özgecan aslan

saniyede yirmidört kare
katledilişi ile insanlıktan ve yaşadığım toplumdan bir kere daha tiksinmeme neden olmuş gülüşü güzel genç kadın. ali ismail'i ve berkin'i kaybettiğimde de böyle olmuştum. bana bu kadar üzgün ve nefret dolu geçirdiğim 20'li yaşlarımı kimse geri vermeyecek. içimde hep kırgın olacağım, muhtemelen bu kırgınlıkla öleceğim... eğer başıma tıpkı özgecan gibi bir musibet gelmezse, bunun garantisini hiç kimse veremiyor çünkü.

kırgın içimi dökmem gerekli biraz müsadenizle. günlerdir sadece okuyorum, anlamlandırmaya çalışıyorum, içim eziliyor sinirden de içime gömüyorum yine.

ilk defa toplum olarak bir düşüncede birleştik: bunun vahşilik olduğu. ancak birtakım insanlar yine ataerkilliği yüceltirken ''kadın namusumuzdur, nasıl öldürürsün!'' veya ''koruyamadık özgecan'ı'' diyen erkekler gibi. birtakım insanlar da asıl kadın mücadelesinin ortasından yükseltiyor sesini ''kadınız biz! artık yeter!'' diyerek. ben şu an kadın mücadelesinin ortasından yazıyorum, her zaman yazdığım ve yazacağım gibi. [ybkz]swh[/ybkz] [ybkz]swh[/ybkz] [ybkz]swh[/ybkz] [ybkz]swh[/ybkz]

özgecan'ın öldürülüşüne toplumsal bir kırılma diyebiliriz, böylesi bir kırılmaya yıllar yıllar öncesinden ihtiyacımız vardı. bize her şeyin geç geldiği gibi bu da geç geldi. bir özgecan gülüşü kadar geç, her şeye değebilecek bir gülüşken o üstelik. her bir kadının olduğu gibi... ülke elbette bir anda kabuk değiştirmeyecek bu olayla birlikte ya da sanılanın aksine idam cezası, hadım vs gibi şeylerle çözülmeyecek, hukuk sistemi de bir anda değişmeyecek. ancak bir nesil bilinçlenecek. biz o bilinçlenecek nesiliz. kırılmış, aşağılanmış ama buna rağmen gelecek nesile umut taşıyacak olan biziz. hayatta kalmamız için bu umuda sarılmamız gerekli. rastladığım bir istatistik türkiye'de 26 milyon çocuk olduğunu söylüyordu. 26 milyon berrak beyin, içini istersek şiddetle, vahşetle doldururuz, ister dinsel zırvalarla istersek de insanlıkla. ama bu 26 milyonun ne kadarına ''düzgün'' eğitim verilebilir. kendi yaşadığımız ''modernite'' henüz bu ülkenin her yerine ulaşmış değil. biz televizyonda izlediklerimize inanmıyor, sorguluyor ve hakkımızı sokakta, bir şekilde yazarak, anlatarak arayabiliyoruz. peki arayamayanlar? 13'ünde evlendirilen kadınlar? sırf ekonomik bağımsızlığı olmadığından çocuğunu büyütemeyeceği veya baba evine dönemeyeceği için erkek şiddetine dayanan kadınlar ve o ortamda büyüyen çocuklar? bugün biz facebooktan, twitterdan ya da sözlüklerden yazıyoruz bir şekilde kendi aramızda ''birlik'' olabiliyoruz, ya bizim bu kadar birlik oluşumuzdan güçlü duruşumuzdan haberi olmayanlar? bizim burada olduğumuzu bilmeyen her bir kadını düşündüğümde boğazıma bir yumru oturuyor, bizim bilmediğimiz hanelerde bilseniz ne cehennemler var.

ben o cehennemlerin birisinde doğup büyüdüm. annem üç çocuğu ile baba evine dönemeyen kadınlardan sadece bir tanesiydi. üç çocuğunu yalnız başına büyüttü. 33 yıl boyunca, tüm hayatını evine, kocasına ve çocuklarına adadı. üstelik bütün bunları şiddet görerek, aldatılarak, aşağılanarak yaptı. çocukken hep kabuslarımda annemin balkondan atlayarak intihar etmek üzere olduğunu görürdüm. ağlayarak fırlardım yataktan. bu korku yüzünden 10'lu yaşlarıma kadar annemle uyudum. çocuklar neler olup bittiğini size sormaz asla, ama bilirler. sessizce odalarında bacakları titreyerek ve ağlayarak dinler içeriden gelen kavga seslerini. şimdi o 26 milyon çocuğu düşünüyorum, ben çok şanslıydım. çünkü annem bize ilk önce yalan söylememeyi ve vicdanlı olmayı öğretti. ben vicdanlı olmayı babam annemi döverken öğrenmiştim. sonra bir de güçlü olmayı öğrendim annemden ve iki abimden. üniversiteden mezun olur olmaz daha memlekete döneli 1 hafta bile olmamışken annemle beraber terk ettik babamı. boşanma davalarının ikinci celsesi birkaç hafta sonra görülecek. peki bir gün o 26 milyonun içinden kaç tane çocuk tüm bunların hepsine göğüs germek zorunda kalacak 20'li yaşlarında? annem ve ben görece şanslıyız şu anda o bilmediğimiz cehennemli hanelerden. ben bugün kadın mücadelesinin içinden bunları yazabiliyor, annemin yanında durabiliyorum...bunları neden anlatıyorum? büyüdüğün aile ve birlikte olmak çok önemli! bir olmak, güçlü olmaktır çünkü. bu bir olmanın içerisinde asla erkeklere nefret kusmak, idam gelsin, hepsi hadım edilsin demek yok. temel yaşam haklarımızı bir aradayken savunmak var. kadının kadını ölesiye yerdiği, bazen en çetin düşmanının kadın olduğu gerçekliğinden ''bir olmanın'' önemini ölesiye savunuyorum. bir arada durursak bizi o kadar kolay öldüremezler çünkü.

dün sosyal medyada 16 şubat'ta özgecan için siyah giyiniyoruz bildirisi dolaştı. bugün dışarıya çıkarken, elim mavi bir kazağa gitti önce sonra siyah. birlik olabilmeyi çok istiyordum ama pek umudum yoktu. siyah kazak, siyah bir pantolon giydim yine de. birkaç arkadaşımla şehrin pek işlek cafelerinden birisine gittim, boş masa bulunamayan saatlerde. içeri girip nihayet boş bir masa bulduğumuzda farkettim çevremdeki kadınları. görüş alanımdaki yan masada 5 kadın vardı, hepsi siyahlar içinde. ayağa kalkıp bütün mekanı taradım, belki 2 belki 3 kadın haricinde neredeyse dolu mekandaki tüm kadınlar siyah giymişti. ve herkes gerçekten üzgündü. o mekanın kahkaha sesleri ile dolup taştığını biliyorum. herkes sessiz ve yaslıydı. gündelik hayatlarının tam ortasına kurulmuş yas. yerime otururken gözlerim doldu, önce özgecan'ın gülümseyişini hatırladım, keşke yaşasaydı biz onu hiç bilmeseydik ve o da arkadaşları ile bir cafede kahve içmek üzere olsaydı diye ağladım. sonra bu kadar kadının birlik olabilmesinin insanı ne kadar güçlü hissettirmesine ağladım gururla. düz bakıldığında sadece bir kıyafet gibi, ama değil. örgütlenirsek eğer, aynı şeyi söyleyebiliriz'i gördüm bugün o cafede. gün içinde tanımadığım bir sürü kadınla karşılaştım. kadınlar tuvaletinde, tramvayda, sinema salonunda... daha önce böyle hiç hissetmemiştim, aramızda sessiz bir anlaşma var gibiydi hepsiyle. her birimiz acı çekiyor ve bir şekilde hareketlerimizde en ufak iletişimimizde, tuvalet sırasında, muslukta el yıkarken, peçete için yer verirken, ineceğimiz durağı söylerken birbirimizin acısını paylaşıyorduk. ilk önce ''bana öyle geliyor herhalde'' dedim, gecenin sonunda eve gelmek üzere ayrılırken bana göre sanrı olan şeyi arkadaşlarıma sordum, ''siz de bu sessiz iletişimi hissettiniz mi?'' dedim. ''aynı şeyi düşündük yemin ederiz!'' dediler. birkaç saniye birbirimize bakıp vedalaşma sarılmasına başladık. ''eve gidince mesaj at'' diye hatırlattı içlerinden birisi, her zamanki gibi. arkam dönüktü, ağladığımı hiçbirisi görmedi.

bu bağlamda en başa döneceğim. belki de uzun zamandır ilk defa toplum olarak bir düşüncede birleştik. herkes kendi perspektifinden bakarak lanetler bu olayı. ama bu sonucu hiçbir zaman değiştirmez. özgecan pek çok nedenden dolayı hepimizin empati yapabileceği yeni bir kurbanı bu kadını ikincil konuma itip, aşağılayan, değersizleştiren, hiçe sayan, ona zorunlu roller biçen, sıfatlar yapıştıran, ona çizilen ve mecbur kılınan sınırların dışına çıkacak gibi olsa vahşice öldüren sistemi yüzümüze vurdu. biz kadınların hiçbir zaman kabuk tutmayan yaraları vardı, özgecan'ın katili o zalim hepimizin yaralarını deşti o'nu öldürdüğü bıçakla. şimdi canımız hiç olmadığı kadar çok yanıyor, kanıyor; ama hissediyorum, ilk defa bu acı bizi güçsüz kılmak yerine daha güçlü yapıyor. çünkü kalbim bir özgecan'a daha dayanamayacak kadar öfkeli ve beni yalnızca bu öfke ayakta tutuyor.

buradan daha güzel bir yerde, sana bu ülkede veremediğimiz huzurla uyu canım kardeşim.
ve ne olur affet bizi, sen ölmeden önce sesimizi çıkaramadığımız için.
ve ne olur bize güç ver, artık daha çok sesimizin çıkması için.
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol