half life

last director
ömrümde hiç oynamadığım oyun. silahlı oyunları hiç sevmem. red alert vardı zamanında onu oynardım onda da komünist ülkeyi alırdım. başarılı bir strateji oyunuydu aslında. onun dışında silah ve savaş içeren oyunları hiç sevemedim. aslında sevmemek için denemek lazım açıkçası ben denemedim.
beyazina asik bir tutam siyah
oyunlardan pek anlamasam da, bir kiz olarak baya muptelasi oldugum oyun. Omrumun yarisini o gelmeyen trenimsiyi bekleyip ''kara tren gecikir'' turkusu esliginde etrafa levye savurmuslugum coktur. multiplayerda beni oldurmek isteyenlere bocek firlatip kendimi elektrik sokuyla havalarda ucustururdum. selam olsun sana vana goz.
ederson
multiplayer'dan ziyade single player'ıyla efsane olmuş, oyun dünyasındaki kilometre taşlarından biri olan gelmiş geçmiş en iyi fps oyunu.

sen yerin bilmem kaç km altına black mesa'yı inşa edeceksin, xen'e gidip boyut deneyleri yapacaksın, 7 günde dünya ve insanlığın sonunu getirecek combine ırkını dünyaya musallat edeceksin de daha neler. g-man gibi oyun tarihinin en gizemli karakteri de cabası. cidden saygı duyulacak şey.

ama hl1 mi hl2 mi diye soranlara burun farkıyla hl2 diyorum, o da dış dünya atmosferinin mükemmel yaratılması hatrına. resmen canlı kanlı bir distopyaya şahit oluyorsunuz. oynamamış olmak büyük kayıp.
newcastle
first person shooter oyunların belki de ağababası, reenkarne bilgisayar oyunu.

özellikle multiplayer olarak oynandığında devamlı ölüp öldürme üzerine yürüdüğünden mütevellid hikayesiz gibi görünen ama single player oynadığınızda hikayeye ayıktığınız, levyeyle adam döven türk insanını bir adım öteye götürüp levye üstatları yaratan oyundur aynı zamanda kendisi.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol