtikleri iki yol da akşam saatlerine doğru köyün girişinde askerler tarafından kapatılıyor. ilk köylü grubu köye girmek üzereyken onlara kılavuzluk yapan bir kişi Askerler köyü kapatmışlar, bekleyin diyor. Askerler mallarına el koyarlar diye bekliyorlar.
Sana komutanların bunları anlatmıyor, değil mi?
Anlatıyorlarsa da sen bize anlatmıyorsun.
Biz senin dün yaptığın konuşmadan Uludere ile ilgili ne öğrendik?
Hiçbir şey.
Bir sürü boş laf.
Manasız bir bağırış çağırış.
Bu devletin zehrini yutan, milletiyle böyle konuşur zaten, korkutmaya çalışır, tehditler yağdırır, iftiralar atar.
Senin komutanların bunları daha önce çok yaptı, şimdi onların yerine sen yapıyorsun, yaşadığımız büyük değişim bu oldu, gerçek generaller yerine sivil postuna bürünmüş generaller çıkıyor artık karşımıza.
Bize, o sınır karakolunun varlığından haberdar olduğu 35 çocuğu nasıl, neden, kimin emriyle öldürttüğünüzü anlatmıyorsun, o akşam sınır karakoluna neden danışmadığınızı anlatmıyorsun, danıştıysanız karakolun size gerçeği niye söylemediğini anlatmıyorsun, yanlış istihbaratın nereden geldiğini anlatmıyorsun, o istihbaratı neden çek edemediğinizi anlatmıyorsun, sen bize hiçbir şey anlatmıyorsun bu katliamla ilgili.
Bu çocukları niye öldürdünüz, bize bunu söyle.
Niye bir özür bile dilemediniz?
Bu umursamaz, aldırmaz, devlet yardakçısı hallerinizle bütün bir Kürt halkını da kurban haline getirdiniz, sadece o çocukları bombalayarak değil, o bombardımandan sonraki o korkunç umursamazlığınızla bu ülkeyi hiç kimsenin beceremeyeceği biçimde böldünüz.
ölenler Türk askeri olsa o kürsüde öyle mi konuşacaktın?
Askeri sivilden, Türkü Kürtten üstün gördüğün için öyle konuştun, senin gibiler yıllardır öyle gördüğü için zaten bu ülkenin acıları hiç dinmiyor.
Yazık sana, şu düştüğün hale bak, milletin yiğidiydin, devletin oyuncağı oldun.
Bir de kalkmış hiç yüzün kızarmadan bizim gazeteye laf ediyorsun, bizim gazetenin arkasındakileri, emelleri, amelleri biliyormuşsun.
Bu gazetenin arkasındakilerle, gizli emelleriyle, amelleriyle ilgili ne biliyorsan dürüst bir adam gibi lafı dolaştırmadan açıkla.
Açıklayamazsın çünkü yalan söylüyorsun.
28 şubatın andıççı generalleri gibi iftira atıyor, kendi ahlakından da hepimizi kuşkuya düşürüyorsun.
Değer miydi bir Köşk için bu zillete?
Değer miydi gidip devletin zehrini içmeye?
Bak sen de zehirlendin sonunda.
Devlet yardakçılığı ve ahlak
Devletin içindeki zehri temizlemeden o devleti on yıl boyunca yönetmeye kalkarsan, o devletin en tepesine tırmanabilmek için kendi halkına arkanı döner, devletin yardakçılığına soyunursan, o zehir kaçınılmaz olarak senin damarlarına da akar.
Sen de zehirlenirsin.
Zehirlenmiş bir devletin zehirlenmiş bir parçası haline gelirsin.
O zaman başlarsın tehditlere, yalanlara, saptırmalara, iftiralara.
O yönettiğini sandığın devlet senin emrinde halkını bombalar, sen devlete sahip çıkarsın.
Bir özür bile dilemezsin.
Senin başbakanlığını yaptığın devlet bu ülkenin 35 çocuğunu bombalarla parçaladı.
Ya seni kendi yönetimindeki devlet tuzağa düşürdü...
Ya sen bile bile öldürttün.
Hangisi?
Biz senin tuzağa düşürüldüğünü düşünüyorduk ama sen bombacılara sahip çıkarak, gerçekleri halkından saklayarak, olayları saptırarak, tuzağa düşmediğini anlattın bize.
O zaman öldürülen çocukların hesabını ver.
Devlet halkını bombalamadı diye tepineceğine, devlet halkı nasıl bombaladı onu anlat.
O insanların ölüm emrini kim verdi?
Niye verdi?
Tugay komutanımla konuştum diyorsun, tugay komutanın sana bir dakika başbakanım, sınır karakoluna bir sorayım, orada gerçek kaçakçılar var mı demedi mi?
Demediyse niye demedi?
Niye bombardıman başlamadan önce durumu kontrol etmedi?
Sordun mu bunu o senin tugay komutanına?
Sen milletin bir parçasıydın işbaşına geldiğinde, devletin bu millete yaptıklarına karşı çıkıyordun, gidip milletinle konuşuyor, milletine danışıyordun, devletin suçunu saklamaya çalışmıyor, devletin suçlarını aydınlatmaya, engellemeye uğraşıyordun, şimdi devlet yardakçılığına soyununca sadece istihbaratçınla, generalinle, komutanınla konuşuyorsun.
Sorsana o köydeki insanlara o gece neler olduğunu.
Bak BDP Eşbaşkanı Demirtaş sormuş: Son bir aydır her gün gidiyorlar. Son bir aydır karakol izin vermiş durumda. 50 ve 100er kişilik gruplar her gün katırlarla gidiyorlar. 28 aralıkta öğlen saatinde devletin karakolunun önünden gidiyorlar. Kaç kişinin gittiğini karakol biliyor. iki yol var, ikisi de karakolun önünden geçiyor. Bunların hepsi tanık anlatımıdır. Alışverişini yapıyorlar, geri geliyorlar. öğlen geçtikleri iki yol da akşam saatlerine doğru köyün girişinde askerler tarafından kapatılıyor. ilk köylü grubu köye girmek üzereyken onlara kılavuzluk yapan bir kişi Askerler köyü kapatmışlar, bekleyin diyor. Askerler mallarına el koyarlar diye bekliyorlar.
Sana komutanların bunları anlatmıyor, değil mi?
Anlatıyorlarsa da sen bize anlatmıyorsun.
Biz senin dün yaptığın konuşmadan Uludere ile ilgili ne öğrendik?
Hiçbir şey.
Bir sürü boş laf.
Manasız bir bağırış çağırış.
Bu devletin zehrini yutan, milletiyle böyle konuşur zaten, korkutmaya çalışır, tehditler yağdırır, iftiralar atar.
Senin komutanların bunları daha önce çok yaptı, şimdi onların yerine sen yapıyorsun, yaşadığımız büyük değişim bu oldu, gerçek generaller yerine sivil postuna bürünmüş generaller çıkıyor artık karşımıza.
Bize, o sınır karakolunun varlığından haberdar olduğu 35 çocuğu nasıl, neden, kimin emriyle öldürttüğünüzü anlatmıyorsun, o akşam sınır karakoluna neden danışmadığınızı anlatmıyorsun, danıştıysanız karakolun size gerçeği niye söylemediğini anlatmıyorsun, yanlış istihbaratın nereden geldiğini anlatmıyorsun, o istihbaratı neden çek edemediğinizi anlatmıyorsun, sen bize hiçbir şey anlatmıyorsun bu katliamla ilgili.
Bu çocukları niye öldürdünüz, bize bunu söyle.
Niye bir özür bile dilemediniz?
Bu umursamaz, aldırmaz, devlet yardakçısı hallerinizle bütün bir Kürt halkını da kurban haline getirdiniz, sadece o çocukları bombalayarak değil, o bombardımandan sonraki o korkunç umursamazlığınızla bu ülkeyi hiç kimsenin beceremeyeceği biçimde böldünüz.
ölenler Türk askeri olsa o kürsüde öyle mi konuşacaktın?
Askeri sivilden, Türkü Kürtten üstün gördüğün için öyle konuştun, senin gibiler yıllardır öyle gördüğü için zaten bu ülkenin acıları hiç dinmiyor.
Yazık sana, şu düştüğün hale bak, milletin yiğidiydin, devletin oyuncağı oldun.
Bir de kalkmış hiç yüzün kızarmadan bizim gazeteye laf ediyorsun, bizim gazetenin arkasındakileri, emelleri, amelleri biliyormuşsun.
Bu gazetenin arkasındakilerle, gizli emelleriyle, amelleriyle ilgili ne biliyorsan dürüst bir adam gibi lafı dolaştırmadan açıkla.
Açıklayamazsın çünkü yalan söylüyorsun.
28 şubatın andıççı generalleri gibi iftira atıyor, kendi ahlakından da hepimizi kuşkuya düşürüyorsun.
Değer miydi bir Köşk için bu zillete?
Değer miydi gidip devletin zehrini içmeye?
Bak sen de zehirlendin sonunda.
hangi amaca hizmet ettiğini çözemediğim yazar.
nerdeyse bütün kitaplarını okuduğum yazardır.
siyasi görüşünü tasvip etmesem de yazdığı kitapları okumadan da geçemediğim yazardır.
kitaplarından bazıları;
(b: gece yarısı şarkıları )
(b: isyan günlerinde aşk)
(b: kristal deniz altı )
(b: en uzun gece )
dir.
en son çıkarmış olduğu kitap (b: hrant dink cinayeti)dir.[ybkz]swh[/ybkz]
siyasi görüşünü tasvip etmesem de yazdığı kitapları okumadan da geçemediğim yazardır.
kitaplarından bazıları;
(b: gece yarısı şarkıları )
(b: isyan günlerinde aşk)
(b: kristal deniz altı )
(b: en uzun gece )
dir.
en son çıkarmış olduğu kitap (b: hrant dink cinayeti)dir.[ybkz]swh[/ybkz]
ahmet altan, çanakkale feribot iskelesinin olduğu yerde umumi tuvalet işletiyor. aynısıydı lan. inanmayan gitsin baksın. belki de artık kapasitesinin neye yettiğini anlamıştır, gerçekten odur, bilemiyorum...
liberalizmin ülkemizdeki durdurulamaz savunucusu olmakla beraber bazen garip bir sosyalizm algısının olduğunu düşündüğüm yazardır.
özellikle sahibi olduğu taraf gazetesinin fetoşçu bir söylemle zaman gazetesine paralel bir yayıncılık anlayışı vardır.darbe ve askerler hakkındaki yorumları muhalefetten ziyade düşmanca bir tavır sergilemektedir.bu sebepledir ki ulusalcı ve kemalist kesimler tarafından sevilmemektedir. solcuların tam anlamıyla desteklediği bir yazar olduğu da söylenemez.
şimdiye değin recep tayyip erdoğan ın sağlam destekçilerinden birisi olmasına rağmen son günlerde artık muhalifi olmuştur.işin ilginç yanı kemalistleri en kötü gününde bile yeren bu adama,şu günlerde sahip çıkan yine kemalistler olmuştur.
özellikle sahibi olduğu taraf gazetesinin fetoşçu bir söylemle zaman gazetesine paralel bir yayıncılık anlayışı vardır.darbe ve askerler hakkındaki yorumları muhalefetten ziyade düşmanca bir tavır sergilemektedir.bu sebepledir ki ulusalcı ve kemalist kesimler tarafından sevilmemektedir. solcuların tam anlamıyla desteklediği bir yazar olduğu da söylenemez.
şimdiye değin recep tayyip erdoğan ın sağlam destekçilerinden birisi olmasına rağmen son günlerde artık muhalifi olmuştur.işin ilginç yanı kemalistleri en kötü gününde bile yeren bu adama,şu günlerde sahip çıkan yine kemalistler olmuştur.
açılan davadan sonra recep tayyip erdoğan a taraf gazetesindeki köşesinden bugün yazdığı yazı aşağıdaki gibidir:
dava
bir yönetici, kendisine ümit bağlayan insanları, büyük kitleleri kendi kişisel çıkarı için yarı yolda bırakıp başka bir yola saptığında, yaptıklarının anlaşılmaması artık küçüklü büyüklü birçok kurnazlığın ve günahın duraklarına uğrayacağı bir yolculuğa çıkmış demektir.
cumhuriyet tarihinin en önemli liderlerinden biri olan başbakan erdoğan da, aklını seçimlere ve seçimlerden sonra belirlenecek cumhurbaşkanlığına takıp da bütün hesaplarını kendi kişisel ikbaline göre biçimlemeye başlayınca bu talihsiz yolculuğa çıktı.
büyük siyasi kaymaların yanı sıra küçük kurnazlıklara da tevessül ediyor artık.
sen adımı vermeden bana mürebbiye diyeceksin, despot diyeceksin, utanmadan ailemi kavgaya karıştıracaksın, ben cevap verince de bana hakaret ediyorlar diye mahkemeye koşacaksın.
gazete köşelerine yerleştirdiğin çaşların da ama başbakan öyle demedi ki diye yalancı tanıklığa sıvanacak.
tarihi değiştirmesini beklediğimiz, bu yolda çok da önemli adımlar atmış, savaşlar vermiş bir adamın bu hallere düştüğünü görmek üzüyor insanı.
hazreti muhammedin çok sevdiğim bir lafı vardır.
utanmadıktan sonra dilediğini yap diyor.
başbakana tavsiyem, bu lafı yazdırıp başucuna asması.
ama önemli olan erdoğanın benle ilgili ne yaptığı değil, sayısını bilmediğim kadar çok davaya gidip geliyorum, benim hayatım böyle geçti, bir fazla bir eksik fark etmez, generallerin açtığı davaların yanına başbakanın açtığı davayı da koyarlar, ona da giderim.
bakın, aktütün karakolunun yanında gizli bir cephanelik bulundu.
orası çatışma bölgesi, çatışma bölgesine envantere kayıtlı olmayan silahları hangi amaçla gömer bir görevli?
hâlâ orada burada gizli cephanelikleri bulunan, sürekli darbe planları yaparken yakalanan bir ordunun hesaplarını ve harcamalarını, son çıkardığı sayıştay yasası ile halkın gözünden sakladı başbakan.
önemli olan bu işte, hangi beklentiyle ve gizli anlaşmayla başbakan, ordunun harcamalarını, o harcamaların parasını veren halkından saklıyor.
o paraların sahibi o paraları veren halk, erdoğan beni ister mahkemeye versin ister vermesin, halkın kendisine emanet ettiği parayı halktan gizli olarak askerlerle birlikte harcadığında emanete hıyanet etmiş olur.
niye yapıyor bunu?
sadece bunu yapmıyor ki...
generallerin maaşlarını da halktan saklıyor, bütün mesleklerin devletten aldığı para açık, generallerinki gizli.
neden?
erdoğan yakın tarihimizin en cesur kararlarından birini alarak kürt açılımını başlattı.
bu ülkenin geleceği, özgürlüğü, mutluluğu için çözülmesi gereken en zor sorunlardan birinin üstüne gitti.
aynı erdoğan şimdi neden milli güvenlik kurulunun görüşlerini tekrarlayan, kürt meselesinde generallerin ağzıyla konuşan bir politikacıya döndü?
niye sorunu çözmekten vazgeçti, niye kürt halkının haklarını inkâr etmeye koyuldu?
avrupa birliği yolundaki büyük reformları yapan, türkiyeyi aday konumuna getiren erdoğan, şimdi niye frene bastı, neden altı ayda, önünde tek bir politik engel bulunmamasına rağmen bir dosyayı müzakereye açmadı?
son referandumda adalet sistemimize neşter vuran, rejim savunucusu durumundaki kurumları değiştiren ve bunları yaparken, bunları yapmak için halktan destek isterken, yeni bir anayasa sözü veren erdoğan, niye bir kez bile yeni anayasadan söz etmiyor şimdi?
neden yeni anayasada hangi maddelerin bulunacağını, insanlarımızın eşitliğinin nasıl sağlanacağını bir kez bile söylemiyor?
niye unuttu yeni anayasa lafını?
bütün bunlara baktığınızda, erdoğanın seçim ve çankaya hesaplarıyla dümen kırıp devletin safına, ezenlerin yanına geçtiğini görüyorsunuz.
bunu saklayabilmek için de heykel, dizi, içki türünden semboller üstünden yapay bir kavga çıkartıp, bir sis perdesi oluşturuyor.
bizi, mhplileşerek demokratikleşeceğimize inandırmaya çalışıyor.
böyle bir erdoğana ihtiyacı yok türkiyenin, referandumdaki gibi bir erdoğana ihtiyacı var.
biz sevdiğimiz erdoğan kaybolmasın diye uğraşıyoruz.
o, erdoğanı kaybettirmek için uğraşıyor.
bir çankaya için değmez kaybolmaya.
çankayaya belki çıkarsın ama aynaya baktığında bir boşlukta hazreti muhammedin lafını görürsün yalnızca.
utanmadıktan sonra dilediğini yap.
dava
bir yönetici, kendisine ümit bağlayan insanları, büyük kitleleri kendi kişisel çıkarı için yarı yolda bırakıp başka bir yola saptığında, yaptıklarının anlaşılmaması artık küçüklü büyüklü birçok kurnazlığın ve günahın duraklarına uğrayacağı bir yolculuğa çıkmış demektir.
cumhuriyet tarihinin en önemli liderlerinden biri olan başbakan erdoğan da, aklını seçimlere ve seçimlerden sonra belirlenecek cumhurbaşkanlığına takıp da bütün hesaplarını kendi kişisel ikbaline göre biçimlemeye başlayınca bu talihsiz yolculuğa çıktı.
büyük siyasi kaymaların yanı sıra küçük kurnazlıklara da tevessül ediyor artık.
sen adımı vermeden bana mürebbiye diyeceksin, despot diyeceksin, utanmadan ailemi kavgaya karıştıracaksın, ben cevap verince de bana hakaret ediyorlar diye mahkemeye koşacaksın.
gazete köşelerine yerleştirdiğin çaşların da ama başbakan öyle demedi ki diye yalancı tanıklığa sıvanacak.
tarihi değiştirmesini beklediğimiz, bu yolda çok da önemli adımlar atmış, savaşlar vermiş bir adamın bu hallere düştüğünü görmek üzüyor insanı.
hazreti muhammedin çok sevdiğim bir lafı vardır.
utanmadıktan sonra dilediğini yap diyor.
başbakana tavsiyem, bu lafı yazdırıp başucuna asması.
ama önemli olan erdoğanın benle ilgili ne yaptığı değil, sayısını bilmediğim kadar çok davaya gidip geliyorum, benim hayatım böyle geçti, bir fazla bir eksik fark etmez, generallerin açtığı davaların yanına başbakanın açtığı davayı da koyarlar, ona da giderim.
bakın, aktütün karakolunun yanında gizli bir cephanelik bulundu.
orası çatışma bölgesi, çatışma bölgesine envantere kayıtlı olmayan silahları hangi amaçla gömer bir görevli?
hâlâ orada burada gizli cephanelikleri bulunan, sürekli darbe planları yaparken yakalanan bir ordunun hesaplarını ve harcamalarını, son çıkardığı sayıştay yasası ile halkın gözünden sakladı başbakan.
önemli olan bu işte, hangi beklentiyle ve gizli anlaşmayla başbakan, ordunun harcamalarını, o harcamaların parasını veren halkından saklıyor.
o paraların sahibi o paraları veren halk, erdoğan beni ister mahkemeye versin ister vermesin, halkın kendisine emanet ettiği parayı halktan gizli olarak askerlerle birlikte harcadığında emanete hıyanet etmiş olur.
niye yapıyor bunu?
sadece bunu yapmıyor ki...
generallerin maaşlarını da halktan saklıyor, bütün mesleklerin devletten aldığı para açık, generallerinki gizli.
neden?
erdoğan yakın tarihimizin en cesur kararlarından birini alarak kürt açılımını başlattı.
bu ülkenin geleceği, özgürlüğü, mutluluğu için çözülmesi gereken en zor sorunlardan birinin üstüne gitti.
aynı erdoğan şimdi neden milli güvenlik kurulunun görüşlerini tekrarlayan, kürt meselesinde generallerin ağzıyla konuşan bir politikacıya döndü?
niye sorunu çözmekten vazgeçti, niye kürt halkının haklarını inkâr etmeye koyuldu?
avrupa birliği yolundaki büyük reformları yapan, türkiyeyi aday konumuna getiren erdoğan, şimdi niye frene bastı, neden altı ayda, önünde tek bir politik engel bulunmamasına rağmen bir dosyayı müzakereye açmadı?
son referandumda adalet sistemimize neşter vuran, rejim savunucusu durumundaki kurumları değiştiren ve bunları yaparken, bunları yapmak için halktan destek isterken, yeni bir anayasa sözü veren erdoğan, niye bir kez bile yeni anayasadan söz etmiyor şimdi?
neden yeni anayasada hangi maddelerin bulunacağını, insanlarımızın eşitliğinin nasıl sağlanacağını bir kez bile söylemiyor?
niye unuttu yeni anayasa lafını?
bütün bunlara baktığınızda, erdoğanın seçim ve çankaya hesaplarıyla dümen kırıp devletin safına, ezenlerin yanına geçtiğini görüyorsunuz.
bunu saklayabilmek için de heykel, dizi, içki türünden semboller üstünden yapay bir kavga çıkartıp, bir sis perdesi oluşturuyor.
bizi, mhplileşerek demokratikleşeceğimize inandırmaya çalışıyor.
böyle bir erdoğana ihtiyacı yok türkiyenin, referandumdaki gibi bir erdoğana ihtiyacı var.
biz sevdiğimiz erdoğan kaybolmasın diye uğraşıyoruz.
o, erdoğanı kaybettirmek için uğraşıyor.
bir çankaya için değmez kaybolmaya.
çankayaya belki çıkarsın ama aynaya baktığında bir boşlukta hazreti muhammedin lafını görürsün yalnızca.
utanmadıktan sonra dilediğini yap.
15/01 tarihli "Erdoğan ve Kof Kabadayılık" yazısı sebebiyle Recep Tayyip Erdoğan tarafından 50 bin tl lik tazminat davası açılmış yazardır.yazısı için;
http://tinyurl.com/4ol4fk8
http://tinyurl.com/4ol4fk8
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?