babamın bana verdiği en anlamlı hediye.6 yaşından belirli bir yıla kadar çeşitli seviyelerde ve ortamlarda oynadığım, sonunda ise obsesifliğe doğru yol aldığımdan kendimi senelerdir mahrum ettiğim sanat.oyun diyemediğim ve benim sahip olduğum her duyguya tercüman olan satırlarla devam edeceğim. tabii ki stefan zweig'ten: ...ama satranca oyun demekle, haksız bir kısıtlama yapmış olmuyor mu insan? satranç aynı zamanda bir bilim, bir sanat değil mi, yerle gök arasında süzülen muhammed'in tabutu gibi bu iki kategori arasında gidip gelmiyor mu, bütün karşıt çiftlerin bir kerelik bileşimi değil mi? hem çok eski hem de yepyeni, düzeneği hem mekanik hem de hayal gücüne bağlı, hem sabit geometrik bir alanla sınırlı hem de bileşimleri sınırsız, hem sürekli gelişen hem de kısır,hiçbir şeye götürmeyen bir düşünme,hiçbir şeyi hesaplamayan bir matematik,maddesi olmayan bir mimari,bununla birlikte varlığıyla tüm kitap ve yapıtlardan daha dayanıklı olduğu su götürmez, bütün halklara ve bütün zamanlara ait olan tek oyun; can sıkıntısını öldürmesi, zihni açması,ruhu canlandırması için hangi tanrı'nın onu yeryüzüne gönderdiğini kimse bilmez.başlangıcı ve sonu nerededir? her çocuk onun temel kurallarını öğrenebilir, her acemi onda şansını dener, ama yine bu değişmez dar karenin içinde özel ustalar yaratır satranç...bu dahilerin en özeli için: (bkz: emanuel lasker)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?