kadıköy cenahında tamamen en son hafta saraçoğlu stadyumu'nda oynanacak galatasaray maçı konuşulduğundan, kendileri açısından neredeyse esamisi okunmayan karşılaşma. muhtemelen hem bu maçı hem de inönü stadı'ndaki maçı - kadın ve çocuk seyirciler geleceği için - cepte görüyorlar.
beşiktaş bu tip ortamları çok sever. fenerbahçe için en tehlikeli beşiktaş, kadıköy'e stresten arınmış ve son derece rahat gelen beşiktaştır. ancak oyunun gidişatına etki edecek bir takım faktörleri de dikkate almak gerekir. birincisi hakem yönetimi. ikincisi sir tayfur havutçu'nun tercihleri. üçüncüsü de maçın ilk 20 dakikasında gelmesi muhtemel baskı karşısında bireysel bir hatadan ucuz bir gol yeme ihtimali. bu üçünden ikisi bir araya gelmezse, beşiktaş'ın yenilmeyeceğini düşünüyorum. hatta fenerbahçe aşırı özgüven ve rehavetle sahaya çıkarsa kepaze bile olabilir. beşiktaş da sahip olduğu rahatlığı vurdumduymazlık boyutuna taşırsa benzer kaderi paylaşacaktır.
bu sistemi uygulama kararı alanları komik duruma düşürmesi muhtemel gruptur. şöyle ki bir alt kademedeki spor toto süper final avrupa ligi grubunda şu anda birinci konumda olan (b: sivasspor)'un puanı, bu grubun dördüncüsü olan (b: beşiktaş)'tan fazladır. beşiktaş'ın mevcut hâli göz önünde bulundurulursa bu farkın daha da açılması olasıdır.
mesela avrupa ligi grubunu 38 puanla lider bitiren bir (b: sivasspor) ile diğer grubu 31 puanla dördüncü bitiren (b: beşiktaş) uefa'ya katılım bileti için karşı karşıya gelebilir.
al gözüm seyreyle.
mesela avrupa ligi grubunu 38 puanla lider bitiren bir (b: sivasspor) ile diğer grubu 31 puanla dördüncü bitiren (b: beşiktaş) uefa'ya katılım bileti için karşı karşıya gelebilir.
al gözüm seyreyle.
italyanca (vurgula: asma kilit ) anlamına gelen defansif özellikleri çok belirgin olsa da tamamen kalenin önünde set kurma durumunun söz konusu olmadığı sistem. defans kurgusu genellikle üç savunmacıdan oluşmakla birlikte, en dikkat çekici özelliği sarkık libero anlayışının baskın olmasıdır. süpürücü konumundaki libero hemen önündeki iki defans oyuncusundan sekenleri toplamakla yükümlüdür. esas olan rakibin orta saha ve forvet oyuncularını yakından marke edebilmektir. sol kanatta ise ileri geri körük gibi çalışabilecek bir adama ihtiyaç duyulmaktadır. bu hattın hemen önünde ise çapa olarak adlandıracağımız bir defansif orta saha olmazsa olmazdır. defansif orta sahanın önündeki üçlüden bir tanesi ise tamamen top tekniğine dayalı performans sergileyen bir oyun kurucudur. en önemli unsurlarından birisi de ilerideki forvetinizin çok etkili olması gerekliliğidir.
1960'lı yıllarda arjantinli teknik direktör (vurgula: helenio herrera)'nın fc internazionale bünyesinde en ideal şeklini oynattığı ve çok büyük kupalar kaldırdığı bilinir. italya liginde orta / alt takımların büyük takımlara karşı sıkça başvurduğu bir tatktik olmuştur. (vurgula: beşiktaş) özelinde konuşacak olursak, mircea lucescu'nun oynattığı sistem de budur:
süpürücü libero: guiaro ronaldo
liberonun önündeki iki stoper: antonio carlos zago, ahmet yıldırım
sol kanat körüklü hücum bek: ibrahim üzülmez
defans hattının önündeki çapa: federico giunti
oyun kurucu: sergen yalçın, zaman zaman tümer metin
forvet: ilhan mansız
yine bu sistemin sadık uygulayıcılarından birisi mütevazi bütçelerle avrupa çapında ve la liga'da çok önemli işler başarmasına rağmen içeride/dışarıda kilit final maçlarını kaybedip, şimdilerde ise karadeniz semalarında boy gösteren arjantinli ihtiyar filintadır. (bkz: hector cuper)
1960'lı yıllarda arjantinli teknik direktör (vurgula: helenio herrera)'nın fc internazionale bünyesinde en ideal şeklini oynattığı ve çok büyük kupalar kaldırdığı bilinir. italya liginde orta / alt takımların büyük takımlara karşı sıkça başvurduğu bir tatktik olmuştur. (vurgula: beşiktaş) özelinde konuşacak olursak, mircea lucescu'nun oynattığı sistem de budur:
süpürücü libero: guiaro ronaldo
liberonun önündeki iki stoper: antonio carlos zago, ahmet yıldırım
sol kanat körüklü hücum bek: ibrahim üzülmez
defans hattının önündeki çapa: federico giunti
oyun kurucu: sergen yalçın, zaman zaman tümer metin
forvet: ilhan mansız
yine bu sistemin sadık uygulayıcılarından birisi mütevazi bütçelerle avrupa çapında ve la liga'da çok önemli işler başarmasına rağmen içeride/dışarıda kilit final maçlarını kaybedip, şimdilerde ise karadeniz semalarında boy gösteren arjantinli ihtiyar filintadır. (bkz: hector cuper)
bundan böyle futbolcu izleme komitesinde görevlendirildiği söylenen beşiktaş u 18 akademi futbol takımı eski hocası. şimdi bu adamın herhangi bir kabahati yoksa neden eski görevine iade edilmez? yok görevden alınması haklı bir karar ise neden kulüp bünyesinde yeniden görev verilir?
ceket olmadı, pantolon mu uydurdular?
ceket olmadı, pantolon mu uydurdular?
ilk yönettiği film, 1982 yapımı çiçek abbastır.
kuzguncuk'ta çekilmiş olup, kandemir konduk tipi dizilerin ilkidir. o zaman her evde renkli televizyon olmadığı için insanların izlemek için birbirlerine misafir oldukları dizilerdendir. bu arada kandemir konduk tipi dedim zira her bölümde birbirinden bağımsız olarak işlenen konu, fonda bir koro tarafından seslendirilen uyduruk bir şarkı ile anlatılır. bu tarz, kandemir konduk yapımlarına özgüdür.
90'ların başında kabus geri dönecektir. (bkz: mahallenin muhtarları)
90'ların başında kabus geri dönecektir. (bkz: mahallenin muhtarları)
an itibariyle beşiktaş - fenerbahçe nostalji serisini yayınlamakta olan kanal. sanırım gece de tekrarını verirler. meraklısına duyurulur.
trabzon'daki yerel bir medya kuruluşunda[ybkz]swh[/ybkz] senelik 1,7 milyon euro'ya trabzonspor ile prensipte anlaştığı iddia edilen oyuncu. bu haberlerin çıkmasında menejerinin parmağı olduğunu düşünmekle birlikte, speküle ettirdiği ücretin yıllık 1.7 milyon euro olması, (vurgula: beşiktaş)'tan istemeyi düşündükleri miktar hakkında üç aşağı beş yukarı bir fikir vermektedir. eğer (vurgula: beşiktaş) yönetiminin (vurgula: tomas sivok)'u takımda tutma gibi bir niyeti varsa, şimdiye kadar neden masaya oturmadığı da soru işaretidir. iki hafta sonra görüşmelere başlayınca ne değişecektir? tayfur havutçu bu takımın gelecek sezon da hocası olacaksa, henüz neden sivok konusunda yönetime bir görüş bildirmemiştir? önümüzdeki sezonun plânlaması için yaz mevsimi mi beklenmektedir?
yoksa beşiktaş'ta, -teknik direktör konusu da dahil olmak üzere- hâlâ netleşen bir durum yok mudur?
yoksa beşiktaş'ta, -teknik direktör konusu da dahil olmak üzere- hâlâ netleşen bir durum yok mudur?
iki sene önce bindiği menejeri juan figer'in kayığından (vurgula: beşiktaş)'a nanik yaptığından beri, sığınacak liman bulamadığından olsa gerek yuvasını çok özlediğine dair beyanatları sağda solda çıkmaya başlayan, vakti zamanında artist olma hayalleriyle aynı yuvayı terkeden brezilyalı nanemolla.
profesyonel, işini yapan çek milli takımının stoperi. ancak bana göre kendisi de dahil olmak üzere beşiktaş'taki hiçbir oyuncu şu an almış olduğu ücrete yüzde yüz zammı haketmemektedir. yanılmıyorsam sivok beşiktaş'tan yıllık 800 bin euro almaktadır. 1,5 milyon euro ve üzeri bir talep, şu an ki yönetimin kabul etmemesi gereken bir rakamdır. tabii bu tavrı diğer yabancılar için de göstermeleri şartıyla. oyuncu ücretlerinde gözeteceğiniz denge, sivok'un da makul bir rakama takımda tutulmasını sağlayacaktır.
"... dört maç var, her şey olabilir." diye buyuran teknik direktör. evet. hatta daş düşebülü, ayu çıkabülü.
geçen de "ufak ufak bir şeyleri değiştiriyoruz." demişti. duyan da zannedecek 25 yıl abd'de kaldı da 15 gün önce apar topar bu takımın başına getirildi. takımın oluşum süreci yukarıda defaatle dile getirilmiş. bu takımın sezon başı yaptığı transferlerin tamamına yakını kendi onayı dahilinde gerçekleşmiştir. küçük bir örnek. ekrem dağ'dan sonra camia içerisinde en sert eleştirilen futbolcu olan veli kavlak'ı bizzatihi kendisi transfer etmiştir. sezon başı hazırlık kampında beşiktaş'ın bek sorunu olduğunu düşünmediğini söylemesi ise ayrı bir garabet örneğidir. neden tayfur ile olamayacağının başat referansıdır. bir hafta önceki basiretsizliğinin üzeri, hakemin ve tribün olaylarının maçın önüne geçmesiyle örtülmüştür. ama kapasiten yoksa en fazla bir hafta kurtarabiliyorsun durumu. çünkü bu sefer ikinci kez ofsayt golle mağlup olman da gizleyemiyor yetersizliğini.
takımın motivasyon kaybı yeni bir şey değil. tt arena'da son saniye golüyle galatasaray'a mağlup olduğu akşam şalteri indirmişti zaten futbolcular. peki sayın havutçu göreve geldiğinden bu yana gerek diziliş, gerek taktiksel, gerek mantalite bakımından carlos carvalhal'den farklı olarak bu takıma neler yansıtabilmiştir? radikal bir değişimden bahsetmiyorum, yanlış anlaşılmasın. değişimin ufak tefek emarelerine rastlayabildiğimiz veriler söz konusu mudur?
her şeyi geçelim gönül rahatlığı ile "tayfur havutçu'ya en azından bir sezon sabredilmeli" diyebiliyor muyuz? "başarısız olduğumu farkettiğim an giderim" diyor sayın havutçu. sizce beşiktaş'ın bek sorunu olduğunu düşünmeyen birisinin bunu farketmesi ne kadar sürer? nedir bu arkadaşa sonuna kadar güvenmemizi gerektirecek saikler?
bakın daha işin sadece teknik yönünü konuşuyoruz. henüz insani, etik boyutuna girmedik. daha telefon konuşmalarına değinmedik. kendi futbolcularına yakıştırdığı iğrenç sıfatlardan bahsetmedik. samet, mehmet, rıza, ziya gibi sembol isimler çalıştırdığı takımlarda en zor şartları yaşayıp, namüsait koşullarda bir şeyleri ispatlarken; 100. yıl kadrosunda kaptanlık yapmaktan ve süleyman seba'nın yeğeni olmaktan başka elle tutulur bir referansa sahip olmayan tayfur havutçu nasıl oluyor da bu kadar kolay gelebiliyor beşiktaş'ın başına? mircea lucescu gönderildikten sonra yardımcısı feyyaz uçar neden teknik diretör olmadı mesela? almanca bilmediği için mi? niçin nevio scala gönderildikten sonra yardımcısı ziya doğan olmadı beşiktaş'ın hocası? hem daha o zamanlar (b: ayman abdelaziz ) de yoktu piyasada.
fikret orman başkanlığındaki beşiktaş yönetiminin kendisini bu takımın başına layık görmesi fiyaskodur. süper finalin kötü tamamlanması üzerine olası bir görevine son verilmesi durumu ise demirören'den kalma bir alışkanlık olacaktır. bir yıl takımı teslim etmeyi düşündüğünü resmi olarak ilân ettiğin bir adamı altı maç sonra göndermek durumunda kalmamak için de biraz sportif ileri görüşlülük gerekir.
geçen de "ufak ufak bir şeyleri değiştiriyoruz." demişti. duyan da zannedecek 25 yıl abd'de kaldı da 15 gün önce apar topar bu takımın başına getirildi. takımın oluşum süreci yukarıda defaatle dile getirilmiş. bu takımın sezon başı yaptığı transferlerin tamamına yakını kendi onayı dahilinde gerçekleşmiştir. küçük bir örnek. ekrem dağ'dan sonra camia içerisinde en sert eleştirilen futbolcu olan veli kavlak'ı bizzatihi kendisi transfer etmiştir. sezon başı hazırlık kampında beşiktaş'ın bek sorunu olduğunu düşünmediğini söylemesi ise ayrı bir garabet örneğidir. neden tayfur ile olamayacağının başat referansıdır. bir hafta önceki basiretsizliğinin üzeri, hakemin ve tribün olaylarının maçın önüne geçmesiyle örtülmüştür. ama kapasiten yoksa en fazla bir hafta kurtarabiliyorsun durumu. çünkü bu sefer ikinci kez ofsayt golle mağlup olman da gizleyemiyor yetersizliğini.
takımın motivasyon kaybı yeni bir şey değil. tt arena'da son saniye golüyle galatasaray'a mağlup olduğu akşam şalteri indirmişti zaten futbolcular. peki sayın havutçu göreve geldiğinden bu yana gerek diziliş, gerek taktiksel, gerek mantalite bakımından carlos carvalhal'den farklı olarak bu takıma neler yansıtabilmiştir? radikal bir değişimden bahsetmiyorum, yanlış anlaşılmasın. değişimin ufak tefek emarelerine rastlayabildiğimiz veriler söz konusu mudur?
her şeyi geçelim gönül rahatlığı ile "tayfur havutçu'ya en azından bir sezon sabredilmeli" diyebiliyor muyuz? "başarısız olduğumu farkettiğim an giderim" diyor sayın havutçu. sizce beşiktaş'ın bek sorunu olduğunu düşünmeyen birisinin bunu farketmesi ne kadar sürer? nedir bu arkadaşa sonuna kadar güvenmemizi gerektirecek saikler?
bakın daha işin sadece teknik yönünü konuşuyoruz. henüz insani, etik boyutuna girmedik. daha telefon konuşmalarına değinmedik. kendi futbolcularına yakıştırdığı iğrenç sıfatlardan bahsetmedik. samet, mehmet, rıza, ziya gibi sembol isimler çalıştırdığı takımlarda en zor şartları yaşayıp, namüsait koşullarda bir şeyleri ispatlarken; 100. yıl kadrosunda kaptanlık yapmaktan ve süleyman seba'nın yeğeni olmaktan başka elle tutulur bir referansa sahip olmayan tayfur havutçu nasıl oluyor da bu kadar kolay gelebiliyor beşiktaş'ın başına? mircea lucescu gönderildikten sonra yardımcısı feyyaz uçar neden teknik diretör olmadı mesela? almanca bilmediği için mi? niçin nevio scala gönderildikten sonra yardımcısı ziya doğan olmadı beşiktaş'ın hocası? hem daha o zamanlar (b: ayman abdelaziz ) de yoktu piyasada.
fikret orman başkanlığındaki beşiktaş yönetiminin kendisini bu takımın başına layık görmesi fiyaskodur. süper finalin kötü tamamlanması üzerine olası bir görevine son verilmesi durumu ise demirören'den kalma bir alışkanlık olacaktır. bir yıl takımı teslim etmeyi düşündüğünü resmi olarak ilân ettiğin bir adamı altı maç sonra göndermek durumunda kalmamak için de biraz sportif ileri görüşlülük gerekir.
harekâtın parolası olup; bahsi geçen ayşe, dönemin dış işleri bakanı (vurgula: turan güneş)'in kızıdır.
bir ertem eğilmez prodüksiyonu olan 1973 yapımı canım kardeşim isimli filmin müziğine imza atan ve bu eserle (vurgula: adana altın koza film şenliği)'nde en iyi film müziği ödülüne layık görülen sanat adamı.
http://tinyurl.com/7b4e8ks
http://tinyurl.com/7b4e8ks
chp - msp[ybkz]swh[/ybkz] koalisyon hükümeti döneminde iki defa düzenlenen harekât. aynı zamanda başta (vurgula: abd) olmak üzere dünyanın neredeyse tüm ülkelerinin muhalefet ettiği girişimler bütünüdür. harekât sonrası türkiye uzun sürecek ambargolar dönemini yaşamıştır. daha enteresan bir bilgi verelim. türkiye'yi bu harekat sırasında destekleyen ve hatta askeri yardımda bulunan tek ülke muammer kaddafi liderliğindeki (vurgula: libya)dır. yunanistan'ın işgalinden ziyade koalisyon ortaklarından necmettin erbakan genel başkanlığındaki msp'nin beslendiği fetih geleneğinin etkisiyle adanın tamamının ele geçirilmesi dillendirildiyse de bülent ecevit buna karşı çıkar. bununla birlikte ecevit, kıbrıs'ta elde edilen başarının getirisini alabilmek adına koalisyonu bozarak erken seçime gitmiş; chp seçimden birinci parti olarak çıkmasına rağmen o zamanki seçim sistemi gereği tek başına iktidar olabilmek için yeterli çoğunluğu sağlayamamıştır.
merhum ayten alpman tarafından ilk olarak 1972 yılında seslendirildiğinde fazla tutulmayan, ancak 1974 yılında düzenlenen kıbrıs barış harekâtı sürecinde trt tarafından sıkça çalınmasıyla patlamış ve o gün bugündür dillere pelesenk olmuş şarkı.
1930'lu yılların başından itibaren erken cumhuriyet döneminde yükselişe geçen köycü düşünce sistematiğinin 1940 yılında kurumlaşmasıyla bir döneme damgasını vuran; 1940'lı yılların sonuna doğru bizzatihi kurulmasına öncülük eden (b: cumhuriyet halk partisi ) ileri gelenleri eliyle içi boşaltılarak kadük hâle getirilen, 1954 yılında da (b: demokrat parti ) tarafından cenazesi kaldırılarak öğretmen okullarına dönüştürülen eğitim kurumları.
geri kalmış kırsal kesimin eğitilerek bulundukları bölgeleri zirai anlamda kalkındırması, yaşanması muhtemel kırdan kente göç olgusunun önüne geçilmesi, aynı zamanda büyük şehirlerin dışında anadolu'nun pek çok yerinde devrimlerin istenilen oranda içselleştirilemediği farkedildiği için, kurucu iradenin dayandığı temel felsefenin buralarda enstitüler aracılığıyla yetişecek öğrenciler vasıtasıyla yerleştirilmesi hedeflenmiştir.
enstitü binalarının yapımının ve ihtiyaçlarının karşılanmasının o yörede yaşayan köylülerce karşılanması uygun görülmüştür. köylüler binaların inşası sırasında en az yirmi gün çalışmakla mükelleftir ve aynı zamanda okulların yapılacağı araziyi bulmak da kendilerinin görevidir. bu sayede devlet hazinesine ekstra yük getirmeden projenin yürütülmesi sağlanmışsa da, yöre insanın bu durumdan hoşnut olduğunu söylemek güçtür. zaten yoksullukla mücadele eden kırsal kesimin, kentte yaşayanların ihtiyacı olan okulların devlet tarafından yapılması söz konusu iken, köylerde bu sorumluluğun kendi üzerlerine yüklenmesini tepkiyle karşıladığını söylemek pek yanlış sayılmaz. zira bu durumu bir ayrımcılık olarak tanımlamışlardır.
enstitülerin temel eğitim felsefesi "yaparak öğrenme" anlayışına dayanmış olup; el emeğine yapılan vurgu ön plândadır. köylüler, kendi içlerinden yetişmiş, köyün yaşam şartlarını ve sosyo ekonomik koşullarını yakından bilen öğretmenler tarafından eğitilmiştir. doğayla mücadele konusu üzerinde önemle durulmuş, insan iradesinin çalıştıktan sonra her güçlüğün üstesinden gelebileceği düşüncesi özenle işlenmiştir.
köy enstitüleri projesinin bir başka boyutu, yönetici elitin kırsal kesimden arzu ettiği ideolojik beklentilerin yerine getirilmesidir. görülmüştür ki, özellikle köy enstitüleri aracılığıyla halkçılık ilkesinin aktif anlamda hayata geçirilmesi cumhuriyet halk partisi'nin yönetici zümresi açısından biraz da tedirgin edici bir sürpriz olmuştur. yapılan bir haksızlık, ortaya çıkan bir adaletsizlik karşısında karşısındakinin konumu, statüsü, mevkisine takılmadan ciddi bir özgüvenle baş kaldıran bir nesil yetişmeye başlamıştır. açıkçası bu tip bir anlayış, dönemin yönetsel mekanizmaları tarafından çok da arzu edilen bir şey değildir.
siyasal iktidar tarafından hesap edilemeyen bir başka gelişme ise birlikte yaşayan, birlikte çalışan ve öğrenen öğrenciler arasında kolektif bir bilincin yerleşmesi olmuştur. her ne kadar bu, siyasal nitelikte bir bilinç olmasa da, enstitü öğrencilerinin bu yolla sol söylemlerden etkilenebileceği endişesi potansiyel bir tehlike olarak algılanmıştır. gerçekten de köy enstitülerinden mezun olan pek çok öğrenci ilerideki dönemlerde sol düşünce yapısına dahil olmuştur.
kabaca özetleyecek olursak köy enstitüleri projesiyle amaçlanan kırsal kesimin geri kalmışlığının üstesinden gelmektir. ancak bu problematik, üretim ilişkileri üzerinden değil; doğaya karşı çaresizlik üzerinden okunmuştur. ve sorunun salt eğitsel reformlarla çözülebilineceğine inanılmıştır.
bir başka değinilmesi gereken nokta ise, köylünün köyünde kalıp şehre göç etmesi engellenerek, sanayileşme ile doğru orantılı olarak şehirde serpilip büyüyecek bir proleter sınıfın önüne geçilmesi; dolayısıyla muhalif karakterli bir sol siyasetin palazlanıp ortaya çıkma olasılığının ortadan kaldırılmasıdır.
o yüzden bana göre bugün bilhassa kendisini politik yelpazenin solunda tanımlayan düşün insanlarının - maocu fraksiyonu bunun dışında tutuyorum- köy enstitülerini hararetle savunması benim açımdan bir paradoksu işaret eder. henüz giderebilmiş değilim.
son olarak kurulmasına ön ayak olan yönetici elitin, işlerin düşündükleri gibi gitmemesi üzerinde 1940'lı yılların sonlarına doğru hasan âli yücel, ismail hakkı tonguç gibi önemli isimleri bu kurumlardan uzaklaştırarak köy enstitülerini neredeyse tamamen işlevsiz duruma getirmeleri son derece hazindir. her ne kadar resmi olarak (b: demokrat parti)'nin 1954 yılında varlığına son vermesi nedeniyle ihale kendilerinin üzerine kaldıysa da, enstitülerin ipi (b: cumhuriyet halk partisi ) tarafından çoktan çekilmiştir.
ayrıca okulların inşasının ve ihtiyaçlarının köylüler atarfından karşılanması zorunluluğunun yarattığı tepki, seçim meydanlarında cumhuriyet halk partisi'nin aleyhine işlemiş; 1950 genel seçimlerinde enstitülerin bulunduğu yerlerde demokrat parti, cumhuriyet halk partisi'ne oranla oldukça yüksek oy oranlarına ulaşmıştır.
nihayetinde köy enstitülerini topyekün doğru ya da topyekün yanlış tarzı yaklaşımlarla, hele hele "gomunist yuvası" gibi sığ tanımlamalarla değerlendirmek bizleri çok sağlıklı bir sonuca götürmeyecektir. kattıkları kadar götürdükleri de olduğu ve bunu objektif olarak analiz etmek gerekliliği faydamızadır.
bu konuyla ilgilenen, kafa yormak isteyen dostlar varsa;
Fay Kirby - Türkiye'de Köy Enstitüleri
ismail Hakkı Tonguç - Mektuplarla Köy Enstitüsü Yılları
Kemal Tahir - Bozkırdaki çekirdek
Asım Karaömerlioğlu - Orada Bir Köy Var Uzakta & Erken Cumhuriyet Döneminde Köycü Söylem
isimli kitaplara bakmalarını naçizhane önerebilirim.
biraz uzun oldu. okuyacak arkadaşlara sabırlar diliyorum
geri kalmış kırsal kesimin eğitilerek bulundukları bölgeleri zirai anlamda kalkındırması, yaşanması muhtemel kırdan kente göç olgusunun önüne geçilmesi, aynı zamanda büyük şehirlerin dışında anadolu'nun pek çok yerinde devrimlerin istenilen oranda içselleştirilemediği farkedildiği için, kurucu iradenin dayandığı temel felsefenin buralarda enstitüler aracılığıyla yetişecek öğrenciler vasıtasıyla yerleştirilmesi hedeflenmiştir.
enstitü binalarının yapımının ve ihtiyaçlarının karşılanmasının o yörede yaşayan köylülerce karşılanması uygun görülmüştür. köylüler binaların inşası sırasında en az yirmi gün çalışmakla mükelleftir ve aynı zamanda okulların yapılacağı araziyi bulmak da kendilerinin görevidir. bu sayede devlet hazinesine ekstra yük getirmeden projenin yürütülmesi sağlanmışsa da, yöre insanın bu durumdan hoşnut olduğunu söylemek güçtür. zaten yoksullukla mücadele eden kırsal kesimin, kentte yaşayanların ihtiyacı olan okulların devlet tarafından yapılması söz konusu iken, köylerde bu sorumluluğun kendi üzerlerine yüklenmesini tepkiyle karşıladığını söylemek pek yanlış sayılmaz. zira bu durumu bir ayrımcılık olarak tanımlamışlardır.
enstitülerin temel eğitim felsefesi "yaparak öğrenme" anlayışına dayanmış olup; el emeğine yapılan vurgu ön plândadır. köylüler, kendi içlerinden yetişmiş, köyün yaşam şartlarını ve sosyo ekonomik koşullarını yakından bilen öğretmenler tarafından eğitilmiştir. doğayla mücadele konusu üzerinde önemle durulmuş, insan iradesinin çalıştıktan sonra her güçlüğün üstesinden gelebileceği düşüncesi özenle işlenmiştir.
köy enstitüleri projesinin bir başka boyutu, yönetici elitin kırsal kesimden arzu ettiği ideolojik beklentilerin yerine getirilmesidir. görülmüştür ki, özellikle köy enstitüleri aracılığıyla halkçılık ilkesinin aktif anlamda hayata geçirilmesi cumhuriyet halk partisi'nin yönetici zümresi açısından biraz da tedirgin edici bir sürpriz olmuştur. yapılan bir haksızlık, ortaya çıkan bir adaletsizlik karşısında karşısındakinin konumu, statüsü, mevkisine takılmadan ciddi bir özgüvenle baş kaldıran bir nesil yetişmeye başlamıştır. açıkçası bu tip bir anlayış, dönemin yönetsel mekanizmaları tarafından çok da arzu edilen bir şey değildir.
siyasal iktidar tarafından hesap edilemeyen bir başka gelişme ise birlikte yaşayan, birlikte çalışan ve öğrenen öğrenciler arasında kolektif bir bilincin yerleşmesi olmuştur. her ne kadar bu, siyasal nitelikte bir bilinç olmasa da, enstitü öğrencilerinin bu yolla sol söylemlerden etkilenebileceği endişesi potansiyel bir tehlike olarak algılanmıştır. gerçekten de köy enstitülerinden mezun olan pek çok öğrenci ilerideki dönemlerde sol düşünce yapısına dahil olmuştur.
kabaca özetleyecek olursak köy enstitüleri projesiyle amaçlanan kırsal kesimin geri kalmışlığının üstesinden gelmektir. ancak bu problematik, üretim ilişkileri üzerinden değil; doğaya karşı çaresizlik üzerinden okunmuştur. ve sorunun salt eğitsel reformlarla çözülebilineceğine inanılmıştır.
bir başka değinilmesi gereken nokta ise, köylünün köyünde kalıp şehre göç etmesi engellenerek, sanayileşme ile doğru orantılı olarak şehirde serpilip büyüyecek bir proleter sınıfın önüne geçilmesi; dolayısıyla muhalif karakterli bir sol siyasetin palazlanıp ortaya çıkma olasılığının ortadan kaldırılmasıdır.
o yüzden bana göre bugün bilhassa kendisini politik yelpazenin solunda tanımlayan düşün insanlarının - maocu fraksiyonu bunun dışında tutuyorum- köy enstitülerini hararetle savunması benim açımdan bir paradoksu işaret eder. henüz giderebilmiş değilim.
son olarak kurulmasına ön ayak olan yönetici elitin, işlerin düşündükleri gibi gitmemesi üzerinde 1940'lı yılların sonlarına doğru hasan âli yücel, ismail hakkı tonguç gibi önemli isimleri bu kurumlardan uzaklaştırarak köy enstitülerini neredeyse tamamen işlevsiz duruma getirmeleri son derece hazindir. her ne kadar resmi olarak (b: demokrat parti)'nin 1954 yılında varlığına son vermesi nedeniyle ihale kendilerinin üzerine kaldıysa da, enstitülerin ipi (b: cumhuriyet halk partisi ) tarafından çoktan çekilmiştir.
ayrıca okulların inşasının ve ihtiyaçlarının köylüler atarfından karşılanması zorunluluğunun yarattığı tepki, seçim meydanlarında cumhuriyet halk partisi'nin aleyhine işlemiş; 1950 genel seçimlerinde enstitülerin bulunduğu yerlerde demokrat parti, cumhuriyet halk partisi'ne oranla oldukça yüksek oy oranlarına ulaşmıştır.
nihayetinde köy enstitülerini topyekün doğru ya da topyekün yanlış tarzı yaklaşımlarla, hele hele "gomunist yuvası" gibi sığ tanımlamalarla değerlendirmek bizleri çok sağlıklı bir sonuca götürmeyecektir. kattıkları kadar götürdükleri de olduğu ve bunu objektif olarak analiz etmek gerekliliği faydamızadır.
bu konuyla ilgilenen, kafa yormak isteyen dostlar varsa;
Fay Kirby - Türkiye'de Köy Enstitüleri
ismail Hakkı Tonguç - Mektuplarla Köy Enstitüsü Yılları
Kemal Tahir - Bozkırdaki çekirdek
Asım Karaömerlioğlu - Orada Bir Köy Var Uzakta & Erken Cumhuriyet Döneminde Köycü Söylem
isimli kitaplara bakmalarını naçizhane önerebilirim.
biraz uzun oldu. okuyacak arkadaşlara sabırlar diliyorum
haldun taner, ahmet gülhan, zeki alasya ve metin akpınar'ın kurucusu olduğu ve 80'li yıllarda tiyatro sahnesindeki eleştirel mizahın sırtlayıcısı olan organizasyon. nevra serezli, selim naşit, cihat tamer, ali yalaz, nezih tuncay, suat sungur, selma sonat, sema yunak gibi isimlerden oluşan çekirdek kadrosu sonraki pek çok zeki-metin projesinde de görev almıştır.
benim nazarımda da fıstığın en çok yakıştığı tatlıdır. ancak orjinal baklava ceviz ile yapılandır. o yüzden uzun yıllar cevizli baklava diye bir tanım yoktu. sadece "baklava" denirdi ve herkes onun cevizle yapıldığını zaten bilirdi. ancak antep fıstığı'nın baklava yapımında kullanılmasından sonra - ki bunun çok çok uzun bir geçmişi yoktur- cevizli baklava/fıstıklı baklava şeklinde özel isimler almaya başladı.
hülasa belleğim beni yamultmuyorsa geleneksel türk mutfağı baz alındığında orjinal baklava cevizlidir. ancak bugün benim de iştirak ettiğim yaygın kanaate göre en lezzetlisi fıstıklı baklavadır.
hülasa belleğim beni yamultmuyorsa geleneksel türk mutfağı baz alındığında orjinal baklava cevizlidir. ancak bugün benim de iştirak ettiğim yaygın kanaate göre en lezzetlisi fıstıklı baklavadır.
inşası dört yılda tamamlanan (1981-1985) ve süleyman seba spor salonu inşa edilene kadar beşiktaş erkek basketbol takımına ev sahipliği yapmış, fulya projesi kapsamında 2005 yılında yıkılan tek tribünlü ihtiyar. karşı taraf duvar. duvar bize bakar. her baskette havaya zıplarken perdelenir kameralar. kimleri izlemedik ki bu salonda. çağatay çırpıcıoğlu, turabi genç, ömer saybir, burak bıyıktay, hüsnü çakırgil, ihsan bayülken ve daha niceleri. efes'in, tofaş'ın, fenerbahçe'nin, galatasaray'ın, ülkerspor'un kâbusuydu adeta. öyle ki abartıp; panathinaikos, olympiakos gelse bu salonda yeneceğimize dair yaşadığımız özgüven patlaması yedi düvele yayılmıştı. yalnız oradan canlı yayın yapmaktansa gidip ankara'da apartman bahçelerinde yapılan yaz düğünlerini çekmek daha iyiydi bence. hem karşılıklı kaşık da oynanırdı. demek ki ankaralı kameramanlar gönderilmiyordu o dönem ahmet fetgeri spor salonu'na.
neyse. saygıyla yad ediyoruz. geçmiş zaman olur ki hayal-i ahmet fetgeri değer.
neyse. saygıyla yad ediyoruz. geçmiş zaman olur ki hayal-i ahmet fetgeri değer.
futbolculuk kariyerine sağ bek olarak başlayıp, hücum pres yapan forvet oyuncusu ekolünün türkiye'deki ilk temsilcisi olarak kabul edebileceğimiz beşiktaş sembollerinden.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?