mahalle maçlarında kapasitesi belli bir çocuktu. arkadaşları, daha doğrusu arkadaş bildiği ibnelerin sinsi ve piçlik kokan hareketlerine kıyasla, topunu oynamaya çalıştı bu çocuk. zamanla bu ibne ve piç arkadaşları tarafından küçük görülmeye, dışlanmaya başlandı. kaldırımda maçı izleyenler her şeyin farkındaydı aslında. kimin artistlik yaptığını, kimin tribünlere oynadığını gayet net görebiliyorlardı. bu çocuk sınırlı kapasitesiyle çıkıp topunu oynamaya çalıştı olanca iyi niyetiyle, onlarca çakalın içinde. kendisini dev aynasında gören ibnelerin arasında, attığı veya attırdığı her golde yaşadığı sevinci gördü kaldırımdakiler. gördüler, o kadar çakalın arasında nasıl harcandığını. gördüler bir ışıltı vardı bu çocukta adı konmamış, konamamış. oyun oynamayı seviyordu ve her halinden belli ediyordu çünkü. o ışıltıya sahip çıkmadı etrafındaki çakallar, istemediler görünmesini. en iyisi oyun dışı bırakmaktı bu çocuğu, çakalların arasında sırıtıyordu çünkü. kaldırımdakiler gördü bu çocuğun kenara alınışını. üzüldüler ama kaldırımda üzülebildiler en fazla. görevini yapmışlığın huzuruyla çekildi kenara çocuk. sevinçleriyle ve iyi niyetiyle, hiç alakası olmayan bir ortamda insan kalabilmeyi öğretti bu çocuk. kendini bir halt zanneden muadillerine, oyunda olmayı ve oyunu yaşamayı gösterdi her defasında. kirlenmemiş, kirletilmemiş bir oyuncuydu kaldırımdakiler için. sevdiler, sevincini. sevinmeyi bilmesini sevdiler. rakipleri gibi kibirli olmamasını, güleç yüzlü kalabilmesini sevdiler. asıl hata, şişirilmiş egolarıyla etrafa nefret saçan çakalların oyundan kalabilmesiydi. gördü kaldırımdakiler, her türlü çıplaklığıyla yaşanan trajediyi. öyle veya böyle, yine çakalların istediği oldu. çıktı oyundan çocuk. çakallar oyunu oynamaya devam ediyordu.
güle güle, çocuklar gibi sevinen çocuk.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?