bir ahmet telli şiiri.
samanyolu, çobanın peşinden giden bir sürü gibi, göğün yamacına tırmanıyordu. sürüdeki en küçüklerden bir, bu gümüşi döngüden ve dinginlikten öteye geçmeyen yolculuklardan bıkmıştı artık. huzursuzdu. sıkıntının tırnakları, biryerlerini sürekli kanatıyordu. işte böyle bir gökgününde, sürüden sessizce ayrıldı. evinden kaçan kısa pantolonlu afacan bir coçuğa benziyordu küçük yıldız. ipinden kopmuş küçük bir uçurtma gibiydi. hoplaya zıplaya uzaklaştı sürüden. boşluğu ve birbaşınalığı duyumsadı birdenbire. arkadaşlarından öğrendiği bir evren türküsünü mırıldanmaya başladı. bir yandan da ayrıldığı sürünün, bütün bir ömür, evrenin kıyısında yaşamaya nasıl katlandığını merak ediyordu. şaştı kaldı bu işe. yıldız aklının hayalsiz olabileceğine inanmak istemiyordu. sonra unuttu bütün bunları. geleceği geçmişi ve her şeyi. ve şöyle düşündü küçük yıldız.
evren
yalnızlıktan da küçükmüş
düşlermiş asıl sonsuz olan
zaman, kar kristalleri gibi ayağına batsa da, yolculuk duygusunun esrikliği gizemli bir tada dönüşüyordu gittikçe. saklı vadileri keşfetti küçük yıldız, karadeliklerde dolaştı. ateşarabalarına binip manyetik rüzgarlar denizine indi. başına belalar açmada gittikçe ustalaşıyordu artık. kendine yönelmiş bir tehdit gibiydi. asteroidlerin meteor yağmurlarına uğramış bedenleri delik deşikti. "ölüm" dedi küçük yıldız,
"ölüm beni cirkinleştirmeden yok olma yollarını öğrenmeliyim". sonra öteki galaksilerin uğuldayan rüzgarlarına yöneldi. nebulalar arasından kayarken bir yandanda türküler söylüyordu, yıldız türküleri.
evren
umutlarda da küçükmüş
mutsuzluk daha büyükmüş meğer
küçük yıldız, sönmüş yıldızlar arasından geçerken, terkkettiği sürüyü anımsadı bir ara. arkadaşlarını, ışıkışığa neşeli dostlarını düşündü. büyücüleri, bilicileri anımsadı. dönse ömrü uzayacak, hızla yitirdiği ışığını yenileyebilecekti belki. ama oraya dönmeyi bir kez bile aklından geçirmedi. ışığının, elmas tozları gibi bedeninden dökülmesine aldırmadı. çevrenini kendisi yaratmalı, kendisi yok etmeliydi. o hiçbir zaman sönmüş yıldızlar mezarlığına gömülmeyecekti. gerektiğinde kül olup savuracaktı kendini. diğer yanda samanyolu küçük yıldızın kaybolduğunu yüzlerce ışık yılı sonra ayrımsadı. ama binlerce ışık yılında açtığı keçi yolundan çıkıp ta onu aramaya yanaşmadı. imkansızı denemeye kalkmıştı o.
evren
sekizinci renge sarınan
metaforlarmış meğer
karanlık bölgelerden geçiyordu küçük yıldız, bir ateş böceği kadar kendine yakın, bir okadar kendine uzaktı. kendini evrenin öteki kıyılarına sürükledi sonra. yıldızların düş kurdurucu olduklarını ama artık düş de kurmaları gerektiğini duyumsadı. yıldızların da ütopyaları olmalıydı. ama bir yandan tükeniyordu küçük yıldız. hızla, ışık hızıyla tükeniyordu. karadelikler onu yutabilir, sönmüş gezegenler kendine çekebilirlerdi. büyükbüyüklerinin masallarındaki gibi tehlikeler ortasında kalabilirdi. umurunda bile değildi bütün bunlar. yaşıyordu, ölümlüydü ve firariydi, hepsi bu.
evren
hiçlik'ten de küçükmüş meğer
yaşamı ve ölümü ezberleyecek kadarmış
sonra bir ışık yılında, yırtılmış ozon tabakasının altında dünya'yı gördü. insanlar, çamur içindeki larvalara benziyorlardı. küçük yıldız dehşetle baktı aşağıya. işte tam o an ayağı bir meteora takıldı ve kaymaya başladı. düşüyordu. tutunabileceği birşey yoktu evrende. tutunmak ta istemiyordu zaten. ışığa ve kendine veda etmenin vakti gelmişti. "vedanın anlamı ne" diye düşündü sonra. anlamsızdı. dünya'ya inme duygusunun bir biçimiydi veda. son çabasını aşağıdaki dünya kirliliğine düşmemek için harcadı ve kılpayı kurtuldu bundan.
evren
küçük bir okyanusmuş meğer
kıyısında yelkenliler batan
kendini gök uçurumuna bırakırken küçük yıldızın son baladı şu oldu
düşlüyorum tozlaşarak
dünya olmasında !
http://www.youtube.com/watch?v=d-KpD7lIpnY
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?