zekirdek.
zeki kayahan coşkun
çekirdek değil tatlım zekirdek' sözünün beynime kazındığı isyan edilesi gecelerde açınca keyfimin yerine geldiği radyo programını sunan kişilik.
(bkz: Kendini bişey zanneden radyo programı. (Matrax) )
(bkz: Kendini bişey zanneden radyo programı. (Matrax) )
haftaiçi 00:00-02:00 arasında vaktin su gibi geçtiği alem fm programcısıdır.
gece gece tam da yatmak üzere iken beni gülmekten öldürmüştür..
118 servisine masal anlattırmıştır..
http://www.youtube.com/watch?v=OqXn2VR6BR8&feature=share
118 servisine masal anlattırmıştır..
http://www.youtube.com/watch?v=OqXn2VR6BR8&feature=share
radyo programcısı olarak daha komik olduğunu düşündüğüm tv programcısı olmasın dediğimdir.
radyo programı televizyon programından on kat daha eğlenceli olan keyif adamı.ayrıca çok sağlam beşiktaşlıdır.
http://twitter.com/#!/zekikayahan/status/23097969170
http://twitter.com/#!/zekikayahan/status/23097969170
(bkz: zkc)
radyo programlarında matkapla duvar deldiren bunada terapi adını veren manyak adam, seviliyor mu ? seviliyor orası ayrı.
alem fm de kasım ayına kadar hafta içi hergece yayınlanan matrax adlı programı yapan müthiş kişilik. şimdi skyturk ekranlarında devam ediyor.
kendisini aynen şöyle tarif etmiş,
"bir çocuk zeki kayahan coşkun...
hep çocuktu...
yine çocuk...
saçları kumral...
dümdüz...
ipıl ıpıl parlıyan bir çocuktu...
yine çocuk...
uyurken dudaklarının kavuştuğu kenarından, gerdanına doğru uyku suyu akan...
üzerindeki yeşil battaniyesinin birazı yere doğru uzanan bir çocuktu...
telaşsız...
umarsız...
kirli...
kuruyunca griye çalan çamurları; suratında, ellerinde, dizlerinde taşıyan bir çocuktu...
gecenin bir yarısında ateşi çıkan...
kusan...
üşüyen...
anasının baş ucunda sabahladığı bir çocuktu...
babası işe gidince, ne gereği varsa, ağlayan...
akşam olup da dönünce mutlu olan...
yağmur birikintilerinde kağıt kayıklar yüzdürmüş...
keskince katladığı her bir uçağı yere düşmüş...
ayağına, paslı olup olmadığı ebeveynleri tarafından merak edilen, çiviler batmış...
pasın neden önemli olduğunu kavrayamamış...
kanamış bir çocuktu...
yine çocuk...
sigara görünümlü sakızlar çiğnemiş...
en berbat, mikrop dolu pembe gofretleri yemiş...
leblebi tozu boğazında kalmış...
niyet çekmiş...
elvan gazozunu bir dikişte içebilmiş...
uçan balonu olmuş...
siyah okul önlüğü giymiş...
kırmızı pinokyo bisikletine rahatça binebilecek, geniş sokaklara sahip olmuş,
bisikletinin kırmızısından utanan bir çocuktu...
yarısı apartmanlarla, yarısı bahçeli evlerle dolu mahallesi çalınmış...
çocukluğunun üzerine a, b, c blok diye kategorize edilerek, havuzlu siteler yapılmış bir çocuk...
üzerinde masmavi gökyüzünün olduğu bir çocuktu...
peçeteyle, kağıt havluyla değil; elbeziyle ağzı silinmiş...
anne tarafından iyice bastırılınca daha iyi paklar diye düşünülen elbezi dokusunun ağzını acıttığı bir çocuktu...
elbezinin sabun tadının hala dudaklarında olduğu bir çocuk...
yine çocuk...
anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı?..
seni bize götürelim, bizim oğlumuz olur musun?..
ve benzeri aptalca sorularla dimağı yoklanmış...
misafirliğe gidildiğinde misal muzdan, kendisine düşen adetten daha fazlasını yiyince evde olsa yemez, bir yere gidince hep böyle oluyor ana-baba utancını duymuş...
ev sahibi kişi bir an için uzaklaştığında kaş göz işaretleriyle uyarılan, yediği muz zehir zıkkım edilmiş bir çocuktu...
nalbura gidip bilmem kaç numara boya almış, sonra bir ton açığı olsa iyi olur tespitiyle nalbura bir kez daha gönderilmiş, yolda giderken küfretmiş...
evde badana yapılırken mutlu olsun diye eline küçük bir fırça verilmiş, onun boyadığı yerler badanacı kişi tarafından umursanmadan tekrar boyanmış...
bu güvensizliğe anlam verememiş bir çocuktu...
alışverişi gönderilirken verilen paranın üstüyle kendine istediğin bir şeyi alabilirsin özgürlüğü sunulmuş, eve gelindiğinde illa ki kendine ne aldın merakıyla karşılanmış...
sen dururken annen mi gitsin ekmek almaya siteminden etkilenip, televizyondaki filmi yarım bırakarak bakkala ekmek almaya gitmiş...
evin ekmek ihtiyacı hep seyrettiği en güzel filmlere denk düşmüş...
bakkal ev arasındaki mesafede ekmeğin ucunu ısırarak gıda etmiş bir çocuktu...
yine çocuk...
evden çıkarken, "paran var mı?" sorusuna "hayır yok" yerine, seri şekilde "var var" diyen, tam kapıyı kapatacakken,"şunu da al bulunsun, lazım olur" baba sıcaklığıyla karşılaşmış bir çocuktu...
parayı utana sıkıla alırken, paraya bakmıyormuş gibi yapan...
"valla param var yaaa" sahtekarlığına sığınmakta ısrar eden çulsuz...
içten içe "ulan baba ne kadar anlayışlısın, sağol be ya" sessizliğinde sevinen bir çocuktu...
yine çocuk...
bir çocuk zeki kayahan coşkun...
at arabalarının, kamyonetlerin arkasına takılmış...
arkadaşları tarafından "abi takılan var, takılan var" diye gammazlanmış...
minibüslerde, otobüslerde midesi bulanınca annesi tarafından "aklına getirme midenin bulandığını" öğüdüyle yüzleşmiş...
bu öğüdü ciddiye alıp "aklıma getirmiycem, getrimiycem işte" diye mücadele etmiş ve bunu başaramamış bir çocuktu...
depozitolu şişeleri evden çaktırmadan yürütüp bakkala satarak harçlığını çıkarmış...
ebe tura bir ki üç, yerden yüksek, japon kale, dokuz aylık... gibi oyunlara doymayan...
hava kararmadan evde olması gerekmiş bir çocuktu...
yine çocuk...
evdeki terliklerin salon, mutfak, banyo, balkon terliği şeklinde ayrılmasına anlam veremeyen...
balkon terliğiyle odalarda, diğer terliklerle balkonda dolaştığında azarlanmış bir çocuktu...
yine çocuk...
banyo yapmayı sevmeyen...
taşa oturunca gerçekten karnı ağrıyan...
acıkınca eve şöyle bir uğrayıp ekmeğin arasına domates destekli bir şeyler koydurarak evden bir çırpıda çıkan...
evden çıkarken ayakkabıların giyilmesi esnasında ekmeği yanından dişleyerek ağzında tutan...
çıtalı uçurtma yapmayı asla öğrenemediğinden, marangozdan yalvar yakar aldığı çıtaları mahallenin abilerine gözü kapalı teslim eden bir çocuktu...
bir çocuk zeki kayahan coşkun...
ağlamaktan utanmayan...
akşama köfte, patates kızartması yapıldı mı sevinçten deli olan...
köfteleri, patatesleri yerken yarına kalma ihtimalini düşünen...
ertesi gün buzdolabını açtığında bir tane olsun köfteye rastlayamayan...
tek tük kalmış, pörsümüş patateslere tenezzül etmeyen bir çocuktu...
yine çocuk...
bütün spor ayakkabılarına"esem spor" denilen...
ayakkabı bağlamayı geç öğrenmiş...
kış günlerinde pantolonunun altına zorla külotlu çorap giydirilmiş...
arabaların şoför tarafındaki camlarından içeriye dikkatlice bakarak "arabanın kaç yaptığını" öğrenmekten keyif alan...
"kızların içinde kızılcık bebek" küçümseyişini fazlasıyla tatmış bir çocuktu...
yine çocuk...
bir çocuk zeki kayahan coşkun...
düğünlere götürülmüş...
düğünlerde mahalli sanatçının "anneler babalar çocuklarınızı yanınıza alın" uyarısıyla sahneden alınmış...
sonra tekrar sahneye fırlamış...
adını bilmeyenlerin "küçüüüükkkkkkk... şişşşştttt küçüüüükkk" seslenişine maruz kalmış bir çocuktu...
bir çocuk...
kocaman kocaman sevdaları olan...
hep en kudretli kendisinin aşık olduğunu sanan, öylesine bir çocuktu...
yine çocuk...
o işte...
o...
daha ne olsun...
nasıl söylesek?..
nasıl anlatsak?..
pasaklıdır mesela...
dağınık...
hep dağınık...
kendisini dağıtacak sevdaları kolay bulması bundan belki...
belki bundan iflah olmaz bir gönül adamı...
dağınık...
ruhu... beyni... mekanı...
her yeri dağınık... öyle biri...
yalancı...
kendisini kandıracak kadar yalancı...
hiç bir hayali yok...
olmadı...
olmayacak da...
asabi...
sabırsız...
ama en çok da dağınık...
ruhu... beyni... mekanı...
her yeri dağınık... öyle biri...
öylesine yaşıyor...
öylesine...
öyle..
bir çocuk zeki kayahan coşkun...
yine çocuk...
hep çocuk...
hep...
herkes kadar çocuk...
herkes..."
kendisini aynen şöyle tarif etmiş,
"bir çocuk zeki kayahan coşkun...
hep çocuktu...
yine çocuk...
saçları kumral...
dümdüz...
ipıl ıpıl parlıyan bir çocuktu...
yine çocuk...
uyurken dudaklarının kavuştuğu kenarından, gerdanına doğru uyku suyu akan...
üzerindeki yeşil battaniyesinin birazı yere doğru uzanan bir çocuktu...
telaşsız...
umarsız...
kirli...
kuruyunca griye çalan çamurları; suratında, ellerinde, dizlerinde taşıyan bir çocuktu...
gecenin bir yarısında ateşi çıkan...
kusan...
üşüyen...
anasının baş ucunda sabahladığı bir çocuktu...
babası işe gidince, ne gereği varsa, ağlayan...
akşam olup da dönünce mutlu olan...
yağmur birikintilerinde kağıt kayıklar yüzdürmüş...
keskince katladığı her bir uçağı yere düşmüş...
ayağına, paslı olup olmadığı ebeveynleri tarafından merak edilen, çiviler batmış...
pasın neden önemli olduğunu kavrayamamış...
kanamış bir çocuktu...
yine çocuk...
sigara görünümlü sakızlar çiğnemiş...
en berbat, mikrop dolu pembe gofretleri yemiş...
leblebi tozu boğazında kalmış...
niyet çekmiş...
elvan gazozunu bir dikişte içebilmiş...
uçan balonu olmuş...
siyah okul önlüğü giymiş...
kırmızı pinokyo bisikletine rahatça binebilecek, geniş sokaklara sahip olmuş,
bisikletinin kırmızısından utanan bir çocuktu...
yarısı apartmanlarla, yarısı bahçeli evlerle dolu mahallesi çalınmış...
çocukluğunun üzerine a, b, c blok diye kategorize edilerek, havuzlu siteler yapılmış bir çocuk...
üzerinde masmavi gökyüzünün olduğu bir çocuktu...
peçeteyle, kağıt havluyla değil; elbeziyle ağzı silinmiş...
anne tarafından iyice bastırılınca daha iyi paklar diye düşünülen elbezi dokusunun ağzını acıttığı bir çocuktu...
elbezinin sabun tadının hala dudaklarında olduğu bir çocuk...
yine çocuk...
anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı?..
seni bize götürelim, bizim oğlumuz olur musun?..
ve benzeri aptalca sorularla dimağı yoklanmış...
misafirliğe gidildiğinde misal muzdan, kendisine düşen adetten daha fazlasını yiyince evde olsa yemez, bir yere gidince hep böyle oluyor ana-baba utancını duymuş...
ev sahibi kişi bir an için uzaklaştığında kaş göz işaretleriyle uyarılan, yediği muz zehir zıkkım edilmiş bir çocuktu...
nalbura gidip bilmem kaç numara boya almış, sonra bir ton açığı olsa iyi olur tespitiyle nalbura bir kez daha gönderilmiş, yolda giderken küfretmiş...
evde badana yapılırken mutlu olsun diye eline küçük bir fırça verilmiş, onun boyadığı yerler badanacı kişi tarafından umursanmadan tekrar boyanmış...
bu güvensizliğe anlam verememiş bir çocuktu...
alışverişi gönderilirken verilen paranın üstüyle kendine istediğin bir şeyi alabilirsin özgürlüğü sunulmuş, eve gelindiğinde illa ki kendine ne aldın merakıyla karşılanmış...
sen dururken annen mi gitsin ekmek almaya siteminden etkilenip, televizyondaki filmi yarım bırakarak bakkala ekmek almaya gitmiş...
evin ekmek ihtiyacı hep seyrettiği en güzel filmlere denk düşmüş...
bakkal ev arasındaki mesafede ekmeğin ucunu ısırarak gıda etmiş bir çocuktu...
yine çocuk...
evden çıkarken, "paran var mı?" sorusuna "hayır yok" yerine, seri şekilde "var var" diyen, tam kapıyı kapatacakken,"şunu da al bulunsun, lazım olur" baba sıcaklığıyla karşılaşmış bir çocuktu...
parayı utana sıkıla alırken, paraya bakmıyormuş gibi yapan...
"valla param var yaaa" sahtekarlığına sığınmakta ısrar eden çulsuz...
içten içe "ulan baba ne kadar anlayışlısın, sağol be ya" sessizliğinde sevinen bir çocuktu...
yine çocuk...
bir çocuk zeki kayahan coşkun...
at arabalarının, kamyonetlerin arkasına takılmış...
arkadaşları tarafından "abi takılan var, takılan var" diye gammazlanmış...
minibüslerde, otobüslerde midesi bulanınca annesi tarafından "aklına getirme midenin bulandığını" öğüdüyle yüzleşmiş...
bu öğüdü ciddiye alıp "aklıma getirmiycem, getrimiycem işte" diye mücadele etmiş ve bunu başaramamış bir çocuktu...
depozitolu şişeleri evden çaktırmadan yürütüp bakkala satarak harçlığını çıkarmış...
ebe tura bir ki üç, yerden yüksek, japon kale, dokuz aylık... gibi oyunlara doymayan...
hava kararmadan evde olması gerekmiş bir çocuktu...
yine çocuk...
evdeki terliklerin salon, mutfak, banyo, balkon terliği şeklinde ayrılmasına anlam veremeyen...
balkon terliğiyle odalarda, diğer terliklerle balkonda dolaştığında azarlanmış bir çocuktu...
yine çocuk...
banyo yapmayı sevmeyen...
taşa oturunca gerçekten karnı ağrıyan...
acıkınca eve şöyle bir uğrayıp ekmeğin arasına domates destekli bir şeyler koydurarak evden bir çırpıda çıkan...
evden çıkarken ayakkabıların giyilmesi esnasında ekmeği yanından dişleyerek ağzında tutan...
çıtalı uçurtma yapmayı asla öğrenemediğinden, marangozdan yalvar yakar aldığı çıtaları mahallenin abilerine gözü kapalı teslim eden bir çocuktu...
bir çocuk zeki kayahan coşkun...
ağlamaktan utanmayan...
akşama köfte, patates kızartması yapıldı mı sevinçten deli olan...
köfteleri, patatesleri yerken yarına kalma ihtimalini düşünen...
ertesi gün buzdolabını açtığında bir tane olsun köfteye rastlayamayan...
tek tük kalmış, pörsümüş patateslere tenezzül etmeyen bir çocuktu...
yine çocuk...
bütün spor ayakkabılarına"esem spor" denilen...
ayakkabı bağlamayı geç öğrenmiş...
kış günlerinde pantolonunun altına zorla külotlu çorap giydirilmiş...
arabaların şoför tarafındaki camlarından içeriye dikkatlice bakarak "arabanın kaç yaptığını" öğrenmekten keyif alan...
"kızların içinde kızılcık bebek" küçümseyişini fazlasıyla tatmış bir çocuktu...
yine çocuk...
bir çocuk zeki kayahan coşkun...
düğünlere götürülmüş...
düğünlerde mahalli sanatçının "anneler babalar çocuklarınızı yanınıza alın" uyarısıyla sahneden alınmış...
sonra tekrar sahneye fırlamış...
adını bilmeyenlerin "küçüüüükkkkkkk... şişşşştttt küçüüüükkk" seslenişine maruz kalmış bir çocuktu...
bir çocuk...
kocaman kocaman sevdaları olan...
hep en kudretli kendisinin aşık olduğunu sanan, öylesine bir çocuktu...
yine çocuk...
o işte...
o...
daha ne olsun...
nasıl söylesek?..
nasıl anlatsak?..
pasaklıdır mesela...
dağınık...
hep dağınık...
kendisini dağıtacak sevdaları kolay bulması bundan belki...
belki bundan iflah olmaz bir gönül adamı...
dağınık...
ruhu... beyni... mekanı...
her yeri dağınık... öyle biri...
yalancı...
kendisini kandıracak kadar yalancı...
hiç bir hayali yok...
olmadı...
olmayacak da...
asabi...
sabırsız...
ama en çok da dağınık...
ruhu... beyni... mekanı...
her yeri dağınık... öyle biri...
öylesine yaşıyor...
öylesine...
öyle..
bir çocuk zeki kayahan coşkun...
yine çocuk...
hep çocuk...
hep...
herkes kadar çocuk...
herkes..."
yıllardır rutin olarak olmasa da, zaman buldukça dinlerim.
severim sayarım.
sonra bunu gördüm.https://d3-02.twitpicproxy.com/photos/large/404542226.jpg
doğuştan beşiktaşlıymış.
ne yalan söyleyim şaşırmadım.
boşuna kaynamaz bizim kanımız.
severim sayarım.
sonra bunu gördüm.https://d3-02.twitpicproxy.com/photos/large/404542226.jpg
doğuştan beşiktaşlıymış.
ne yalan söyleyim şaşırmadım.
boşuna kaynamaz bizim kanımız.
radyo programında dinleyicileri üzerinde ilginç bir otorite kuran, ancak aynı tavırları tv programında gösteremeyen, eli ayağı titreyen, konuklarının karşısına google araştırmalarıyla çıkan biridir.
tv programında sanırım nil'e soruyor:
zeki: vampirlere ilgin var mı ?
nil(?): nasıl yani, git zeki yaa google araştırmalarıyla gelme bana
zeki :mavi ekran
tv programında sanırım nil'e soruyor:
zeki: vampirlere ilgin var mı ?
nil(?): nasıl yani, git zeki yaa google araştırmalarıyla gelme bana
zeki :mavi ekran
Gecenin olmasını uyumak için değil de onun sesini duymak için beklediğim , sayesinde güzel sabahlara niyeten uyuduğum insan.
uzun süredir programı matrax'ı dinlemediğim,ama 9 yıldır tadını kaybetmeyen bir radyo fenomeni yaratmış kişi.ayrıca yazdığı 4-5 kitabı da okumuşluğum vardır,eğlencelidir vesselam.
lakin gam kenarı adlı şiiriyle adamın amına koyar[ybkz]swh[/ybkz] şiirin ses kaydı müzik çalarındadır ama elin gitmez korkudan,'siktir et ya hacı' dersin,gider metallica'dan 'die,die my darling' açarsın,o derece.
lakin gam kenarı adlı şiiriyle adamın amına koyar[ybkz]swh[/ybkz] şiirin ses kaydı müzik çalarındadır ama elin gitmez korkudan,'siktir et ya hacı' dersin,gider metallica'dan 'die,die my darling' açarsın,o derece.
(bkz: reis) ya da incicilerin deyimiyle reyiz. bu gece harbi iyi bir program çıkartıyor.
(g: inci sözlük=ccc.incisozluk.cc/w/1111-11-beyler-bu-gece-matraxa-sikertme/7/)
(g: inci sözlük=ccc.incisozluk.cc/w/1111-11-beyler-bu-gece-matraxa-sikertme/7/)
'beşiktaş,menemen,behzat ç.' başlıklı yazısı;
http://www.zekirdek.com/yazi-besiktas-menemen-behzat-c-2183-zeki-kayahan-coskun.html
http://www.zekirdek.com/yazi-besiktas-menemen-behzat-c-2183-zeki-kayahan-coskun.html
Canlı yayına bağlanan dinleyicileri biraraya getirip değişik faaliyetler yaptıran başarılı radyocu. tv'de aynı oranda başarısız oldu. lise yıllarımın gecelerini football manager'le birlikte şenlendiren adam
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?