çingene kitaplığı

ssm
Düşüncelerinden uzaklaşmak için nereye gidersin? Bir sahil kasabası, bir bar, binalar ya da kerhaneler. Olabildiğince genel evlerin sıralandığı mahallelerde kaçıncı fahişeyi seçeceksin? Nereden bileceksin? Sarı saçlı olanı tutmayacak gözün, esmer olan da korkutacak seni ve kumralın fiyatı aşacak belki seni.
Ey, kara gözlü çingeneliğim, ne zaman yeşile vurdu gözlerini hüzünlerim?
Nereye atacağım ben şimdi kendimi, bırakıp yazdıklarımı, hangi denizde boğmaya çalışacağım kendimi?
Biliyor muyum? Hiç sanmıyorum.
Neyse, kendim hakkında yazmaktan vazgeçmeliyim artık.
Karanlık yeni bastırıyordu. Kot pantolonlu çingene, cadde üzerindeki kitap tezgahını yavaş yavaş topluyordu. Rasgele atmıyordu torbaya kitapları, bilimkurgu türündekiler en alta, polisiyeler onların üstünde, dramlar onlarında üstündeydi. Onlarca kitabı böylesine düzenli bir şekilde toplamak ona ne kadar zaman kaybettirse de; umursamıyordu. Kitaplar onun için hem eski bir dost hem de yüzemeyen bir ekmek teknesiydi.
“Gemiler aslında yüzmedi. Deniz sadece elleriyle oradan oraya fırlattı onları. Gemiler asla icat olmadı, deniz uslandı sadece.”
Ekmek teknesinin halatını, iskeleden sökerken yağmurun yaklaştığını hissettirdi hava. ilk önce kararan hava, büyük bir fotoğraf makinesinin flaşına kapılmışçasına aydınlandı, ardından büyük bir çığlık koptu gökyüzünden.
“Merhaba tanrım, umarım gözlerim kapalı çıkmamıştır.”
Caddenin eski kaldırımlarında yansımasını görebiliyordu. Kaldırımın bir şey yansıttığı yoktu ama o kaldırımda görebilmekteydi kendini. Yıllarca her santimini ezberlemiş, bu kaldırım da belli bir hüznün yansıması vardı ondan, tüm hatları sigara izmaritinden.
“Ne kadar çevreci olursan ol, sigara izmaritini kaldırıma atmak yapabildiğin en güzel şey.”
Yaşlanmıştı ya da sigaraların içindeki nikotin oranları arttırılmıştı. Büyük bir sarı leke gibiydi, geçmişi. Sigara içen parmaklarda kalan şu sarı lekelerden.
Kitapları toplamayı bitirdiğinde.
“Onlarca kitap, onlarca hayat ve ben sadece bu metindeki çingeneyim.”
Kitapların olduğu büyük çantayı kapattı hızlıca, yağmura yakalanmak istemiyordu. Caddenin kuytu köşesinde duran tahta sandığa yaklaştı yavaşça, sandığın kapağını açtı ve içerisine bıraktı ekmek teknesini. Sandığı kapattıktan sonra tekrardan kitlemeyi ihmal etmedi hatta bir de açılıp açılmadığını kontrol etti. Her şey tam istediği gibiydi.
Yürüdü, yürüdü ve biraz daha yürüdü.
“Yürümek, hüzün toplamak gibi. Onlarca insanın arasında hüzün mıknatısı gibiyim.”
Caddenin sonunda seyyar bir kitapçıyla karşılaştı. Onu burada daha önce hiç görmemişti. Kitapçıya yaklaştı. Selamını aldı, selamını verdi. Sonra tanıdık bir cümleye denk geldi;
“Abicim, nasıl bir şey arıyordun?”
Tanıdık cümleler, tanıdık ağızlar ve tanıdık sigara izmaritleri. Bu kitaplarda da tanıdık kaçak sigara kokusu. Bir yerlerden akraba gibi her şey.
Adamın cevap beklediğini fark etti. Hiç düşünmeden cevapladı;
“Yağmur yaklaşıyor, elini çabuk tutsan iyi olur.”
Adam, çingenenin ne dediğini anlamamış gibi bir de elindeki listeyi kontrol etti.
“Valla abicim, o dediğin bende yok ama istersen getirtelim.”
O sırada yağmur geldi ama kitap hiç uğramadı oralara.
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol