dersten çıkmışım, saat 6, hava kararmış, aklımda maruz kalacağım lanet trafik var. her zaman ilk durağa yürür,otobüste istediğim yere oturur rahatça kitabımı okur radyomu dinlerim, bu sefer kararan havanın da etkisiyle 'şimdi oraya yürürken bizim otobüs geçer,bir daha bekleyemem' deyip okulun önündeki durakta bekliyorum.
otobüs geliyor,oturacak bir yer de buluyorum, hoş. hemen önümde,çaprazda bir kız oturuyor. sapsarı saçları, porselen teniyle buraların yabancısı olduğu o kadar belli ki. hafiften çekik, ufak gözlerini görünce 'bu kız kesin finlandiyalı' diyorum. ve fakat bu tahminimi doğrulama şansım yok. üzerinde kemik rengi örme bir hırka, elinde iphone, kah mesajlaşıyor kah kalabalıklaştıkça insanlıktan çıkan meslek liselileri inceliyor. aklımı veremiyorum ne okumam gereken parçalara ne de en sevdiğim şarkılara. epitaph çalıyor,ama ben king crimson'dan affımı dileyip kulaklığı çıkarıyorum. ne yapacağımı bilmiyorum. kız son durağa kadar gelmez ki. hem ya sevgilisi varsa? ayrıca bu kızın sevgilisinin olmama ihtimali mi var? ne zamandan beri melekler iett'nin konservemsi otobüslerinde yolculuk ediyor?
en yakın arkadaşıma durumu mesaj geçiyorum. 'e konuş abi' diyor. 'oğlum otobüste nasıl konuşayım? eğer 4 leventte inerse ben de peşinden insem mi acaba?' diyorum, 'in tabi,şansını dene. hem kaybedeceğin bir şey yok ki' diyor bizimki. aklıma yatıyor.
kız 4 levent'te yerinden kalkıyor,bir anda kalbim limitini zorlarcasına atmaya başlıyor, ne yaptığımı anlamaksızın ben de kalkıp iniyorum peşinden. metroya giriyor hızlı adımlarla, 'lan turnikeleri geçmeden konuşmam lazım' diyorum, metroda önce bankamatikte işlem yapıyor, ben de simit,poğaça ve türevi satan yerin önünde dikiliyorum. bir yanda da 'napıyorum lan ben?' diyorum. daha önce hiç böyle bir şey yapmadım ki ben. hiç öyle dışa dönük birisi olamadım ki. kızın yabancı olma ihtimali rahatlatıyor, ingilizce iletişimi çok daha rahat kuruyorum çünkü. 'acaba hyva paivaa diyerek mi başlasam?' diyorum, iyi de ya kız fin değilse,ayrıca ben fince üç beş şey yazabiliyorum, telaffuz edemiyorum ki. 'saçmalama salak' diyorum.
işte orada,hızlı adımlarla ilerliyor, önce ne olur ne olmaz bir şekilde 'merhaba...' diyorum, anlamaz bir ifadeyle 'english?...' diyor.'biraz konuşabilir miyiz?' diyorum, stresli bir şekilde 'arkadaşıma gidiyorum' diyor, 'sadece birkaç cümle?' diyorum, duralıyor; bir anda sular ve seller biçiminde onu otobüste gördüğümü, neden ve nasılını bilemeden kendimi burada karşısında bulduğumu, onunla konuşmak zorunda hissettiğimi anlatıyorum. mahçup bir gülümsemeye biraz da acele karıştırıp 'sorry,i'm going to my boyfriend' diyor. hemen 'oh,sorry..good evening' diyorum ve ayrı yönlere götürüyor ayaklarımız bizi. ne sandın oğlum, bir de üçüncü tekil mi olacaktı böylesine bir kız? fakat içimde bir rahatlama var. eğer bu saçma sapan maceraya atılmasaydım rüyamda görebileceğim, her gün ilk durağa gidip kendisini görme umudu besleyebileceğim bir kız çünkü kendisi. her neyse, istanbul'da ne kadar süre kalacaksın bilmiyorum büyük ihtimalle değişim öğrencisi kız, umarım her şey gönlünce olur.
yıldırım editsel itiraf: aralara boşlukları koyduk da at kafası kadar yazı oldu, kim okuyacak bunu?
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?