1. dünya savaşı sonunda versay antlaşmasıyla alsas-loren bölgesini fransa'ya veren ülke.
babalık mertebesine erişmiş yazarlarımızdan. Allah sağlıkla büyütmeyi nasip etsin evladını.
süper kupa, kombine devir yasağı ve kralların gidişine rağmen hala gelmeyenlere ithafen...
http://www.bjkonline.com/kose-yazisi/91/eksik-idare-eksik-sampiyon.html
http://www.bjkonline.com/kose-yazisi/91/eksik-idare-eksik-sampiyon.html
mario gomez ve asamoah gyan ikilisi için söylenebilecek atasözü.
15 temmuz 2016 darbe girişimi'nde hayatını kaybeden ve annesinin fanatik Beşiktaşlı olduğunu anlattığı merhum.
daha 2 aylıkken düzce depremini yaşamış olan milli okçumuz.
faka basacağımızı düşündüğüm olimpiyat. zaten güreş ve halter olmasa her olimpiyatta bitiğiz de. bu olimpiyatlarda genç mete gazoz umut verdi.
"Burası Beşiktaş. Herkes Beşiktaş'ın ne olduğunu bilecek. Antalyaspor da nereye isterse başvursun. Yolları açık olsun." diyerek kapak yapan Beşiktaş'ın başkanı.
fetöcülerden dolayı galatasaray'da kalamadığını söylemiş, hakan şükür'ün önüne taş koyduğunu anlatmış. hamza hamzaoğlu, cihat arslan ve uğur tütüneker'in de işin içinde olduğunu iddia eden futbolcu.
http://www.sabah.com.tr/spor/futbol/2016/08/03/hakan-sukur-sistemin-basiydi
http://www.sabah.com.tr/spor/futbol/2016/08/03/hakan-sukur-sistemin-basiydi
eski galatasaraylı mustafa kocabey'in lakabıdır.
Ahmet Çakar'ın Antalyaspor'u 5-1 yendiğimizde dile getirdiği beyanat.https://twitter.com/ResatKrky_/status/762982456379203584/photo/1
yine istiyolar belli.
yine istiyolar belli.
Antalyaspor'un taze fenerli başkanının da zamanla anlayacağı hadise. sen git bahis sitende kumdan kale yap. Beşiktaş büyük taştır altında kalırsın.
fenerli başkan ın Beşiktaş'a ayak oyunlarıyla yıpratıp çelme takmaya çalışma çabasından ibarettir. paçalarınızdan pislik akıyor.
zico=kovdunuz
ersun yanal= karıya gitti dediniz
ismail kartal= arap diye ırkçılık yaptınız
vitor pereira= yedirmeyiz!
(bkz: elizabeth vs fikret orman)
32 saniye ile dünyada en kısa süreyle oruç tutulan yerdir. Bazı arkadaşlar oraya gitmeyi isteyebilir [ybkz]swh[/ybkz]
89 yılında Çin'de işçi aydın ve öğrencilerin hükümet karşıtı ve demokratik reform amaçlı yaptıkları protestoların sonucunda ordunun 4 haziran'da yaptığı müdahale ile binlerce kişinin ölümüne sebep olduğu olaydır. Bu olaylardaki simge görüntü ise 4 tane tankın karşısında dimdik durarak tankların geçişini engelleyen bir göstericinin oluşturduğu fotoğraf karesidir. Bana göre bu protestolar için çin'in gezi parki olayları denilebilir. Çünkü farklı gruplardan gelen protestocuların birleşmesiyle oluşan bir halk hareketidir. Gerçi çoğu sol görüşün farklı fraksiyonları olsa da çok fark etmez benim için.
http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/emin-colasan/ruzgar-ekenler-firtina-biciyor-1260640/
--alıntı--
Rüzgar ekenler fırtına biçiyor
4 Haziran 2016
Sevgili okuyucularım, Alman Parlamentosu'nun aldığı Ermeni soykırımı kararı Türkiye'yi ayağa kaldırdı.
Benzer kararı bugüne kadar 29 ülke almıştı ama hiçbiri Almanya kadar etkili olmamıştı.
Biz her yıl geriden geliriz, “Ermeniler tarafından soykırım günü ilan edilen 24 Nisan'da acaba ABD yönetimi ne diyecek” falan diye endişeye kapılırız. Eğer ABD Ermenilerin istediği gibi soykırım demezse çocuklar gibi seviniriz.
Bu hassas teraziyi elinde taşıyan ABD Başkanı o günü genelde “Büyük felaketin” yıldönümü olarak açıklar. Ermeniler üzülür biz ise “Oh be çok şükür bu yılı da atlattık, Obama soykırım demedi” diye seviniriz.
Büyük felakete (!) razıyız, böyle komik bir durumdayız!
* * *
Ermeni soykırımı tasarısının Alman Parlamentosu'ndan geçme olasılığının yüksek olduğunu başımızdaki bu sorumsuz AKP iktidarı en az bir yıl öncesinden biliyordu…
Ama hiçbir girişimde bulunmadılar…
Tam tersine, başta Almanya olmak üzere bütün AB ülkelerine her fırsatta çattılar, azarladılar, hakaretler edip posta koydular.
Elin adamları da işte bu kararı aldı!
Öylesine ciddiyetsiz bir biçimde yönetiliyoruz ki!..
Karardan sonra sadrazam Binali konuştu:
“Berlin büyükelçimizi görüşmelerde bulunmak üzere Türkiye'ye çağırdık. Yarın geldiği zaman onunla konuşacağız.”
Bunları söylerken karşısında gazeteciler var, Dışişleri Bakanlığı görevlileri var. Bu gafı yapınca diplomatlar kendisine hemen kısa bir not iletti:
“Efendim büyükelçimiz geldi. Şimdi Ankara'da.”
Büyükelçiyi çağıran kendi hükümeti ama sadrazamın onun Ankara'ya geldiğinden haberi yok!
Bu notu okuyunca yüzünün rengi biraz değişti, hafifçe karardı, sarardı ve kırdığı potu tamir etmeye çalıştı:
“Düzeltiyorum, büyükelçi Ankara'ya gelmiş!”
* * *
Dünyayı yönettiklerini zannedip sağa sola çatarlar, posta koyarlar, cazgırlık yaparlar… Ama elin oğlunun çok daha güçlü olduğunu, başkalarının da Türkiye'yi rahatsız edecek olanaklara sahip olduğunu hiç düşünmezler.
Son Almanya olayı bunun somut örneğidir.
Alın size bir örnek daha:
Bunlar adına cemaat denilen Fethullah kesimini terörist ilan ettiler ve bu durumu Fethullah'ın yaşamakta olduğu ABD'ye bildirdiler…
Ve hakkında bir de kırmızı bülten çıkarıp yakalanmasını istediler.
ABD yönetimi önceki gün resmen açıkladı:
“Gülen cemaati terör örgütü değildir!”
Türkçesi şudur:
“Fethullah Gülen ve ekibi ABD'de yaşamlarını özgürce sürdürecektir, kendilerine dokunamayız.”
Dahası var!
IŞİD'e karşı savaşan Amerikan askerleri sınırımızın hemen dibinde, üniformalarında PKK'nın Suriye kolu olan PYD'nin armasını kullanıyor.
Fotoğrafları mutlaka görmüşsünüzdür, bunlar rastgele yapılan işler değil ince hesapların, Türkiye'ye verilmek istenen madem öyle işte böyle mesajlarının sonucu.
* * *
Bütün bu yaşadıklarımız, başımızdaki sorumsuz iktidar sayesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin dünyadaki saygınlığının nasıl dibe vurduğunun somut göstergeleridir.
Büyük dünya liderleri havasına girip dünyaya posta koyar ve hatta tehdit ederken amaçları ülkemizin saygınlığı ve çıkarları değil, sadece ve sadece kendi kişisel çıkarları ve kaprisleri idi.
“Eyy Almanya, eyy Rusya, eyy ABD” diye başlayan bütün ciddiyetsiz sözlerinde hedef kitle hep Türk kamuoyu idi.
* * *
Sorun bakalım bu iktidara, 2009 yılında “Ermeni açılımını” başlatan ve Ermenistan'a dostluk çiçekleri uzatanlar kimdi, Recep Tayyip hükümeti değil miydi?
Ermenistan-Türkiye milli maçını izlemek bahanesiyle Erivan'ı ziyaret edip dostluk nutukları atan, bir sürü vaatlerde bulunan acaba dönemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül müydü, başkası mıydı!..
Bunların yapılmasını ve Ermenistan'la dostluk kurulmasını Tayyipgiller hükümetinden isteyen ABD yönetimi değil miydi!
Sonra maçın Türkiye'deki rövanşına Ermenistan Cumhurbaşkanı'nı çağırıp Türkiye'de güzelce ağırlayan, “Amacımız Türkiye Ermenistan sınırının en kısa zamanda açılmasını sağlamaktır” diyen acaba “Türk Devleti'ni temsil eden (!)” Abdullah Gül müydü!
* * *
1938-1939 yıllarında Doğu Anadolu'da Dersim ayaklanması denilen olaylar patlamıştı. Devletimiz çok güçlü değildi. Bu ayaklanmayı bastırmak için epeyce zorlandı.
O kadar ki, Atatürk bile isyan bölgesine gidip harekatı izlemek zorunda kalmıştı.
Aradan yıllar geçti, Recep Tayyip başbakan oldu…
Kürtçü kesim bastırıyordu:
“Dersim'de öldürdükleriniz için devlet olarak özür dileyin…
Ve Recep Tayyip 2011 yılında aynen şu sözleri söyledi:
“Eğer devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ben özür dilerim ve diliyorum.”
Bu özür kimin adına dilenmişti?
* * *
Şimdi Almanya “Kardeşim sen Atatürk döneminde kendi ülkende olanları kabul edip özür dilemiştin. Biz de şimdi parlamentomuzda 1915 yılında olanları kabul edip kınadık. Senin hükümetin bu çelişkilere nasıl düşüyor” dese, biz ne diyeceğiz?
Almanya yanlış iş yapmıştır, kabul!.. Zira ortalıkta soykırım falan yoktur.
Ancak sağa sola her gün çatan, Türkiye Cumhuriyeti'nin saygınlığını dışarıda sıfıra indiren bir iktidar tarafından yönetiliyoruz.
Yukarıda size sadece birkaç örnek sundum.
Bu olanlar sonrasında bağırıp çağırmak, sadece dış ülkeleri suçlamak çok kolay.
Ya bizi yönetenlerin hataları, yanlışlığı, acizliği, çelişkileri, zavallılığı ve Birleşmiş Milletler dahil bütün dünyaya karşı sergilenen gereksiz kabadayılıklar…
Rüzgar ekenler fırtına biçiyor…
İğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batıralım, kafamızı kuma gömmeyelim.
Bütün dünyayı kendimize güldürmeyelim!
--alıntı--
--alıntı--
Rüzgar ekenler fırtına biçiyor
4 Haziran 2016
Sevgili okuyucularım, Alman Parlamentosu'nun aldığı Ermeni soykırımı kararı Türkiye'yi ayağa kaldırdı.
Benzer kararı bugüne kadar 29 ülke almıştı ama hiçbiri Almanya kadar etkili olmamıştı.
Biz her yıl geriden geliriz, “Ermeniler tarafından soykırım günü ilan edilen 24 Nisan'da acaba ABD yönetimi ne diyecek” falan diye endişeye kapılırız. Eğer ABD Ermenilerin istediği gibi soykırım demezse çocuklar gibi seviniriz.
Bu hassas teraziyi elinde taşıyan ABD Başkanı o günü genelde “Büyük felaketin” yıldönümü olarak açıklar. Ermeniler üzülür biz ise “Oh be çok şükür bu yılı da atlattık, Obama soykırım demedi” diye seviniriz.
Büyük felakete (!) razıyız, böyle komik bir durumdayız!
* * *
Ermeni soykırımı tasarısının Alman Parlamentosu'ndan geçme olasılığının yüksek olduğunu başımızdaki bu sorumsuz AKP iktidarı en az bir yıl öncesinden biliyordu…
Ama hiçbir girişimde bulunmadılar…
Tam tersine, başta Almanya olmak üzere bütün AB ülkelerine her fırsatta çattılar, azarladılar, hakaretler edip posta koydular.
Elin adamları da işte bu kararı aldı!
Öylesine ciddiyetsiz bir biçimde yönetiliyoruz ki!..
Karardan sonra sadrazam Binali konuştu:
“Berlin büyükelçimizi görüşmelerde bulunmak üzere Türkiye'ye çağırdık. Yarın geldiği zaman onunla konuşacağız.”
Bunları söylerken karşısında gazeteciler var, Dışişleri Bakanlığı görevlileri var. Bu gafı yapınca diplomatlar kendisine hemen kısa bir not iletti:
“Efendim büyükelçimiz geldi. Şimdi Ankara'da.”
Büyükelçiyi çağıran kendi hükümeti ama sadrazamın onun Ankara'ya geldiğinden haberi yok!
Bu notu okuyunca yüzünün rengi biraz değişti, hafifçe karardı, sarardı ve kırdığı potu tamir etmeye çalıştı:
“Düzeltiyorum, büyükelçi Ankara'ya gelmiş!”
* * *
Dünyayı yönettiklerini zannedip sağa sola çatarlar, posta koyarlar, cazgırlık yaparlar… Ama elin oğlunun çok daha güçlü olduğunu, başkalarının da Türkiye'yi rahatsız edecek olanaklara sahip olduğunu hiç düşünmezler.
Son Almanya olayı bunun somut örneğidir.
Alın size bir örnek daha:
Bunlar adına cemaat denilen Fethullah kesimini terörist ilan ettiler ve bu durumu Fethullah'ın yaşamakta olduğu ABD'ye bildirdiler…
Ve hakkında bir de kırmızı bülten çıkarıp yakalanmasını istediler.
ABD yönetimi önceki gün resmen açıkladı:
“Gülen cemaati terör örgütü değildir!”
Türkçesi şudur:
“Fethullah Gülen ve ekibi ABD'de yaşamlarını özgürce sürdürecektir, kendilerine dokunamayız.”
Dahası var!
IŞİD'e karşı savaşan Amerikan askerleri sınırımızın hemen dibinde, üniformalarında PKK'nın Suriye kolu olan PYD'nin armasını kullanıyor.
Fotoğrafları mutlaka görmüşsünüzdür, bunlar rastgele yapılan işler değil ince hesapların, Türkiye'ye verilmek istenen madem öyle işte böyle mesajlarının sonucu.
* * *
Bütün bu yaşadıklarımız, başımızdaki sorumsuz iktidar sayesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin dünyadaki saygınlığının nasıl dibe vurduğunun somut göstergeleridir.
Büyük dünya liderleri havasına girip dünyaya posta koyar ve hatta tehdit ederken amaçları ülkemizin saygınlığı ve çıkarları değil, sadece ve sadece kendi kişisel çıkarları ve kaprisleri idi.
“Eyy Almanya, eyy Rusya, eyy ABD” diye başlayan bütün ciddiyetsiz sözlerinde hedef kitle hep Türk kamuoyu idi.
* * *
Sorun bakalım bu iktidara, 2009 yılında “Ermeni açılımını” başlatan ve Ermenistan'a dostluk çiçekleri uzatanlar kimdi, Recep Tayyip hükümeti değil miydi?
Ermenistan-Türkiye milli maçını izlemek bahanesiyle Erivan'ı ziyaret edip dostluk nutukları atan, bir sürü vaatlerde bulunan acaba dönemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül müydü, başkası mıydı!..
Bunların yapılmasını ve Ermenistan'la dostluk kurulmasını Tayyipgiller hükümetinden isteyen ABD yönetimi değil miydi!
Sonra maçın Türkiye'deki rövanşına Ermenistan Cumhurbaşkanı'nı çağırıp Türkiye'de güzelce ağırlayan, “Amacımız Türkiye Ermenistan sınırının en kısa zamanda açılmasını sağlamaktır” diyen acaba “Türk Devleti'ni temsil eden (!)” Abdullah Gül müydü!
* * *
1938-1939 yıllarında Doğu Anadolu'da Dersim ayaklanması denilen olaylar patlamıştı. Devletimiz çok güçlü değildi. Bu ayaklanmayı bastırmak için epeyce zorlandı.
O kadar ki, Atatürk bile isyan bölgesine gidip harekatı izlemek zorunda kalmıştı.
Aradan yıllar geçti, Recep Tayyip başbakan oldu…
Kürtçü kesim bastırıyordu:
“Dersim'de öldürdükleriniz için devlet olarak özür dileyin…
Ve Recep Tayyip 2011 yılında aynen şu sözleri söyledi:
“Eğer devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ben özür dilerim ve diliyorum.”
Bu özür kimin adına dilenmişti?
* * *
Şimdi Almanya “Kardeşim sen Atatürk döneminde kendi ülkende olanları kabul edip özür dilemiştin. Biz de şimdi parlamentomuzda 1915 yılında olanları kabul edip kınadık. Senin hükümetin bu çelişkilere nasıl düşüyor” dese, biz ne diyeceğiz?
Almanya yanlış iş yapmıştır, kabul!.. Zira ortalıkta soykırım falan yoktur.
Ancak sağa sola her gün çatan, Türkiye Cumhuriyeti'nin saygınlığını dışarıda sıfıra indiren bir iktidar tarafından yönetiliyoruz.
Yukarıda size sadece birkaç örnek sundum.
Bu olanlar sonrasında bağırıp çağırmak, sadece dış ülkeleri suçlamak çok kolay.
Ya bizi yönetenlerin hataları, yanlışlığı, acizliği, çelişkileri, zavallılığı ve Birleşmiş Milletler dahil bütün dünyaya karşı sergilenen gereksiz kabadayılıklar…
Rüzgar ekenler fırtına biçiyor…
İğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batıralım, kafamızı kuma gömmeyelim.
Bütün dünyayı kendimize güldürmeyelim!
--alıntı--
http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/yilmaz-ozdil/mallari-boykot-1260691/
--alıntı--
Malları boykot
4 Haziran 2016
İşler ne zaman boka sarsa…
Hemen boykot çağrısı yapılıyor.
Fransız malını boykot.
İtalyan malını boykot.
Amerikan malını boykot.
Şimdi, Alman malını boykot.
*
Bırakın bu işleri kardeşim…
Ne mal olduğunu bildiğimiz politikacıları boykot edin!
*
Malı götüren…
Hırsız politikacıyı almayın mesela.
Pahalıya mal olan…
Rüşvetçi politikacıyı boykot edin.
*
Ahlaksız, namussuz, şerefsiz politikacıyı evinize sokmayın.
Yalancı, dönek, yalaka, yavşak politikacıyı mecliste barındırmayın.
*
Vatan, millet, bayrak diyor, mitinglerinde yerli diyor, milli diyor.
Rüşveti dolar'la alıyor!
Din, iman, Kuran, ezan diyor, paramı faizsiz bankaya yatırdım diyor.
Çalarken euro'yla çalıyor!
*
Bunları boykot edin.
*
devletin malı deniz diyenleri…
mal varlığını gizleyenleri…
malın gözü olanları alkışlamayın.
Mal mal bakanlardan olmayın.
*
Alman malı otomobile binin.
Milletin kıçında don yokken, milletin parasıyla Alman malı otomobile binen politikacıyı boykot edin.
*
Seçtiğiniz, hayatınıza dahil ettiğiniz politikacılar, Alman malı gibi sağlam olsun, Amerikan malı gibi güvenilir olsun, Fransız malı gibi ömür boyu garantili olsun, İtalyan malı gibi şık olsun… Aldıktan sonra pişman olmayın, üç gün sonra tuttuğunuz yeri elinizde kalmasın, kendinizi kazıklanmış gibi, dolandırılmış gibi, keriz gibi hissetmeyin.
*
Bize çadır devleti muamelesi yapmasınlar istiyorsanız…
Haysiyetli, dirayetli bir ülkede yaşamak istiyorsanız…
Dürüst, namuslu, yurtsever, Atatürkçü siyasetçiyi tercih edin.
*
Ne mal olduğunu bildiğimiz politikacıları boykot edin.
--alıntı--
--alıntı--
Malları boykot
4 Haziran 2016
İşler ne zaman boka sarsa…
Hemen boykot çağrısı yapılıyor.
Fransız malını boykot.
İtalyan malını boykot.
Amerikan malını boykot.
Şimdi, Alman malını boykot.
*
Bırakın bu işleri kardeşim…
Ne mal olduğunu bildiğimiz politikacıları boykot edin!
*
Malı götüren…
Hırsız politikacıyı almayın mesela.
Pahalıya mal olan…
Rüşvetçi politikacıyı boykot edin.
*
Ahlaksız, namussuz, şerefsiz politikacıyı evinize sokmayın.
Yalancı, dönek, yalaka, yavşak politikacıyı mecliste barındırmayın.
*
Vatan, millet, bayrak diyor, mitinglerinde yerli diyor, milli diyor.
Rüşveti dolar'la alıyor!
Din, iman, Kuran, ezan diyor, paramı faizsiz bankaya yatırdım diyor.
Çalarken euro'yla çalıyor!
*
Bunları boykot edin.
*
devletin malı deniz diyenleri…
mal varlığını gizleyenleri…
malın gözü olanları alkışlamayın.
Mal mal bakanlardan olmayın.
*
Alman malı otomobile binin.
Milletin kıçında don yokken, milletin parasıyla Alman malı otomobile binen politikacıyı boykot edin.
*
Seçtiğiniz, hayatınıza dahil ettiğiniz politikacılar, Alman malı gibi sağlam olsun, Amerikan malı gibi güvenilir olsun, Fransız malı gibi ömür boyu garantili olsun, İtalyan malı gibi şık olsun… Aldıktan sonra pişman olmayın, üç gün sonra tuttuğunuz yeri elinizde kalmasın, kendinizi kazıklanmış gibi, dolandırılmış gibi, keriz gibi hissetmeyin.
*
Bize çadır devleti muamelesi yapmasınlar istiyorsanız…
Haysiyetli, dirayetli bir ülkede yaşamak istiyorsanız…
Dürüst, namuslu, yurtsever, Atatürkçü siyasetçiyi tercih edin.
*
Ne mal olduğunu bildiğimiz politikacıları boykot edin.
--alıntı--
http://www.sozcu.com.tr/2014/yazarlar/soner-yalcin/erdoganin-alevi-dusmanliginin-kokeni-522026/
--alıntı--
Erdoğan’ın Alevi düşmanlığının kökeni
1 Haziran 2014
Ona göre, “Cemevi, cümbüş evi”ydi! “Candaş medya” “Ateist Alevilik” gibi tanımlar yaptı. Aleviler'i katleden Yavuz Sultan'ın adını köprüye verdi. Madımak katliamı davası zaman aşımına uğrayınca, “hayırlı olsun” dedi. Reyhanlı'da “53 Sünni vatandaşımız hayatını kaybetti” ifadesini kullandı. Erdoğan'a bu sözleri söyleten bilinç altında nasıl bir Alevi düşmanlığı var? Fikri alt yapısı nasıl oluştu? Kimlerden nasıl etkilendi?
Tespit: Artık özellikle “Muhteşem Yüzyıl” dizisinden dolayı Kanuni Sultan Süleyman çok bilinir oldu. İtibarıyla yanlış bilinirlik arttı!
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”
Bu iki mısra Kanuni'nin “devlete nasıl çok önem verdiği” şeklinde yorumlanıyor!
“Devlet” sözcüğü Arapça'dan gelir ve 19'uncu yüzyıla kadar bugünkü anlamda kullanılmazdı. Arapçada “devlet”; feleğin çarkının dönüşünün bazı kişileri “talihli” kılması demekti.
Yani aslıda Kanuni diyor ki:
“Hayatta en değerli şey mutluluktur
Mutlulukların en yücesi bir solunum doğruluktur”
Ya devlet?.. O nerede?..
Bugün bizim “devlet” dediğimize Osmanlı “mülk” diyordu!
Osmanlı kendini “Memalik-i Mahrusa” kavramıyla tanımladı; koruması- kontrolündeki topraklar ile şehirlerdeki ticaret ve zanaat padişahın tekelindeydi.
Osmanlı'nın tüm sahip olduğuna “mülk” denirdi. Ve bu “mülk” padişaha, Allah'ın emriyle “miras” olarak gelmişti.
“Devlet”, mülk sahibinin sıfatıydı; yani, padişah bizzat devletin ta kendisiydi.
Osmanlı bu sistemi, Romalılar'dan aldı (Patrimonializm). Bu sistemde; gücünü gökten alan “Kutsal Baba” ve hizmetçileri vardı.
Reaya- beraya; yani köylü- kentli “yerden bitmeydi”. Oysa iktidar sahibi “gökten inmeydi”; Allah'ın yeryüzündeki gölgesiydi!
Sürü ve çoban ilişkisiydi bu; sürünün çobana ihtiyacı vardı. Sürü'yü kulların oluşturduğunu yazmama gerek var mı?
Ve:
Bu “düzen” (nizam) kutsaldı.
Nizama başkaldırmak, Allah'a başkaldırmakla birdi ve fesatlıktı; karışıklığa (ihtilale) yol açardı; cezası ölümdü.
Hangi hukuka göre bu ceza veriliyordu?
Nerede büyük bir İslam imparatorluğu kuruldu ise orada “Hanefi Ekolü” benimsendi.
Osmanlı'da iki hukuk sistemi vardı; biri Şeriat diğeri Kanun hukuku.
Biri Allah'ın diğeri Padişah'ın iradesiydi.
İki hukukun da görevi, değişmez/değiştirilemez “düzeni sağlamak” ve “düzeni” yürütmekti.
Osmanlı iktidarının düşünsel dünyası nizam ile fesatlık kavramı arasında işliyordu.
Bunlar iktidarın bakışıydı.
Peki ya halk?
Koca imparatorluk herkesi “kul” yapamadı.
Bunların başında Türkler/ Aleviler vardı…
“Kötü Müslüman Türkler”
Türkler 10'uncu yüzyıldan itibaren Horasan'dan başlayarak tüm İran'a, Arap-İslam coğrafyasına ve Roma toprağı Anadolu'ya egemen olmaya başladı.
Türkler önceleri göçebeydi. Zamanla çoban Türkler, toprağı sahiplenmeye başladı; Roma köylüsünün yerini alıp yerleşik düzene geçti. Araplar ve İranlılarla birlikte Ortadoğu'nun en büyük etnik grubu oldu.
Türkler imparatorluğu bilen bir milletti. Bunu yazmamın nedeni, imparatorluk haline gelen Arap Müslümanları, Türkleri hep “çözmeleri gereken bir sorun” olarak gördü. Türkler kötü Müslümandı! Çünkü…
Hâlâ Cengiz Han yasalarını uyguluyorlardı; yaşamları farklıydı.
Örneğin, kadınlar erkeklerden ayrı yaşamıyordu; iç içeydiler; rolleri eşitti. Kadınlar peçe takmıyordu. İstedikleri yere gidip geliyordu; eğlencelerde baş köşede oturuyordu. Ve en önemlisi savaşa katılıyorlardı. Söz ve kararda kadınlar vardı; Türk beyleri ölünce tahta eşi oturuyordu; Moğollar'da Ergene Hatun ya da Harezmşahlar'da Terken Hatun gibi…
Türkler'in cenaze ve düğünleri Müslümanlara (Araplara) benzemiyordu; Şaman inancından geri adım atmıyorlardı.
Kendi bozkır geçmişlerinin bir parçası olan Şaman-Şeyh benzerliği nedeniyle sufiliği/tasavvufu benimsediler.
Hz.Ali'nin halife seçim ayrılığı Müslümanlar arasında ayrışmaya neden oldu ve Türkler Şah-ı Merdan Hz. Ali'nin safına geçti. Ayrıntıya girmeyeyim…
Türkler önce; her hareketlerini kontrol altına alan, vergi tahrir defterlerine adlarını geçiren, az da olsa vergi alan Osmanlı'ya karşı ayaklandı.
Sonra; idari ve mali olarak tımar'ı sömürü aracı haline getiren ve Sünniliği resmi mezhep olarak dayatan teokratik Osmanlı sistemine karşı ayaklandı.
Düzen'e isyan eden Türkler/Aleviler, Osmanlı yönetimi tarafından fesat/bozguncu olarak görüldü. Biçildi. Kalanları “yola getirmek için türlü yöntemler denendi.
Örneğin, Celvetiye Tarikatı'nın
Şeyhi Aziz Hüdayi Efendi'nin 1610'lu yıllarda saraya gönderdiği bir rapor var; “Her Alevi-Kızılbaş köyüne birer cami yapılsın, bir hoca gönderilerek bunlara Sünnilik öğretilsin, belki bunları böylece ıslah edebiliriz” diyordu!
Kimi Türklüğü bıraktı Kürt oldu; kimi Aleviliği terk etti Sünni oldu.
“Keşke Osmanlı, Alevileri…”
Gelelim günümüze…
Şunu gözden uzak tutmayınız; ülke isimleri, ülke rejimleri değişebilir ama kültür kolay değişmiyor.
Osmanlı'nın bu anlayışı, Cumhuriyet döneminde kimilerin düşünsel dünyasını etkilemeye devam etti. Bunlardan biri Recep Tayyip Erdoğan'dı… Osmanlıcıydı!..
Erdoğan'ın fikirlerini benimsediği en önemli fikri önderi Kadir Mısıroğlu'ydu. Osmanlı hayranı, hilafet yanlısı Mısıroğlu, Cumhuriyet devrimlerine karşı olduğunu göstermek için şapka devrimine inat “fes” giyiyor. Atatürk'e, Kurtuluş Savaşı'na ve Türk Devrimi'ne küfrediyor. Ve, “Osmanlı keşke Alevileri bitirseydi” diyen bir “tarihçi”!
Erdoğan'ın bilincini bu düşünceler oluşturdu. Kafasındaki “düzen” Osmanlı sistemiydi ve kuşkusuz münafıklar belliydi…
Erdoğan'ın, Alevi/Türk karşıtlığı sözlerinin, eylemlerinin tarihsel kökenini buralarda aramak gerekiyor.
Erdoğan Başbakan olarak kendini “mülk”ün sahibi görüyor; “devlet benim” diyor!
“Mülk sahibi olarak” istediği yere istediğini yapacağını sanıyor; rahatça “Gezi Parkı'na AVM yaparım” diyor.
Karşı çıkanı fesatlıkla suçluyor!
Tıpkı Osmanlı sultanı gibi!
Aynı anlayış: Türkiye'de insan yok; padişah'ın/Erdoğan'ın kulu var!
Ölsün, sakatlansın kulun hiçbir önemi yok Erdoğan için; yeter ki “cam çerçeve kırılmasın”; yani
mülk'üne zarar gelmesin! Düzen bozulmasın!
“Erdoğan kanunu” budur… Gezi'de Alevi araması Osmanlı bakış açısının sonucudur!
Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak değil; Osmanlı sultanı gibi, karşı çıkana sert tavır almasının sebebi budur.
Düşünsel dünyasında Aleviler itibarıyla Türkler yeni değil bin yıldır zındık!..
Türk düşmanlığının kökeni
Erdoğan diyor ki: “Hızır paşalar asırlar öncesinde kalmıştır. ‘Açılın kapılar şaha gidelim' diye, medet arama dönemi de asırlar öncesinde kalmıştır.”
Erdoğan “Hızır Paşa” olduğunun farkında değil; demek Hızır Paşa'yı tanımıyor. Tarih bilgisi bu kadar!
Erdoğan “Şah”ın kim olduğunu da bilmiyor; Hz. Ali'dir. “Hz. Ali dönemi bitmiştir” dediğinin farkında değil?
Erdoğan “kapı”yı da bilmiyor; Osmanlı sisteminin sembolü; Avrupa'daki gibi “merdiven” değil; “kapı”dır! Devlet katına “güç” kapısından girilir. “Kapı” siyasal gücün simgesidir.
Dini anlamına bakarsak; “kapı, Allah kapısıdır.”
“Kapı” tasavvuf anlayışında “intisap” etmedir; “bağlanmadır.”
Hz. Ali'nin tüm mertebeleri dört kapı, kırk makam'dır.
Erdoğan'ın “medet arama” sözlerine hiç girmeyeyim…
Cemevi'nin bahçesinde Alevi öldürenler “dönemin bittiğini” ne kadar kolay dile getiriyor?..
Gelelim sözün sahibi Pir Sultan'a…
Muhalif bir söylemin sözcüsü ve bu bağlamda da geleneğin ürettiği kolektifin sesiydi. Kurulu düzenin haksızlıkları karşısında duran; ekonomik ve siyasi haklarını arayan, başkaldıran ve direnişe çağıran Alevi/Türk'tü.
Pir Sultan'la Hızır Paşa ilişkisi; Osmanlı ile Türk/Alevi ilişkisine benzer.
Pir Sultan'ın asıl adı Haydar'dı. Sivas Vilayeti'nde Banaz Köyü'nde doğdu. Alevi Ocağı'nın piri idi.
Müritleri arasında Sofular köyünden gelen Hızır isimli bir derviş vardı. Hızır İstanbul'a gitti; “okudu” Paşa-Beylerbeyi oldu. Sivas'a atandı ve ayaklanan Pir Sultan'ı Sivas'ın Toprak Kalesi'ne hapsetti. Yetmedi asılmaya mahkum etti.
Gelelim diğer ilişkiye…
Türkler/Aleviler, Osmanlı'nın kurucusuydu. Zamanla Osmanlı yönetimiyle yolları ayrıldı.
Osmanlı, Türk'ü aşağılamaya
başladı:
Hoca Saadettin Efendi'ye göre Türk; leş'ti.
Naima'ya göre Türk; azgındı; çirkin yüzlüydü; kabaydı; cahildi.
Nef'i'ye göre Türk; Allah'ın irfan pınarını yasakladığıydı.
Hafız Çelebi'ye göre Türk; baban bile olsa öldürülmesi gerekendi.
Sadrazam Kuyucu Murat'a göre Türk; başı vurulması gereken pis'ti.
Aksaraylı Kerimeddin Mahmud'a göre Türk; hunhar köpek ve kurt gibiydi; Türk'ün eline fırsat geçerse yağmayı ganimet bilirdi.
Merzifonlu Seyyit Abdurrahman Eşref'e göre Türk; talanda, ülke yakmakta eşsizdi bir gaddardı.
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'ye göre Türk; soysuzdu. Vahdettin'e göre Türk; dini, soyu sopu, yurdu belirsiz karmakarışık bir cahiller sürüsüydü.
Bu sözler hiç şaşırtıcı değil…
Rumbeyoğlu Fahrettin Bey, 1920 yılında İstanbul'un işgali sürerken Damat Ferid hükümetinde Maarif Nazırlığı'na yani Milli Eğitim Bakanlığı'na getirildi ve göreve gelir gelmez ilk işi, kitaplardan “Türk” sözünü çıkartmak oldu. (Anayasa'dan, kamu bankalarından kimlerin “Türk” adını çıkarmaya çalıştığını biliyorsunuz.)
Çaldıran Savaşı'ndan önceki yazışmalarında Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail'e ne diyordu: “Ben Sultan Beyazıt oğlu Sultan Selim, sen ki ey eşek Türk.”
Peki…
Osmanlı; Ermenilere “millet-i sadıka”, Araplara “kavm-i necip” derken Türkler'i neden aşağıladı?
Osmanlı bir imparatorluktu; kulları arasında birçok din-mezhep ve etnik mensupluk vardı. Niye Türk'e düşmanlık etsin?
Aslında Osmanlı'nın “Türk” dediği, “kutsal düzene” başkaldıran Alevi'ydi!
Osmanlı, Alevi'ye Türk diyordu… Alevi düşmanlığının temelinde Türk düşmanlığı vardı.
Arap Türk'e nasıl “kötü Müslüman” gözüyle baktı ise, Osmanlı da öyle baktı. Öyle ki, bu bakış açısı, bir Türk
Devleti olan Safeviler döneminde
daha da arttı.
Osmanlı-Safeviler Savaşı hep bir “ezber” üzerinden konuşuluyor. Aslında bu savaşa, “Osmanlı-Türk Savaşı” mı; ya da “Türk'ün Türk'le savaşı” mı demeliyiz. Ama Osmanlı Türklüğü kabul etmiyordu! O dönem…
Şah İsmail, “Şah Hatayi” mahlasıyla Çağatay Türkçesi'yle yazarken, Osmanlı Sarayı Türkçesi'ni, Arapça ve Farsça sokarak bozuyordu.
Üstelik…
Türkler, Safeviler ile İran tarihine çıkmış filan değil; baskın rolleri Safeviler'den çok önce başladı. “Türk” olmadan İran tarihi yazılamaz. Yazılamadı. Peki…
Türkler Osmanlı'ya nasıl bakardı; “Osman oğlu” diye anıp kendilerine denk görürlerdi. Osmanlı “eşit görülmeyi” kabul etmedi; edemedi.
Demem o ki:
Bugün ülkemizdeki Alevi düşmanlığı ile Türk düşmanlığının ortaya çıkış sebebi rastlantı değildir. İzi Osmanlı'nın gelenekçi anlayışındadır; Erdoğan sadece bunun takipçisidir...
--alıntı--
--alıntı--
Erdoğan’ın Alevi düşmanlığının kökeni
1 Haziran 2014
Ona göre, “Cemevi, cümbüş evi”ydi! “Candaş medya” “Ateist Alevilik” gibi tanımlar yaptı. Aleviler'i katleden Yavuz Sultan'ın adını köprüye verdi. Madımak katliamı davası zaman aşımına uğrayınca, “hayırlı olsun” dedi. Reyhanlı'da “53 Sünni vatandaşımız hayatını kaybetti” ifadesini kullandı. Erdoğan'a bu sözleri söyleten bilinç altında nasıl bir Alevi düşmanlığı var? Fikri alt yapısı nasıl oluştu? Kimlerden nasıl etkilendi?
Tespit: Artık özellikle “Muhteşem Yüzyıl” dizisinden dolayı Kanuni Sultan Süleyman çok bilinir oldu. İtibarıyla yanlış bilinirlik arttı!
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”
Bu iki mısra Kanuni'nin “devlete nasıl çok önem verdiği” şeklinde yorumlanıyor!
“Devlet” sözcüğü Arapça'dan gelir ve 19'uncu yüzyıla kadar bugünkü anlamda kullanılmazdı. Arapçada “devlet”; feleğin çarkının dönüşünün bazı kişileri “talihli” kılması demekti.
Yani aslıda Kanuni diyor ki:
“Hayatta en değerli şey mutluluktur
Mutlulukların en yücesi bir solunum doğruluktur”
Ya devlet?.. O nerede?..
Bugün bizim “devlet” dediğimize Osmanlı “mülk” diyordu!
Osmanlı kendini “Memalik-i Mahrusa” kavramıyla tanımladı; koruması- kontrolündeki topraklar ile şehirlerdeki ticaret ve zanaat padişahın tekelindeydi.
Osmanlı'nın tüm sahip olduğuna “mülk” denirdi. Ve bu “mülk” padişaha, Allah'ın emriyle “miras” olarak gelmişti.
“Devlet”, mülk sahibinin sıfatıydı; yani, padişah bizzat devletin ta kendisiydi.
Osmanlı bu sistemi, Romalılar'dan aldı (Patrimonializm). Bu sistemde; gücünü gökten alan “Kutsal Baba” ve hizmetçileri vardı.
Reaya- beraya; yani köylü- kentli “yerden bitmeydi”. Oysa iktidar sahibi “gökten inmeydi”; Allah'ın yeryüzündeki gölgesiydi!
Sürü ve çoban ilişkisiydi bu; sürünün çobana ihtiyacı vardı. Sürü'yü kulların oluşturduğunu yazmama gerek var mı?
Ve:
Bu “düzen” (nizam) kutsaldı.
Nizama başkaldırmak, Allah'a başkaldırmakla birdi ve fesatlıktı; karışıklığa (ihtilale) yol açardı; cezası ölümdü.
Hangi hukuka göre bu ceza veriliyordu?
Nerede büyük bir İslam imparatorluğu kuruldu ise orada “Hanefi Ekolü” benimsendi.
Osmanlı'da iki hukuk sistemi vardı; biri Şeriat diğeri Kanun hukuku.
Biri Allah'ın diğeri Padişah'ın iradesiydi.
İki hukukun da görevi, değişmez/değiştirilemez “düzeni sağlamak” ve “düzeni” yürütmekti.
Osmanlı iktidarının düşünsel dünyası nizam ile fesatlık kavramı arasında işliyordu.
Bunlar iktidarın bakışıydı.
Peki ya halk?
Koca imparatorluk herkesi “kul” yapamadı.
Bunların başında Türkler/ Aleviler vardı…
“Kötü Müslüman Türkler”
Türkler 10'uncu yüzyıldan itibaren Horasan'dan başlayarak tüm İran'a, Arap-İslam coğrafyasına ve Roma toprağı Anadolu'ya egemen olmaya başladı.
Türkler önceleri göçebeydi. Zamanla çoban Türkler, toprağı sahiplenmeye başladı; Roma köylüsünün yerini alıp yerleşik düzene geçti. Araplar ve İranlılarla birlikte Ortadoğu'nun en büyük etnik grubu oldu.
Türkler imparatorluğu bilen bir milletti. Bunu yazmamın nedeni, imparatorluk haline gelen Arap Müslümanları, Türkleri hep “çözmeleri gereken bir sorun” olarak gördü. Türkler kötü Müslümandı! Çünkü…
Hâlâ Cengiz Han yasalarını uyguluyorlardı; yaşamları farklıydı.
Örneğin, kadınlar erkeklerden ayrı yaşamıyordu; iç içeydiler; rolleri eşitti. Kadınlar peçe takmıyordu. İstedikleri yere gidip geliyordu; eğlencelerde baş köşede oturuyordu. Ve en önemlisi savaşa katılıyorlardı. Söz ve kararda kadınlar vardı; Türk beyleri ölünce tahta eşi oturuyordu; Moğollar'da Ergene Hatun ya da Harezmşahlar'da Terken Hatun gibi…
Türkler'in cenaze ve düğünleri Müslümanlara (Araplara) benzemiyordu; Şaman inancından geri adım atmıyorlardı.
Kendi bozkır geçmişlerinin bir parçası olan Şaman-Şeyh benzerliği nedeniyle sufiliği/tasavvufu benimsediler.
Hz.Ali'nin halife seçim ayrılığı Müslümanlar arasında ayrışmaya neden oldu ve Türkler Şah-ı Merdan Hz. Ali'nin safına geçti. Ayrıntıya girmeyeyim…
Türkler önce; her hareketlerini kontrol altına alan, vergi tahrir defterlerine adlarını geçiren, az da olsa vergi alan Osmanlı'ya karşı ayaklandı.
Sonra; idari ve mali olarak tımar'ı sömürü aracı haline getiren ve Sünniliği resmi mezhep olarak dayatan teokratik Osmanlı sistemine karşı ayaklandı.
Düzen'e isyan eden Türkler/Aleviler, Osmanlı yönetimi tarafından fesat/bozguncu olarak görüldü. Biçildi. Kalanları “yola getirmek için türlü yöntemler denendi.
Örneğin, Celvetiye Tarikatı'nın
Şeyhi Aziz Hüdayi Efendi'nin 1610'lu yıllarda saraya gönderdiği bir rapor var; “Her Alevi-Kızılbaş köyüne birer cami yapılsın, bir hoca gönderilerek bunlara Sünnilik öğretilsin, belki bunları böylece ıslah edebiliriz” diyordu!
Kimi Türklüğü bıraktı Kürt oldu; kimi Aleviliği terk etti Sünni oldu.
“Keşke Osmanlı, Alevileri…”
Gelelim günümüze…
Şunu gözden uzak tutmayınız; ülke isimleri, ülke rejimleri değişebilir ama kültür kolay değişmiyor.
Osmanlı'nın bu anlayışı, Cumhuriyet döneminde kimilerin düşünsel dünyasını etkilemeye devam etti. Bunlardan biri Recep Tayyip Erdoğan'dı… Osmanlıcıydı!..
Erdoğan'ın fikirlerini benimsediği en önemli fikri önderi Kadir Mısıroğlu'ydu. Osmanlı hayranı, hilafet yanlısı Mısıroğlu, Cumhuriyet devrimlerine karşı olduğunu göstermek için şapka devrimine inat “fes” giyiyor. Atatürk'e, Kurtuluş Savaşı'na ve Türk Devrimi'ne küfrediyor. Ve, “Osmanlı keşke Alevileri bitirseydi” diyen bir “tarihçi”!
Erdoğan'ın bilincini bu düşünceler oluşturdu. Kafasındaki “düzen” Osmanlı sistemiydi ve kuşkusuz münafıklar belliydi…
Erdoğan'ın, Alevi/Türk karşıtlığı sözlerinin, eylemlerinin tarihsel kökenini buralarda aramak gerekiyor.
Erdoğan Başbakan olarak kendini “mülk”ün sahibi görüyor; “devlet benim” diyor!
“Mülk sahibi olarak” istediği yere istediğini yapacağını sanıyor; rahatça “Gezi Parkı'na AVM yaparım” diyor.
Karşı çıkanı fesatlıkla suçluyor!
Tıpkı Osmanlı sultanı gibi!
Aynı anlayış: Türkiye'de insan yok; padişah'ın/Erdoğan'ın kulu var!
Ölsün, sakatlansın kulun hiçbir önemi yok Erdoğan için; yeter ki “cam çerçeve kırılmasın”; yani
mülk'üne zarar gelmesin! Düzen bozulmasın!
“Erdoğan kanunu” budur… Gezi'de Alevi araması Osmanlı bakış açısının sonucudur!
Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak değil; Osmanlı sultanı gibi, karşı çıkana sert tavır almasının sebebi budur.
Düşünsel dünyasında Aleviler itibarıyla Türkler yeni değil bin yıldır zındık!..
Türk düşmanlığının kökeni
Erdoğan diyor ki: “Hızır paşalar asırlar öncesinde kalmıştır. ‘Açılın kapılar şaha gidelim' diye, medet arama dönemi de asırlar öncesinde kalmıştır.”
Erdoğan “Hızır Paşa” olduğunun farkında değil; demek Hızır Paşa'yı tanımıyor. Tarih bilgisi bu kadar!
Erdoğan “Şah”ın kim olduğunu da bilmiyor; Hz. Ali'dir. “Hz. Ali dönemi bitmiştir” dediğinin farkında değil?
Erdoğan “kapı”yı da bilmiyor; Osmanlı sisteminin sembolü; Avrupa'daki gibi “merdiven” değil; “kapı”dır! Devlet katına “güç” kapısından girilir. “Kapı” siyasal gücün simgesidir.
Dini anlamına bakarsak; “kapı, Allah kapısıdır.”
“Kapı” tasavvuf anlayışında “intisap” etmedir; “bağlanmadır.”
Hz. Ali'nin tüm mertebeleri dört kapı, kırk makam'dır.
Erdoğan'ın “medet arama” sözlerine hiç girmeyeyim…
Cemevi'nin bahçesinde Alevi öldürenler “dönemin bittiğini” ne kadar kolay dile getiriyor?..
Gelelim sözün sahibi Pir Sultan'a…
Muhalif bir söylemin sözcüsü ve bu bağlamda da geleneğin ürettiği kolektifin sesiydi. Kurulu düzenin haksızlıkları karşısında duran; ekonomik ve siyasi haklarını arayan, başkaldıran ve direnişe çağıran Alevi/Türk'tü.
Pir Sultan'la Hızır Paşa ilişkisi; Osmanlı ile Türk/Alevi ilişkisine benzer.
Pir Sultan'ın asıl adı Haydar'dı. Sivas Vilayeti'nde Banaz Köyü'nde doğdu. Alevi Ocağı'nın piri idi.
Müritleri arasında Sofular köyünden gelen Hızır isimli bir derviş vardı. Hızır İstanbul'a gitti; “okudu” Paşa-Beylerbeyi oldu. Sivas'a atandı ve ayaklanan Pir Sultan'ı Sivas'ın Toprak Kalesi'ne hapsetti. Yetmedi asılmaya mahkum etti.
Gelelim diğer ilişkiye…
Türkler/Aleviler, Osmanlı'nın kurucusuydu. Zamanla Osmanlı yönetimiyle yolları ayrıldı.
Osmanlı, Türk'ü aşağılamaya
başladı:
Hoca Saadettin Efendi'ye göre Türk; leş'ti.
Naima'ya göre Türk; azgındı; çirkin yüzlüydü; kabaydı; cahildi.
Nef'i'ye göre Türk; Allah'ın irfan pınarını yasakladığıydı.
Hafız Çelebi'ye göre Türk; baban bile olsa öldürülmesi gerekendi.
Sadrazam Kuyucu Murat'a göre Türk; başı vurulması gereken pis'ti.
Aksaraylı Kerimeddin Mahmud'a göre Türk; hunhar köpek ve kurt gibiydi; Türk'ün eline fırsat geçerse yağmayı ganimet bilirdi.
Merzifonlu Seyyit Abdurrahman Eşref'e göre Türk; talanda, ülke yakmakta eşsizdi bir gaddardı.
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'ye göre Türk; soysuzdu. Vahdettin'e göre Türk; dini, soyu sopu, yurdu belirsiz karmakarışık bir cahiller sürüsüydü.
Bu sözler hiç şaşırtıcı değil…
Rumbeyoğlu Fahrettin Bey, 1920 yılında İstanbul'un işgali sürerken Damat Ferid hükümetinde Maarif Nazırlığı'na yani Milli Eğitim Bakanlığı'na getirildi ve göreve gelir gelmez ilk işi, kitaplardan “Türk” sözünü çıkartmak oldu. (Anayasa'dan, kamu bankalarından kimlerin “Türk” adını çıkarmaya çalıştığını biliyorsunuz.)
Çaldıran Savaşı'ndan önceki yazışmalarında Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail'e ne diyordu: “Ben Sultan Beyazıt oğlu Sultan Selim, sen ki ey eşek Türk.”
Peki…
Osmanlı; Ermenilere “millet-i sadıka”, Araplara “kavm-i necip” derken Türkler'i neden aşağıladı?
Osmanlı bir imparatorluktu; kulları arasında birçok din-mezhep ve etnik mensupluk vardı. Niye Türk'e düşmanlık etsin?
Aslında Osmanlı'nın “Türk” dediği, “kutsal düzene” başkaldıran Alevi'ydi!
Osmanlı, Alevi'ye Türk diyordu… Alevi düşmanlığının temelinde Türk düşmanlığı vardı.
Arap Türk'e nasıl “kötü Müslüman” gözüyle baktı ise, Osmanlı da öyle baktı. Öyle ki, bu bakış açısı, bir Türk
Devleti olan Safeviler döneminde
daha da arttı.
Osmanlı-Safeviler Savaşı hep bir “ezber” üzerinden konuşuluyor. Aslında bu savaşa, “Osmanlı-Türk Savaşı” mı; ya da “Türk'ün Türk'le savaşı” mı demeliyiz. Ama Osmanlı Türklüğü kabul etmiyordu! O dönem…
Şah İsmail, “Şah Hatayi” mahlasıyla Çağatay Türkçesi'yle yazarken, Osmanlı Sarayı Türkçesi'ni, Arapça ve Farsça sokarak bozuyordu.
Üstelik…
Türkler, Safeviler ile İran tarihine çıkmış filan değil; baskın rolleri Safeviler'den çok önce başladı. “Türk” olmadan İran tarihi yazılamaz. Yazılamadı. Peki…
Türkler Osmanlı'ya nasıl bakardı; “Osman oğlu” diye anıp kendilerine denk görürlerdi. Osmanlı “eşit görülmeyi” kabul etmedi; edemedi.
Demem o ki:
Bugün ülkemizdeki Alevi düşmanlığı ile Türk düşmanlığının ortaya çıkış sebebi rastlantı değildir. İzi Osmanlı'nın gelenekçi anlayışındadır; Erdoğan sadece bunun takipçisidir...
--alıntı--
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?