abd spor kanalı (vurgula: espn) aracılığıyla "(vurgula: 30 for 30)" serisi kapsamında zihnime saplanan belgesel kılığına girmiş kör bıçak. türkçe'ye "(vurgula: bir zamanlar kardeştiler)" ismiyle çevrilmiş olup ünlü sırp basketbolcu vlade divac'ın penceresinden çok genç yaşta yitirdiğimiz gerçek bir basketbol efsanesi olan drazen petrovic ile yaşadıkları sıkı dostluğun etnisite temelinde nasıl yerle bir olduğunun görüntüye dökülmüş hâlidir. kimler yoktur ki o efsane (vurgula: yugoslavya) milli takımından. drazen petrovic, vlade divac, zarko paspalj, toni kukoc, dino radja, alexander petrovic, zeljko obradovic (şu an ki (vurgula: panathinakios) koçu), zoran savic. ve tabii ki başlarında şimdilerde (vurgula: olimpiakos)'u çalıştıran koca kurt dusan ivkovic.
etnik temelli politik huzursuzluklardan siyasal kariyer uman egosu yüksek organizmaların, basketbol ile bir araya gelmiş bu dünyanın en yetenekli genç çocuklarının yaşamını adeta alt-üst ettiğinin somut göstergesidir bu yapım. aynı zamanda o dönem gösteri maçı yaptıkları boston celtics'in oyuncularını da görmek mümkün. benim gibi nba'den ziyade avrupa basketboluna -bilhassa yugoslav ekolüne- düşkün biriyseniz ve henüz bu belgeseli izlemediyseniz kulaklarınızı çekerim. (vurgula: drazen)'in hayatını kaybettiğini televizyondan öğrendiğimde basketbol büyük ölçüde anlamını yitirimişti benim için. zaten (vurgula: celtics) de duraklama dönemine girmişti. değişikti işte her şey. 31 aralık 2011'de ntv spor bu programı yayınladığında filmi geri sardım. gözler de doluyor ister istemez.
hülasa efendim. izleyin, izlettirin.
http://tinyurl.com/6vozmt8
mehmet özdilek düşünülmüyorsa - getirilemiyorsa demiyorum, camianın bir çağrısına bakar-, takımıyla sözleşmesi devam ettiği için çok zor olacak ama şota arveladze.
yıllardır beşiktaş bünyesinden yetişme teknik adamların teknik/taktik açısından zayıf kaldığını düşünen bana "bu sefer oluyor galiba" dedirten en güzel dokuz numaralı formanın sahibi. sözlükte de bu yönde düşünen arkadaşların varlığı şahsımı çok memnun etti. bildiğin bir sırıtma yerleşti yüzüme lan.
malum isviçre maçından sonra, seni akılları sıra sahipsiz sanıp ortada bırakanlar köşe başlarını tuttu. hayatında taktığın tek çelmeyi, seni düşürmek için kullandılar. suskunluğun asaletindendi bilmekteyiz. ama o imparatoreler bilmez ki en çok da sustuğumuz yerden kanarız biz. sen unutmadıysan emin ol biz hiç unutmadık.
bu takımın başına geçtiğinde, inan bana en çok galatasaray maçını bekleyeceğim.
zarf-mazruf ikilemindeki konum tercihinin öneri zemininde vücut bulmuş söz öbeği. anlamın okumasını filtreden geçirerek yapacak olursak burada her iki tavıra yöneltilen bir ithamdan ziyade zaman kaybına dikkat çekiş söz konusudur. zira iki tercih (başarısızlığı da sahiplenme/başarıya endekslenme) adına da söylenebilen hemen herşey söylenmiş, belli bir eşikten sonra tekrara düşülmeye başlanmıştır.
yukarıda da somut bir şekilde örneklendirildiği üzere taraftarlık dediğimiz olgu doğası gereği bünyesinde yoğun olarak duygusallık ve irrasyonalite barındırır. tuttuğunuz takımın atkısını boynuna doladığı için birisine yakınlık hissetmeniz, sırılsıklam aşık olduğunuz birinden sırf başka bir takımı tuttuğu için vazgeçmeniz ya da çok başarısız olacağına kanaat getirmenize rağmen takımınız için sezonluk kombine almanız bu irrasyonalitenin değişik tonlardaki işaretleridir.
ancak günümüz dünyasında bireyin, taraftar kimliğinin yanı sıra edinmiş olduğu tüketici kimliği de vardır ki, bu durum kişiyi duygusallık/akılcılık noktasında belirgin bir paradoksa iter. misalen (b: kartal yuvası )mağazaları ister istemez (b: beşiktaş) taraftarını aynı zamanda tüketici olmaya da itmiştir. her koşulda ve her şekilde takımına destek olmayı şiar edinmiş bir taraftar 90 tl vererek lisanslı forma satın alır. formanın işçiliğinin, kumaşın kalitesinin bu bedelin çok altında olduğunun farkındadır. burada taraftarlığın getirdiği irrasyonalite devreye girer. aynı şiardan hareket eden bir başka taraftar ise ekonomik imkânlarının el vermemesi nedeniyle işporta tezgahından bir beşiktaş forması edinir. bu da tüketici rasyonalitesidir.
her camianın mazisini dayandırdığı bir gelenek vardır. başarı modellerini de bu gelenek üzerine inşa eder. örneğin (b: fenerbahçe) geçmişten bugüne oldukça sansasyonel ve pahalı transferler yaparak bir büyüme modeli tasarlar. alt yapıyı çok fazla benimsemez. eleştiri anlamında söylemiyorum. bu bir tercihtir. (b: fenerbahçe), camia olarak bu yönde tercihini kullanmıştır. çok basit bir örnek verecek olursak (b: fenerbahçe) alt yapısından yetişip de düzenli şekilde ilk onbir'e giren en son oyuncu (b: müjdat yetkiner)dir.
(b: beşiktaş)'ın başarı/sportif büyüme modeli -futbol özelinde konuşacak olursak- büyük oranda özkaynak düzenine dayanır. yıldız oyuncusunu da büyük paralarla transfer etmek yerine, kendi alt yapısından çıkarır. yusuf tunaoğlu, fikret demirer, gökhan keskin, feyyaz uçar, sergen yalçın, nihat kahveci gibi. diğer yıldız oyuncuları da titiz bir arama taramayla ve uygun maliyetlerle bünyesine katmıştır. metin tekin (kocaelispor), ali gültiken (bakırköy yücespor), mehmet özdilek (kahramanmaraşspor) gibi. ne zaman ki yeni nesil yönetciler elinde fenerbahçeleştirilmeye çalışılarak, büyük paralara isimli futbolcular transfer etmeye başlamıştır beklediği başarıları elde edememiştir. bu da bir tercihtir ancak, (b: beşiktaş)'ta yerleşik hâle gelmiş kurumsal kültüre ters düşer. ters düştüğü için de bugün (b: beşiktaş) başkalaşım dahi geçirememiş bir mutant görünümündedir.
şahsi kanaatim bu takım, salt avrupa futbolunda isim yapmış yabancı futbolcularla donatılarak bir dünya kulübü olamaz. dünya kulubünden kastımız (b: manchester united, chelsea, barcelona, real madrid, bayern munchen, internazionale, ac milan, juventus, porto ) vs. ise kusura bakmayın arkadaşlar ama (b: beşiktaş) asla bir dünya kulübü olamaz. çünkü sizin de bildiğiniz üzere bilhassa ekonomik açıdan eşit şartlarda rekabet ortamı yoktur.
(b: beşiktaş) çok çok avrupa futbolunda belirli dönemlere damgasını vuran bir kulüp olabilir. (b: dinamo kiev, anderlecht, ajax, borussia dortmund, borussia m'gladbach, fiorentina, valencia, leeds united, benfica, celtic) gibi. bu da beslendiği geleneği günümüz futbolunun gerekleriyle gerçekçi bir şekilde kaynaştırmasıyla gerçekleşir diye düşünüyorum. ancak buradaki temel sorun da (b: beşiktaş) camiasının, bu sürece her koşulda göğüs gerecek bir taraftar profiline sahip olup olmadığı ile alakalıdır.
özetle mesele (b: fikret orman, serdal adalı, mircea lucescu, ricardo quaresma) meselesi değildir. mesele önceden belirlenen gerçekçi hedeflere ulaşmak için (b: beşiktaş)'ı meydana getiren unsurların payına düşen sorumluluk nedir? ne gibi stratejiler uygulanmalıdır? meselesidir. iş bu başlığın açılma nedeni de bu olsa gerek herhalde galiba sanırsam.
her ne kadar sürç-ü lisan ettiysek affola.
devamını oku
yukarıda da somut bir şekilde örneklendirildiği üzere taraftarlık dediğimiz olgu doğası gereği bünyesinde yoğun olarak duygusallık ve irrasyonalite barındırır. tuttuğunuz takımın atkısını boynuna doladığı için birisine yakınlık hissetmeniz, sırılsıklam aşık olduğunuz birinden sırf başka bir takımı tuttuğu için vazgeçmeniz ya da çok başarısız olacağına kanaat getirmenize rağmen takımınız için sezonluk kombine almanız bu irrasyonalitenin değişik tonlardaki işaretleridir.
ancak günümüz dünyasında bireyin, taraftar kimliğinin yanı sıra edinmiş olduğu tüketici kimliği de vardır ki, bu durum kişiyi duygusallık/akılcılık noktasında belirgin bir paradoksa iter. misalen (b: kartal yuvası )mağazaları ister istemez (b: beşiktaş) taraftarını aynı zamanda tüketici olmaya da itmiştir. her koşulda ve her şekilde takımına destek olmayı şiar edinmiş bir taraftar 90 tl vererek lisanslı forma satın alır. formanın işçiliğinin, kumaşın kalitesinin bu bedelin çok altında olduğunun farkındadır. burada taraftarlığın getirdiği irrasyonalite devreye girer. aynı şiardan hareket eden bir başka taraftar ise ekonomik imkânlarının el vermemesi nedeniyle işporta tezgahından bir beşiktaş forması edinir. bu da tüketici rasyonalitesidir.
her camianın mazisini dayandırdığı bir gelenek vardır. başarı modellerini de bu gelenek üzerine inşa eder. örneğin (b: fenerbahçe) geçmişten bugüne oldukça sansasyonel ve pahalı transferler yaparak bir büyüme modeli tasarlar. alt yapıyı çok fazla benimsemez. eleştiri anlamında söylemiyorum. bu bir tercihtir. (b: fenerbahçe), camia olarak bu yönde tercihini kullanmıştır. çok basit bir örnek verecek olursak (b: fenerbahçe) alt yapısından yetişip de düzenli şekilde ilk onbir'e giren en son oyuncu (b: müjdat yetkiner)dir.
(b: beşiktaş)'ın başarı/sportif büyüme modeli -futbol özelinde konuşacak olursak- büyük oranda özkaynak düzenine dayanır. yıldız oyuncusunu da büyük paralarla transfer etmek yerine, kendi alt yapısından çıkarır. yusuf tunaoğlu, fikret demirer, gökhan keskin, feyyaz uçar, sergen yalçın, nihat kahveci gibi. diğer yıldız oyuncuları da titiz bir arama taramayla ve uygun maliyetlerle bünyesine katmıştır. metin tekin (kocaelispor), ali gültiken (bakırköy yücespor), mehmet özdilek (kahramanmaraşspor) gibi. ne zaman ki yeni nesil yönetciler elinde fenerbahçeleştirilmeye çalışılarak, büyük paralara isimli futbolcular transfer etmeye başlamıştır beklediği başarıları elde edememiştir. bu da bir tercihtir ancak, (b: beşiktaş)'ta yerleşik hâle gelmiş kurumsal kültüre ters düşer. ters düştüğü için de bugün (b: beşiktaş) başkalaşım dahi geçirememiş bir mutant görünümündedir.
şahsi kanaatim bu takım, salt avrupa futbolunda isim yapmış yabancı futbolcularla donatılarak bir dünya kulübü olamaz. dünya kulubünden kastımız (b: manchester united, chelsea, barcelona, real madrid, bayern munchen, internazionale, ac milan, juventus, porto ) vs. ise kusura bakmayın arkadaşlar ama (b: beşiktaş) asla bir dünya kulübü olamaz. çünkü sizin de bildiğiniz üzere bilhassa ekonomik açıdan eşit şartlarda rekabet ortamı yoktur.
(b: beşiktaş) çok çok avrupa futbolunda belirli dönemlere damgasını vuran bir kulüp olabilir. (b: dinamo kiev, anderlecht, ajax, borussia dortmund, borussia m'gladbach, fiorentina, valencia, leeds united, benfica, celtic) gibi. bu da beslendiği geleneği günümüz futbolunun gerekleriyle gerçekçi bir şekilde kaynaştırmasıyla gerçekleşir diye düşünüyorum. ancak buradaki temel sorun da (b: beşiktaş) camiasının, bu sürece her koşulda göğüs gerecek bir taraftar profiline sahip olup olmadığı ile alakalıdır.
özetle mesele (b: fikret orman, serdal adalı, mircea lucescu, ricardo quaresma) meselesi değildir. mesele önceden belirlenen gerçekçi hedeflere ulaşmak için (b: beşiktaş)'ı meydana getiren unsurların payına düşen sorumluluk nedir? ne gibi stratejiler uygulanmalıdır? meselesidir. iş bu başlığın açılma nedeni de bu olsa gerek herhalde galiba sanırsam.
her ne kadar sürç-ü lisan ettiysek affola.
"ne sihirdir ne keramet, benim adamım - senin adamın kavgası marifet" pin kodu ile (b: türkiye)'nin siyasal yaşamının merkezine oturmuş netekim.
1977 yılında (b: orgeneral namık kemal ersun)'dan boşalan (b: kara kuvvetleri komutanlığı) koltuğu için iki isim gündeme gelir. dönemin cumhurbaşkanı (b: fahri korutürk), (b: orgeneral adnan ersöz)'ü bu makam için düşünürken, başbakan süleyman demirel'in aklındaki komutan ise kendisine olan koşulsuz sadakatini hemen herkesin bildiği (b: orgeneral ali fethi esener)'den başkası değildir. aynı zamanda dönemin genelkurmay başkanı (b: orgeneral semih sancar) da bir yıl sonra emekliye ayrılacaktır. dolayısıyla kimin desteklediği aday kara kuvvetleri komutanı olursa, çok geçmeden genelkurmay başkanlığına da yükselecektir.
(b: demirel) başbakanlığındaki hükümet, (b: orgeneral ali fethi esener)'in kara kuvvetleri komutanı olmasına ilişkin kararnameyi köşke gönderir. gönderir göndermesine ya (b: orgeneral adnan ersöz)'ün kara kuvvetleri komutanı olmasını isteyen cumhurbaşkanı (b: fahri korutürk) (ki kendisi de asker kökenli olup, genelkurmay başkanlığı yapmış ilk ve tek denizci komutandır) kararnameyi imzalamaz. iki tarafın da kendi isminde diretmesi sonucu 30 ağustos'ta toplanacak yüksek askeri şura toplantısından önce hem (b: orgeneral ali fethi esener)'in hem de (b: orgeneral adnan ersöz)'ün görev süreleri dolduğu için otomatikman emekliye ayrılırlar.
bu durumda konum olarak kendilerinden sonra gelen orgeneral, kara kuvvetleri komutanı olacaktır. o kişi de gelecekten bir beklentisi olmayan bulunduğu yerde son dönemini geçirip emekli olmayı hayal eden dönemin ege ordu komutanı (b: orgeneral kenan evren)dir. yaş kararı ile kara kuvvetleri komutanı olan (b: evren), görev süresi dolduğu için 1978 yılında emekliye ayrılan (b: orgeneral semih sancar)'ın yerine genelkurmay başkanlığına yerleşir. sonrasını hemen herkes biliyor.
öyleyse hep beraber heceliyoruz: ışıl ılık süt iç.
1977 yılında (b: orgeneral namık kemal ersun)'dan boşalan (b: kara kuvvetleri komutanlığı) koltuğu için iki isim gündeme gelir. dönemin cumhurbaşkanı (b: fahri korutürk), (b: orgeneral adnan ersöz)'ü bu makam için düşünürken, başbakan süleyman demirel'in aklındaki komutan ise kendisine olan koşulsuz sadakatini hemen herkesin bildiği (b: orgeneral ali fethi esener)'den başkası değildir. aynı zamanda dönemin genelkurmay başkanı (b: orgeneral semih sancar) da bir yıl sonra emekliye ayrılacaktır. dolayısıyla kimin desteklediği aday kara kuvvetleri komutanı olursa, çok geçmeden genelkurmay başkanlığına da yükselecektir.
(b: demirel) başbakanlığındaki hükümet, (b: orgeneral ali fethi esener)'in kara kuvvetleri komutanı olmasına ilişkin kararnameyi köşke gönderir. gönderir göndermesine ya (b: orgeneral adnan ersöz)'ün kara kuvvetleri komutanı olmasını isteyen cumhurbaşkanı (b: fahri korutürk) (ki kendisi de asker kökenli olup, genelkurmay başkanlığı yapmış ilk ve tek denizci komutandır) kararnameyi imzalamaz. iki tarafın da kendi isminde diretmesi sonucu 30 ağustos'ta toplanacak yüksek askeri şura toplantısından önce hem (b: orgeneral ali fethi esener)'in hem de (b: orgeneral adnan ersöz)'ün görev süreleri dolduğu için otomatikman emekliye ayrılırlar.
bu durumda konum olarak kendilerinden sonra gelen orgeneral, kara kuvvetleri komutanı olacaktır. o kişi de gelecekten bir beklentisi olmayan bulunduğu yerde son dönemini geçirip emekli olmayı hayal eden dönemin ege ordu komutanı (b: orgeneral kenan evren)dir. yaş kararı ile kara kuvvetleri komutanı olan (b: evren), görev süresi dolduğu için 1978 yılında emekliye ayrılan (b: orgeneral semih sancar)'ın yerine genelkurmay başkanlığına yerleşir. sonrasını hemen herkes biliyor.
öyleyse hep beraber heceliyoruz: ışıl ılık süt iç.
radikal gazetesi eski genel yayın yönetmeni ve köşe yazarı. aynı zamanda skyturk 360 adlı haber kanalında "kelebek etkisi" isimli programı yapmakta. başkan adaylarından fikret orman'ın yönetim kurulu listesinde yer alıyor. fikret orman başkan seçildiği takdirde muhtemelen kulubün yeni basın sözcüsü olacaktır.
ekşibeşiktaş yazarlarından bir grup kendisiyle bir görüşme yapmış.
http://www.eksibesiktas.blogspot.com/
yıldırım demirören'in verdiği senetlerin ilk vadesi mayıs 2014. (b: beşiktaş olağan genel kurulu )2014 yılında yapılacak.
http://www.eksibesiktas.blogspot.com/
yıldırım demirören'in verdiği senetlerin ilk vadesi mayıs 2014. (b: beşiktaş olağan genel kurulu )2014 yılında yapılacak.
başkan seçildiği takdirde futbol şubesindeki yabancı transferi stratejisini oluştururken genel anlamda profesyonellikten ödün vermemeleri ile tanınan (b: batı avrupa) (almanya, hollanda, belçika, fransa), (b: orta avrupa) (çek cumhuriyeti, hırvatistan, polonya) ve (b: iskandinavya) (danimarka, isveç, norveç) kökenli ve ülkelerinin milli takımlarının formasını düzenli olarak giyebilen oyunculara yönelmesini umut ettiğim başkan adayıdır.
yok ille de (vurgula: latin amerika), ille de (vurgula: iber yarımadası) diyorsa şayet, onlardan da avrupa'nın sert liglerine uyum sağlamış, ben dahil hiçbirimize "(vurgula: canı istediği zaman)", "(vurgula: gününde olursa)", "(vurgula: eğer isterse)" tarzı kalıplarla cümle kurdurmayacak futbolcuları arayıp bulması menfaatimize olacaktır.
şahsım bir simao sabrosa yerine, kamil grosicki'yi görmek ister önümüzdeki sezon.
yok ille de (vurgula: latin amerika), ille de (vurgula: iber yarımadası) diyorsa şayet, onlardan da avrupa'nın sert liglerine uyum sağlamış, ben dahil hiçbirimize "(vurgula: canı istediği zaman)", "(vurgula: gününde olursa)", "(vurgula: eğer isterse)" tarzı kalıplarla cümle kurdurmayacak futbolcuları arayıp bulması menfaatimize olacaktır.
şahsım bir simao sabrosa yerine, kamil grosicki'yi görmek ister önümüzdeki sezon.
"(vurgula: büyük lokma ye, büyük söz söyleme)" şeklindeki atasözümüzün yugoslavcada bir karşılığı olmaması nedeniyle düşülen gafletin, (vurgula: kanaryam güzel kuşum) üzerinde gerçekleşen doksan dakikalık cisimleşmiş halidir.
1989-1990 sezonu gordon milne yönetimindeki beşiktaş'ın yavaştan ayak seslerini duyurmaya başladığı bir süreci işaret eder. her ne kadar yabancı transferleri -başta ian wilson olmak üzere- basında alay konusu durumuna gelmişse de, yerli jenerasyon mükemmel bir uyum yakalamış; "(vurgula: kolej takımı)" yakıştırması (vurgula: beşiktaş) ile ilgilenen hemen herkesin giriş cümlesi olmuştur. güzel devam eden bir sezonun 16. haftasında (vurgula: beşiktaş), kadıköy'de fenerbahçe ile karşı karşıya gelecektir. ilk başlarda spor kamuoyunun klasik derbi maçlardan birisi gözüyle baktığı bu müsabaka, hiç beklenmeyen bir anda hiç umulmayan niteliğe bürünür.
bir önceki sezonu gol rekoru kırarak şampiyon tamamlayan todor veselinovic yönetimindeki (vurgula: fenerbahçe)'de belirgin bir kibir (vurgula: dereağzı tesisleri)'nden (vurgula: kurbağalı dere)'ye akmakta olup, oradan da marmara denizi'ne karışmaktadır. maçtan bir kaç gün önce (vurgula: veselinovic), (vurgula: güneş gazetesi)'ne bir demeç (?) verir: "(vurgula: gönlümde beş yatıyor. şu beşiktaş'a beş atmak en büyük isteğim.)" yalnız bununla da kalmaz elini beş yaparak yılışık bir tebessümle fotoğraf da çektirir. herkes (vurgula: beşiktaş) tarafından gelecek karşı bir yanıtla ortalığın iyice kızışmasını beklerken, camiadan bu çıkışa yönelik herhangi bir yanıt gelmez. takım gayet sessiz ve sakin; gayet rahat, sağlam ve esnektir.
tarihler 6 ocak 1990'ı gösterdiğinde iki takım o zaman ki adıyla (vurgula: fenerbahçe stadı)'nda sahaya çıkarlar. maça hızlı başlar (vurgula: beşiktaş). henüz 5. dk'da metin tekin'in sağ kanattan yaptığı ortaya yaşı nedeniyle o dönem (vurgula: seba'nın asker arkadaşı ) diye dalga geçilen (vurgula: ian wilson)'un vurduğu kafayla 1-0 öne geçer. bu durum fenerbahçe'de küçük çaplı bir şoka neden olmuşsa da; 8. dk'da gökhan keskin'i faul yaparak ekarte eden aykut kocaman'ın yerden ortasında oğuz çetin durumu eşitler. (vurgula: veselinovic), beraberlikten sonra muhtemelen yardımcısı (vurgula: ömer kaner)'e "heheh bir an çok korkmuştum lan, neyse götürürüz biz bu işi" diye gevelerken 20.dk'da sol tarafta kazanılan bir serbest vuruş sonrası kadir akbulut'un yaptığı ortayı ulvi güveneroğlu kafayla altıpasa doğru gönderir, yerde seken topu ali gültiken kafa ile tamamlar: 1-2.
devre arasında (vurgula: fenerbahçe) taraftarı "acımadı kiii acımadı kiiii" şeklinde bağıra dursun, ikinci yarı başladıktan yedi dakika sonra sağ kanattan recep çetin'in gönderdiği topu sektiren sarı lacivertli defansın hatasını yine (vurgula: ali gültiken) güzel bir plase ile cezalandırır:1-3. daha bunun şokunu atlatamadan yine sağ kanattan bu sefer rıza çalımbay'ın yaptığı ortada (vurgula: metin tekin) kaleci ile karşı karşıya kalır. "dur lan bir de aşırtma atalım" diyerek 59. dk'da topu (vurgula: fenerbahçe) kalecisi (vurgula: nurettin yıldız)'ın üzerinden filelere gönderir: 1-4.
toplu taşımalarda seyyar satıcılık yapan ahmet amca'dan (vurgula: fenerbahçe) için gelsin: olay bitti mi? hayır sayın yolcular. bunun yanında bir de 71.dk'da (vurgula: ali gültiken)'in soldan getirdiği topta feyyaz uçar'ın (vurgula: fenerbahçe) stoperine nefis bir çalım atarak kaydettiği golü veriyoruz: 1-5. tabi bu gol için maç 1-4 iken (vurgula: recep çetin)'in (vurgula: feyyaz)'ın yanına gelip "sen niye atmıyorsun lan, gören de akşam benimle uyudun zannedecek." şeklinde çıkışmasının çok etkili olduğu söylenir.
ve maç sonucu: (vurgula: fenerbahçe 1 beşiktaş 5 ) olarak skorbordda gözükür. maç sonrası kendisine uzatılan mikrofonlara (vurgula: recep çetin) şunu söyler: "(vurgula: veselinovic beş istedi beş attık. altı isteseydi altı atardık.)"
http://tinyurl.com/6ujrn7q
bu da görüntülü sunum. maçın hakemini çıkarabilecek misiniz bakalım hehe.
http://tinyurl.com/7qhkzsm
ha unutmadan.
"(vurgula: beşiktaş, büyük taştır.)"
vedat okyar
devamını oku
1989-1990 sezonu gordon milne yönetimindeki beşiktaş'ın yavaştan ayak seslerini duyurmaya başladığı bir süreci işaret eder. her ne kadar yabancı transferleri -başta ian wilson olmak üzere- basında alay konusu durumuna gelmişse de, yerli jenerasyon mükemmel bir uyum yakalamış; "(vurgula: kolej takımı)" yakıştırması (vurgula: beşiktaş) ile ilgilenen hemen herkesin giriş cümlesi olmuştur. güzel devam eden bir sezonun 16. haftasında (vurgula: beşiktaş), kadıköy'de fenerbahçe ile karşı karşıya gelecektir. ilk başlarda spor kamuoyunun klasik derbi maçlardan birisi gözüyle baktığı bu müsabaka, hiç beklenmeyen bir anda hiç umulmayan niteliğe bürünür.
bir önceki sezonu gol rekoru kırarak şampiyon tamamlayan todor veselinovic yönetimindeki (vurgula: fenerbahçe)'de belirgin bir kibir (vurgula: dereağzı tesisleri)'nden (vurgula: kurbağalı dere)'ye akmakta olup, oradan da marmara denizi'ne karışmaktadır. maçtan bir kaç gün önce (vurgula: veselinovic), (vurgula: güneş gazetesi)'ne bir demeç (?) verir: "(vurgula: gönlümde beş yatıyor. şu beşiktaş'a beş atmak en büyük isteğim.)" yalnız bununla da kalmaz elini beş yaparak yılışık bir tebessümle fotoğraf da çektirir. herkes (vurgula: beşiktaş) tarafından gelecek karşı bir yanıtla ortalığın iyice kızışmasını beklerken, camiadan bu çıkışa yönelik herhangi bir yanıt gelmez. takım gayet sessiz ve sakin; gayet rahat, sağlam ve esnektir.
tarihler 6 ocak 1990'ı gösterdiğinde iki takım o zaman ki adıyla (vurgula: fenerbahçe stadı)'nda sahaya çıkarlar. maça hızlı başlar (vurgula: beşiktaş). henüz 5. dk'da metin tekin'in sağ kanattan yaptığı ortaya yaşı nedeniyle o dönem (vurgula: seba'nın asker arkadaşı ) diye dalga geçilen (vurgula: ian wilson)'un vurduğu kafayla 1-0 öne geçer. bu durum fenerbahçe'de küçük çaplı bir şoka neden olmuşsa da; 8. dk'da gökhan keskin'i faul yaparak ekarte eden aykut kocaman'ın yerden ortasında oğuz çetin durumu eşitler. (vurgula: veselinovic), beraberlikten sonra muhtemelen yardımcısı (vurgula: ömer kaner)'e "heheh bir an çok korkmuştum lan, neyse götürürüz biz bu işi" diye gevelerken 20.dk'da sol tarafta kazanılan bir serbest vuruş sonrası kadir akbulut'un yaptığı ortayı ulvi güveneroğlu kafayla altıpasa doğru gönderir, yerde seken topu ali gültiken kafa ile tamamlar: 1-2.
devre arasında (vurgula: fenerbahçe) taraftarı "acımadı kiii acımadı kiiii" şeklinde bağıra dursun, ikinci yarı başladıktan yedi dakika sonra sağ kanattan recep çetin'in gönderdiği topu sektiren sarı lacivertli defansın hatasını yine (vurgula: ali gültiken) güzel bir plase ile cezalandırır:1-3. daha bunun şokunu atlatamadan yine sağ kanattan bu sefer rıza çalımbay'ın yaptığı ortada (vurgula: metin tekin) kaleci ile karşı karşıya kalır. "dur lan bir de aşırtma atalım" diyerek 59. dk'da topu (vurgula: fenerbahçe) kalecisi (vurgula: nurettin yıldız)'ın üzerinden filelere gönderir: 1-4.
toplu taşımalarda seyyar satıcılık yapan ahmet amca'dan (vurgula: fenerbahçe) için gelsin: olay bitti mi? hayır sayın yolcular. bunun yanında bir de 71.dk'da (vurgula: ali gültiken)'in soldan getirdiği topta feyyaz uçar'ın (vurgula: fenerbahçe) stoperine nefis bir çalım atarak kaydettiği golü veriyoruz: 1-5. tabi bu gol için maç 1-4 iken (vurgula: recep çetin)'in (vurgula: feyyaz)'ın yanına gelip "sen niye atmıyorsun lan, gören de akşam benimle uyudun zannedecek." şeklinde çıkışmasının çok etkili olduğu söylenir.
ve maç sonucu: (vurgula: fenerbahçe 1 beşiktaş 5 ) olarak skorbordda gözükür. maç sonrası kendisine uzatılan mikrofonlara (vurgula: recep çetin) şunu söyler: "(vurgula: veselinovic beş istedi beş attık. altı isteseydi altı atardık.)"
http://tinyurl.com/6ujrn7q
bu da görüntülü sunum. maçın hakemini çıkarabilecek misiniz bakalım hehe.
http://tinyurl.com/7qhkzsm
ha unutmadan.
"(vurgula: beşiktaş, büyük taştır.)"
vedat okyar
bazı durumlarda normal karşılayamadığım entrylerdir. sasa curcic ve frank verlaat ile ilgili girmiş olduğum girilerin eksilenmesinin rasyonel bir izahı bu garibi bahtiyar kılacaktır. rene van eck ve souleyman oulare girileri eksilenmemiştir. bu iki giriyi ilk ikisinden ayıran nedir mesela. muhtemelen gözden kaçmış olabilir.
ertuğrul sağlam'ın "süratli forvetleri hücuma dönük sağ kanat oyuncusu yapayım da dünya futboluna adımı yazdırayım" mentalitesinin kurbanı (vurgula: sarı). filip holosko, (vurgula: vestel manisaspor)'dan bu takıma transfer edildiğinde hızlı, sezgileri iyi ve gol vuruşu da orta kalitede bir oyuncu idi. bilen bilir juventus'un da takibe aldığı (transfer etmeyi düşündüğü demiyorum) bir futbolcuydu. devre arası (vurgula: beşiktaş)'a geldikten sonra gösterdiği performansı anımsayalım. iddia ediyorum ne zaman ki ertuğrul sağlam , devison rogerio da silva bobo ile ikili forvet oynatmak yerine kendisinden hücuma dönük sağ kanat oyuncusu olarak faydalanmak istemiştir; işte o vakit bu adamı (vurgula: holosko) yapan özellikleri birer birer körermeye başlamıştır. ne yazık ki sonraki hocalar da bu modaya uymuş, holosko'nun forvet orjinini gözardı ederek kendisini sağ kanat oyuncusu olarak değerlendirmeyi(?) tercih etmişlerdir. bu anlayıştan 2012 yılı mart ayı itibariyle elimizde yıllık kontratı 2 milyon avroyu bulan bir enkaz kalmıştır.
yakın geçmişte bundesliga'nın orta sınıf santraforlarından iken -(vurgula: bochum vfl ) dönemini hatırlayın lütfen- ve slovakya milli takımının as hücumcusu olan stanislav sestak'ın bugün bursaspor'da maruz kaldığı muamele bu filmin devamı niteliğindedir. yönetmen yine aynıdır.
eminim şu an (vurgula: hansa rostock ) forması giyen ama gerçek anlamda bir fc nürnberg efsanesi olan bir başka slovak santrafor (vurgula: marek mintal ) (çok ağır bir sakatlık geçrimeseydi şu an muhtemelen bayern münih'te oynuyor olacaktı) de es kaza türkiye ligine gelseydi, sonu değişmezdi.
bu oyuncuların ayaklarına başkalarının kramponlarını giydirmekten vazgeçersek kim bilir belki de iklim değişir, akdeniz olur.
yakın geçmişte bundesliga'nın orta sınıf santraforlarından iken -(vurgula: bochum vfl ) dönemini hatırlayın lütfen- ve slovakya milli takımının as hücumcusu olan stanislav sestak'ın bugün bursaspor'da maruz kaldığı muamele bu filmin devamı niteliğindedir. yönetmen yine aynıdır.
eminim şu an (vurgula: hansa rostock ) forması giyen ama gerçek anlamda bir fc nürnberg efsanesi olan bir başka slovak santrafor (vurgula: marek mintal ) (çok ağır bir sakatlık geçrimeseydi şu an muhtemelen bayern münih'te oynuyor olacaktı) de es kaza türkiye ligine gelseydi, sonu değişmezdi.
bu oyuncuların ayaklarına başkalarının kramponlarını giydirmekten vazgeçersek kim bilir belki de iklim değişir, akdeniz olur.
1998 yılı ocak ayındaki ara transfer döneminde aston villa takımında yedek beklerken john benjamin toshack yönetimindeki beşiktaş'ın bir sonraki sezon için ön anlaşma imzaladığı, ancak sonradan vazgeçilen sırp asıllı hücuma dönük orta saha oyuncusu. saçlarını boyatmayı seven bu vatandaş, yeşilköy havalimanına indiğinde sarı saçlıydı yamulmuyorsam.
1999-2000 sezonu öncesi (b: beşiktaş)'a transfer edilmek üzere belçika ligi takımlarından (b: genk)'te forma giyerken (b: türkiye)'ye getirilip sağlık kontrolünden geçememesi üzerine vazgeçilen (b: gine)li hücum oyuncusu. ilginç bir şekilde aynı sezon (b: rıdvan dilmen ) yönetimindeki (b: fenerbahçe) ile anlaşmıştır. sağlık ocağından ayarlanan tanıdık bir doktor aracılığıyla sağlam raporu verilmiş olsa gerek ki, hiç kimse o vakit çekince koymamıştır. ilerleyen haftalarda sakatlığı nüksedince (b: fenerbahçe)'ye gelmesinde rol oynayan (b: ogün altıparmak ) ve oğlu (b: batur altıparmak ) sert eleştirilere maruz kalmıştır diye hatırlarım.
1994-1995 sezonunda beşiktaş'ı şampiyonluğa taşıyan christoph daum'un bir sezon sonrası için alınmasını ısrarla istediği hollandalı defans oyuncusu. o sezon auxerre forması giyen verlaat, "gelebilirim de gelmeyebilirim de. ne desem ki bilemedim. durun geleceğim galiba. yok ya gelmekten vazgeçtim. şaka şaka geleceğim lan vallahi bak" şeklinde yöneticileri bir müddet oyaladıktan sonra vfb stuttgart ile sözleşme imzalamıştır. bunun üzerine idarecilere küsüp surat yapan daum'un gönlünü hoş etmek üzere, bir akşam televizyonda "tarkan viking kanı" isimli filmi izleyen futbol şube sorumlusu ertesi gün uçağa atlayarak iskandinavya'dan ciddi bir paraya başka bir libero ile anlaşma sağlamıştır. (bkz: ronny johnsen)
ey editler editi söyle banaaa kimsin seeeen: bu hollandalı arkadaş aynı zamanda 1994 yılında kupa galipleri kupasında beşiktaş'a karşı auxerre formasını da giymiştir.
ey editler editi söyle banaaa kimsin seeeen: bu hollandalı arkadaş aynı zamanda 1994 yılında kupa galipleri kupasında beşiktaş'a karşı auxerre formasını da giymiştir.
bundesliga'da fc nurnberg forması giyerken 1999-2000 sezonunda feldkamp-briegel ikilisinin ısrarı üzerine beşiktaş'a transferi için ülkeye getirilen ancak yapılan sağlık kontrollerinde dizinden problemi olduğunun anlaşılması üzerine geri gönderilen hollandalı defans oyuncusu.
1999-2003 yılları arasında beşiktaş forması giymiş sol kanat oyuncusu. 1999-2000 sezonunda murat alaçayır ile altay'dan transfer edilmiş olup 4 sezon boyunca siyah-beyazlı formayı terletmiştir.
1999-2000 sezonunun yamulmuyorsam ara transfer döneminde bayram bektaş ile birlikte (b: altay)'dan (b: beşiktaş)'a getirilen sağ kanat oyuncusu. altay'da forma giyerken sağ taraftan rakip ceza sahasına yaptığı etkili bindirmelerle göz çarpar. gol atma becerisi de vardır. bilhassa istanbul büyükleriyle deplasmanda oynanan maçlarda sağ kanattan bu arkadaş, sol kanattan (b: bayram) elbirliği ile bayağı canlar yakmışlardır. "bize karşı iyi oynayanı hemen transfer etmeliyiz" zihniyetinin hâkim olmasının kaymağını da (b: beşiktaş) özelinde yiyen futbolculardan birisi olmuştur.
ne var ki (b: beşiktaş)'ta, (b: altay)'da gösterdiği performansın yanına yaklaşamaz. hans peter briegel kendisine yeterince şans verir vermesine de, niyeyse kafası başka yerde olan bir oyuncu imajı çizmiştir. dalgın ve savruktur. onu kazanmak isteyen taraftarlar, idmana baklava getiriken, (b: murat)'a da boyoz, kumru, gevrek ve çiğdemden oluşan hediye sepeti de hazırlamayı ihmal etmezler. ama bir türlü istenilen performansı sergileyemez. 2001 yılında (b: beşiktaş)'tan ayrılarak (b: diyabakırspor)'un yolunu tutar. iki yıl burada oynadıktan sonra bir sezonluk (b: sakaryaspor) deneyimi yaşar ve yeniden burnunda tüten (b: izmir)'e döner. en parlak günlerini yaşadığı (b: altay) ile yeniden yeşil sahalarda boy gösterir. 2005-2008 (b: izmirspor), 2008-2010 (b: ankara jandarmagücü), 2010-2011 (b: somaspor) dönemleri futbol kariyerinin son demlerini geçirdiği basamaklar olmuştur.
şimdilerde (b: altay) u-16 takımının hocalığını yürütmektedir.
ne var ki (b: beşiktaş)'ta, (b: altay)'da gösterdiği performansın yanına yaklaşamaz. hans peter briegel kendisine yeterince şans verir vermesine de, niyeyse kafası başka yerde olan bir oyuncu imajı çizmiştir. dalgın ve savruktur. onu kazanmak isteyen taraftarlar, idmana baklava getiriken, (b: murat)'a da boyoz, kumru, gevrek ve çiğdemden oluşan hediye sepeti de hazırlamayı ihmal etmezler. ama bir türlü istenilen performansı sergileyemez. 2001 yılında (b: beşiktaş)'tan ayrılarak (b: diyabakırspor)'un yolunu tutar. iki yıl burada oynadıktan sonra bir sezonluk (b: sakaryaspor) deneyimi yaşar ve yeniden burnunda tüten (b: izmir)'e döner. en parlak günlerini yaşadığı (b: altay) ile yeniden yeşil sahalarda boy gösterir. 2005-2008 (b: izmirspor), 2008-2010 (b: ankara jandarmagücü), 2010-2011 (b: somaspor) dönemleri futbol kariyerinin son demlerini geçirdiği basamaklar olmuştur.
şimdilerde (b: altay) u-16 takımının hocalığını yürütmektedir.
süleyman seba'nın sözleşme yenilemek için gelen metin tekin'e ekonomik imkânsızlıklar nedeniyle kendisine hemen ödeme yapılamayacağını ifade etmek adına sarfettiği cümle.
bilindiği üzere işaret her zaman adresin kendisi değildir. endüstriyel futbol realitesinin, sahip olduğu dolar yeşili kramponun vidalı tabanına çaktırdığı aynayı genç futbolcunun yüzüne tutması, tarafgirlik noktasında bulunan bizlerin aynı futbolcu üzerinde yapacağımız değerlendirmelerinin duygusal zeminini oluşturur. (b: beşiktaş) özelinde bir şeyler söylemek gerekirse aidiyet referanslarını "gelenek", "duruş", "öz kaynak" gibi olgular üzerinden ortaya koyan taraftar modeli ile "ne pahasına olursa olsun başarı", "yetenekli oyuncu", "kazanana öykünme" tercihleri aracılığyla açıklayan taraftar modeli arasındaki uçurum her ne kadar derinleşse de adres bellidir: desteklediğimiz takım. dolayısıyla siyah-beyaz ortak paydasında dile getirilen düşünceler, bütünü oluşturan parçaların işleyişine zarar verdiği andan itibaren bunun zararı öznenin bizzat kendisine dokunur (ki burada özne beşiktaştır) ve elimizden kayıp gittiğinde "çok seviyordum öldürdüm hâkim bey" noktasında bir betimleme hiçbirimizi mazur göstermeyecektir.
yukarıda tarif ettiğim taraftar modellerinden birinci gruba meyleden birisi olarak kişisel kanaatim ne zaman ki bu camia 2004 yılından itibaren kendi tanımını kendi dışında aramaya başlamıştır; o zaman siyahı beyazdan değil de beyazı beyazdan ayırmak zorlaşmıştır. 2004 sonrası (b: beşiktaş) yönetimleri alışkın olmadığı bir yolu tercih ederek riski üstlenmişse de, geleneğin tamamen reddi üzerine inşa edilmiş yöntem problemi nedeniyle vaad ettiği her şeyi yüzüne gözüne bulaştırmıştır. son iki günde (b: serdal adalı)'nın, (b: ibrahim altınsay)'ın ve (b: murat aksu)'nun yaptıkları açıklamaları lütfen bir kez daha dikkatle okuyun. sizce de durum (b: carlos carvalhal)'in teknik yetersizliğinden/insanlık vasıflarından veya "quaresma'ya bu yapılır mıydı be kardeşim" heyecanından daha ciddi ve endişe verici değil midir?
illâ ki bu camianın ismi bir takım sembollerle özdeşletirilmek istenirse, beşiktaş kimdir?
beşiktaş, klubü (b: vincente del bosque)'ye milyonlarca euro tazminat ödemek zorunda bırakan (b: yıldırım demirören ) değil, (b: ertuğrul sağlam)'ın bonservisi için gerekli olan parayı kasadan elleri titreyerek çıkaran (b: süleyman seba)dır.
beşiktaş, müsait durumundaki arkadaşına pas atmak yerine "kral yapmayacaksın kral olacaksın" sanrısına bürünmüş (b: batuhan karadeniz ) değil; kendilerini tesislere götürüp getiren servis araçları dahi kaldırılmış olmasına ve konteynerleri soyunma odası olarak kullanmak zorunda bırakılmalarına rağmen ileride bir gün bu formayı giymenin hayaliyle yaşayan genç ve minik takım oyuncularıdır.
velhasıl...
beşiktaş, (b: cigano) değil; (b: oğlum sarı)dır.
bu akşam tur geçilse de geçilmese de; hal ve gidişin bu derece zayıf olduğu kurumsal ortamı akıldan çıkarmayarak üzerinde konuşacağınız bir takımımız olmazsa, konuştuklarımızın da hiçbir önemi olmayacağını göz önünde bulundurarak daha serin kanlı değerlendirmeler yapılması ümidiyle...
devamını oku
bilindiği üzere işaret her zaman adresin kendisi değildir. endüstriyel futbol realitesinin, sahip olduğu dolar yeşili kramponun vidalı tabanına çaktırdığı aynayı genç futbolcunun yüzüne tutması, tarafgirlik noktasında bulunan bizlerin aynı futbolcu üzerinde yapacağımız değerlendirmelerinin duygusal zeminini oluşturur. (b: beşiktaş) özelinde bir şeyler söylemek gerekirse aidiyet referanslarını "gelenek", "duruş", "öz kaynak" gibi olgular üzerinden ortaya koyan taraftar modeli ile "ne pahasına olursa olsun başarı", "yetenekli oyuncu", "kazanana öykünme" tercihleri aracılığyla açıklayan taraftar modeli arasındaki uçurum her ne kadar derinleşse de adres bellidir: desteklediğimiz takım. dolayısıyla siyah-beyaz ortak paydasında dile getirilen düşünceler, bütünü oluşturan parçaların işleyişine zarar verdiği andan itibaren bunun zararı öznenin bizzat kendisine dokunur (ki burada özne beşiktaştır) ve elimizden kayıp gittiğinde "çok seviyordum öldürdüm hâkim bey" noktasında bir betimleme hiçbirimizi mazur göstermeyecektir.
yukarıda tarif ettiğim taraftar modellerinden birinci gruba meyleden birisi olarak kişisel kanaatim ne zaman ki bu camia 2004 yılından itibaren kendi tanımını kendi dışında aramaya başlamıştır; o zaman siyahı beyazdan değil de beyazı beyazdan ayırmak zorlaşmıştır. 2004 sonrası (b: beşiktaş) yönetimleri alışkın olmadığı bir yolu tercih ederek riski üstlenmişse de, geleneğin tamamen reddi üzerine inşa edilmiş yöntem problemi nedeniyle vaad ettiği her şeyi yüzüne gözüne bulaştırmıştır. son iki günde (b: serdal adalı)'nın, (b: ibrahim altınsay)'ın ve (b: murat aksu)'nun yaptıkları açıklamaları lütfen bir kez daha dikkatle okuyun. sizce de durum (b: carlos carvalhal)'in teknik yetersizliğinden/insanlık vasıflarından veya "quaresma'ya bu yapılır mıydı be kardeşim" heyecanından daha ciddi ve endişe verici değil midir?
illâ ki bu camianın ismi bir takım sembollerle özdeşletirilmek istenirse, beşiktaş kimdir?
beşiktaş, klubü (b: vincente del bosque)'ye milyonlarca euro tazminat ödemek zorunda bırakan (b: yıldırım demirören ) değil, (b: ertuğrul sağlam)'ın bonservisi için gerekli olan parayı kasadan elleri titreyerek çıkaran (b: süleyman seba)dır.
beşiktaş, müsait durumundaki arkadaşına pas atmak yerine "kral yapmayacaksın kral olacaksın" sanrısına bürünmüş (b: batuhan karadeniz ) değil; kendilerini tesislere götürüp getiren servis araçları dahi kaldırılmış olmasına ve konteynerleri soyunma odası olarak kullanmak zorunda bırakılmalarına rağmen ileride bir gün bu formayı giymenin hayaliyle yaşayan genç ve minik takım oyuncularıdır.
velhasıl...
beşiktaş, (b: cigano) değil; (b: oğlum sarı)dır.
bu akşam tur geçilse de geçilmese de; hal ve gidişin bu derece zayıf olduğu kurumsal ortamı akıldan çıkarmayarak üzerinde konuşacağınız bir takımımız olmazsa, konuştuklarımızın da hiçbir önemi olmayacağını göz önünde bulundurarak daha serin kanlı değerlendirmeler yapılması ümidiyle...
yönetim kurulu listelerini ve projelerini ivedilikle beklediğim ışık bakışlılar. gölge kabine oluşturan da çıkarsa bir defaya mahsus (b: hulusi kentmen ) taklidi bile yapabilirim.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?