kendisi hakkında ekşisözlük'ten johnny c goode'un epey emek harcanmış yazısını paylaşıyorum,yorum falan da eklemiyorum bu sefer,bu uzun yazıyı kim okuyacak bilmiyorum ama herkesin okuması gerektiğini biliyorum.
gidişiyle beni çok üzmüş olan adam. hakkında sayfalarca yazı yazabilirim, duygusal/teknik her türlü. gidişiyle bana 8 aylık ve çok hareketli bir ilişkiyi bitirmiş gibi hissettirdi, aşk şarkıları dinleyip her yere aşk sözleri yazan latent ibneler gibi oldum. ekşi sözlük'e de carvalhal ile geçen 8 ayın bana göre özetini, iyi/kötü biraz taraflı bir pencereden yazmak istiyorum.
2 ağustos günü, sıcaklık çok yüksek, hava yanıyor. yasa tankercilik'te staj yapıyorum ve personelin konusu 3 temmuz'dan beri aynı. twitter'ı refresh ettim, ''beşiktaş'ın yeni hocası carlos carvalhal!''. galatasaraylı göktan abi'ye koştum, böyle böyle dedim anlattım, haberi araştırdık falan, kaynaklar artmaya başladı ve 1-2 saat içinde resmiyet kazandı. babamı aradım bahçeye çıkıp, ''kim lan bu kaşkaval maşkaval'' tepkisini verdi, ben de o gün sözlüğe (bkz: #24781897) böyle yazdım, ''kim lan bu?''
carvalhal'in beşiktaş'a o gün gelmesi bana göre inanılmaz bir yönetim zaafiyetiydi. hala da öyle düşünürüm. senin hocan hapse girmiş, çıkmasını bekliyorsun ve o süreç içinde ''geçici'' bir hoca arıyorsun. geçici hocanın en önemli özelliği ''takımı tanıyor olmak'' olmalıyken portekiz'den loser bi hoca getiriyosun. takımı tanıyan bi hoca türk olmalıydı, ya da ''tayfur çıkana kadar roland koch bizim hocamız!'' denilebilirdi. ama takımı hiç tanımayan, yabancı bir adamı başka bir ülkeye ''geçici'' hoca olarak getiriyorsun, işte yıldırım demirören yönetimi..
15 gün geçti, carlos ilk maçına çıktı alania'ya karşı. 11'i gören noat samisa twitter'da ''bu maçta direkt olarak duran toptan gol atarsak bu düşük pr'lı hocanın en büyük destekçisi olurum'' dedi. dakika 24, kornerden gelen topu sivok gole çevirdi! 3-0. kenarda güzel bir görüntü veriyordu ve takımı çok doğru bir taktikle çıkarmıştı, moralsizdik ve bu 3-0 çok iyi gelmişti.
sonraki hafta rusya'da bok gibi bir zeminde oynandı rövanş, son 10 dakikada yenilen 2 gol ve 2-0lık mağlubiyet. ''carvalhal bu işi yapamayacak!'' diyenlerin sayısı arttı tek maçla, yine de turu geçtik..
15 gün sonra artık lig başladı ve guti'yi eskişehir'e götürmedi ligin ilk maçında carlos. bu kararı destekleyen ben veli'nin ilk 11de ''forvet arkası'' olarak çıkmasına çok kızmıştım, çünkü eskişehir'de kalabalık ve savaşkan bir ortasaha gerekti ve kulübede ernst reyiz vardı! maç bitti, mağlubiyetin suçlusu carvalhal'di, ama twitter'a o gün maç sonrası şunu yazdım ''bu sene kızmayacağım iki adam var, takımı hiç tanımayan ve bi anda kendini burada bulan carvalhal; bir de takımda sağbek yokken sezon boyu burada mücadele edecek olan ibrahim toraman.''
5 gün sonra herkes maccabi'ye karşı guti'nin oynamasını bekliyordu, ama o yine kadroda yoktu. aurelio, ekrem gibi sürprizler vardı 11'de. skor da sürprizdi, ama güzelinden; 5-1! carvalhal ve egemen'i net olarak sevmeye başlamıştım artık, aurelio'yu da daha çok sevmiştim. sıkıntı şuydu ki, çok formda olan hugo almeida sakatlanmıştı. bi sonraki maçta stoper sidnei'nin çıktığı ilk maçta attığı 2 gol ile ankaragücü galibiyeti geliyordu. carvalhal artık takdir görmeye başlamıştı.
22 eylül'de bursa karşısında ilk dakikada yenilen gol, 20. dakikada 10 kişi kalan rakip, 80. dakikada 10 kişi kalan beşiktaş. 60 dakika fazla oynayan beşiktaş kaleye dahi gidemiyordu bursa'da, son dakikada ismail'in iki asistinden gelen 2 kafa golü mucizevi bir 3 puan kazandırıyordu siyah beyazlılara en zor deplasmanında, holosko'nun golünden sonra carvalhal'in yaptığı uzun koşu da gülümsetmişti bizleri. daha önceki maçlarda da seviniyordu içten, ama bu maçtaki coşkusu ''bu adam işini ciddiye alıyor!'' dedirtiyordu.
inönü'de antalyaspor karşısında rotasyonlu kadroyla ve kötü futbolla gelen galibiyetin ardından ingiltere'ye gidiyorduk. daha önceki 3 deplasmanın aksine çok sağlam ve motive olmuş bir beşiktaş vardı sahada. belki karnımız değil, ama gönlümüz doymuştu sahadaki mücadele ile. 2-1lik mağlubiyete rağmen alkışladık carlos'umuzu. 4 gün sonra antep'e gittik, çok eksik bi kadro ile antep'ten 0-0lık beraberlik aldık. çok kötü bir futbol oynadık, motive olmamıştık ama belki de yeterli görmüştü 1 puanı oradan hoca. maçtan sonra burcu esmersoy'a canlı yayında ''yazıldı'' carvalhal, ama irite edici değil, klas bir şekilde.
milli maç arasından döndük, buz gibi bir soğukta kayserispor'u konuk edecektik inönü'de. stoke maçı oynanırken ''yeni sevgilimle çok mutluyum'' diye twitter'a fotoğraf koyan guti de 11'deydi, ama ruhsuz bir futbol vardı sahada. 0-2lik mağlubiyet carvalhal'i düşünmeye itti. o da guti'yle yolların ayrılmasını istedi, fernandes'i kadroya almamaya başladı. buradan sonra kiev'e gittik, kötü bir futbol oynadık belki ama o soğukta 1 puanı almak için uygundu. yine de 90+6da kullanılan korner 1-0 yaptı skoru. moral olarak çökmüştü beşiktaş, burada pes edebilirdi carvalhal. savaşa devam etti ve mersin'e gittik, ikinci kez bir deplasmanda iyi oynuyorduk(ilki stoke) ve ikinci kez bir deplasmanda kazanıyorduk(ilki bursa). mersin maçında ortasahaya aurelio-ernst-veli üçlüsünü koydu ve mesajı verdi, sahada mücadele eden oynar!
sıra geldi carlos'un ilk derbisine, fenerbahçe geliyordu inönü'ye. fernandes'i yine kadroya almadı, sonunda iyileşen almeida yedekteydi. aurelio-veli-ernst üçlüsünü bozmadı. sene boyu oynamayan simao'nun tek iyi oynadığı maçta attığı inanılmaz golle öne geçti beşiktaş, maç boyu kontrolü bırakmadı ve harika bir maç izletti bize iki takım da. baroni'nin frikiğinde cenk'in arkadaşlarına sesini duyuramaması ilk derbisinde 3 puanı getirmiyordu carvalhal'e ama alkışlanacak bi hocalık performansı gösteriyordu yine portekizli.
ekim ayının sonuna geldiğimizde inönü'de sivasspor'u konuk ediyorduk ve maçtan önce tayfur'un maketiyle poz veriyordu samimice. maç çok iyi olmasa da 'idare eder' düzeyde bir futbolla 3-1 üstünlüğümüzle bitiyordu ve maçtan sonra carvalhal'in ''çocuklarının trafik kazasında öldüğü'' gibi uydurma bir haber atılıyordu ortaya. herkes bir anda aşığı olmuştu carvalhal'in bu uydurma haber üzerine, haber yanlış çıkınca birer birer kayboluyordu o romantik aşıklar ortadan.
bizi yenen kiev'in inönü'ye konuk olma sırası gelmişti, beşiktaş ise 90 dakika koşarak ve disiplini elden bırakmayarak oynuyor, egemen'in golüyle 1-0 yeniyordu kiev'i. son dakikadaki efsanevi karambol dışında pozisyon da vermiyordu beşiktaş kiev'e. gerçekten futbol oynuyordu beşiktaş ve anlaşılan bir şey vardı ki; carvalhal büyük maçlarda takımı süper oynatıyor!
ondan 3 gün sonra ankara'ya gençler'in karşısına çıkıyorduk, 20.dakika olduğunda 0-2 öndeydik deplasmanda. ''ohh bi rahat maç izleyelim'' derken ikinci yarıda yenen 4 gol, carvalhal çaresiz kalıyordu.. son 10 günde 4.maçlarıydı bu onların ve son maçın ikinci yarısına 0-2 önde girince 'dinlenmek' istemişlerdi aslında biraz, hepsi bu. carvalhal fikstür yoğunluğundan şikayet ederken son derece haklıydı aslında, yine de art niyetliler bunu ''ağlamak'' olarak değerlendirdi. maç sonrası hiç oynamayan quaresma hakkında ''quaresma'yı kadro dışı bırakmadığın sürece kaybetmeye mahkumsun'' yazmıştım ki çok haklıymışım..
milli maç arası iyi geldi beşiktaş'a, ama dönüşü galatasaray önüneydi. herkes bizi favori gösterirken ben sebebini anlamıyordum.. sebebini anlıyorum ki carvalhal'in kartallarını büyük maçlarda 'büyük' oynatmasıydı. yine büyük oynamıştı beşiktaş ama girmemişti kahpe top o iki direğin arasından. art niyetsiz kişiler görmüştü sadece carvalhal'in takımını büyük oynatmasını.
1 hafta sonra trabzon'a giden beşiktaş'ta simao ve aurelio oynamıyordu, fernandes uzun süre sonra kadroya dahil edildi. onun da çok iyi oynadığı maçın adamı quaresma oldu, penaltıdan da golü attı ama kendini bir sürü pozisyona soktu, büyük oynadı. carvalhal'in kartalları yine ligin en zor deplasmanlarından birinden 3 puanla dönüyordu, yine bir büyük maçta büyük oynuyordu.
aralık ayının ilk gününde israil'e gidiyordu beşiktaş, gruptan çıkmak için önemliydi bu maç avrupa'da, bir de ingiltere'den gelecek skor. 45'te quaresma'nın harika golü geldi, 50de toramanla fark ikiye çıktı. ''ulan yani son maç inönü'de stoke'u yensek lider çıkıyoruz amınskyim'' derken 2 tane yedik. güntekin onay'ı çıldırttı almeida kaçırdığı gollerle. son dakikada quaresma topu ayağına aldı, 3 maccabili'yi geçerek yılın golünü attı son dakikada. çıldırdık tek kelimeyle, tek hedef stoke'u yenip lider çıkmaktı artık, vız gelirdi ulan!
galatasaray maçında eboue'ye yapılanlardan dolayı bir maçı antalya'da oynayacaktık, orduspor maçı oldu o. quaresma da cezalıydı. ama kazanmaya alıştırdı bizi carvalhal. biz de kazanmaya başladık, veli kavlak da ilk golünü attı. biraz zorlansak da kazandık, ama şüphemiz yoktu bu durumdan, alıştırdı bize kazanmayı çünkü carlos.
antalya'dan manisa'ya geçti beşiktaş, ligin o sırada en sağlam anadolu takımı olan manisa'ya karşı ''şampiyon'' gibi oynadı. 4 tane attı 4! artık ''şampiyonluk'' diye bağırmaya başlamıştık. -kursağımızda kaldı yine.- :) ama tam forma giren quaresma'nın sakatlığına üzüldük. sırada ibb vardı, belalımız. artık kazanmalıydık sanki ibb önünde. saat 17 maçıydı, ben de gitmeye karar vermiştim, belalımız ibb'yi yenip fener'in bursa'ya, gs'nin trabzon'a kaybetmesiyle lider olacaktık! yıllar sonra 'lider buraya' diye bağıran şanslı taraftarlardan biri olmak için gittim istanbul'a. beşiktaş yine yorulmuştu gençlerbirliği maçındaki gibi, ama şans golüyle öne geçtik ve iyi oynamadığımız maçı kazanmak üzereydik. ama 88'de tevfik köse sahne aldı, 1-1 bitti maç. son 15 günde 5 maç yapmışlardı ve hakları vardı bu 1-1'e. buna rağmen carvalhal golden sonra pektemek-toraman değişikliği yaparak takımını biraz geriye çekip dinlendirmek istemişti. hatalı bir değişiklikti ama; dinlenmeye de hakları vardı bu kartalların, 1-1'e hakları olduğu gibi!
son 18 gündeki 6. maç, 3 gün önce 1-1'e hakları vardı belalıları önünde, ama bu kez liderlik maçıydı ingilizlere karşı. bu kez ona da yoktu, ilk yarı 0-1 geride bitti. quaresma, simao yoktu yine ama sahada kazanmaya alışmış bir takım vardı. ikinci yarıda 3 tane birden attı carvalhal'in kartalları. carvalhal büyük oynatmaya devam ediyordu büyük maçları. beşiktaş lider çıkmıştı gruptan!
son 21 gündeki 7. maç samsun'daydı. up in the air filmindeki gibiydi beşiktaşlılar, 3-4 günde bir başka bir kente gidiyorlardı uçakla. inanılmaz motive olmuş bir samsun taraftarı/takımı yorgun kartallara karşı çok pozisyon buluyordu, ilk yarıyı da önde bitiriyorlardı. yine de ikinci yarıda elimizden geleni yapıyorduk ve yorgun kartallar penaltı golüyle 1-1 bitiriyordu maçı. bu 1-1e de hakları vardı, 21 gündeki 7. maçları ve bilmem kaçıncı uçak yolculuklarıydı. bu maçta carvalhal oyuncu değişikliği zaafiyetini gösteriyordu, 85. dakikada alves'i oyuna alması kötü bir değişiklikti.
samsunspor maçından bir gün sonra beşiktaş kulübü açıklama yapıyordu, bu kulübün bir de eski hocası vardı ya. o çıkmıştı, carvalhal'in üzerine geçmişti. futbol direktörü mü, öyle bişi olarak işte. bu adam eski hocalık dönemi boyunca bir menajer bozuntusu ile aylarca her gün telefonda kah futbolcularının dedikodusunu yapıyor, onlara ''kazma, gerizekalı, ibne'' diyor hatta kimisini eşcinsellikle suçluyordu. daha kötüsü aynı menajer ile beraber kupa finalinde karşılaşacakları rakibin yıldızlarını transfer etmek istiyordu ve ''ehehe psikolojilerini boz heriflerin oynarsan gelemezsin ibne diye'' gibi ithamlarda bulunuyordu. anlayacağınız bu ''adam''ın üzerine bir ''adamcık'' koymuşlardı.
25. gündeki 8 maç geliyordu bu arada, o sıra lig sonuncusu olan karabükspor'u 1-0 ile geçiyordu beşiktaş, çok doyurucu bir futbol yoktu ama veli kavlak'ın kaçan golleri vardı. edu gibi moralsiz ve az yetenekli bir adam o sırada faydalı bir rotasyon oyuncusu olabileceğini gösteriyordu carvalhal'in elinde.
2011 yılını böyle bitiriyorduk, carvalhal'e başarısız diyen adam yoktu o sıralarda. varsa da aklına sıçayım onun. ama 2011'in sonunda pek de dikkate almadığımız bir olay oluyordu ya, o sıçacaktı işte takımın ağzına 2012'de..
2012'ye eskişehirspor maçıyla başlıyorduk ve yine manisa maçında olduğu gibi ''şampiyon gibi'' oynayarak 2-0lık galibiyeti alıyorduk. artık bende sürekli ''beşiktaş'ın maçı gelsin de izlesem, of çok özledim!'' gibi hisler oluşuyordu. 4 gün sonra ankaragücü deplasmanından 0-0la dönüyorduk ve pozisyona dahi çok az giriyorduk. tamam rakip motiveydi çok, ama çok çok zor bir durumdalardı ve hafife aldığımız belliydi. carvalhal'in hatalı olduğu bir maç olmuştu ve yine oyuncu değişikliklerinde çok gecikmişti.
3 gün sonra kupada antep bb karşısına çıkmıştık ve kadınlara karşı pek de iyi olmayan bir futbolla 2-1 galip gelmiştik. galibiyet güzeldi ama oyun ı-ıh. ondan 4 gün sonra bursaspor karşısına çıktık ve ilk yarıyı 2-1 önde kapattık, ''sezonun ilk yarısı'' derken yine kötü bir ikinci yarı oynadık. 11. günde 4. maçımızdı ve yine dinlendik 2. yarıda, 3-1 aldık yine de maçı.. 5 gün sonra antalya'da kötü futbol 3 puanı getirdi deplasmanda, yine de futbol cidden doyurucu değildi.
ondan 4 gün sonra benim de tribünde olduğum maçta antep'in karşısına çıktık inönü'de. ilk yarıda hiçbir şey yapmadık, üzerine 43. dakikada yenik duruma düştük. 180 dakikadır kötü top oynuyordu beşiktaş, bir garip. umut da vermemişti ilk yarı, ama ikinci yarıya golle başladık. sonra yediğimiz gol, ''bari berabere bitsin'' derken 86da 2-2yi görmemiz. 90+6, fernandes'in ortası.. taa yeni açıktan (100 metre geriden) izlerken pozisyonu ağlar havalandı bir anda ''gol amınakoyieeaeaemm!!!!'' ve kazandık. yani bitti, kazandık, kazandık. yaklaşık 100 kişiye sarılıp takribi olarak 317. kez şükrettikten sonra twitter'a baktım, carlos'un koşusundan bahsediyordu herkes. bir gün sonra eve dönüş yolunda izledim, gözlerim doldu. carvalhal'in koşusu, holosko'yla sarılışları.. 5 ay önce ''kim lan bu'' dediğin adamın 5 ay sonra sahada tur atıyor olması, seninle aynı heyecanları tadıyo olması.. ''sen sahadaki biz!'' derler ya, sahadaki biz işte carvalhal. kulübedeki biz ya da. ama bizdi carvalhal işte. ''ben de gollere seviniyom ben de hoca oliim yeeeeaaaaa'' diyen dangalaklara inat, bizdi carvalhal. ve bizi göremiyorduk bu kokuşmuş pis futbol dünyasında.
ve quaresma'nın 3 haftalık sakatlığı bitmişti 2 ayda en sonunda. kayseri'de sahadaydı, bu carvalhal'in beşiktaş kariyerinin en büyük hatasıdır. kayseri gibi zor bir deplasmanda ve atletik oyunculardan kurulu bir takım karşısında 2 aydır top oynamamış quaresma'nın 11de başlaması, motive de değildi üstelik.. bundan başka fernandes'e ilk yarıda çıkan kırmızı vardı. buna rağmen karakterli oynadı beşiktaş, 1-0lık mağlubiyet kabul edilebilirdi, kazanmaya alışkın kartallar 6 kasım'dan beri yenilmiyordu 30 ocak'ta yenildiklerinde. arada 3 ay vardı, ama o 3 ayda o kadar çok maç vardı ki.. o bütün yorgunluğa karşın kazanmaya alıştırmıştı carlos hocaları kartalları.
3 gün sonra 6 maçtır kaybeden mersin'e karşı kadınlar önünde farklı galibiyet bekliyorduk. tutuk başladık, bir sorun vardı sanki. evet, bi sorun vardı ve ilk yarı biterken bir de gol yedik. ikinci yarı kaleye de gidemiyordu beşiktaş fernandes'in yokluğunda. bir de sonradan oyuna giren quaresma hiçbir şey oynamadığı gibi 87. dakikada rakibe tekme atarak kırmızıyı gördü. haftaya fener maçı vardı ve takımda sahaya sürülecek adam yoktu! o gün benim için biten quaresma carvalhal için de o gün bitmeliydi, carlos onu bitirmedi. carlos onu o günden bitirseydi bugün işler farklı olabilirdi beşiktaş için.
bir 3 gün daha geçti ve çok dar bir kadroyla çıktı saracoğlu'na beşiktaş. herkes fark yemesini bekliyordu siyah beyazlıların, ama carvalhal'in kartallarını büyük maçlarda büyük oynattığını unutmuşlardı. yine büyük oynattı carvalhal kartallarını saracoğlu'nda. sahada ernst liderliğinde hükmettiler, nefesleri yetmedi skoru değiştirmeye.. son dakikada 2-0 olsa da skor hiçbir beşiktaşlı yoktu o güzel takımla gurur duymayan. son dakikada attı ağzına sakızını carvalhal, haketti o sakızı da.
4 gün sonra eksikti yine beşiktaş, ligin zor deplasmanlarından sivas'a gitti, ilk yarıda harika oynadı ve sivok'la öne geçti. 10 günde 4. maçıydı bu beşiktaş'ın, ve dinlenmesi gerekti biraz.. ikinci yarıda dinlenmeyi seçtiler, kötü oynadılar. erman kılıç affetmedi, galibiyet gelmedi sivas'ta. belki de sorunu buydu beşiktaş'ın, sahada dinlenmeyi beceremiyordu geri çekilip.
4 maçta 1 puan alan beşiktaş sevgililer gününde portekiz'deydi. başladı maç, ortada giderken şans biraz güldü ve rakip eksildi bir kişi. ardından altın kafa sivok çıktı sahneye, ikinci yarıda da simao. manuel fernandes bir orkestra şefi gibi yönetti takımı. carvalhal'in kartalları yine büyük maçta büyük oynadı. lucescu'dan sonra ilk kez bir teknik adam uefa'da top 16'ya çıkaracaktı beşiktaş'ı..
5 gün sonrasında ligde zor da olsa gelen gençlerbirliği galibiyeti ve 3 portekizli'nin birden gol atması işlerin biraz yoluna girdiğini gösteriyordu. 4 gün sonra braga rövanşı vardı, carvalhal'in hatalı olduğu maçlardan biriydi. braga maçını carvalhal 2-0 olarak başlatmıştı kafasında, 0-0 başlatsaydı eğer; beşiktaş o maçı alırdı.. carvalhal'in kartalları o büyük maçta kanatlanamamıştı çünkü carvalhal o maçı büyük görmemişti, eşleşmeyi büyük görmüştü. eşleşmede de kanatlanarak a.madrid'e uçtu kartallar!
braga maçından 3 gün sonra tt arena'ya çıktı beşiktaş, fener maçında çok aradığı fernandes yine yoktu. ama öyle karakterli oynadı ki beşiktaş.. rakibinin kaleyi bulan şutlarının tamamı gol olurken oyuna yine hükmetti beşiktaş. çok büyük oynadılar yine, adeta birer kartal gibi. son saniyede gelen gol yıkarken bütün güzellikleri bazı şerefsizlerin küfrettiği adam olmuştu carlos carvalhal bu skor üzerine. benim de gözyaşlarım akıyordu üzüntüden metalist maçından sonra ilk defa, şimdi anlıyorum ki çok haklıymışım onları akıtmakta. o golden sonra düzelemeyen kartalları görünce. carvalhal büyük maçta yine büyük oynatmıştı kartallarını, ama onun yanında olmayı pek tercih etmediği bir şey vardı: şans..
1 hafta sonra inönü'de hanımlara karşı trabzon konuk oldu. moraller bozuk, hevesler kaçıktı. büyük bir maçtı bu ama carvalhal'in kartalları geçen haftanın son dakikasından sonra yitirmişti tüm ümitlerini, oynamak dahi istemiyorlardı.. çok kötü bir ilk yarının ardından ikinci yarının hemen başında gelen gol bir hediyeydi adeta. ama carvalhal'in kartallarının artık kartala benzer yanı yoktu, o hediyeyi de kullanamadılar ve maçı 1-2 kaybettiler.
4 gün sonra madrid'e uçtular, ilk 25 dakika iyiydi.. sonradan 10 dakikada yenilen 3 gol, carvalhal'in mersin maçından sonra silmediği quaresma'nın kendi yarısahasına dönmemesi üzerine ihale veli kavlak'a ve onu solbek oynatan carlos'a kalıyordu. devre arasında madrid'de bir şeyler oluyor ve carvalhal'e küfreden quaresma oyundan alınıyordu. ikinci yarı carvalhal'in kartalları büyük maçtaki büyük oyunlarını oynuyordu ve 3-1 ile bitiriyorlardı maçı. karnımızı değil ama gönlümüzü doyuruyorlardı eser gökulu'nun dediği gibi her zamanki gibi. tatile gelmeyecekti atletico istanbul'a.
3 gün sonra madrid'den ordu'ya gelip kültür şoku yaşayan beşiktaşlılar bunca yorgunluklarına, yaptıkları 50yi aşkın maça karşın hala mücadele ediyorlardı. hediye gibi bir gol yiyip ikinci yarı ''kazma'' edu'nun 30 metreden attığı harika gol ile beraberliği yakalıyor ve her şeye karşın son dakikaya kadar mücadele ediyordu.
madrid'in istanbul ziyaretinden 1 gün önce basın toplantısı veriyordu carvalhal: ''benim oyuncularımın hepsi birer şampiyon. ayakları yara olmasına karşın ordu'da ettikleri mücadeleye saygım sonsuz, kimse o beraberliğe sevinmedi bile. hepsini bütün sezon için kutluyorum. yarın sahada mücadele eden ve isteyen bir beşiktaş göreceksiniz.'' gibi bir açıklama yaptı. onun oradaki gazı ve duygusallığı insanın içini ısıttı.
atletico maçına çok motive olmuştu beşiktaş ve bütün plan belli ki erkenden golü atmaktı. ilk 20 dakika bunun için çok uğraştılar ve aşırı motivasyon moral bozukluğu getirdi 20. dakikada skor 0-0 olunca. sonra golü yedik ve maç sonunda konstantrasyon kaybından gelen 2 gol.. avrupa defterini 9 sene sonra en başarılı dönemini geçirerek kapatıyordu.
avrupa dönüşü manisa maçı oynanıyor, fernandes coşuyor ve quaresma sözde carvalhal tarafından, özde üzerindeki adamcık tarafından affedilerek takıma dönüyordu 2 golle. 4-1lik galibiyet ve futbol harikaydı.
3 gün sonra kupada boluspor'a eleniyordu beşiktaş, carvalhal artık çaresizdi, yapacak bir şeyi yoktu. aşırı motive olan bir boluspor ve yorgun/yaralı/aklı karışık bir beşiktaş vardı. senede 50'nin üzerinde maça çıkmış ve 50 farklı hedef belirlemişti maçlar için. mental yorgunluklar tavana vurmuştu ve kupa da gitmişti.
yeni başkan seçildi ve carlos hoca o seçimden 1 hafta önce ''muhtemelen yeni yönetimin ilk icraatı beni göndermek olacaktır'' demişti.
yeni başkandan sonraki ilk maçta ibb beraberliği geldi, biraz daha baskısız ve rahat oynuyordu beşiktaş ve bu güzel futbol getiriyordu, ama bazen güzel sonuçlar değil. çünkü motivasyon 0'dı artık.
1 nisan günü pazar öğleninde beşiktaş samsun'u ağırlayacaktı, ben de ''carlos'u son görüşler'' artık diye gittim maça. 4-0 skor beklerken içerideki samsun mağlubiyeti, carvalhal'i gerçekten son görüşüm oldu..
ben bu adamı çok sevdim. uğruna oturup 3 saat bu yazıyı yazacak kadar sevdim. bu adamın kötü bir teknik direktör olmadığını da ısrarla söylüyorum yazımda da belirttiğim doğruları/yanlışları var bana göre, ama doğruları yanlışlarından kat be kat daha fazla. eğer seneye takımın başında kendi kadrosunu kurarak kalsaydı çok başarılı olacağımıza da şüphem yoktu..
hiç tanımadığı bir takıma, hiç tanınmadığı bir ülkeye ''emaneten'' geldi bu adam ve her şeyini verdi. her şeyiyle yaşadı beşiktaş'ı. yaranamadı kimselere, ama olsun. ben sevdim seni carlos carvalhal. yerine kim gelirse de senin kadar sevemem. sen bu sezonu tamamlayıp gitmeyi, bu sezonu tamamlamayı, bir kez şu fener'i yenmeyi hakettin.. zaten bu sezon hiçbir bok değişmeyecekken sana şu şansın verilmemesinden ben utanıyorum.. senin yerine o şansın o ''adamcık''a verilmesinden ben utanıyorum.
sana göndereceğim şarkı bu kalp seni unutur mu olmayacak, bu olacak:http://fizy.com/#s/16mbys
çünkü belirttiğim gibi; kim gelirse gelsin sevemeyeceğimi biliyorum senin kadar. hep gülsün yüzün, hep koş mutluluktan, hep sevin. inşallah hayatın boyunca gol sevinci yaşarsın ve inşallah çevrende ''ben de seviniyom yeeeaa'' diyen andavallar olmaz.
not: entryi bitirdiğimde saat 23.04, bu entryi şimdi post etmeye kıyamıyorum çünkü bu emeğin bugün carlos carvalhal sayfasında sadece 56 dakika görülmesini istemiyorum haklı olarak. o yüzden yeni günde post edeceğim. teşekkürler.
(johnny c goode, 04.04.2012 00:00)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?