optik başkan

artin
gözlerimi kapattım, gözlerini gördüm.
çıkıp gelse…
ve sorsa;
- “………..“
bildiğin gibi aslında. sen gittikten sonra da pek bir şey değişmedi. aslında sana haksızlık ettik, seni bekledik. sen gelince; yine, eskisi gibi..
- “………..“
yok, öyle deme, kesme sözümü, dinle bi; haksızlık ettik, nerde ne kadar marazımız varsa biriktirdik, olsun dedik, gün saymaya başladık. geliyor nasıl olsa demenin bir rehaveti oldu. geliyorsun diye sevinip görmedik, göremedik, görmek istemedik belki de. öyle öyle derken biriktirdik iste.
sen gelince, senin o tribündeki varlığın, duruşun, o sadece beşiktaş halin ders olur nasıl olsa diye…
öğretmen diye yer etmiştin belleklerde; kavgayı anlatacaksın diye bekledik…
sensiz her şeye yetmek zor; hep eksik kaldık, en büyük boşluğu sana ayırdık, ayıbı görmedik. sanki sen gelince, sevdan ve kavgan ile dolabileceğini düşündüğümüz bir boşluk, kendimizin yarattığını fark edemediğimiz bir boşluk iste…
- “………..“
geçiştirmek için soruyorsun değil mi? söyleyeyim yine de; söylediğimiz yok artik hindi babayı. sensiz keyfi de yok be optik. bazen senin için diye söylemek istesek de sen yoksun diye, haksizlik gibi, o seninle güzeldi diye sesimiz kısık bizim.
ben tribündeki saygıdan, sevgiden, kavga gürültü olmadan yaşanan bir beşiktaş kardeşliğinden bahsediyordum, dolduramadık.
sen özledin mi hindi babayı? özlemişsindir tabi, laf mı benimkisi.
- “………..“
iyi işte nasıl olsun. dün gece konuştuk biraz. alaattin bi ara senden söz etti; paket mi ne yaptırmıştı sana; kütahya’dan bolu’ya göndermişti hani; çamaşır, kitap, dergi falan…
şimdi sana ne gönderelim biz?
canları salıyoruz tek tek, ardına düşmüşler gibi en olmaz zamanlarda. tıpkı senin gibi en olmaz zamanlarda yanına geliyorlar.
neyse, ne diyordum? haa, onu diyordum, işte beşiktaş bir hayat bahşetmişti hepimize, biz o hayata sahip çıkamıyoruz yeterince. çıyanlar, sırtlanlar, soyanlar, yiyenler… adamlık hak getire.
- “………..“
teselli etmek için soyluyorsun bunları. suç bizde. benim kabul ettiğimi sen kıyamadığın için üstüne alıyorsun. sen hep “biz” dedin, şimdi de “biz” diyorsun.
metin, sarı fırtına’mız, hani bir idmanda arabasının lastiklerini indirmiştiniz, o da gelmişti rıza kaptan ile beraber seni son kez görmeye. ‘bizim optik’ diyor mesela senden söz ederken. “biz” bu kadar geniş bir aileyiz seninle, bu kadar içten.
- “………..“
olur, başım üstüne, tabi söylerim. bak, mesela hentbolda iyiyiz, voleybolda ikinci lige düştük biliyorsun ama çıkarız yine, gel gör ki semtin içindeyiz halbuki ve bazen rakip bizden fazla! şaka değil gerçekten öyle!
biz beşiktaş her şey diyoruz, öyle biliyoruz ama gel gör ki amatörlere olması gereken ilgi değil, olmaması gereken ilgilisizlik hakim. bir avuç taraftarın vefası ile sahaya çıkıyor çocuklar. karpitle sarartılmış yapay bir aşk değil bu, en harbisinden beşiktaş’ı yasamaktır halbuki.
‘gel gör ki’ mi dedim ben sana? gelir misin bir daha? keşke gelsen be optik, keşke gelsen. beraber inerdik semte, giderdik hep birlikte, bütün beşiktaşlılar… dolmabahçe’den salınırdık… keşke gelsen… ya da hiç gitmeseydin… keşke… bu daha güzel. iste keşkelerimizi biriktirdik biz.
- “………..“
tanırım tabi ki nurettin’i, okuldan arkadaşımdı benim.
doğu beyazıt’ın oralarda… neyse ruhu şad olsun.
sevinmiştir şimdi seni tanıdığına. fakülte kantininde bizi görünce, elini havaya kaldırıp, böyle bağırırdı bak:
-looooooooooo, beşiktaş looooooo!…
- “………..“
medya bir âlem. haberler siyah-beyaz değil, genellikle çarpıtma, kolpa haberler işte. gün aşırı yükleniyorlar, kimin sesinin çıkmasını isterlerse mikrofonlar ve kameralar hoooop o yöne. yapışıyor eline gazete sayfaları; cıvık cıvık, boyası akıyor, kiri kalıyor. keza ekran da öyle. daha kötü hatta. gözünün önünde her şey, daha fazla izlenme için arsızlığın haddi hesabı yok.
bu coğrafyada fareler, böcekler işkencecilerin silahları olarak salınmışken insanlarımızın üzerine simdi o farelerle, böceklerle hasbi hal ettirilen insanların korkularına yarışmalar düzenleniyor. o cam kutuya hapsedilmiş hayatları olan insanlara en ahlaksız teklifleri seçenek diye sunarlarken, maestrolar para ödüllerine alkış istiyorlardı. adalet yoksunluğu hemen kendini belli ediyor. zalim sofralarına kurbanlar kesiliyor oralarda.
-siyah-beyaz-ölüm-yasam- için savcıları göreve çağıranlar da var! alfabenin yirmi dört harfinden tek bir kelime yaratamayanlar, cümle kuramayanlar, üfürerek gider yapmayı adamlık sanıyor. beşiktaş seyircisiz oynasın diyeni de var. dedim ulan beşiktaş taraftarı ile oynuyor zaten seyirci ile değil. birde geçenlerde şey oldu, cem yazdı kendi köşesinde; tehdit etmişler.
- “………..“
kim olduğunu yazmadı, karanlıktan aramış karanlıklar prensi. düşün ki, beşiktaş üzerine fikir yürüten birinin hayatı tehdit altına giriyor fikirleri yüzünden. fikirleri beğenilmeyen insanlarımızı itip kakıyorlar, dün olduğu gibi. bunu beşiktaş adına yapıyorlar. beşiktaş adı ile boğazlarından geçen lokmalara rağmen, haram ile helali ayırt etmeden, beşiktaş adına katlediyorlar birçok şeyi. küçük prens’i okumadan büyük imparator ilan edilenler… insanların fikirleri ile suçlandığı çağ ne bitmez bir çağmış öğretmen mehmet.
- “………..“
bunu da gördün, duydun öyle mi? ara sıra yapanlar var evet. aslında ıslıklananın sadece hata yapan, yetersiz kalan bir sporcu olmadığını, beşiktaş olduğunu, beşiktaş’ın da ilk on birden ibaret olmadığını bilmeleri gereken bu insanlarımıza bırak yıllarca şampiyonluk görememeyi, o dönemki yetersizlikleri ile ligin dibinde iken dahi aşkın her daim aşk olduğunu yaşatan tribünü anlatmak lazım.
- “………..“
sorma, deplasmanlara kapıları kapattılar kimi yerlerde. her türlü eziyeti çıkarıyorlar arkadaşlara. resmen yasaklı yaptılar bizi. oysa beşiktaş, taraftarı ile birlikte ayaklarına geliyorsa, insanlar bunu nimet bilsinler.
tribün cezalı… çarşı’yı bir suç örgütü imiş gibi gösterme gayretkeşliğine düşenler toplandılar bir masanın başına, kestiler cezayı. öyle bir hukuki gerekçe falan değil, tamamen bitirmek, sesi susturmak istedikleri için yaptılar… işin garibi ne biliyor musun? o tribün emekçilerinin içinde olduğu ayni taraftara ödül de verildi. mevlana hoşgörü ve örnek taraftar ödülü! ödülü bir yöneticimiz aldı, kim olduğunu anımsamıyorum simdi. bizden birine ulaşsa o ödül, o cezaları kesen il güvenlik kuruluna gönderirdik.
sanki o tribüne gelen insanlar her gün trafik kazasından ölen insanların yürüdüğü yollardan geçmiyorlar. sanki tribüne gelen insanlar, evden çıkarken postacının bıraktığı elektrik faturasına lanet okuyarak işe gitmiyorlar. sanki o insanlar, gazete bayisinde gözüne ilişen manşete, ağız dolusu okkalı bir küfürü dudaklarının arasından salmıyorlar. sanki o insanlar açlığı, işsizliği, eğitim kurumlarındaki örümcek ağlarını bilmeden, görmeden, aşağılanmadan, horlanmadan o tribünlere geliyorlar değil mi? -ferman onlarınsa, tribün bizimdir. tarihi çarşı’ya kırılan kalemler değil, beşiktaşlılar yazar!-
sen şimdi deplasman dedin ya, çorba çekti canim, söz parasını alırsın sonra!
- “………..“
seni böyle ağız dolusu gülerken görmek…
ama… çocuklar söylüyor, her molada içilen çorbada nasıl akıllarına düştüğünü. boğazımıza bir şeyler düğümleniyor, ağzımız cam kırıklıkları ile doluyor sanki o an diyorlar. sokaktaki kimsesiz kedileri, kocaman bir kaşarla besleyen adamdan söz ediyorlar. bunu yapan beşiktaşlı kardeşlerini mi aç bırakacaktı? bizlere veda etmenden beş gün öncesine kadar da elinde iki yetim kedi ile çıkmadın mi avluya? kıyamazdın sen. açız ama şimdi optik, birçok şey için aciz. eskinin sadakatine aciz, samimiyetine aciz. ve az olan taraftayız.
özlüyoruz seni be başkan.. yoklamada hep ‘burada’, ‘mevcut’ diye bağırıyoruz. biz seni asla ‘yok’ yazdırmayacağız, bunu böylece bil; ama keşke bizde bilebilsek bu özlemek hali içimizde hangi köşede saklı. bilsek, bulsak, törpüleyebilsek biraz.
onurlu ve erdemli olmayı öğrettiğin öğrencilerinin aklında silgi ve tebeşir kokusundan başka, helal ettiğin bir not fazlasından gayri şeyler kaldı. üzerinde çubuklu forman ile kollarını iki yana açıp, herkesi hasretle kucaklar gibi resmedilmiş bir halin var ya senin, iste ondan daha başka şeyler kaldı her birimizin içinde.
- “………..“
evet, doluyum, bayağı doluyum hem de.
memedim, biz seninle, yaralarımızın kabuklarını öpecek birinden yoksun kalmış olduk aslında; kabuklarını öpse de hemen geçse dediğimiz yaralarımızın. bizi çok ama çok derinden yaralayan şeyler var. ekseriyetimizin bir ömre yetecek kadar da acısı var. birbirine kardeş olmuş yaralarımız… hiç kanatmayalım kalbimizi desek de, gün oluyor kendi ellerimizle kaşıyoruz yaralarımızı bilip bilmeden, kanatıyoruz yok yere… Sevinçlere de nail olduk en güzelinden, en onurlusu, en şereflisinden, hakkaniyetle hem de. lakin yaralarımızla didişip duruyoruz, kendi kabuğunu dökmesini beklemeden, didişiyoruz ha bire ve yeniden kanatıyoruz iyileşmesine fırsat vermeden.
yeni acıtan şeyler var. oynanan sahalar aynı olsa da, sahadakilerin sayısı ayni kalsa da, değişen şeyler de var. hızla değişen, değiştirilen şeyler. onların stadı, onlar şu kadar şampiyon oldu, onların malı, mülkü, parası forması… böyle şeyler de var; sürekli bir kendini inkar, geçmişi inkar, geleneği inkar hali. kendini tanımadığından olsa gerek, yeterince tanımadığından, göremediğinden ihtimal. kendini sadece ve sadece aidiyet duyduğu beşiktaş ile ifade edebilmek yerine hiçbir aidiyetinin olmadığı bir başkası üzerinden kendini ifade etme hali. farklılığın başkalarında olanlar ile değil, olmayan iledir. bir şey desen eskici oluyorsun. ama bu bir iç fenalığıdır ve benim içim fena oluyor.
hep öyle olur ya zaten; sonra bir bakmışsın başka hayatlarda gezinirken, kendi hayatin uçup gitmiş elinden.
oysa sen, “beşiktaş’tan başka özel hayatım yoktur“ deyip, hiçbir şeyle mukayese edilemeyecek bir yere koymuştun beşiktaş’ı. üzerine kılıçla gelenlere karsı, boynundaki zincirle kapıştın; ama kazan’ın dibinde tartaklanan fenerbahçeliyi cebinde yeterince parası olmadığı için taksi tutup, oradan uzaklaştırdın… bak, bunlarda mukayeselik.
emek ile dalga geçenlere –hepimiz emekçiyiz- diye yanıt vermek mukayeselik. –sekiz-sıfır yenilmek, şerefsiz olmaktan yeğdir- diyebilmek mukayeselik. beşiktaş’ın, beşiktaşlı olmanın hakim olduğu ruhun sana verdiği gurur, kendini yansıtır her zaman. şimdi niye bu kadar alakasız oldu bu insanlar? şimdi kazan’ın dibinde…neyse ya boşver…
- “………..“
yok be başkan, küsmek değil bizimkisi, yanlış anlama. sinirimiz alınmış bizim, kızsak da küsemeyiz, küsmeyiz biz beşiktaş denilince. gidecek başka bir yerimiz yok bizim, bırakmayız.
belki değil, inanıyorum kesinlikle iyileşeceğiz biz! en derin yaralarımıza birbirimize sarılarak derman olacağız yeter ki beşiktaş kardeşliğini, tribünde yan yana, omuz omuza durduğumuz insanlarla olan beşiktaş kardeşliğimizi yitirmeyelim. bu büyük ama çok büyük “biz”i yitirmeyelim; hep “biz” deme erdeminde olalım. umut demişti epey bir vakit önce, dedi ki; -’her an hazırlıklı olmalıyız, optik başkan her pazartesi gecesi rüyalarımıza hesap sormaya gelebilir diye gönlümüz ve vicdanimiz rahat olmalı.’
- “………..“
yok kalsın atkı boynunda, üşümedim ben, sadece bir ürperti geldi birden.
anımsıyor musun ilk maçını? çocuktun daha, ağlıyordun yeniliyor beşiktaş diye. hani yanında cep konyağı içen yaslı bir adam vardı. sen ağlıyordun beşiktaş yenildi diye, yaşlı adam seni teselli ediyordu hani, anımsıyor musun?
ben tanık oldum. ben her şeyin bir insanin gözüne canhıraş hücum ettiğini de gördüm. tıpkı senin gözlerine hücum ettiği gibi. her şeyin bir zerre gözyaşına sığdığını gördüm, bir zerre su damlasına…bir dudak kıpırdamasına sığdığını gördüm koca sevdanın. bir gıdım sese…beşiktaş için…beşiktaş için…
- “………..“
evet, şimdi bize hakikat gerekli. bize hakiki yaşanmışlıklar gerekli. hakiki samimiyet gerekli. daha çok sokak gerekli. hakiki ve samimi cümlelerle konuşulanlardan, yazılanlardan daha çok gerekli. hayat dediğin müsveddelik değil ki temize çekesin. emirhan abi,´yaşam şuncacık bir şey işte´der. beşiktaş bize sunulmuş bir yasam gibidir! beşiktaş, bizim her şeyimiz; hayatimizin en anlamlı, en güzel parçalarından biri. biz, her şeyimize bir halel gelmesin diye bazen hayat ile olum arasında kalabiliyoruz. kalanlar, bizden sonrakiler daha çok yaşayabilsin bu güzelim beşiktaş’ı diye…
hakikat gelenekte, geçmiş hakikatin ta kendisi. bu yüzden biz geçmişe, geleneğimize çapa attık. mevsimin ismi çağ, ayın adı modern, yıllardan endüstriyel! biz bu havalarda daha fazla savrulmayalım diye, geleneğimizden daha fazla uzaklaşmayalım diye geçmişe çapa attık. unutmamak, unutturmamak için. Beni en çok korkutan bu iste; aynaya bakınca kendimi görememek, kendi yüzümü görememek, tanıyamamak kendimi. beni en çok bu korkutuyor.
- “………..“
böyle birden gitmek zorunda mısın?
peki, öyle olsun…gelirsin ama tekrar değil mi?
beşiktaş senin cennetin çünkü.
unutma, sadece bir nefes kadar uzaksın bize.
gitti…..
dc
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol