confessions

gokcanz

3. nesil Yazar - uzman yazar - Yazar -

  1. toplam entry 187
  2. takipçi 0
  3. puan 8200

sinan engin

gokcanz
beşiktaşlıları en çok kanser eden beşiktaşlı.[ybkz]swh[/ybkz] futbolun f'sinden anlamayan bu tv şovmenimiz 4 ocak 2015 tarihinde yayınlanan beyaz futbol programında yine aynı gün oynanan beşiktaş-galatasaray maçı yorumlanırken galatasaray'ın kazanmasına sevindim diyerek 2015'in ilk potunu kırmıştır. devamında şaşkın yüz ifadesiyle ''yaaani hamza hoca'yı çok sevdiğimden'' demiştir.

sinan abi bilic nefretini, ex aşkın aziz yıldırım'ı ve yeni aşkın çırak hamza'yı tartarsak seneye hangi takımı tutacaksın belli mi?

halis özkahya

gokcanz
5-6 bin tane maçı canlı, sayısını tahmin bile edemeyeceğim maçı özet izlemiş biri olarak herhangi bir futbol karşılaşmasında penaltı atışı sırasında çizgiye basıyor diye bir futbolcuyu hadsizce uyaran dünyada tanık olduğum ilk hakemdir.

tüm penaltı atışlarında futbolcular çizgileri bir çıkış noktası olarak görür. penaltı kullanılmadan içeri girenlerin bile uyarılmadığı günümüz futbolunda beşiktaşlı atiba dünya üzerinde bu karar devamında kart gören ilk oyuncudur.[ybkz]swh[/ybkz] tavırlarından dolayı bazı beşiktaşlılar bile atiba'ya bok atmaktadır. verilen skandal kararı gündeme getirmek yerine renklilerin güruhuna katılmışlardır. elbette atiba'nın ısrarcılığı biz beşiktaş sevdalılarını üzmüştür çünkü takımı bilinçli bir şekilde yalnız bırakmıştır ancak olayın bir de psikolojik boyutu var. herhangi bir polis size bu sokakta bundan sonra seni görmeyeceğim git başka sokakta yürü derse ve sokak sizin evinize hep gittiğiniz sokaksa tamam der başka yerden mi gidersiniz ey beşiktaşlılar? sizi kim beşiktaşlı yaptı? işte bu kırmızı kart bu kadar dehşet verici, her koşulda[ybkz]swh[/ybkz] otoriteye saygı duymalısın diyenler de bu kadar kahpedir. atiba'yı oyundan attığı pozisyonda tam 8 oyuncu çizgiye basıyordu tıpkı verdiğim örnekte sizin gibi evine giden sokaktaki 100'lerce kişi gibi.

ikinci sarı kart sonrası suratında oluşan aptal ifade oscar'lık bir oyunculuk değil ise kendisi bir hitman değildir. yalnızca bastırılmış kişilik sorunları olan bir türk hakemidir.

veli kavlak

gokcanz
2014-2015 sezonunda tüm rakiplerinden daha çok maç yapan beşiktaş'ın ilk 11'indeki değişilmez isimlerinden biri olması onu fiziksel açıdan yormuştur. pres zamanlamaları aralık 2014 itibariyle büyük düşüşe geçmiştir. atiba'nın cezalı olduğu 4 ocak 2015 beşiktaş galatasaray maçı'nda yalnızca fiziksel değil psikolojik problemleri olduğunu maçın başlamasıyla bize göstermiştir. burada bahsettiğim psikolojik problemler 1. dakikadan ihraç edildiği dakikaya kadar ayakları titriye titriye yolladığı hatalı kısa paslardır. hem fiziksel hem de mental olarak hazır olmayan veli kavlak çok kötü oynadığı bir maçta[ybkz]swh[/ybkz] 20 metre depar atıp galatasaraylılar'ın arasına girmiştir. pozisyonda yer alan galatasaraylı futbolcuların da veli'ye fiziksel teması olmuştur. sonucunda bırakın veli'ye kırmızı kartı sarı kart bile gösterilmemelidir. bu gibi hareketlere kırmızı kart verilirse her maç 7'ye 7 tamamlanır. olayların ve hakemin dibindeki gökhan töre bile galatasaraylı emek hırsızının kendini yere atmasını kahkalarla karşılamıştır. çünkü bu pozisyonun tartışılması bile komiktir. bunlara rağmen hakem cüneyt çakır skandal bir karar vererek veli'yi oyundan atmış ve veli kavlak'ın ekmeğiyle, milyonlarca beşiktaşlının gururuyla oynamıştır.

torunlarımız için tarihe ışık tutmasını arzu ettiğim bu yazı sonucunda veli ne takımı yüz üstü bırakmış, ne de aptaldır. kendisi çok iyi bir beşiktaşlıdır.

11 mayıs 2014 trabzonspor galatasaray maçı

gokcanz
Bundan 6-7 yıl sonra serhat ulueren ya da ertem şener'in sunacağı bir sansasyon programında burçeanu ya da henrique'yi falan mozaiklenmiş suratlarıyla görmememize neden olacak, şike yaptıklarını duyduğumuzda da kimilerinin ''vay orospuçocukları!'' kimilerinin de ''zaten belliydi.'' diyeceği çoktan klasikleşmiş bir göt verme eylemi.

27 ocak 2013 galatasaray beşiktaş maçı

gokcanz
adil bir şekilde tarihte bizi yenemedikleri içindir ki galatasaray'a olan nefretimizin kabaracağı gün kutlu olsun dostlar diyerek olası kötü senaryoyla başlamak istiyorum. son 2 maçta ofsayttan gol ve klasikleşen galatasaray lehine uydurma penaltı olduğu için bugünkü maça tsunami, deprem gibi dünya doğal felaketlerinden biri değil de beşiktaş-galatasaray felaketlerinden kırmızı kartın damgasını vuracağını düşündüğüm maç. elbette medya 3 gün konuşacak. elbette fenerli, trabzonlu, adanalı 10 gün akılda tutacak. ama bizim için bir sene boyunca gene bilenip, nefret duygumuzun kabarmasına yol açacak. ''kinimize kin katmaya geldik.'' dedirtecek. istatistiklere göre de deplasmanlarda son yıllarda galatasaray'a sürekli kaybediyoruz.

bir de istatistiklerin söylemediği ama tarafımdan incelenen bir durum var. o da bu sezon adaleti olmayan maçları her ay yalnızca bir kere oynadığımız.http://www.kartalsozluk.com/sozluk.php?t=%23241677 geçen hafta oynadığımız belediye maçının da bunlardan biri olduğu apaçık. kaçırdığımız goller, rakibin geri dönüşü ve elle atılan gol. bu durumda da her ay beşiktaş için gelenekselleşen hak yeme sonucu ya da sahaya giren kediye çarpıp gol oldu gibi durumlar sayesinde çalınan puan gerçekleşmiş oluyor. ve galatasaray maçındaki korkularım azalıyor. gene olumlu bir başka taraftan bakarsak; her ne kadar biz formsuz olsak da, futbolcularımız sakat da olsa, fernandes hazır olmasa da rakibin de iyi oynamadığını ve defanslarının berbat olduğu gerçeği aklımızda bulunmalı.

holosko'nun forvet oynayacağı bir maçta neyin ne olacağı belli olmaz. içimden geçen skor beraberlik. kötü oynarsak da adam gibi yenilelim derim hep bu sefer demiyorum. yenelim şunları be beşiktaşım.

80'ler ve 90'larda çocuk olan beşiktaş maçlarına yeni yeni gitmeye başlayan yürekler için milli maç gibi bir maçtır bu. en büyük kitlen olan taraftar. 80'lerde çocuk olanlardır ya beşiktaşım. işte onlar bugün kazanmanı istiyor. buna bir milli maç demenin yetersiz kalacağı ve beşiktaş'ın milli takımdan bile öte olduğunu düşünürler ya. bu kişiler için yani bizim için oyna beşiktaşım.
93 mayıs'ını unutmadan oyna beşiktaşım. ahmet çakar'ı, vahap beyaz'ı unutmadan oyna beşiktaşım. ve şimdilerde... melo'yu, eboue'yi, burak yılmaz'ı unutmadan oyna beşiktaşım. fatih terim'i ve hasan şaş'ı unutmadan oyna beşiktaşım.

şimdi koşun çıkın sahaya. kazanmak için üzerinizde kıpkırmızı bir forma olmasına gerek yok. siyah beyaz çizgilerle de kazanabilirsiniz yeter ki göğsünüzdeki amblemi görün.http://www.besiktasformalari.com/images/19921993cubuklubuyuk1.jpg

wesley sneijder

gokcanz
transfer olduğu galatasaray'da inşallah çıkar delikanlı gibi top oynar da biz de dünya standartlarında topçu görürüz. ha yok galatasaraylı gibi oynar ve davranırsa cehennem standartlarında bir faniyi kim neylesin.

quills

gokcanz
geoffrey rush, kate winslet, joaquin phoenix ve michael caine gibi bir kadroyla karşılaşınca heyecanlanmamak mümkün değil. bir de konumuz marquis de sade olunca heyecanım daha da arttı.

hikayemiz bir madhouse'da geçiyor. yani başlangıç noktası marquis de sade'ın kapalı tutulduğu dönem. bu bir biyografi olsa da gerçekle uyuşmayan birçok kurgulanmış öge de mevcut. beklediğim torture karelerini bulamadım. fazlasıyla yumuşak işlenmiş bir hikaye. Film boyunca aslında her insanın içinde iyiliğin-kötülüğün ve hatta sadizmin bulunduğu gözümüze sokulmuş. bu filmi yaratan kişiler çok usta bir şekilde marquis de sade propagandası yapıyor. fark ettirmeden, sanatsal yapıyı bozmadan. bu filmin, marquis de sade'ın düşündüğü her şeyin doğru olduğunu ve onun hakkının yendiğini düşünenler tarafından yapıldığına eminim. bu durum da beni provoke ediyor. filmin içinde film, hayatın içinde hayat gibi. keşke herkes inandığı doğruları marquis de sade gibi açık yüreklilikle dile getirebilse. keşke herkes inandığı doğruları oyunun ve senaryonun yazarı doug wright gibi zekice kaleme alabilse.

doug wright filmin sonundaki değişim hariç her şeyi kusursuz bir şekilde işlemiş. keşke film dışkı ve haç sahnesiyle son bulsaydı. dikkat çekici filmler çıkaran yönetmen philip kaufman biraz cast'ın, biraz öykünün ve biraz da sanat yönetmenin gölgesinde kalmış. uzun süredir sanat yönetmeni bu kadar iyi olup da görüntü yönetmenin bu kadar kötü olduğu bir film görmemiştim.

quills sarsıcı bir film. quills insana düşünmeyi, okumayı, yazmayı aşılayacak bir film. quills yaratma ilhamını verebilecek bir film. kısaca quills sizi tetikleyebilecek bir film.


(bkz: philip kaufman)
(bkz: marquis de sade)

life of pi

gokcanz
ang lee, sinemada 2 saati aşkın süre boyunca nasıl iyi bir yönetmen olunuru gösterdi. filmi life of pi ise iyi bir film nasıl olmanının güzel bir örneği. aslında bu da bir edebiyat uyarlaması ama bu filmi çocuklara yönelik yapmadan bu kadar görkemli efektlerle çekebilmek hiç de kolay olmasa gerek. 3d olan bengal tiger'ımız yalnızca 2-3 sahnede gerçek olmadığı izlenimi vermiş onlarda da koşma, atlama mevcut. çok hareket etmediği geri kalan sürede ise gerçek olup olmadığını anlamak pek mümkün değil.

life of pi tam 11 dalda oscar adayı olmayı başardı. bu film mutlaka görülmesi gereken filmlerin tepesinde yer alıyor. hatta 3-4 kere bile izlenebilir.


--spoiler--

hikaye tıpkı posterlerde karşımıza çıktığı gibi gelişiyor. biraz buried, biraz 127 hours tatları aldım. bunların yanında geçen sene sinemalarda boy gösteren iki aslan belgeselindeki duyguları da verebilmesi asıl takdire şayan durum. çaresizlik hissini verebilen çok fazla mahsur kalma filmi mevcut. gerek köpek balıklarıyla-timsahlarla, gerek bir kutunun-tabutun içinde, gerek çölde ya da okyanusta ancak life of pi'ın en büyük artısı drama yönü. dikkat edin de 3d gözlüklerinizin arasından gözyaşı süzülmesin.

son sözüm filmin son 10 dakikasına. o akıl karıştırıcı son dakikalarında ufak bir şipşak ile storytelling nasıl olur bunu bize gösterdi. ve baştan sona destansı anlatımıyla muhteşem yönetmenliğin buluşmasından bir sinema klasiği dünyaya gözlerini açtı. hoşgeldin life of pi.

--spoiler--


(bkz: ang lee)

yeraltı

gokcanz
filmin başındaki o şiiri satır satır vermek nedir sayın demirkubuz. powerpoint sunumu mu hazırlıyorsunuz üniversitede. 5 satırı da birlikte verip yok etseniz görüntüyü çok daha profesyonel durmaz mıydı acaba. ayrıca narrator'ın sesini ilk duyduğumda herhalde yeni bir başrolle karşılaşıcağız dedim. anlatıcı olarak 1. tekil şahıs kullanırken farklı bir adamın sesini kullanmak da ilginç. filmin ilerleyen dakikalarında tekrar engin günaydın'ın sesini kullanmak yüzyılın amatörlüğü müdür sanat mıdır kaçırdığım bir nokta mı vardır anlamadım ama olsun. sinemada yeni bir akım, yeni denemeler herhalde bunlar.

ankara'da geçen ve tahminen 2 günde çekilen film ağır depresyon geçiren engin günaydın'ın yaşadıklarını ekrana getiriyor. engin günaydın yerine bir başkası olsaydı nasıl dayanırdım bu filme bilemiyorum. dizilerden tanıdığımız simaları da gördüğümüz filmde engin günaydın'ın erkek arkadaşlarını oynayan kişiler acilen oyunculuğu bırakmalı. ilk çıktıkları sahnede saat 7'de buluşma muhabbetindeki aralarındaki oyunculuk da neydi öyle.

bir şekilde atlattığınız ve merak uyandıran ilk kısımdan sonra gelen ikinci kısım ise ''ben avrupa sineması örneği veriyorum. ben bağımsız bir sinemacıyım. sanat halk için değildir.'' görüşlerini gözler önüne sermiş.

vasat bir dostoyevski uyarlaması, kötü bir bağımsız sinema denemesi ve kötü bir türk sineması örneği, geçiniz.


(bkz: fyodor mihayloviç dostoyevski)

beşiktaş'ı özlemek

gokcanz
haziran-ağustos arası hariç ocak ayında da ortaya çıkabilen hissiyat.

beşiktaş cumartesi oynamışsa sonraki maçını pazar bile oynaması bünyemi etkiliyor. alışmışım artık haftada bir kere görmeye. 8 günde bir görmek bile metabolizmamı bozmaya yeterken bu 1 aylık ara sevene dünyayı zindan ediyor.
0 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol