beşiktaş

gidiyorum bu
hiçbir zaman kolay açılamadım sana. ismimin baş harfleri de acz tutmuyordu oysa zarifoğlu gibi. milyonlar marşlarla, tezahüratlarla sevgilerini serdi ambleminin gölgesine. ben tribünde de sessiz sedasız izledim seni, evin salonunda da. tırnaklarımı kemirdim tökezlediğin zaman. mağlup olacaksın diye değil. incinmen incitecekti. kazandığında tebessüm ettim loş ortamlarda sana farkettirmeden.

formanın siyah beyaz parmaklıklarının arkasından baktım dünyaya. bir mucizeye ihtiyaç duyduğum zaman yusuf tunaoğlu vardı. hızlı hareket etmem gerekliyse hayatımda metin tekin'i çıkardın karşıma. sınıfın en çalışkanı olacaksa bir küçük hayranın, annesinin telkinlerini değil de rıza çalımbay'ın koşuşturmasını dikkate alacaktı. tofaş'ın kartal modeliydi en güzel araba. taksi çağırılacaksa o tercih edilmeliydi. mahallenin birinde bir çocuk, arkadaşını kaleye geçirip ona şut çekerken, 70 yaşındaki bir sevdalın "heyt be şifo memet gibi vuruyor yeğenim" diye gürlediğini gördüğümde benim sana açılabilmem için hangi fırından ne kadar ekmek yemem gerektiği düştü aklıma. gece uyumadan önce daniel amokachi posterinin önünde bağdaş kurup ertesi gün oynanacak uefa kupası maçı için dua eden heyecanlı bir lise talebesi yaklaşık bir on beş yıl daha bekledi cesaretini toplayıp senin karşına çıkabilmek için. adı hakkı, şükrü, recep olanlar varsa etrafımda, ilk onları alırdım takıma, yan sınıfla maç yapacaksak. futbolu bilip bilmedikleri kimin umrunda ki. senin dikkatini çekmeye çalışmak paha biçilebilir mi?

çoğunlukla sana gönül verenin az olduğu veya hiç olmadığı ortamlarda büyüdüm. diğerleri vıcık vıcık aşıktı sarıya kırmızıya laciverte. ben ise sırılsıklam sana. bana kendi çocuklarından daha düşkün olan teyzem, henüz çok küçük bir takipçinken bu satırların yazarına kendi desteklediği takımı tutturabilmek için neler yapmadı ki. ördüğü berelere atkılara elimi uzatırken, seninle göz göze gelip vazgeçtim her seferinde. çok aşığın var diyorlardı. niye inkâr edesin ki. hepsi bir değişik tutkuyla bağlıydı sana eminim. beni merak edecek olursan, 1987'de önce malatya'da hemen sonrasında istanbul'da çok incittiler seni. gizli gizli göz yaşı döktüğümü düşünüyordum. iki oda bir salonun neresinde gizleneceksem artık. 1993'te de pek canını yaktılar. aldırma diyordu senin yanında duranlar. ben daha şaşkındım. ne söyleyeceğini bilmeyeceğin anlar oluyor mutlaka insanın hayatında. sana bir şekilde bağlanmışsak farkındasındır bu anların sayısı daha artıyor."aldırma" diyerek teselli edilemeyeceğini düşündüm o zaman. o gün bugündür ne zaman mağlup olsan siyahı beyazı kuşanıp çıkıyorum sokaklara. hiçbir şey olmamış gibi. "yenilmişler hâlâ formasını giyiyor" ahmaklığı seni de beni de güldürmeye yeter diye düşünüyorum.

kimi zaman vedat olup gözlerimle gülümsüyorum yüzüne. kimi zaman sanlı gibi heyecandan sözcükleri birbirine karıştırıyorum karşında konuşurken. bazen samet'in kardeşi gibi saçmalıyorum seni savunacakken. an geliyor sabri dino gibi atasım oluyor söz konusu bilincimi boşluktan aşağıya. "çocuk olma" diyorsun biliyorum. ama unutma. altı yaşımdan beri sevdalıyım sana.

lafın boyu ne kadar uzarsa anlatacakların o derece kısırlaşıyor zaman zaman. benim hikayem böyle. biliyorsun seni sevenler, üvey kardeşlerini sevenlere göre daha az.

ancak biz hâlâ çılgınız. hâlâ belalı. biz hâlâ deliyiz. hâlâ sevdalı.
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol