benim için abi,kardeş ikilisiyle ya da arkadaşlarımla gülmekten yarım yarım yarıldığım anlardır.
bir kere daha yaşanılsa denilen anlar
orta okul çağlarında yapılan bir toprak saha maçıdır kendi adıma.
o zamanlar keşan-ereğli diye bir yazlık yöredeyiz, kanımız kaynıyor tabi 3 kuzenle birlikte. gittiğimiz günün akşamı civarda bulunan toprak sahaya dalıyor ve zaman geçirmek için futbol oynuyoruz. civarın emekli memur tipli dedelerinin torunlarının gelmesi de pek uzun sürmüyor tabi. direkt olarak dişler bileniyor, maç ayarlanıyor. ek kontejyandan yörenin en kazma tosunlarını da bizim takıma veriyorlar. her neyse maç başlıyor, kafa kafaya giden maçın ilk devresini 7-5 önde kapatıyoruz. diğer 3 kuzen savunmada destanlar yazarken ben takımın hücum gücünü sağladığımdan inanılmaz yorgun düşmüş durumdayım. bir de sabahtan yol yorgunluğu da var üstümde tabi. ikinci yarı başlıyor, bu sırada dikkatimi çeken maçı kenardan izleyen memur babalar oluyor. hatta teki kaleye bile geçiyor az sonra. inanılmaz işler dönüyor. bir 10 dakika güç bela oynuyorum, o sırada filip de wilde tipli kaleciyle karşı karşıya kaldığım pozisyonum oluyor en son. son diyorum çünkü kalleşçe bir çelme yiyorum ve i believe i can fly fon müziği eşliğinde önce güzelcene uçuyor ardından yere çakılıyorum. kollar mollar hep yara bere içinde tabi görmen lazım. sonra oyundan düşüyorum aniden ve kenara kustuktan sonra istemeye istemeye istemeye evin yolunu tutuyorum. eve gelince annem ateşlendiğimi farkediyor ve uyduruk bir ilaç veriyor akabinde zıbarıyorum.
her neyse, zaten anlattığım kesiti nereye bağlayacağımı az çok kavradınız ama yine de sonunu getireyim. maç dönüşünde bizimkiler odaya geliyor, arka fondan da rakip takımın piçlerinin "yendik şişirdik" sesleri duyuluyor. ben ranzada gözlerimi yeni yeni açarken abimin o yarı kızgın yarı çaresiz bakışı denk geliyor ve diyor ki "keşke bizi yalnız bırakmasaydın"
o bakış ve laf karşısında hayatımda ilk defa o kadar mahçup bir duruma düştüğümü hissediyorum ben. abi diyorum "rövanş maçı ayarlarız ve bu sefer kazanırız dert etme". teselli etmeye çalışıyorum kendisini öyle. bir iki gün sonra ben kendimi toparlıyorum ve tekrar maç istemeye gidiyoruz o toprak sahaya. piçler de bahaneler gırla, güzel kıvırıyorlar. nihayetinde o rövanş maçı lanet olsun ki hiç gerçekleşmiyor. 10 günlüğüne geldiğimiz o beldede de son günler futbola fırsatımız olmuyor, toplanıp gidiyoruz bir öğlen vakti.
işte benim bir kere daha yaşamak istediğim an budur mesela. eğer elimde böyle bir imkan olsa tereddütsüz o güne döner, ölsem-gebersem bile onları sahada yalnız bırakmaz, yenilsek bile eve giden o yollarda onlarla beraber omuz omuza yürümek isterdim. daha önce ve daha sonra hep yaptığımız gibi...
o zamanlar keşan-ereğli diye bir yazlık yöredeyiz, kanımız kaynıyor tabi 3 kuzenle birlikte. gittiğimiz günün akşamı civarda bulunan toprak sahaya dalıyor ve zaman geçirmek için futbol oynuyoruz. civarın emekli memur tipli dedelerinin torunlarının gelmesi de pek uzun sürmüyor tabi. direkt olarak dişler bileniyor, maç ayarlanıyor. ek kontejyandan yörenin en kazma tosunlarını da bizim takıma veriyorlar. her neyse maç başlıyor, kafa kafaya giden maçın ilk devresini 7-5 önde kapatıyoruz. diğer 3 kuzen savunmada destanlar yazarken ben takımın hücum gücünü sağladığımdan inanılmaz yorgun düşmüş durumdayım. bir de sabahtan yol yorgunluğu da var üstümde tabi. ikinci yarı başlıyor, bu sırada dikkatimi çeken maçı kenardan izleyen memur babalar oluyor. hatta teki kaleye bile geçiyor az sonra. inanılmaz işler dönüyor. bir 10 dakika güç bela oynuyorum, o sırada filip de wilde tipli kaleciyle karşı karşıya kaldığım pozisyonum oluyor en son. son diyorum çünkü kalleşçe bir çelme yiyorum ve i believe i can fly fon müziği eşliğinde önce güzelcene uçuyor ardından yere çakılıyorum. kollar mollar hep yara bere içinde tabi görmen lazım. sonra oyundan düşüyorum aniden ve kenara kustuktan sonra istemeye istemeye istemeye evin yolunu tutuyorum. eve gelince annem ateşlendiğimi farkediyor ve uyduruk bir ilaç veriyor akabinde zıbarıyorum.
her neyse, zaten anlattığım kesiti nereye bağlayacağımı az çok kavradınız ama yine de sonunu getireyim. maç dönüşünde bizimkiler odaya geliyor, arka fondan da rakip takımın piçlerinin "yendik şişirdik" sesleri duyuluyor. ben ranzada gözlerimi yeni yeni açarken abimin o yarı kızgın yarı çaresiz bakışı denk geliyor ve diyor ki "keşke bizi yalnız bırakmasaydın"
o bakış ve laf karşısında hayatımda ilk defa o kadar mahçup bir duruma düştüğümü hissediyorum ben. abi diyorum "rövanş maçı ayarlarız ve bu sefer kazanırız dert etme". teselli etmeye çalışıyorum kendisini öyle. bir iki gün sonra ben kendimi toparlıyorum ve tekrar maç istemeye gidiyoruz o toprak sahaya. piçler de bahaneler gırla, güzel kıvırıyorlar. nihayetinde o rövanş maçı lanet olsun ki hiç gerçekleşmiyor. 10 günlüğüne geldiğimiz o beldede de son günler futbola fırsatımız olmuyor, toplanıp gidiyoruz bir öğlen vakti.
işte benim bir kere daha yaşamak istediğim an budur mesela. eğer elimde böyle bir imkan olsa tereddütsüz o güne döner, ölsem-gebersem bile onları sahada yalnız bırakmaz, yenilsek bile eve giden o yollarda onlarla beraber omuz omuza yürümek isterdim. daha önce ve daha sonra hep yaptığımız gibi...
Beşiktaş milangaz'ın 3 kupalı sezonu.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?