yakıyorsak aşkımızdan

kaptan
yakıyorsak aşkımızdan! yanıyorsak sevdamızdan!

ben genelde spor yazmam, arada dokundururum sadece, az çok bilirsiniz. ama yazmalıyım, nerede yayınlanacaksa yayınlansın, sonu ne olacaksa olsun yazmalıyım. eliniz kırılsın.

4 nisan 2009, günlerden cumartesi. Çocuksu bir heyecanla kalktım yatağımdan, dudağımın kenarına kondurmuştum uzun süredir kimsenin görmediği o gülücüğü. umutlu ve inançlıydım yıllar sonra, tıpkı babamın cebindeki son parasıyla bana rızanın formasını aldığı o çocukluk günlerimdeki gibiydi inancım.

ah bir bilseniz ne çok istedim o sabah bir çocuğumun olmuş olmasını. görmeliydi bu büyük tutkuyu. bu aşka şahit olmalı ve anlatmalıydı ileride çocuklarına, tıpkı benim ona anlatacağım gibi.

geliyordu denizin üzerinden bir kartal, kara mı kara, keskin mi keskin pençelerini açmış. inanmıştı kartal ve çocuklar inanmış.

tozlanan bayraklar raflardan çıkmış, semt kucak açmış aşkına, dizilmiş yollara on binler. ellerde meşaleler, yakmaya hazır bekliyoruz istanbulu.

aşkımız yakar aslında meşaleye gerek de yok da neyse.

Çocuksu bir heyecan dedim ya aynen öyle, heybemize umutlarımızı da koyup yol aldık semte doğru. kazan ın önünden geçerken yüreğim çoktan başlamıştı haykırmaya -cehennemde ateşinle kavur bizi- diye. yıldıza çıktığım o anı ise asla unutamam. yolun dört bir tarafı tutulmuş, çoluğu, çocuğu, genci yaşlısı, akıllısı delisi yediden yetmişe tümü beşiktaşını bekliyor. amaç gövde gösterisi yapmak değil ki zaten kimseye bir şey ispatlamaya niyetimiz olmadığı gibi gerek de hissetmiyoruz.

tek bir düşüncemiz var; taşkınlık yapmadan, kimseyi yormadan kırmadan, takımımıza şu mesajı vermek: -bakın çocuklar, yıllar sonra ilk kez bir umut doğdu yüreğimizde, umudumuz, düşümüz, bu yıl, geçen yıllar elimizden alınan şampiyonluklarımıza inat, hakemiyle, federasyonuyla, yayıncısıyla bile dişe diş gidip, sokak ağzıyla gidere gider yapıp, kralına posta koyup, şampiyon olun! Çünkü bizler bu ışığı gördük, işte inancımız, haydi! sizler de inanın!

alemin kralı geliyor tezahüratı dalga dalga yayılıyordu yıldızdan aşağıya, derken binlerce meşale yandı. o anı görmeliydiniz. dilek ablam, tribünün veletlerinden nartı da omzuna almış, uzun zaman sonra ilkerim yeminine tövbe edip gelmiş, güvenç, emre, melda, ferdi, talip, Özge, ulaş, onur, cem ve harun abi, neyzen baba ve daha nice kardeş, dost, abi. nice beşiktaşlı. yanıyordu istanbul. ama aşkımızdan. ve yanıyorduk, sevdamızdan. nikom da evde yanıyordu ateşten, göremedi o güzelliği ama olsun.

eşlik etmek istedik, ta ki polis 1 mayıs provasını üzerimizde tatbik edene kadar. havada uçuşan biber gazları, 1 metre ötede hiç bir şey yapmadan duran insana sıkılan tazyikli su, önüne gelene atılan uçan tekmeler, gencecik çocukların belinde esneyen coplar, ana, bacı, kardeş edilen küfürler.

ben celalettin cerrahın beşiktaşlılığından şüphe ediyordum zaten ama artık hiç inanmıyorum. ayrıcalık mı tanısın diye düşünenler varsa yazıyı da okumasınlar, benle de muhatap olmasınlar. ayrıcalık değil, adalet istiyoruz.

polis, her başımız sıkıştığında imdadımıza koşmakla yükümlü, milletin huzuru, refahı ve güveni için çalışan devlet görevlisi. yeri gelir şehit düşer bir karakolun köşesinde. yeri gelir emperyalistleri korurken bir kulübede ölür. teröristleri avlarken pusuya kurban gider. sivilken fark edilirse ağzı burnu kan revan içinde kalır. ben görevini gerçekten görevinin anlamına binaen yapan polis için canımı veririm. asker için de öyle.

amaaaa;

cumartesi günü gördüklerimi bir yere koyamıyorum. hazmedemiyorum. birini gözaltına alacaksan tutar kolundan götürürsün arkadaş. senin ekibin var, otobüsün var. kelepçen var. saçından tutup yerlerden sürüklemezsin, önüne gelene vurmak da neyin nesi? egolarınızı mı tatmin ediyorsunuz anamıza avradımıza bacımıza söverken? ki senin bana -lan- demeye bile hakkın yok. Çocukluğunda çok dayak yemiş ya da çok ezilmiş olan insanlar, belirli bir unvana kavuşunca, üniformanın ya da görevin verdiği güce dayanarak sebepli sebepsiz ezme politikası uygular. ergenlik ve gençlik döneminde hep onu koruyacak bir kalkanın hayaliyle yaşar: -polis olmalıyım evet! polis olunca kimse bana dokunamaz. Önüme geleni döverim. oh sefam olsun. şöyle döverim böyle döverim. biraz da yana çevirir döverim. biraz da mikrodalgaya koyarım.

sen devletin sana verdiği üniformaya güvenerek, çoluğun çocuğun olduğu yere biber gazı atarsan, sana -yapmayın, bakın taraftar stada gidiyor sadece- diyen adama 1 metreden tazyikli su sıkarsan, kadınını kızını, gencini yaşlısını itip kakıp bir şeyler yaptırmaya çalışırsan, ben sana da, senin amirine de, senin başına da, seni oraya getirene de zerre kadar güvenmem.

herkes aynı şeyi söylüyordu çıkarken;

155, polis imdat mıdır? yoksa; imdaat! polis mi?

amirin yanına soru sormaya gidiyorum, adam bana -Çık git sıkarım suyu- diyor. -neden biber gazı sıktınız- diyorum; -yanlışlıkla oldu- diyor. bu diyaloga olduğu gibi hemen ardından polisin yaptığı anonsa da herkes şahit oldu . maça 5 dakika kalmış, millet harıl harıl stada girmeye çalışıyor, panzerin ya da diğer emniyet araçlarının yanında tek bir taraftar kalmamış, anons yükseliyor: -bak beşiktaş taraftar grubu, dağılın yoksa yaralı vereceksiniz birazdan!-

terörist miyiz biz? sen maaşını benim cebimden kesilen vergilerden alacaksın, bir de ortada bir şey yokken -yaralı verdiririz- diye tehdit edeceksin! ne güzel istanbul be!

yaptıklarınızdan hiç mi utanmadınız? kimseyi yerme ya da övme politikam olmamıştır bugüne dek, olamaz da, ama Çarşının en delikanlı, en mantıklı adamlarından cem yakışkan, taraftarları stadın olduğu yere doğru yönlendirirken kendi gözlerimle gördüm. sonra da size doğru -taraftar size gelmiyor, neden su sıkıyorsunuz hala- demeye yeltendi ki, vicdansızca su sıkıp savurup attınız kırk küsur yaşındaki adamı. size karşı sadece elini açıp gelen insana bunu yapmak hangi yüreğe, hangi vicdana sığar?

ki bir isyanın resmidir artık onun panzerin karşısında ellerini açmış duruşu.

küçük çocuklar babalarına sizin için -baba biz onlara ne yaptık ki?- diyorlardı biliyor musunuz? bu çocuk bir gün yolda kaybolsa, kime gelecek yardım istemek içi?. düşünmeyecek mi -ben polis amcaya gidersem bana vurur mu ya da beni yakar mı- diye?

biz sadece sevdik. yaptığımız tek şey buydu cumartesi günü. ne sizi zor durumda bırakmak için geldik. ne kendimizi. ne çevredeki insanları ne de küçük çocukları. biri size amacınızı yanlış anlatmış. vurmak, kırmak, dövmek küfretmek midir bir insana laf anlatmanın şekli? yazık! ve yazıklar olsun! ilk anda yazsaydım hakaret de ederdim ama yok. değmezsiniz.

askere de bir çift sözüm var; gözü yanıp, kafası yarılıp, kolu bacağı kırılıp dolmabahçe sarayının avlusuna sığınan taraftarlara silah doğrultmak mıdır senin görevin?! eline silah verildi diye bu ülkenin koruyucusu mu sandın kendini? koruduğun yer, halkının canı yanmasın diye ömrünü feda eden bir liderin öldüğü yer! sen onun ruhi makamında, onun canından çok sevdiği halkına, sırf yardıma muhtaç olduğu için silah doğrultuyorsan, ben senin askerliğinden de, insanlığından da şüphe ederim. silahın ağzına mermi, halk yardım istediğinde değil, düşman üzerine geldiğinde verilir. atatürkün askerleri bunu yapıyorlar ama hainlere karşı. halka değil. bilmem anlatabiliyor muyum?

şerefli, görevini şevkle yapan emniyet mensuplarının 164. yıllarını kutluyorum. ancak o gün orada orantısız güç kullanan, üniformasının verdiği yetki yüzünden insanlıktan çıkmış olan ne kadar adam varsa hepsini 164 kez vicdanıyla baş başa bırakıyorum. vicdan muhasebesi bakkal defterlerinde tutulmuyor. yüreklerde yapılıyor. varsa. anlayana. tanrı biliyor.


yakıyorsak aşkımızdan. yanıyorsak sevdamızdan.

saygılarımla.
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol