ralf rangnick

gidiyorum bu
gelişiyle birlikte aslında hepimizi bir nevi teyakkuza geçirmesi gerekecek alman teknik adam. türkiye'yi tanımıyor kalıbından burnout sendromuna, renk körlüğünden daha başka pek çok konuda bıçağını bileyen yazılı ve görsel basınla karşı karşıya kalacağını tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. del bosque ve jean tigana'dan sonra cv'mize üçüncü kez arkasından mendil sallayacağımız bir futbol adamı daha eklemek istemiyorsak başta yönetim olmak üzere bizler taraftar olarak ralf rangnick'i her şartta dışarıya karşı korumakla yükümlüyüz.

kanımca ilk etapta "beşiktaş'ı ileriye taşıyacak isim kim?" konusundan önce "beşiktaş'ı ileriye taşıyacak model ne?" sorusu üzerinde durulmalıdır. nasıl bir büyüme modeli tercih ediyoruz? yıldırım demirören yönetimindeki sekiz yıl içerisinde gördük ki, kafası karışık bir yönetim kafası karışık bir beşiktaş ortaya çıkardı. yıldırım demirören ve arkadaşlarının plânsızlık/programsızlık üzerine inşa ettikleri idari mekanizma, nasıl bir yol izleyeceğine karar veremediği için ne yaptığını bilmeyen bir yönetim anlayışıyla kulübü yüz yüze getirdi. söz konusu süreçte çalışılan teknik adamlara bakmak bu noktada bize bir fikir verecektir. ayrıntılara dalmadan kabaca özetleyelim.

serdar bilgili istifası sonrası yapılan olağanüstü genel kurul öncesi demirören, teknik direktör olarak o dönem yamulmuyorsam macaristan milli takımını çalıştıran lothar matthaeus ile anlaştığını açıkladı. başkanlığa seçildikten sonra vicente del bosque ile sözleşme imzaladı. bu nikâh çok uzun sürmedi. daha sonra yerli hoca ile başarının geleceğini düşünerek rıza çalımbay'ı takımın başına getirdi. şampiyonluk gelmeyince jean tigana yeni teknik direktör oldu. yine umduğunu bulamayınca ertuğrul sağlam beşiktaş'ın başına getirdi. hemen ardından onu mustafa denizli takip etti. şampiyonluk elde edilse de sonraki sezonun sonunda büyük mustafa ile de yollar ayrıldı. takım bu sefer bernd schuster'e emanet edildi. schuster'in gidişinin ardından tayfur havutçu - carlos carvalhal- tayfur havutçu üçlemesiyle bir dönem kapandı.

transfer fiyaskoları, medyada yazılan çizilenin etkisinde kalma, taraftar öfkesi, jorge mendes vs. etkenleri bir kenara bırakalım. sizden ricam bu sekiz yıllık dönemde çalışan isimleri bir üstteki paragrafta tekrar okuyun. bu isimlerin felsefe, taktik, sistem, diziliş vb. unsurlar açısından birbirleriyle uzaktan yakından alâkası olmadığını söyleyebiliriz. işte beşiktaş'ın geride bıraktığımız sekiz yıllık dönemdeki sportif anlamdaki en temel problemi bana göre bu olmuştur. ne yapmak istediğini bilmeyen bir kişi tarafından yönetilmek.

maddi-manevi büyük bir enkazın altında kalan beşiktaş, şimdi yaralarını sarmaya çalıştığı bir döneme giriyor. bir kere ralf rangnick ile anlaşıldıysa uzun vadeye yayılacak bir büyüme modeli tasarlandığını gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. futbol takımına bir mentalite, bir sistem, bir felsefe yerleştirilmesi öngörülmüş. getirilecek kişinin teknik adamlık özelliğinin yanında bir eğitmen vasfı taşıması gerektiği düşünülmüş. yani sadece takımı çalıştırmakla kalmayıp yeniden yapılanama için kolları sıvayacak ve bunu yaparken de eldeki kıt kaynakları en iyi şekilde kullanma becerisine sahip olacak bir isim üzerinde durulmuş. alman teknik adamın bu anlamda sicili hiç de kötü değil. şahsi kanaatim yabancı hoca düşünülüyorsa -ki gelişmelerden bunu anlıyoruz- sahip olunan imkânlar dahilinde getirilebilecek iki üç isimden birisi.

en başa dönecek olursak mesele rangnick'i türkiye'ye getirmekten ziyade, ona burada istediklerini hayata geçirebilmesi için en uygun ortamı sağlayarak her şartta destek olunacağına dair gerekli irade beyanını ortaya koyabilmek olacaktır. sıfırdan bir şeylere başlandığını unutmadan, somut beklentilerimizi geniş bir zaman dilimine yaymak durumundayız. tsg hoffenheim'ın başındayken kendi sahasında karşılaşacağı bir bayern münih maçı öncesinde (vurgula: "eğer şaşalı laflar duymak istiyorsanız münih'e gitmeniz lâzım. ama eğer şaşalı futbol izlemek istiyorsanız burada doğru yerdesiniz." ) şeklinde beyanat veren bir adamdan bahsediyoruz.

medyanın ve diğer unsurların menfi tutumlarına karşı takınmamız gerektiğini düşündüğüm tavıra dikkat çekmek açısından bir hikaye ile noktalayalım.

karga ağzında peynir ile yine bir ağacın dalına konmuş öylece dururken tilki yanına yaklaşarak bildik retoriğini işletir. karga gagasındaki peyniri ayaklarının altında sıkıştırır ve tilkiye seslenir: hiç nefesini yorma. ben la fontaine'i okudum.

la fontaine'i okuyan kaç kartal var? zaman gösterecek.

sabrınız için teşekkürler.
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol