şu şekilde hicvedilen reklamdır.
http://tinyurl.com/cbadflk
kendisinin de barcelona ile kalıcı başarılar yakalaması halinde katalanlar tarafından (b: mareşal tito) olarak anılması muhtemeldir.[ybkz]swh[/ybkz]
başta (vurgula: adana) olmak üzere, (vurgula: gaziantep) ve (vurgula: kahramanmaraş)'ta da sıklıkla kullanılan, "eften püften", "sıradan", "avam" gibi anlamları karşılayan ve bana söylemesi müthiş keyif veren bir yöresel deyim. siz de deneyin farkı göreceksiniz.[ybkz]swh[/ybkz]
basketbolda ikinci kademe ekipler olarak adlandırabileceğimiz macaristan, çek cumhuriyeti, hollanda, belçika gibi ülkelerin takımlarının ortak özelliği, kendi sahalarında oynadıkları maçlarda yoğun seyirci desteğine arkalarına alarak boyalı alandan ziyade üç sayılık atışlardaki isabet yüzdesine dayalı olarak maçı kazanmayı hedeflemeleridir.
eğer ki (b: beşiktaş), (b: szolnoki olaj)'a bu anlamda bir ritm yakalatırsa işi zorlaşabilir. çünkü bu tip takımlar yakalamış oldukları coşkuyla bariz faullere, aleni hatalı yürümelere başvurur ve genel itibariyle hakemler tarafından kollanmaya başlarlar. o yüzden rakibin üç sayılık atış girişimlerini çok iyi savunmak gerekecektir. hücumda ise bizim aynı yola başvurmamızın şart olduğunu zannetmiyorum. pops mensah bonsu ve son haftaların formda oyuncusu ersin dağlı üzerinden boyalı alanda macar ekibine karşı üstünlük kurabiliriz. çizilen hucum setleri gereği zoran erceg, serhat çetin gibi isimler dış atışlarıyla skora katkıda bulunacaklardır. carlos arroyo hemen her maç maksimumunu sahaya döken bir adam. bu maçta da en önemli kozumuz olacaktır. david hawkins de aynı şekilde. ancak göstereceği performansla doğru orantılı olarak bu maçın kilit isimi son haftalarda kendisinden beklenilenin epeyce gerisinde kalan marcelus kemp olacaktır diye düşünüyorum.
son olarak hatırdan çıkarmamakta fayda var. (b: szolnoki olaj)'ın, bu turnuvaların[ybkz]swh[/ybkz] başat takımlarından ve doğal favorilerinden birisi olan letonya temsilcisi (b: ventspils)'i hem kendi sahalarında hem de deplasmanda mağlup ederek dörtlü finale kaldığını dikkate alalım. yani öyle çok da hello cello bir takım değiller.
eğer ki (b: beşiktaş), (b: szolnoki olaj)'a bu anlamda bir ritm yakalatırsa işi zorlaşabilir. çünkü bu tip takımlar yakalamış oldukları coşkuyla bariz faullere, aleni hatalı yürümelere başvurur ve genel itibariyle hakemler tarafından kollanmaya başlarlar. o yüzden rakibin üç sayılık atış girişimlerini çok iyi savunmak gerekecektir. hücumda ise bizim aynı yola başvurmamızın şart olduğunu zannetmiyorum. pops mensah bonsu ve son haftaların formda oyuncusu ersin dağlı üzerinden boyalı alanda macar ekibine karşı üstünlük kurabiliriz. çizilen hucum setleri gereği zoran erceg, serhat çetin gibi isimler dış atışlarıyla skora katkıda bulunacaklardır. carlos arroyo hemen her maç maksimumunu sahaya döken bir adam. bu maçta da en önemli kozumuz olacaktır. david hawkins de aynı şekilde. ancak göstereceği performansla doğru orantılı olarak bu maçın kilit isimi son haftalarda kendisinden beklenilenin epeyce gerisinde kalan marcelus kemp olacaktır diye düşünüyorum.
son olarak hatırdan çıkarmamakta fayda var. (b: szolnoki olaj)'ın, bu turnuvaların[ybkz]swh[/ybkz] başat takımlarından ve doğal favorilerinden birisi olan letonya temsilcisi (b: ventspils)'i hem kendi sahalarında hem de deplasmanda mağlup ederek dörtlü finale kaldığını dikkate alalım. yani öyle çok da hello cello bir takım değiller.
(b: devekuşu kabare)'nin kurucularından (b: ahmet gülhan)'ın başrolünde oynadığı 80'lerin trt'sinin yerli yapımlarındandır.
türk tiyatrosu'nun emektarlarından (b: üstün asutay)'ın canlandırdığı karakterden ismini alan 90'ların ilk yarısında (b: teleon) isimli kanalda gösterimde olmuş yerli dizi.
(b: devekuşu kabare)'den bildiğimiz (b: nezih tuncay)'ın çaycı olarak başrolünde yer aldığı 1991 yapımı dizimsi. jenerik müziği de evlerden ıraktı.
bir döneme damgasını vurmuş, ferhan şensoy'un kült televizyon projesi. rasim öztekin ve nurseli idiz de burada boy vermiştir.
"varsayalım varım. varsayalım yokum. madem ki düşünüyorum. öyleyse varsayılabilirim."
"varsayalım varım. varsayalım yokum. madem ki düşünüyorum. öyleyse varsayılabilirim."
bilhassa ergenlik yıllarında oldukça kısa sürer. şehirlerarası bir yolculuk öncesi.
- ne oldu gidiyorum bu?
- baba, trenle gitmesem? uzun sürüyor ve çok yorucu oluyor.
- niye? sırtında mı taşıyorsun?
-*?!@
- ne oldu gidiyorum bu?
- baba, trenle gitmesem? uzun sürüyor ve çok yorucu oluyor.
- niye? sırtında mı taşıyorsun?
-*?!@
acı acı gülümseten bir fikret kızılok hicvi. ister söyleyene ister söyletene bakınız.
https://www.youtube.com/watch?v=Ac0Mw_ie0bc
https://www.youtube.com/watch?v=Ac0Mw_ie0bc
leonard cohen'in usul usul kulaklarımıza fısıldadığı harmonik manifesto. şuurunuza bundan daha güzel bir cam çivisi çakılabilir mi emin değilim.
http://tinyurl.com/c4vcvt
bu arada müslüm gürses de boş durmamış, yamulmuyorsam 2008 yılındaki (b: aşk tesadüfleri sever )isimli albümünde bu parçayı "istanbul'a elveda" ismiyle seslendirmiştir. o da pek güzeldir.
http://tinyurl.com/d3f7plz
http://tinyurl.com/c4vcvt
bu arada müslüm gürses de boş durmamış, yamulmuyorsam 2008 yılındaki (b: aşk tesadüfleri sever )isimli albümünde bu parçayı "istanbul'a elveda" ismiyle seslendirmiştir. o da pek güzeldir.
http://tinyurl.com/d3f7plz
sıkıntılı ve zorlama bir yaklaşım. zorlamadır çünkü sanat dediğiniz kavramın sayısız tarifini yapabilirsiniz. ancak sanatın başına herhangi bir sıfat yakıştırma çabası yersizdir. sanat ona atfetmeyi düşündüğünüz bütün işaretlemelerinizi kapsar. ama o işaretlemeler sanatı nitelemekte yetersiz ve anlamsız kalır.
sıkıntılıdır. çünkü her şeyden önce muhafazakârlık dediğimiz olgunun karışılığı yaygın olarak bilindiği gibi değildir. şunu kastediyorum. muhafazakârlık, bugün politik literatürümüzde sıkça referans gösterdiğimiz gericilik, yobazlık, bağnazlık, dindarlık gibi kavramları bire bir karşılamaz. etimolojik olarak arapça hfz köküne dayanır. korumak anlamına gelmektedir. muhafazkârlık denildiğinde sıklıkla geleneğe atıfta bulunarak var olanı korumak anlaşılmalıdır. muhafazakâr düşünce yeni olana karşı değildir, ancak ona ağır bir şüphe ile yaklaşır. yeni olanı kabul etmeden önce kendi dayandığı değerler üzerinden çetin bir imtihana tâbi tutar. bu sınavı veren yenilik kabul görür. sınavdan geçemeyen, tamamen reddedilir. hızlı değişimlere ve radikal reformlara toplumun yerleşik kültürel dinamiklerini sarsacağı endişesiyle direnç gösterir.
günümüzde muhafazakârlık olgusu, (b: edmund burke)'ün düşünsel anlamda öncülüğünü yaptığı ve (b: fransız devrimi)'nin avrupa coğrafyasında yaratmış olduğu köklü dönüşümlere tepki ve direnç olarak doğmuş bir ideoloji olma özelliğini kaybetmiştir. daha çok yeni olana, yerleşik olanı kökten değiştirme iddiasıyla gelene karşı bir reaksiyonel tavır niteliğine bürünmüştür.
dolayısıyla hemen her dünya görüşü dönemsel olarak muhafazakâr olma özelliklerini taşıyabilir. bu durum neyi koruyup onun devam etmesinden yana olunduğu ve neye karşı direnildiği alâkalıdır. şunu da belirtmek gerekir ki direnilen değişim ve dönüşüm mutlaka ilerici bir nitelik taşımak zorunda da değildir.
marksist temeller üzerine kurulmuş, buna göre düzenlenmiş ve yıllarca bu anlamda yönetilen devlette bir devlette, liberal düzene geçiş yanlılarına direnen marksist kesim, aynı zamanda muhafazakârdır. süregelenin korunmasından yanadır. bu tip bir keskin dönüşümün her şeyi yıkacağına inanır ve buna direnir. bunun tam tersi de düşünülebilir. birinde marksist devrimi, diğerinde liberalizmi muhafaza etme arzusu yatmaktadır. şeriat esasına dayalı bir devletin yerine laik düzeni oturtarak modern bir ulus devlet yaratmak istediğinizde, buna direnen kesim aynı zamanda muhafazakârdır. çünkü yüzlerce yıllık bir geleneğin bir anda ortadan kaldırılmasına tepki gösterir. ulus-devlet devrimini gerçekleştirenlere karşı, yarın başka bir politik oluşum federalizm fikrini desteklerse, ulus devrimi gerçekleştiren kadrolar buna direnerek kendi devrimlerini muhafaza eden konuma geçer, dolayısıyla muhafazakârlaşır. ve bu döngü dönemsel olarak zincirleme bir şekilde devam eder.
yeniden başlığa dönecek olursak, buradan kastedilen sanatın dinin içine yedirilmesi ve mütedeyyin kesimlerin beğenisine hitap eden bir sanat anlayışının türetilmesidir. bu sanatın doğasına aykırıdır. çünkü sanatı salt bir dünya görüşünün tahakkümü altına alıp şekillendiremezsiniz. bunu ne islâm, ne hristiyanlık, ne cumhuriyet, ne marksizm ne liberalizm adına yapabilirsiniz. zira bu saydıklarımızın hepsi sanatın ancak alt kümesi olabilir. sanat, evrensel niteliğe sahip olduğu için her kesime hitap edecek bir tarzı zaten içinde barındırır. vivaldi'nin dört mevsimini de içselleştiren vardır. ıtrî'nin bayram tekbiri'ni de. sanat sizin önünüze dante'nin ilâhi komedya'sını da koyar süleyman çelebi'nin mevlidi'ni de.
öyleyse nedir bu sanatı isabetsiz ve gereksiz kavramlarla dizayn etme telaşı. aşırı dozda suni gündem ile altın vuruş uygulamayınız topluma. reca ediyorum.[ybkz]swh[/ybkz]
sıkıntılıdır. çünkü her şeyden önce muhafazakârlık dediğimiz olgunun karışılığı yaygın olarak bilindiği gibi değildir. şunu kastediyorum. muhafazakârlık, bugün politik literatürümüzde sıkça referans gösterdiğimiz gericilik, yobazlık, bağnazlık, dindarlık gibi kavramları bire bir karşılamaz. etimolojik olarak arapça hfz köküne dayanır. korumak anlamına gelmektedir. muhafazkârlık denildiğinde sıklıkla geleneğe atıfta bulunarak var olanı korumak anlaşılmalıdır. muhafazakâr düşünce yeni olana karşı değildir, ancak ona ağır bir şüphe ile yaklaşır. yeni olanı kabul etmeden önce kendi dayandığı değerler üzerinden çetin bir imtihana tâbi tutar. bu sınavı veren yenilik kabul görür. sınavdan geçemeyen, tamamen reddedilir. hızlı değişimlere ve radikal reformlara toplumun yerleşik kültürel dinamiklerini sarsacağı endişesiyle direnç gösterir.
günümüzde muhafazakârlık olgusu, (b: edmund burke)'ün düşünsel anlamda öncülüğünü yaptığı ve (b: fransız devrimi)'nin avrupa coğrafyasında yaratmış olduğu köklü dönüşümlere tepki ve direnç olarak doğmuş bir ideoloji olma özelliğini kaybetmiştir. daha çok yeni olana, yerleşik olanı kökten değiştirme iddiasıyla gelene karşı bir reaksiyonel tavır niteliğine bürünmüştür.
dolayısıyla hemen her dünya görüşü dönemsel olarak muhafazakâr olma özelliklerini taşıyabilir. bu durum neyi koruyup onun devam etmesinden yana olunduğu ve neye karşı direnildiği alâkalıdır. şunu da belirtmek gerekir ki direnilen değişim ve dönüşüm mutlaka ilerici bir nitelik taşımak zorunda da değildir.
marksist temeller üzerine kurulmuş, buna göre düzenlenmiş ve yıllarca bu anlamda yönetilen devlette bir devlette, liberal düzene geçiş yanlılarına direnen marksist kesim, aynı zamanda muhafazakârdır. süregelenin korunmasından yanadır. bu tip bir keskin dönüşümün her şeyi yıkacağına inanır ve buna direnir. bunun tam tersi de düşünülebilir. birinde marksist devrimi, diğerinde liberalizmi muhafaza etme arzusu yatmaktadır. şeriat esasına dayalı bir devletin yerine laik düzeni oturtarak modern bir ulus devlet yaratmak istediğinizde, buna direnen kesim aynı zamanda muhafazakârdır. çünkü yüzlerce yıllık bir geleneğin bir anda ortadan kaldırılmasına tepki gösterir. ulus-devlet devrimini gerçekleştirenlere karşı, yarın başka bir politik oluşum federalizm fikrini desteklerse, ulus devrimi gerçekleştiren kadrolar buna direnerek kendi devrimlerini muhafaza eden konuma geçer, dolayısıyla muhafazakârlaşır. ve bu döngü dönemsel olarak zincirleme bir şekilde devam eder.
yeniden başlığa dönecek olursak, buradan kastedilen sanatın dinin içine yedirilmesi ve mütedeyyin kesimlerin beğenisine hitap eden bir sanat anlayışının türetilmesidir. bu sanatın doğasına aykırıdır. çünkü sanatı salt bir dünya görüşünün tahakkümü altına alıp şekillendiremezsiniz. bunu ne islâm, ne hristiyanlık, ne cumhuriyet, ne marksizm ne liberalizm adına yapabilirsiniz. zira bu saydıklarımızın hepsi sanatın ancak alt kümesi olabilir. sanat, evrensel niteliğe sahip olduğu için her kesime hitap edecek bir tarzı zaten içinde barındırır. vivaldi'nin dört mevsimini de içselleştiren vardır. ıtrî'nin bayram tekbiri'ni de. sanat sizin önünüze dante'nin ilâhi komedya'sını da koyar süleyman çelebi'nin mevlidi'ni de.
öyleyse nedir bu sanatı isabetsiz ve gereksiz kavramlarla dizayn etme telaşı. aşırı dozda suni gündem ile altın vuruş uygulamayınız topluma. reca ediyorum.[ybkz]swh[/ybkz]
cas nezdindeki davanın geri çekilmesi üzerine takımlarına yöneltilen bunun şikenin kabulu anlamına geleceği yönündeki eleştirilere "cas'a açılan davanın şike olayları ile alakası yok, bu dava fenerbahçe'nin uefa şampiyonlar ligi'nden men edilmesi üzerine açıldı." şeklinde yanıt veren kişileri içeren topluluk.
galiba fenerbahçe'nin uefa şampiyonlar ligi'ne çağırılmama nedeni, iran'ın uranyum zenginleştirme çalışmaları idi.
galiba fenerbahçe'nin uefa şampiyonlar ligi'ne çağırılmama nedeni, iran'ın uranyum zenginleştirme çalışmaları idi.
"tahir efendi bana kelp demiş
iltifatı bu sözde zahirdir"[ybkz]swh[/ybkz]
dizelerini okuduktan sonra sakinleşmesini bekleyin. beklerken bir sigara da içebilirsiniz.
iltifatı bu sözde zahirdir"[ybkz]swh[/ybkz]
dizelerini okuduktan sonra sakinleşmesini bekleyin. beklerken bir sigara da içebilirsiniz.
"sosis imalatı ve siyasi pazarlıklar asla kamuoyu önünde yapılmamalıdır. ikisi de mide bulandırır."
otto von bismarck
otto von bismarck
futbol çevrelerindeki real madrid'in 2-1'in rövanşında bu işi santiago bernabeu'da bitireceği yönündeki yaygın kanıyı çürüten müsabaka. her şeyden önce şampiyonlar ligi finali'nin allianz arena'da oynanacak olması bayern için oldukça güçlü bir motivasyondu. genel itibariyle bu gözden kaçırılmış. ikinci atlanan nokta ise, bayern'i ispanya ligi'ne hele hele real madrid'e ve bernabeu'ya hiç de yabancı olmayan alman teknik adam jupp heynckes'in çalıştırması olmuş.
real madrid sempatizanı arkadaşlar da farketmiştir. arjen robben ve bilhassa mario gomez dün akşam biraz becerikli olsaydı, büyük çaplı bir skor sürprizi muhtemelen mor beyazlıları bekliyor olacaktı.
neticede ispanya boğuculuğundan arınmış bir şampiyonlar ligi finali izleyecek olmak sevindirici.
real madrid sempatizanı arkadaşlar da farketmiştir. arjen robben ve bilhassa mario gomez dün akşam biraz becerikli olsaydı, büyük çaplı bir skor sürprizi muhtemelen mor beyazlıları bekliyor olacaktı.
neticede ispanya boğuculuğundan arınmış bir şampiyonlar ligi finali izleyecek olmak sevindirici.
2005 yılında 125 miyon euro olarak açıklanan borcu ile iflasın eşiğine gelmişken bilinçli tasarruf tedbirleriyle bugün düzlüğe çıkmış alman futbol kulübü. 2007-2008 sezonunda thomas doll yönetiminde bundesliga'yı 13. olarak bitirdikten sonra, 2008-2009 sezonundan itibaren jürgen klopp dönemi başlar. tribünlerinin doluluk oranında zaten hiç bir sıkıntısı olmayan takım, uzun yıllardır takımın sportif direktörlüğünü yapan sembol orta saha oyuncularından (vurgula: michael zorc ) ve (vurgula: jürgen klopp ) iş birliği ile yeniden yapılanmaya gider.
öncelikle yüksek maaşlı oyuncular elden çıkarılır. iyi bir futbolcu arama tarama ekibi kurularak, ucuz maliyetli ve belli bir standartın altına düşmeyen genç oyuncular transfer edilir. mesela defansın yıldızı neven subotic, henüz sırbistan u 20 takımında oynarken o dönem (vurgula: fsv mainz 05)'i çalıştıran klopp tarafından mainz bünyesine katılır.. klopp dortmund'un başına geçtiğinde onu da yanında götürür. (vurgula: bayern münih ) orjinli defans oyuncusu (vurgula: mats hummels ) yamulmuyorsam sıfır bonservis ücreti ile takıma kazandırılır. sol bek marcel schmelzer ve alman futbolunun altın çocuklarından mario götze genç takımdan a takıma çıkartılır. en çok bonservis ödeyerek takıma kattıkları oyuncu ise oynadığı futbolla oldukça dikkat çeken ve 2010 yazında (vurgula: lech poznan)'dan transfer ettiklerinde henüz 21 yaşında olan robert lewandowskidir. ödenen miktar 4,5 milyon eurodur. asıl sürpriz ise yine 2010 yazında japonya'dan 350 bin euro maliyletle transfer edilen shinji kagawa olup, bir yılda takımın değişmezi hâline gelmiştir.2010-2011 sezonunda kazanılan şampiyonluktan sonra nuri şahin real madrid'e satılırken yeri (vurgula: fc nurnberg)'ten 4 milyon euro karşılığında ilkay gündoğan ile doldurulur. bu sezonun da bundesliga şampiyonu olan dortmund'un son dört yılda ödediği bonservis bedeli herhalde 15 milyon euro'yu geçmez.
2010 yazında 350 bin euro'ya transfer edilen japon orta saha oyuncusu (vurgula: shinji kagawa)'nın talipleri bu oyuncu için yaklaşık bir 20-25 milyon euro'yu gözden çıkarmak durumundalar. bu demektir ki "isimsiz oyuncu sıradan oyuncudur." sığlığı artık bir kenara bırakılmalıdır. ama kime söylüyorsun.
şayet 2010 yazında (vurgula: beşiktaş)'a 7,5 milyon euroluk ricardo quaresma yerine, japon liginden 350 bin euro'ya (vurgula: shinji kagawa ) transfer edilseydi, taraftar forumlarında/benzeri platformlarda yazılacakları veya yapılacak yakıştırmaları düşünebiliyor musunuz?[ybkz]swh[/ybkz]
öncelikle yüksek maaşlı oyuncular elden çıkarılır. iyi bir futbolcu arama tarama ekibi kurularak, ucuz maliyetli ve belli bir standartın altına düşmeyen genç oyuncular transfer edilir. mesela defansın yıldızı neven subotic, henüz sırbistan u 20 takımında oynarken o dönem (vurgula: fsv mainz 05)'i çalıştıran klopp tarafından mainz bünyesine katılır.. klopp dortmund'un başına geçtiğinde onu da yanında götürür. (vurgula: bayern münih ) orjinli defans oyuncusu (vurgula: mats hummels ) yamulmuyorsam sıfır bonservis ücreti ile takıma kazandırılır. sol bek marcel schmelzer ve alman futbolunun altın çocuklarından mario götze genç takımdan a takıma çıkartılır. en çok bonservis ödeyerek takıma kattıkları oyuncu ise oynadığı futbolla oldukça dikkat çeken ve 2010 yazında (vurgula: lech poznan)'dan transfer ettiklerinde henüz 21 yaşında olan robert lewandowskidir. ödenen miktar 4,5 milyon eurodur. asıl sürpriz ise yine 2010 yazında japonya'dan 350 bin euro maliyletle transfer edilen shinji kagawa olup, bir yılda takımın değişmezi hâline gelmiştir.2010-2011 sezonunda kazanılan şampiyonluktan sonra nuri şahin real madrid'e satılırken yeri (vurgula: fc nurnberg)'ten 4 milyon euro karşılığında ilkay gündoğan ile doldurulur. bu sezonun da bundesliga şampiyonu olan dortmund'un son dört yılda ödediği bonservis bedeli herhalde 15 milyon euro'yu geçmez.
2010 yazında 350 bin euro'ya transfer edilen japon orta saha oyuncusu (vurgula: shinji kagawa)'nın talipleri bu oyuncu için yaklaşık bir 20-25 milyon euro'yu gözden çıkarmak durumundalar. bu demektir ki "isimsiz oyuncu sıradan oyuncudur." sığlığı artık bir kenara bırakılmalıdır. ama kime söylüyorsun.
şayet 2010 yazında (vurgula: beşiktaş)'a 7,5 milyon euroluk ricardo quaresma yerine, japon liginden 350 bin euro'ya (vurgula: shinji kagawa ) transfer edilseydi, taraftar forumlarında/benzeri platformlarda yazılacakları veya yapılacak yakıştırmaları düşünebiliyor musunuz?[ybkz]swh[/ybkz]
tribün liderlerinden en önde geleni (vurgula: başbakan ismail ) olarak bilinen (vurgula: ismail kocaoğlu)dur. kendisi, tiyatro ve sinema oyuncusu rıza kocaoğlu'nun babasıdır.
(vurgula: 23 ağustos 1995 beşiktaş rosenborg şampiyonlar ligi ön eleme rövanş maçı)'nda, beşiktaş'ın bir golünü ve bir penaltısını vermeyen fransız hakem marc batta için, maçı anlatan ercan taner'in yaptığı yakıştırma. hatta ercan ağabey kendini tutamayıp " şu anda siz hakem için ne söylüyorsanız ben de içimden aynı şeyleri söylüyorum." minvalinde bir şeyler de ağzından kaçırıvermişti sanki. bilemedim şimdi.
ilker yasin'in avrupa kupalarından maçlar anlatırken, takımların anonsundan hemen sonra kurduğu cümle. devamında hangi takımda hangi isimlerin eksik olduğuna sıra gelir ve bu eksikliğin nedenini birincil kaynaklardan öğrenmiştir. oynatalım.
"kadrolara şöyle bir baktığımda (b: barcelona)'da michael laudrup'u göremiyorum. maçtan önce (b: cruyff) ile konuştuğumda bana laudrup'un hafif bir sakatlığı olduğunu..."
akabinde maçın orta hakemi ve hangi federasyondan olduğu bilgisini verir. peşi sıra müthiş bir istatistiki veri gelecektir. oynatalım.
"hakem hollanda federasyonu'ndan (b: mario van der ende). hollanda'da sayısız maçlar yönetmiş bir hakem." sadece ülke ve hakem isimlerini değiştirerek onlarca örnek verebilirsiniz.
santra düdüğü çalındıktan sonra çeşitli kombinasyonlar vardır;
- bizim takımlardan birisinin maçı değilse: "iki tarafa da başarılar."
- taraflardan birisi bizden ve işimiz epeyce zor ise, ek olarak milli maçsa: "haydi çocuklar. neden olmasın diyoruz."
- taraflardan birisi bizden ve kulüp takımı ise: "başarılar beşiktaş."
"kadrolara şöyle bir baktığımda (b: barcelona)'da michael laudrup'u göremiyorum. maçtan önce (b: cruyff) ile konuştuğumda bana laudrup'un hafif bir sakatlığı olduğunu..."
akabinde maçın orta hakemi ve hangi federasyondan olduğu bilgisini verir. peşi sıra müthiş bir istatistiki veri gelecektir. oynatalım.
"hakem hollanda federasyonu'ndan (b: mario van der ende). hollanda'da sayısız maçlar yönetmiş bir hakem." sadece ülke ve hakem isimlerini değiştirerek onlarca örnek verebilirsiniz.
santra düdüğü çalındıktan sonra çeşitli kombinasyonlar vardır;
- bizim takımlardan birisinin maçı değilse: "iki tarafa da başarılar."
- taraflardan birisi bizden ve işimiz epeyce zor ise, ek olarak milli maçsa: "haydi çocuklar. neden olmasın diyoruz."
- taraflardan birisi bizden ve kulüp takımı ise: "başarılar beşiktaş."
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?