Siz hiç şehrin ışıklarına nazır bir apartmanın on dördüncü katından atlamayı düşündünüz mü?
Ben ara ara düşünüyorum bu meseleyi de ölmek bana yakışan bir vedalaşma biçimi değil sanki? Vedalaşma işini beceremem ya zaten, olsun...
Benim yaşadığım şehirde gökyüzü yok epeydir. Karanlık çöktüğü vakit, koyu apartman siluetlerinden gözüme çarpan ışıkları yıldız sandığım doğrudur. Zaten pamuk şekerin de pamuktan yapıldığını düşünürdüm de yemezdim hiç çocukken. Pamuk yenir miydi ya? Nasıl yapıldığını öğrendiğim gün en büyük ikinci hayal kırıklığımı yaşamıştım.
İlki mi?
Ona da gelir elbet sıra, anlatırım bir gün...
Hep sormak istediğim bir şey var da çekiniyorum. Sizin de gözlerinden şiirsiz geçemediğiniz biri oldu mu hiç? Öyle derin bakan...
Ne demiştik? On dört katlı bir apartmanın on dördüncü katından kendini atmak... Yok yok, yakışmaz bana böylesi gitmek. Ben hep bir trene binip gitmeyi hayal etmiştim, ondan hep...
Eğer ayıp olmazsa bir şey daha sormak istiyorum da utanıyorum... Zaten hep bu utangaçlığım yüzünden kayıplarım...
Birileriyle birlikte ilk defa dinlediğiniz şarkılar olmuştur ya, o şarkıları o birilerine ithaf etmek yerine o şarkılara bir şeyler ithaf ettiniz mi hiç? Hiç o kadar değerli oldu mu o şarkılar sizin için?
Biliyor musun? Karadeniz'liyim ben. Garip bir mizah anlayışım var bu yüzden ve sanırım bu genetik bizde... Belki de Çernobil yüzündendir, bilmiyorum... Bütün kötü şeyleri ona iteliyoruz çünkü. Hatta utangaç olmamın sebebi de odur kesin...
Bir insan sevdiğini söylemekten neden çekinir? Hani cesur oluyordu erkekler? Gözünü budaktan sakınmayan adamlar neden gönüllerini sakınıyorlar?
Ne diyorduk? Şarkılar... Bazı şarkıların nasıl yazıldığını düşündüğünüz oldu mu hiç?
Ulan hakikatten, nasıl yazıyorlar o şarkıları?
Yârin geçeceği yol olmayı istemek, üstelik bunu nezaketten ödün vermeden dile getirmek, sevdiğini ağlamaktan söz etmek nasıl duyguların ifadeye dökülmüş biçimi ola ki?
Biz içinden geçenleri kalem alıp kağıda dökenler utangaç adamlarız ve sanırım bütün bir insanlığın edebi eserleri aslında bizim gibi adamların sevgilerini dile dökme hususunda sahip oldukları beceriksizliklerinden ibaret. Gerçi böyle söyleyince beceriksiz olmak bir meziyetmiş gibi oldu ama, neyse...
Denizi sevdiğim doğrudur. Bir çift göze memleketimin denizini hapsedecek olduğum da, denizi hapsettiğim o gözlerde boğulacak gibi olduğum da doğrudur.
Mesele de tam burada başlamaktadır zaten; o gözlerin sahipsiz olduğu yerde...
Yalnızlığımın sebebi de Çernobil olabilir mi?
Hani her kötü şeyi ona iteliyoruz ya, şansımı deneyeyim dedim...
Bazen bazı konularda nasıl başarılı olduğumu soruyorlar. İstiyorlar ki; çok çalışmaktan diyeyim. Geçenlerde "yalnızlıktan" diye cevap verdiğim için işitmediğim laf kalmadı. Oysa yalnızlıkta insanın bir şeyleri başarmasına sebep olabiliyor. Çoğu boş şeyler olsa da...
Yaşadığım şehirde gökyüzü yok demiştim ya hani, eklemiştim bir de karanlık beton siluetlerden gelen ışıkları yıldız sandığımı... Oysa ne çok isterdim saçları geceyi boyayan bir kadının saçlarından bütün bir güneş sistemini seyredebilmeyi...
Bütün bu şiirler daha anlamlı olmaz mıydı o vakit? Bütün bu şarkılar ve gökyüzü...
Siz hiç yaşadığınız şehri terk etmeyi düşündünüz mü?
Haddimi aştıysam eğer çok özür dilerim. Niyetim bu değildi aslında...
Evet; bir şeyleri söylemekten çekinen bir adamım. Bazı şeyleri...
Söylemekten değil ama korkum kaybetmekten. Çünkü bir kere kaybedince hep öyle olacakmış gibi geliyor...
Bütün bu şiirler, şarkılar ve hatta dünya edebiyat tarihinin neredeyse tamamı bu yüzden hep...
Hep bu yüzden...
Ne diyorduk en son?
Siz hiç birlikte ilk defa dinlediğiniz şarkılara bir şeyler ithaf ettiniz mi?
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?